Karayılan: Karşımızdaki zihniyet hastalıklıdır

Kürtlerin inkarı üzerinden kurulan Türk devletinin, şimdi Erdoğan öncülüğünde güncellendiğini belirten Karayılan, “Karşımızda öylesine hastalıklı bir zihniyet var ki, kendini var etmek için Kürtlerin yok edilmesini gerekli görüyor. Bu düzeyde patolojikti

Ağrı Direnişi’nin bastırılmasından sonra “muhayyel Kürdistan burada meftundur” diye yazıldığını hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, şunların altını çizdi: “Kürdistan öldü, burada mezara gömüldü ve üzeri betonlandı, denildi. Kürtlerin üstü betonlandı, artık ayağa kalkamaz dediler ama PKK, Kürt halkının üzerine dökülen bu betonun altına adeta dinamit koyarcasına o mezarı parçaladı. Kürt halkı, PKK şahsında o mezardan kalkarak yeniden dirildi.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan Dengê Welat radyosunun Özel Program’ında Arjîn Ferat’ın sorularını cevapladı. 41. kuruluş yıl dönümünde PKK’nin çıkışını, yarattığı etkiyi ve bugün geldiği düzeyi değerlendiren Karayılan, aynı zamanda sömürgeci soykırımcı faşist Türk devletinin geliştirdiği saldırılara, güncellenen komplo sürecine ve zindandaki tutsakların durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kürdistan’da partileşmenin anlamı nedir ve neden önemlidir?

Sorunuza cevap vermeden önce başta Önder Apo’nun, tüm halkımızın, Ortadoğu halklarının, tüm devrim çalışanlarının ve yoldaşların partimiz PKK’nin 41. yıl dönümü ve Parti Bayramı’nı kutluyorum. PKK’nin 42. mücadele yılında herkese başarılar diliyorum. Bu kutlu günde ilk şehidimiz olan büyük yoldaş Haki Karer şahsında tüm devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, anıları önünde eğiliyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Anılarını Önder Apo ve Kürdistan'ı özgürleştirme yürüyüşünde ölümsüzleştireceğiz.

Kasım ayında şehadete ulaşan birçok değerli yoldaşımız var. Kasım ayı şehitlerini de değerli yiğit komutanlarımız Delal Amed, Reşit Serdar, Azê Malazgirt, Kerim Kato ve Haki Riha şahsında saygıyla anıyor, anıları önünde eğiliyor ve onlara verdiğimiz sözü bir kez daha tekrarlıyorum.

Bilindiği gibi Kürdistan halkı Mezopotamya ve Ortadoğu’nun en kadim halkıdır. Buna rağmen yok sayıldı. Halkımıza inkâr ve soykırım siyaseti dayatıldı. Halkımız kuşkusuz bu durum karşısında sessiz kalmadı fakat tüm ulusa öncülük edecek bir önderi çıkmadığı için tüm direniş çabaları ezilerek sonuçsuz bırakılmıştı. Bu yüzden halkımızın bir öncüye ihtiyacı vardı. 1970’li yıllarda halkımız artık uçurumun kenarına, yok oluşun eşiğine gelmişti. Kürtlerin varlık ve yokluğu tartışma konusu haline gelmişti. İşte PKK böylesi bir ortamda tarih sahnesine çıktı.

PARTİLEŞME ULUSAL MÜCADELE KARARIDIR

Partileşme kararı aslında ulusal varlık ve ulusal direniş kararıdır. Önder Apo öncülüğünde 1973’te yola çıkan grubun ideolojik yoğunlaşması ve açığa çıkardıkları öz bir süre sonra grubu bir yol ayrımına getirdi. “Eğer Kürt halkı bir ulus olarak var olacaksa mücadeleye ihtiyaç vardır, çünkü bir halk ancak mücadeleyle varlık kazanıp ulus haline gelebilir. Bunun gerçekleşmesi için de bir öncülüğe ihtiyaç vardır ve bu öncülüğü yapacak olan da partidir” denildi. İşte PKK’nin kurulma kararı bu temelde tarihe geçti. Yani PKK’nin kuruluş kararı aynı zamanda ulusal mücadele kararıdır.

ÖNDERLİK BOŞLUĞU DOLDURULDU

PKK’nin en önemli özelliği de bir Önderliksel hareket olarak ortaya çıkmasıdır. Daha en başta Önder Apo’nun yaptığı öncülük, çalışmaları, partiyi kurma kararı ve sonrasında yürüttüğü mücadele, Kürdistan tarihinde yüzyıllardır yokluğu yaşanan Önderlik boşluğunu da doldurdu. PKK, Önder Apo öncülüğünde çağdaş ilerici bir düşünce sistemiyle dünü ve bugünü doğru tahlil ederek “mücadeleyi nasıl geliştirmeliyiz, halkımızı hangi strateji ve taktikle yok oluşun eşiğinden kurtararak bir varlık haline getireceğiz ve nasıl özgürleştirip zafere ulaştıracağız” sorularına cevap veren bir programla mücadeleye başladı. PKK’nin kuruluşu bu şekilde Kürdistan’daki Önderlik ve öncülük boşluğuna da cevap oldu. Kürt halkına her alanda öncülük edecek kadrolara ihtiyaç vardı. Bu öncülük ihtiyacına tamamen yeterli bir biçimde olmasa da PKK kadroları şahsında cevap olma durumu gelişti. Zindanlarda, dağda öncülük etmede, direnişi geliştirmede, ruh vermede PKK kadroları döneme cevap oldu ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi bu temelde yükseldi.

PKK O MEZARI PARÇALADI

Kürt halkını ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme temelinde devrede olan bir komplo süreci var. 41. yıl dönümünde PKK’nin geliştirdiği direniş bugün hangi aşamadadır?

Dile getirdiğimiz gibi PKK çok zayıf bir zeminde, altyapısı oldukça zayıflamış bir ortamda yola çıktı. Sömürgeci soykırımcı faşist Türk devleti Kürdistan'ı 1925’ten 1940’a kadar askeri anlamda işgal etti, fiziki soykırım uyguladı. Sonrasında ise sistematik bir biçimde beyaz soykırım uyguladı ve “artık Kürtler bitti” dedi. Hatta Geliyê Zilan’daki katliamdan ve Ağrı Direnişi’nin bastırılmasından sonra “muhayyel Kürdistan burada meftundur” diye yazdılar. Yani Kürdistan öldü, burada mezara gömüldü ve üzeri betonlandı, denildi. Kürtlerin üstü betonlandı, artık ayağa kalkamaz dediler ama PKK, Kürt halkının üzerine dökülen bu betonun altına adeta dinamit koyarcasına o mezarı parçaladı. Kürt halkı PKK şahsında o mezardan kalkarak yeniden dirildi. Tabi soykırımcı faşist Türk devleti buna çok sert tepki verdi.

PKK daha bir parti haline gelmemişken Türk istihbaratı böyle bir grubun kurulduğu bilgisini alıyor. Bunun için kontralar eliyle grubu daha başlangıçta tasfiye etmek istiyor. İşte partimize karşı geliştirilen ilk komplo Antep’te Haki Karer yoldaş şahsında yapıldı. Haki arkadaşı bir meseleyi tartışmak üzere çağırıyorlar ve alçakça şehit ediyorlar. Orada aslında Apocu grubun tümünün hedef olduğu anlaşıldı. Zaten düşman her yerde Önder Apo’yu arıyordu. Önderliği bulamadıkları için Önder Apo’nun yardımcısı olan Haki Karer arkadaşı şehit ettiler.

SIKIYÖNETİM VE DARBE

Apocu grup bu şehadetten sonra çok gizli bir biçimde örgütlenerek partileşme sürecini geliştirdi. Düşman ancak bir yıl sonra partinin kurulduğundan haberdar olabildi. Düşmanın elinde hiçbir belge yoktu ama tedbiren hemen sıkıyönetim rejimini devreye koydular. Sonra da 12 Eylül askeri cuntası iktidara el koydu. Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni daha ilk çıkışında, büyümemişken tasfiye etmeyi hedeflediler. “Yılanın başını küçükken ezelim” dediler. O zaman Türkiye sol-sosyalist hareketi oldukça güçlüydü. Darbeyi aynı zamanda bu hareketi de tasfiye etmek için yaptılar.

DEVLET 41 YILDIR ÖMÜR BİÇİYOR

12 Eylül faşist cuntası büyük bir zulüm uyguladı, buna karşı direnildi ve bu temelde zindanlarda bir tarih yazıldı. Sonra 15 Ağustos Hamlesi ile birlikte dağlarda da direniş başladı ve düşman önünü alamaz hale geldi. Bunun için NATO’dan yardım istediler. Türk devleti NATO üyesi olduğu için NATO devreye girdi ve dışarıdan destek aldı. Bu şekilde Kürdistan özgürlük gerillasına saldırdı ama başaramadı. Hatta daha sonra işbirlikçi Kürt çizgisini de devreye koydu, onların da desteğini aldı. Bu şekilde yeni saldırılar geliştirdi ama sonuç alamadı. Hareketimizi bitirmek istediler. En son Önder Apo’ya karşı komplo ile bitirmek istediler. 1999’da komployla esir düşünce,  “bu sefer PKK tamamen bitti” dediler. Bir de bu faşist Türk devleti çıktığımız ilk günden şimdiye kadar sürekli bize ömür biçiyor, “6 ayları kaldı, bir yılları kaldı, bugün bitecek, yarın bitecek” diye yıllardır yalan söylüyor. Önderlik esir düşünce “bu sefer kesin bitti” dediler fakat mücadelemiz büyüyerek devam etti. 1973’ten 1978’e kadarki ilk 5 yılı saymazsak soykırımcı Türk devleti 41 yıldır sürekli bizi bitirmek için saldırılarda bulunuyor. Zaman zaman hegemonik devletler de bizzat devreye girerek bunun için Türk devletine yardım ediyor.

KOMPLONUN KAPSAMI GENİŞLETİLDİ

Komplo şimdi de devrededir Ama bu sefer komplonun kapsamını genişlettiler. İşte Kuzey Kürdistan’daki saldırılar, belediyelere olan saldırılar, halkımızın kazanımlarına karşı geliştirilen saldırılar, Güney Kürdistan'a dönük adım adım geliştirilen işgal saldırıları ve sonrasında tamamen kontrolüne alma siyaseti bu yeni komplo sürecinin boyutlarıdır. Şimdi de 9 Ekim’de Kuzey-Doğu Suriye’ye ve Rojavayê Kurdistan’a dönük geliştirilen saldırı çok açık bir biçimde komplonun kapsamlı olduğunu gösteriyor. Komplo ilkin PKK’ye ve Önder Apo ideolojisine karşıydı ama bu sefer komplo kapsamını daha da genişleterek önderlik ve çizgisi ile birlikte, Kürt halkının tüm kazanımlarını, güncellenen bu komplonun hedefi haline getirdiler. Bu komplo şimdi yürürlüktedir.

KOMPLOYA KARŞI HER YERDE DİRENİŞ VAR

Bu komplo karşısında halkımız her an her yerde direndi, direniyor. Şimdi Kuzey Kürdistan direniş halindedir, Güney Kürdistan direniş halindedir, 41 gündür işgal saldırısı altında olan Rojavayê Kurdistan ve Kuzey-Doğu Suriye halkı direniş halindedir. Bu vesileyle faşist Türk devletinin işgaline, soykırımcılığına karşı direnen tüm direnişçileri sevgiyle selamlıyorum. Bu uğurda fedaice canlarını vererek şehadete ulaşanları saygıyla anıyorum. Rojava halkını ve Kuzey-Doğu Suriye halkının tümünü selamlıyor ve sonuna kadar arkalarında olduğumuzu belirtiyorum. Türk devletinin yürüttüğü faşizm ve soykırıma karşı bugün yürüttükleri direniş, sadece onlar için değil Kürt, Arap, Asuri-Süryani, Ermeni halkı ve tüm bölge halkları içindir. Hatta Türkiye halkı içindir. Çünkü AKP-MHP ve Ergenekon öncülüğündeki bu faşist rejim sonuç alırsa bundan tüm halklar zarar görecektir.

KARŞIMIZDA HASTALIKLI BİR ZİHNİYET VAR

Çok iyi bilinmesi gereken gerçeklik şudur: T.C. devleti kendisini Kürtlerin inkarı üzerinden kurmuştur. Şimdi Erdoğan öncülüğündeki faşist rejim de bunu güncelleyerek yeni bir faşizan sistemi Kürt inkarı ve soykırımı üzerine kurarak kalıcılaştırmak istiyor. Yani karşımızda öylesine hastalıklı bir zihniyet var ki, kendini var etmek için Kürtlerin yok edilmesini gerekli görüyor. Bu düzeyde patolojik bir zihniyettir. Nasıl oluyor da sırf kendi ulusunu var kılmak için bir başka ulusu yok ediyorsun? Bu ancak hastalıklı bir zihniyetle ifade edilebilir. Şimdi birçok kimse, özellikle de Kürdistan’ın diğer parçalarındaki siyasetçiler bu gerçeği görmüyor, görmezden geliyor. Bazen Erdoğan onlara bir merhaba dedi mi, hemen biz Türkiye’nin dostuyuz, diyorlar. Halbuki T.C.’nin tüm kadroları Kürt düşmanlığı aşılanarak terbiye edilip, koşullandırılmıştır. Sol-sosyalist güçleri saymazsak Türk burjuva sisteminde sağıyla soluyla yer alan herkes Kürt’ün varlığına karşıdır. Bırakalım bir Kürt örgütüyle dostluk kurmasını, var olmasına bile karşıdırlar. Bu Kürtler niye var, hiç olmaması gerekir, tümden asimile edilmelidir, yaşam hakları yoktur diyorlar. Kürtler oldukça bize rahat yüzü yok, Kürtlerin büyümesi bizim için tehlikedir, onların büyümesi bizim küçülmemizdir diyerek Kürt halkına karşı çok derin bir düşmanlık yürütüyorlar. İşte şimdi bu düşmanca zihniyet ve ruh haliyle Rojavayê Kurdistan’a saldırıp, tüm Kürdistan halkı üzerinde soykırım siyaseti uyguluyorlar. Böyle bir durum var.

ARTIK ÖNÜNÜ ALMALARI MÜMKÜN DEĞİL

Önder Apo’nun ideolojisi, düşünce sistemi artık halklara mal olmuştur. Yani genişleyerek, yayılarak tüm dünya çapında etki yaratan bir düzeye ulaşmıştır. Bugün dünyanın her tarafında kadın devrimi esasına dayanan demokratik ekolojik paradigmanın ne anlama geldiğini artık herkes biliyor. Rojava'da kurulan sistemin nasıl bir sistem olduğunu bildikleri için halklar o kadar sahip çıkıyor. Kürt halkı öncülüğünde Ortadoğu halklarına ve hatta tüm dünya halklarına sunulan sistem demokratik ekolojik toplum sistemidir, kadın özgürlük sistemidir. Bundan dolayı yepyeni bir sistemdir. Bu anlamda demokratik ekolojik toplum paradigması mücadelesi artık evrensel bir mücadele haline gelmiştir. Bu yüzden artık önünü almaları mümkün değildir. Dünya kamuoyunun bu kadar sahip çıkmasının sebebi de budur.

PARADİGMAMIZ DÜNYA HALKLARINA MAL OLDU

Bakınız, şimdi Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşıyor değil mi? Biz hareket olarak, yani PKK ve PAJK çizgisinde geliştirilen özgürlük sistemiyle bu şeyi çoktan aştık. Kadına yönelik şiddete karşıyım, ona karşı mücadele ediyorum desen bile, erkek egemenlikçi bir sistemin var olduğunu, bunu zımnen de olsa kabul ettiğini ama bunun yaptığı zulme karşı mücadele ettiğin anlamına gelir. Fakat Önder Apo’nun geliştirdiği yeni paradigmasında daha da geliştirdiği kadın özgürlük çizgisinde egemenlikçi iktidarcı erkek sisteminin tümüyle aşılması, özgür kadın sisteminin kurulması vardır. Yani Apocu hareketin yaptıkları bu anlamda dünyadaki mevcut çabaların tümünden daha ileridir, çünkü geliştirilenlerin dünyada eşi benzeri yoktur. Çok demokratik ve ileri bir düzeydir. Bu düzeyde gelişen Apocu paradigma tüm dünyaya yayılıyor. Ne kadar saldırı ve komplo olsa da artık bu gidişatı durduramazlar. Çünkü bu zihniyet ve paradigmayla geliştirilen mücadele artık dünya halklarına mal olmuştur. 42. PKK mücadele yılında Önder Apo’nun öncülük ettiği düşünce sistemi küresel bir düzey kazanmıştır.

TÜRK DEVLETİ PANİK HALİNDEDİR

Türk devleti son günlerde güya DAİŞ’e karşı operasyonlar yapıyor. Bununla “ey Batı dünyası, beni görün, işte DAİŞ’e karşı savaşıyorum” mesajı vermek istiyor. Peki bu ne kadar doğrudur?

Türk devleti ciddi bir panik halindedir. Bu paniğin nedeni El Bağdadi’nin T.C.’nin denetiminde ve sınırının dibinde olan bir yerde öldürülmesi ve Bağdadi’nin yardımcısı olan El-Muhacir’in de yine T.C.’nin denetiminde olan Cerablus’ta öldürülmesidir. Her iki çete başının bu yerlerde öldürülmesi herkese gösterdi ki, DAİŞ’in karargahı T.C.’nin denetimindedir. Şimdi tüm gözler T.C.’nin üzerindedir. Hegemonik güçler belki şimdi çıkarları için ses çıkarmıyor ve buna göz yumuyor ama biliyoruz ki Türkiye hakkında yapılan araştırmalar var. Türkiye de bundan haberdardır. T.C. ve DAİŞ ilişkisinin, yine Erdoğan’ın adına ‘Suriye Milli Ordusu’ dediği çetelerle DAİŞ ilişkisinin ne olduğuna dair yapılan araştırmalar var. Türk devleti bundan dolayı oldukça korkmuş durumdadır ve panik halindedir.

Belli ki Erdoğan bu iş için Süleyman Soylu’yu görevlendirmiş, o yüzden bu kişi her gün DAİŞ üzerine açıklamalar yapıyor. “Bağdadi’nin karısını yakaladık, kız kardeşini yakaladık, akrabalarını yakaladık, eylem yapmaya gelen 4 kardeşi yakaladık, şu kadar şehirde bu kadar operasyon yaptık, elimizde DAİŞ’liler var bunları Avrupa devletlerine vermek istiyoruz, bir tanesini sınır dışı ettik…” diyerek her gün yeni bir açıklama yapıyor. Sürekli olarak “DAİŞ’e karşı savaşıyoruz, birçok DAİŞ’li yakaladık, biz de DAİŞ ile mücadele ediyoruz” algısı yaratmaya çalışıyorlar. Hatta bugün bir açıklama yapıp YPG’nin Gırê Spi zindanından 800 DAİŞ’liyi bıraktığını iddia ediyorlar ama bildiğimiz kadarıyla Gırê Spi’de herhangi bir DAİŞ hapishanesi yoktu. Gerçekten yaptığı kirli pazarlıkların, ittifakların açığa çıkmasından korkuyor.

O BÖLGEDEKİ DAİŞ’LİLER NEREYE GİTTİ?

Gerçekte AKP rejimi DAİŞ’e karşı hiç savaşmamıştır ve savaşmayacaktır. DAİŞ’e karşı ne bir tavrı vardır ne de yakaladığı herhangi bir DAİŞ’li. Yakaladığı kişiler DAİŞ’ten kaçanlardır. Yani Suriye’ye gelip bir dönem savaşan ama artık bundan vazgeçen, Türkiye üzerinden Avrupa’ya, başka ülkelere geçmek isteyenleri yakalıyor. Eğer öyle değilse o zaman açıklasınlar görelim; Türk devleti Cerablus’ta kaç DAİŞ’liyi tutukladı? Cerablus’taki o kadar DAİŞ’li buhar olup havaya mı karıştı, hepsi nereye gitti? Orada bir savaş da olmadı ki savaşta öldüler diyelim. Bab’daki, Ezaz’deki DAİŞ’liler nereye gitti? T.C. bunların mantıklı bir izahatını yapabilir mi? Şimdi tutukladığını iddia ettiği DAİŞ’lilerden kaçı savaşçıdır? Ellerinde gerçekten DAİŞ içerisinde savaşan kimse yoktur. DAİŞ’ten kaçıp tekrar evine gitmek isteyenleri tutukluyor. İşte şimdi tutukladım dediği 4 kardeşin aslında birlik olup kaçarak evine gitmek isteyen kişiler olduğu anlaşılıyor. Türk devleti, bu şekilde yalanlar uydurarak dünya kamuoyunu kandırmak istiyor. Kendisini DAİŞ’e karşı savaşan bir güç olarak göstermek istiyor ama böyle bir şey yoktur, bilakis müttefiktir ve ortak hareket ediyorlar. Bu yüzden DAİŞ’in halifesi onların yanı başında, sınırının hemen yakınında ve kontrolleri altında olan bir alanda gününü gün edip yaşarken öldürüldü. AKP ve DAİŞ ittifakı artık üstü örtülemez bir biçimde deşifre oldu. Erdoğan ve rejimi şimdi bunun korkusunu yaşıyor. Uluslararası güçlerin bu gerçeği daha fazla açığa çıkarıp maskesini düşürmesinden korkuyor. Bu panikle her gün DAİŞ’e dair bir gündem yaratıp, bir gün “yakaladım”, bir gün “tutukladım”, bir gün “Avrupa’ya teslim edeceğim” diyor. Tüm Avrupa bilsin ki, Türk devletinin elinde gerçekten DAİŞ içinde savaşan tutuklu hiç kimse yoktur. Avrupa’ya gönderecekleri ancak DAİŞ’lilerle evlenen kadınlar ile artık el çekmiş veya onlardan kaçmış olan kimselerdir. AKP rejimi, DAİŞ’in savaşan elemanlarını asla tutuklamaz. Onlar MİT kontrolünde şimdi QSD ile savaş halindedirler. Herkes bu gerçeği bilmeli. Artık ne yaparlarsa yapsınlar, bu hakikatin üstünü örtemezler.

ÇÖKTÜRME PLANI ÇERÇEVESİNDE GELİŞİYOR

Soykırımcı Türk devleti, Kürt halkının belediyelerini gasp etmeye devam ediyor. Özellikle de Kürt kadın siyasetçileri göz altına alarak zindana koyuyor. Ne yapmaya çalışıyor?

Bundan önceki soruların cevabında dile getirdiğim gibi AKP-MHP ve Ergenekon rejiminin yürüttüğü siyaset sıradan değildir, yeminli Kürt düşmanlığıdır. 21. yüzyılda dünyanın hiçbir yerinde böyle yürütülen bir siyaset yoktur. Kürt varlığını kendisi için tehlike olarak görüyor. Kendi varlığı için Kürt varlığını ortadan kaldırmayı gerekli görüyor. Kürtlerin hiçbir yerde kimlik ve statü sahibi olmasını istemiyor. Bütün çabası buna dönüktür. Bunun için Kürt halkının iradesini tanımıyor. Bırakalım Kürt halkının iradesini tanımayı, bilakis tamamen ezip kırmak istiyor. Daha 1925’te hazırladıkları Şark Islahat Planı neyse AKP’nin günümüzde devreye koyduğu Çöktürme Planı da aynısıdır. Her ikisi de Kürt Soykırımı Belgesi’dir. Şimdi yaşananların tümü Çöktürme Planı çerçevesinde geliştirilmektedir.

Belediye eşbaşkanı olan insanların hiçbirinin herhangi bir suçu yoktur. Bu insanları tutuklayabilmek için sudan bahaneler üretmeye çalışıyor. Basından izledim, tutuklanan Suruç Belediye Eşbaşkanı Hatice Çevik avukatı aracılığıyla cezaevinden açıklama yaptı ve “hiçbir suçum yok” dedi. Gerçekten de doğru söylüyor, onların T.C. yasalarına göre hiçbir suçları yoktur. Tek bir suçları vardır; o da Kürt olmaktır. Özgür bir Kürt olmak istedikleri için suçludurlar. HDP’de yer aldıklarına göre demek ki özgür Kürt olma amaçları var. Suçları budur. Çünkü HDP’de yer alan birisi ya Türkiyeli bir demokrattır ya da Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen, kendini inkâr etmeyen, ben kimlik sahibiyim, Kürt’üm diyen birisidir. Yani kendini inkâr etmeyen birisidir. Soykırımcı faşist zihniyete göre bir insanı tutuklamak için bu yeterlidir. Fakat böyle bir şey resmi kanunda olmadığı için kendilerince resmi bir kisve oluşturmaya çalışıyorlar.

KAYYUM DEDİKLERİ ZORBALIKTIR

Bu tutuklamalarla bir kez daha Türkiye’de kanun, yasa, hukuk olmadığı ispatlandı. Kendi kanunlarını kendileri çiğniyorlar. T.C. kanunlarına göre bir belediye başkanı suç işlemişse bile görevden alındığı zaman belediye meclisi toplanıp kendi içinden yeni bir belediye başkanı belirler. Peki bunlar nasıl yapıyor? Belediye eşbaşkanlarını görevden alıp zindana atıyor. Sonra belediye meclisinin tümünü görevden alıyor ve kayyum atıyor. Kayyum dedikleri nedir? Kanunsuzluktur, halk iradesini tanımamaktır, zorbalıktır. Böyle bir şey hiçbir kanunda yoktur ama Erdoğan’ın kanunda vardır. Kürt halkına karşı duydukları derin düşmanlık bunları yapmasına cevaz veriyor.

Bilinmelidir ki, bunların hiçbiri sonuç alamaz. İnsanlığın içinde bulunduğu bu çağ artık böyle bir ırkçılığı, faşizmi kabul etmiyor. Böyle şeylere başvuranların akıbetinin ne olduğunu biliyoruz. Saddam’ın sonunun nasıl olduğunu gördük. Bu düzeyde demokrasi düşmanlığı, bu düzeyde Kürt düşmanlığı yapmak gerçekten de akıl kârı değildir. Bu çağ böyle şeyleri kaldırmaz. Yine de bunda ısrar ediyorlar. Bugün Kürt sorununun varlığını Türkiye’de kabul eden herkes, bu faşist rejimin hedefidir. Kimlik sahibiyim diyen herkes hedeftir. Bu yüzden bugün sol, sosyalist, demokrat ve Kürtler üzerinde pervasızca vahşi bir faşizm yürütülüyor. Bunun bir sonucu olarak belediyelere bu şekilde saldırıyorlar.

HDP’nin bu konu üzerinde muhakkak durduğuna inanıyorum. Yani bu saldırılar karşısında gerçekten de tavırsız kalmamak gerekiyor. Önemli olan halkımızın ve demokrat Türkiye toplumunun, bu sistemden dışlanan Alevi halkımızın, tüm emekçilerin, sol-sosyalist güçlerin, demokratların soykırımcı faşist rejimin yaptıklarına tepki göstermesidir. Buna karşı sessiz kalınmamalıdır. Eğer bu kadar ahlak dışı, hukuk dışı bir şekilde davranıyorlarsa bunun bir sebebi de mevcut sessizliktir.

CİDDİ REAKSİYON OLSAYDI GASP EDEMEZLERDİ

Şimdi İmralı’da yürürlükte olan işkence sisteminin hangi hukukta yeri vardır? Bir yerdeki hukuksuzluğa göz yumdun mu, bu da beraberinde bir başka hukuksuzluğu getirir. Hukuksuzluğa göz yumdun mu onu meşrulaştırırsın. Eğer Türkiye’deki tüm demokratlar, tüm yurtsever Kürtler, İmralı tecrit sistemine karşı seslerini yükseltip güçlü bir mücadele verselerdi şimdi İmralı’da yürütülen ve dünyada hiçbir kitapta yeri olmayan hukuksuzluk, ahlaksızlık, adaletsizlik olur muydu? Buna karşı ciddi bir reaksiyon gelişseydi, şimdi her gün 3-4 tane belediyeyi gasp edemezlerdi. Hukuksuzca, adaletsizce belediye eşbaşkanlarını görevden alıp kendi memurlarını atayamazlardı. Dünyadaki en anti demokratik devlette bile bu yoktur. Belki bazı diktatörler merkezde böyle şeyler yapar ama en azından yerelde toplumu biraz da olsun gözetirler. Bu soykırımcı faşist rejim, şimdi toplumu o düzeyde bile dikkate almıyor. Neden? Çünkü Kürt halkına karşı topyekun bir savaş içerisindeler. Bu yüzden de Kürt halkını hiç gözetmiyorlar. Dikkate almaları için Kürt halkı kendini daha fazla örgütlemeli, daha fazla güç ve irade haline getirmeli. Kürt halkına çağrımız şudur: Kürt gençleri, özgürlükçü kadınlar bu düşman gerçeği üzerine düşünmeli, kendilerini örgütleyerek cevap olmalıdırlar. Şimdi gerekli olan budur.

SORUMLULUĞUMUZUN FARKINDAYIZ

Soykırımcı Türk devleti Kürt halkına karşı her taraftan saldırıyor. Saldırdığı yerlerden biri de zindanlardır. PKK’li – PAJK’lı tutsaklara uygulanan yoğun baskılar var. Tutsaklar da direniyor. Tutsaklara neler söylemek istersiniz?

Öncelikle düşmanın elinde esir ve rehine olan tüm tutsak yoldaşları sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Partimiz PKK’nin 41. yıl dönümü ve Parti Bayramı’nı kutluyorum. Soykırımcı faşist rejim nasıl ki her tarafa saldırıp zulüm uyguluyorsa en fazla zulüm yürüttüğü yer de başta İmralı olmak üzere tüm zindanlardır. Biz de bu yaşananları yakında takip ediyoruz ve pratikte buna cevap olmanın çabası içerisindeyiz. Bu hususta bizim de yetersizliklerimiz var, bunun bilincindeyiz. Eğer yetersizliğimiz olmasaydı düşman meydanı bu kadar boş bulup Önderliğimize, arkadaşlarımıza zindanda bu kadar zulüm uygulayamazdı. Bunda bizim yetersizliğimizin rolü var.

Zindanlar halkımız, arkadaşlarımızla doldurulmuş durumda, 10 bini aşkın tutsak var. Kürt halkının o kadar genci, yaşlısı zindandadır, Önderliğimiz zindandadır. Düşman bununla da sınırlı kalmıyor, bir yanına Amerika’yı bir yanına da Rusya’yı alarak özgürlük mücadelesine karşı komplo tezgahlayıp Türkiye sınırları dışında da saldırıyor. Kısacası; biz ile düşman arasında çok kapsamlı bir savaş var. Tüm arkadaşlarımız bunun bilincinde olmalı. Buna göre sabırlı olmalı ve doğru bir şekilde yaklaşım sergilemeliler. Zirvede seyreden bu savaşta mutlaka başaracağımıza inanıyoruz. Bugün başarmanın olanakları bizim için her zamankinden daha fazladır. Önceki sorulara verdiğim cevaplarda da belirttiğimi gibi, mücadelemiz artık küresel düzeyde etki yaratıyor, tüm dünyaya mal oluyor. Önder Apo daha bundan 25 yıl önce diyordu ki, “gün gelecek tüm dünya haklı davamızın yanında yer alacak ve sömürgeci Türk devleti tek başına kalacak.” Önder Apo’nun bu sözleri zaman zaman basına da yansıyor. Gerçekten de şimdi tıpkı Önderliğimizin belirttiği gibi bir süreç gelişiyor. Devletler değil ama kamuoyu Kürt halkının mücadelesine sahip çıkıyor. En başta Önder Apo’ya sonra da zindandaki tüm yoldaşlara karşı olan sorumluluğumuzun farkındayız. Tüm arkadaşlar da bunun bilincinde olmalı.

NUSAYBİN DİRENİŞÇİLERİ TARİHE GEÇTİ

Öz yönetim direnişleri sürecinde tutuklananlar var. Özellikle de Nusaybin Davası’ndan tutuklu olan bir grup var. Bu grup hep onurlu bir duruş sergiledi…

Öz yönetim direnişinde yer alan arkadaşların yanımızda özel bir yeri vardır. Özellikle de düşmana sendromlar yaşatan, tarihi bir direniş geliştiren Nusaybin Direnişçileri şimdi zindanda da direniyorlar ve bu direnişlerini mahkemede savunuyorlar. Yaptıklarını savunuyorlar, yani siyasi savunma yapıyorlar. Bu tutumları çok anlamlı ve değerlidir. Bu onurlu tutumlarının tarihe geçtiğine inanıyorum.

Kendi mahallelerinde, bölgelerinde kendi öz yönetimlerini kurmaları en doğal ve meşru haklarıydı. Türk devleti bunlar isyan ediyor, ayaklanıyor diyerek pervasızca saldırılara girişti. Bunun sonucunda çok büyük bir direniş gelişti. Nusaybin Direnişçileri için şunu belirtmek istiyorum: Sanki onlar teslim olmuş da düşman onları tutuklamış diye bir durum söz konusu değildir. Tüm kamuoyuna ve tarihe mal olsun diye burada açıkça belirtiyorum. Örgüt kararıyla tasfiye olmamaları için yaralı arkadaşlarla genç arkadaşların çıkarılması kararlaştırıldı. Gençler ve yaralılar için bu kararı alan örgüt yönetimidir. Onlar örgütün sorumluluğu altında direniş hattından çıktılar ve yakalanmaları öyle gelişti, yani yönetimimiz öyle istedi. Yoksa onların yakalanmaları polisin ya da askerin bir başarısı değildi. Bugün o arkadaşların hem zindanda hem de mahkemelerde direndiğini duyuyoruz. Bu da o arkadaşlara karşı olan sorumluluğumuzu daha da arttırmaktadır. Biz de durumlarını takip ediyoruz ve durumlarından haberdarız. Mesela Şehmus Koç arkadaş birçok yerinden yaralanmasına rağmen o ve onun gibi birçok arkadaş halen direniyor. Şehmus Koç arkadaş şahsında tüm arkadaşları tekrardan selamlıyor, hepsine başarılar diliyorum.

Faşist düşman halkımızın birçok sanatçısını, yazarını da esir almıştır. Zindandaki tüm sanatçıları Hozan Canê şahsında selamlıyor, hepsine başarılar diliyorum. Verdikleri emeğin, yaptıkları çalışmanın bu mücadelede önemli bir yeri var ki, düşman kendilerini tutuklayıp rehin tutuyor. İnanıyorum ki onlar da bunun bilincindedir. Bugün Kürt ulusu olarak bu düşmana karşı direniyoruz ve sonuna kadar direneceğiz. Kazanan mutlaka biz olacağız. Çünkü haklıyız ve yolumuz doğrudur.