Şamî: Tüm Suriye karşı durmalı
Türk devletinin, yeni işgal ve işgali kalıcılaştırma adımlarının hem askeri hem de ‘sivil’ kılıfına dikkat çeken QSD Basın Sorumlusu Ferhad Şamî, tüm Suriye halkı ve güçlerinin karşı durması gerektiğini söyledi.
Türk devletinin, yeni işgal ve işgali kalıcılaştırma adımlarının hem askeri hem de ‘sivil’ kılıfına dikkat çeken QSD Basın Sorumlusu Ferhad Şamî, tüm Suriye halkı ve güçlerinin karşı durması gerektiğini söyledi.
“Eğer QSD olmasaydı Erdoğan’ın Emevi Camisi’nde namaz hayali gerçek olacaktı” diyen Ferhad Şamî, elbette direnişe devam edeceklerini; siyasi ve diplomatik adımların yanında askeri adımlarının olacağını belirterek, şunun altını çizdi: “Ulusal ruha sahip ve ulusal bir görev kapsamında işgalcilere karşı savaşan bir güç görürsek ittifaka gideriz; birlikte işgalcilere karşı savaşır, Suriye topraklarından çıkarırız.”
QSD Basın Sorumlusu Ferhad Şamî, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye alanlarına yönelik saldırıları hiç durmadı, ancak özellikle Nisan’dan itibaren daha da yoğunlaşmasının nedenleri nedir?
Bu süreçte Türk devletinin özellikle Eyn Îsa, Til Temir, Zirgan, Minbic ve Efrîn’in ilçeleri olan Şêrewa ve Şera’ya yoğun saldırıları oluyor. Bu 289 km’ye kadar uzanan bir cepheyi kapsıyor. Bu saldırılar Nisan’da daha da yoğunlaştı. Türk devleti bu bölgeleri karadan ve havadan bombalıyor. Sadece Nisan’da SİHA’larla 18 defa alanı bombaladı. Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine yönelik 26 ton TNT patlayıcı kullanıldı. Bizim araştırmalarımıza göre; Türk devleti, 2018’den beri tam bir milyon ton TNT ve zehirli maddeyi Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine karşı kullandı. Bu elbette çok büyük bir rakam. Bu gün baktığınızda dünya savaşlarında ancak bu kadar yüksek bir rakam kullanılabilmiş. Yine Nisan’da tüm İslam alemi için kutsal olan Ramazan’da bile Türk devleti saldırılarını durdurmadı.
Bu saldırılarda bölge halkının tümü hedef alınıyor. Baktığımızda Til Temir kırsalında Asuri halkımız yaşıyor, onlar da 2014-2015 yılında DAIŞ tarafından katliamdan geçirildi ve bugün hala saldırılara maruz kalıyor. Zirgan ve Eyn Îsa hattında Arap halkı yaşıyor, Minbic yine her gün hedef alınıyor. Efrîn hattı yine öyle. Yani kısacası bu bölgedeki tüm uluslar ve dinler, Türk devletinin zulmüne ve saldırılarına maruz kalıyor.
Ukrayna savaşıyla birlikte bölgedeki devletler arası ortaya çıkan boşluklar, Suriye’de devletlerin, özellikle garantör devletlerin zayıflığı, Türk devletinin saldırılarını daha da derinleştirmesine ve hatta yeni işgal saldırıları planlamasına fırsat veriyor. Zaten takip edilirse Erdoğan ve Türk Genelkurmayı, yeni işgal saldırılarını başlatacaklarını açık bir şekilde söylüyor. Günlük Türk devletine ait yüzlerce tank, cephane ve asker, Suriye’ye geçiyor.Özellikle İdlib hattında bir tampon bölgeyi Suriye’ye kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Son günlerde Erdoğan, aslında eski olan bir planını yeniden gündeme getirdi. Kuzey ve Doğu Suriye sınırı boyunca ‘tampon bölge veya ‘güvenli bölge’ olarak adlandırdıkları bir bölge oluşturmak istediler. Bu bölge, sadece Kuzey ve Doğu Suriye’yi kapsamıyor, Kuzey-Güney Suriye hattında da aynı projeyi geliştirmek istediler. Bu bölgede Lazkiye, Hema’nın kuzeyi, Humus, Rojava hattı ve Halep’in kuzeyine kadar, yine İdlib’i içine alıyor, Halep’in doğusundaki alanlar; Bab, Mare, Ezaz, Til Koçer, Dêrik ve Şengal sınırına kadar uzanan bir işgal bölgesini oluşturmak istiyor. Burada Kürt, Asuri, Ermeni ve hatta işgalcilerin siyasetlerine karşı direnen Araplar da dahil bir soykırım yapmak istiyorlar.
Türk devletinin Suriye’ye müdahale planının arkasında ne var?
Bu plan, yeni değil, yani Erdoğan’ın bugün dinlendirdiği bu plan öyle 10-11 yıl içinde gelişmedi. Suriye krizine de bağlı değil. Osmanlının yıkılışından sonra bu planlarını dönem dönem gündemleştirdiler. 1916’da Beyrut, Lübnan ve Şam’da Osmanlı hayaline karşı çıkan, onlarca Suriyeli aydın, 6 Mayıs 1916’da Şam ve Beyrut’ta idam edildi. Diğer taraftan 1925’ten sonra Suriye halkı, Suriye’de bulunan bazı güçlere karşı, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı ayaklandı. Hatta o dönem ‘Suriye Büyük Devrimi’ adında bir ordu kurdular. Suriye halkı bunlarla uğraşırken, Türk devleti oluşan boşluktan yararlanarak Liwa İskenderun’u -daha sonra ismini Hatay olarak değiştirdi- Fransa’nın gündemine getirdi. Önce parça parça böldükleri Liwa İskenderun, 1937’de tümden Türk devleti tarafından işgal edildi. Liwa İskenderun, Suriye’nin bir parçasıydı ve Osmanlı döneminde de Halep’in bir ilçesiydi. Daha sonraları 1941-42-43 yıllarında yine denemeleri oldu. Özellikle 1957’ye geldiğimizde, o dönem Adnan Menderes’in hayali vardı. Suriye halkı onu çok iyi tanıyor. O dönem Suriye’de çok sayıda darbe oluyordu. O da gördü ki Suriye halkı sürekli olarak bu darbelerle meşgul ve Suriye’de istikrar yok. Özellikle o dönem bazı uluslararası devletlerin de Suriye üzerinde planlamaları vardı. Suriye o dönem daha çok Sovyetlere yakındı. Bu karışıklıktan yararlanan Türk devleti, binlerce askerini sınıra yığdı. Özellikle Girê Spî, Qamişlo, Efrîn, Ezaz, Mare, Bab sınırlarına binlerce, on binlerce askerini yığarak bir kez daha Suriye’ye müdahale etmek istedi. O süreçteki bahaneleri neydi? Dönemin Suriye başkanı Türk devletini kabul etmiyordu. Türk devleti onun kendisine bağlı olmadığını dile getiriyordu. Yine Suriye başkanı o dönem Suriye’de bazı değişiklikler yapmıştı. Özellikle o dönem Suriye ordusu komutanı, Türk devletine bağlı olduğu için görevden alınmış, yerine Suriye Devrimi ordusu komutanlarından biri getirilmişti. Suriye tarafından atılan bu adımlardan rahatsızlık duyan Türk devleti, bunları bahane ederek Suriye’ye yönelik bir hamle başlatmak istedi. O dönem Arap devletleri, Türk devletine tepki gösterdi. Türk devleti tank, top ve askerleriyle Suriye’ye müdahale etmeye çalışırken, Mısır’ın müdahalesi oldu. Suriye-Mısır birliğinin oluşması Türk devletinin işgalinin önünü aldı. 1957’de Türk devletinin işgal etmek istediği bölgeler, yine aynı bugün işgal etmek istediği Kuzey ve Doğu Suriye bölgeleriydi. Özellikle Girê Spî, Kobanê, Efrin ve Ezaz hattıydı.
Uluslararası güçlerin aracılığıyla 1957’de bir kez daha Bağdat’ta Irak ve bazı devletler ile bir toplantı yaptılar. Türk ve Irak elçilikleri ile bazı uluslararası devletler arasında görüşmeler yapıldı. Tüm bunlar bir kez daha Suriye topraklarına yönelik bir müdahale amacıylaydı. O dönemde ise yine Rusya müdahale etti. Rusya yaptığı bir açıklamada, Türk devletinin Suriye’ye müdahalesi halinde kendisinin de Ankara’yı vuracağını belirtti. O dönemin Sovyet başkanının bu tehdidi Türk devletinin önünü aldı. Türk devleti, 30-40 yıl içinde üç defa Suriye’yi işgal etmek istedi.
1973’e gelindiğinde Suriye bir kez daha savaşın içine girdi. Türk devleti bir kez daha bu fırsatı değerlendirmek istedi. Bu sefer de Arap devletleri, Suriye’nin yanında durdu. Özellikle Mısır ve Ürdün, Suriye’nin yanında durarak bir kez daha Türk devletinin bu hayalini boşa çıkarttı, ancak Türk devletinin bu hayali her zaman devam etti. Farklı farklı siyasetlerle yine bunu devam ettirmek istedi. Bazen Fırat’ın suyunu keserek, bazen istihbarat yoluyla ajanlar oluşturarak, ekonomik krizlerle, yani her zaman bir şekilde fırsatları kovalayarak ve Suriye hükümetinin zayıflığını bulmaya çalışarak Halep’e kadar gitme hayalini gerçekleştirmek için her tür çabanın ve hilenin içine girdi. Onların bu hayali elbette gerçekleşmedi.
1998’e geldiğimizde, Kürt Halk Önderi’nin Suriye’de olmasını bahane ederek bir kez daha saldırmak istedi. Bunu gerekçe olarak ortaya sundu, ancak Türk devletinin asıl amacı on yıllardır hayalini kurduğu işgal planını gerçekleştirmekti. Bu 2009’a kadar bu şekilde farklı farklı oyunlarla devam etti. Erdoğan ve Suriye hükümeti arasında 2009’da görüşmeler oldu. Erdoğan, Suriye’ye geldi. Yine Beşar Esad Türkiye’ye gitti. O görüşmelerde kardeş olduklarını, sınırları kaldırmak istediklerini belirterek, bunun için de ortak bazı askeri tatbikatlar yaptılar. Kardeşler arasında sınırlar olmaz şeklinde söylemlerle sınırları kaldıracaklarını dile getiriyorlardı. Aslında bu da bir işgal planlamasıydı. Bu sefer, sert ya da askeri yollar değil, daha yumuşak ve ılımlı bir dille yapıyorlardı. Bu şekilde Suriye rejimini kendi tarafına çekerek bazı şeyleri onlara kabul ettirmekti amacı ve bunu yaptı da. Kürt halkına karşı Suriye rejiminin baskıları arttı. Yine o zaman Suriye rejimi Liwa İskenderun’un resmi olarak Türk devletine ait olduğunu imzaladı. Hatta o dönem askeri tatbikatlar yoluyla Türk devleti Suriye ordusunun gücünü, tekniğini tanıdı ve Suriye ordusu içine kendi ajanlarını oluşturdu. Dikkat edilirse 2011’de Suriye krizinin başlamasıyla birlikte Suriye’nin bazı komutanlarının Suriye ordusundan kopup Türkiye’ye geçmeleri tesadüf değildi. Aslında daha önce bunlar hazırlanmıştı. Suriye ordusunun içinde Türk devletinin ajanları vardı. Daha önce zemin hazırlanmıştı ve Suriye olaylarının başlamasıyla birlikte bunlar Türk devletine gitti. Orada Türk devletinin desteğiyle çeteleri hazırladılar ve bugün de bu çeteler, Suriye’nin hatta tüm dünyanın başına bela olmuş.
Son günlerde Erdoğan’ın bir milyon mültecinin Suriye getirileceğini söylemesi, ne anlama geliyor?
Erdoğan’ın dile getirdiği bir milyon insanı Suriye’ye getirme projesi de, yine Türk devletinin Suriye’yi işgal etme hayalinin bir parçasıdır. 1916’dan bu yana Türk devleti bunu gerçekleştirmek için birçok farklı yöntem denedi. Şimdi görüyor ki Suriye’de zayıf bir hükümet var, zayıf bir ordu var, uluslararası bazı güçlerin de Suriye’de çıkarları var. Tüm bunlardan yararlanmaya çalışıyor. Yine uluslararası bazı güçler Suriye’de her zaman Türk devletini Rusya’ya karşı kullanıyor. Bunu 1957’de, 1973’te ve 1998’de yaptılar. Bugün de maalesef bazı uluslararası güçler yine aynı siyaseti uyguluyor. Birçok defa soruluyor; neden kimse Türk devletinin katliam ve işgallerine karşı ses çıkarmıyor? Neden Türk devleti DAIŞ’e destek veriyor? Tüm bunlar göz önünde olmasına rağmen neden kimse ses etmiyor? Çünkü Türk devleti, yıllardır bazı uluslararası güçler tarafından Rusya’ya karşı kullanılıyor. Bugün de Türk devleti kendi projesini sivil kılıfla uygulamak istiyor. Geçmiş tarihi dönemlerde Türk devletinin tüm işgal projeleri askeri olarak gelişiyordu. Bu sefer tarihi tecrübelerini de göz önüne alarak Suriye topraklarına yönelik işgalini farklı yapmak istiyor. Bu nedenle ‘bir milyon mülteciyi göndereceğim’ diyor. Aslında göndereceğini söylediği bu bir milyon kişi Humus, Derea, Şam ve İdlib’den gelenlerdir. Bunların büyük bir bölümü şimdi Türk devletinin yanında. Türk devleti bunları kullanarak aslında askeri varlığını devamlı kılmak istiyor. Bunu yapması için de bir kılıf uydurması gerekir. Bu aslında gizli bir işgaldir. Bu şekilde demografik yapıyı değiştirerek, bölgenin asıl halkını buradan çıkarmak ve kendine bağlı olanları getirmek istiyor.
Böyle bir durum bölgede nasıl sonuçlar ortaya çıkarır ya da nasıl tehlikeler barındırır?
Şimdi bu gelenler elbette kendi ordusunu kuracaklardır. Yani bunlardan bir güç oluşturulacak ve bu güç, Şam hükümetinin ordusunun alternatifi olacaktır. Bu nedenle tehlikeli bir projedir. Ayrıca Erdoğan’ın öne sürdüğü bu proje, sadece Kuzey ve Doğu Suriye’yi kapsamıyor. Bu nedenle bu esasta tüm Suriye için tehlikelidir. Erdoğan, bu projesini gerçekleştirirse Şam’da namaz kılabilecek. Suriye’nin zayıf bir hükümeti ve zayıf bir ordusu var. Suriye halkı parçalıdır. Siyasi bir projesi yok. Hatta Suriye’nin şu anki siyasi iradesinde bir ittifak yok. Suriye zaten uluslararası düzeyde her yerden çembere alınmış, uluslararası güçlerin zaten Suriye için yapacak bir şeyleri yok. Eğer bugün kimse Türk devletine karşı sesini yükseltmezse yarın bu bölge DAIŞ’in bir üssü olacak. 2013-2014 yılında DAIŞ’in hayali sınır hattına ulaşmaktı. O zaman bunu Türk devletinin desteğiyle yapmak istiyordu. DAIŞ’in başaramadığını şimdi Türk devleti yapmak istiyor. Tabii böyle bir durumun olması durumunda sadece DAIŞ bölgede olmayacak. DAIŞ dışında birçok çete de buralara yerleşecek, silahlanacak, ordu kuracak. Bu grupların hayali Humus, Hema, Halep, Reqa, Dêrazor, Hesekê ve daha bir çok bölge olacaktır. Onlar zaten açık bir şekilde bu rüyalarını söylüyorlar. Diğer taraftan bu proje ile Türk devleti kendi işgalini kalıcılaştırmak istiyor. Çünkü, askeri varlıklar her zaman geçicidir, dönemseldir, ancak sivil kartıyla bu riski ortadan kaldıracak ve işgalini kalıcılaştıracak. Suriye’nin başına bela olacaktır. Elbette bu, tüm Suriye için büyük bir tehlike oluşturacaktır.
Türk devletinin bu projesine karşı direnen hali hazırda QSD’dir. Sadece QSD’nin duruşuyla bu proje boşa çıkarılabilir mi, Şam hükümeti ve özellikle Suriye halkına da görevler düşmüyor mu?
İşgalcilerin bu planlarını boşa çıkartmak sadece QSD’nin görevi değildir. Sadece askeri bir görev de değildir. Tüm Suriye’nin görevidir. Bugüne kadar işgalcilerin, DAIŞ’in, El Nusra’nın hayallerine engel olan QSD oldu. Aynı görevi elbette QSD üstlenecektir, ancak sadece QSD’nin görevi olarak görülemez ve QSD’ye bırakılamaz. Elbette işgal edilen bazı bölgeler QSD alanlarıydı, ancak İdlib, Şam hükümetinin elindeydi, Humus yine öyle. Bu nedenle Türk devletinin bu projesine karşı durmak, tüm Suriye’nin ve Şam hükümetinin de görevidir. Türk devletinin 1925 planı sadece askeri tavırla engellenmedi. Suriye halkı buna karşı eylemler yaptı. Sokağa döküldü. Humus, Hema, Halep’te büyük halk kitleleri sokağa döküldü. Milyonlarca Suriye halkı sokaklara dökülerek işgalcilerin planlarını deşifre etti. Şimdi de işgalcilerin planlarının boşa çıkarılması için tüm Suriye halklarının birlik olup karşı koymaları gerekir. Bu aynı zamanda Suriye halklarının birlik gerekçesi olmalı. Türk devletinin bu projesine karşı birlikle durulmalı. Bu temelde ben tüm Suriye siyasi partilerine, gençlik örgütlerine, aydınlarına ve tüm Suriye halkına sesleniyorum; hep birlikte Erdoğan’ın bu hayalinin karşısında durmalı ve boşa çıkarmalı.
Dikkat edilirse işgalciler her zayıf dönemlerde anlaşmalara gitmiş. 1925’te anlaşmaya gidildi, 1937’de Suriye’nin elinden Liwa İskenderun alındı. 1957’de anlaşmaya gidildi, Fırat Nehri Suriye’nin elinden alındı. 1998’de Suriye ile anlaşmaya gidildi, sonrasında Adana Mutabakatı farz kılındı. Şimdi buna karşı tepki gelişmezse Türk devleti, Şam hükümetiyle ve hatta uluslararası bazı güçlerle anlaşmalara gidecek ve hatta Türk devleti varlığını Suriye üzerinde kalıcılaştıracak; işgal ettiği alanlar Suriye’nin elinden çıkartılacak ve Suriye parçalanacak.
QSD on yıla yakın bir süredir bölge halkını DAIŞ ve diğer çetelerin saldırılarına karşı korumak için sürekli bir savaş ve direniş içinde, bu süreç boyunca Türk devletine herhangi bir saldırısı olmamasına rağmen neden özellikle QSD’yi hedef alıyor?
Şimdi işgalci bir güç, bir yeri işgal etmek istediği zaman elbette kendisine karşı savaşacak bir askeri gücün olması gerekir. Türk devleti, Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine saldırırken uluslararası kamuoyu ve güçlere karşı QSD’yi gerekçe olarak gösteriyor. Aslında Türk devleti bölge halkına karşı savaşıyor. Onlar QSD’ye saldırarak zayıflatmak ve tasfiye ederek bu şekilde bölge halkına daha rahat saldırabilecek. Savunma gücü olmayan, her zaman yok olmayla karşı karşıyadır. Ermeni Soykırımı’nda onları koruyan kimse yoktu, katledildiler. 2014’te Xabur hattında Asurileri koruyacak kimse yoktu, DAIŞ katliam yaptı. Şengal’de yine aynı şeyi yapmak istediler. Bugün de Asuri, Keldani, Êzîdî, Arap, Kürt, Ermeni halklarını korumak isteyen güç elbette işgalcilere engeldir. QSD’ye bu kadar barbarca saldırmasının bir nedeni de odur.
Türk devletinin bu halklara karşı tarihi faşizan ve ırkçılığı var. QSD’yi etkisizleştirerek bölgedeki renkleri yok etmek istiyor. Türk devleti, kendi okul müfredatlarında bile çocuklara bunu anlatıyor; Humus, Halep, Lazkiye, Şam, Şengal, Musul bizimdir, diyor.
Tüm planlarına karşı şimdiye kadar QSD durmuştur. Bu nedenle Şam hükümeti ve ordusu da QSD’ye borçludur. Eğer QSD olmasaydı Erdoğan’ın Emevi Camisi’nde namaz hayali gerçek olacaktı. Bu nedenle bu kadar hunharca ve kin dolu QSD’ye saldırıyor. Şunu iyi anlamak gerekir; Erdoğan burada sadece QSD’ye ya da Kürtlere karşı değil, tüm Kürdistan, bölge halkı hatta tüm Ortadoğu’ya karşıdır.
QSD’nin direnişi olmasaydı Halep de olmayacaktı. Yine bugün Eyn Îsa’da, Til Temir ve Zirgan’daki direnişimiz olmasaydı Suriye’nin diğer bölgeleri de olmayacaktı. Elbette biz şimdi nasıl direniyorsak yine aynı şekilde direnişimiz devam edecektir. Siyasi ve diplomatik adımlarımızın yanında askeri adımlarımız da olacaktır. Yine ileride karşımızda ulusal ruha sahip, içten ve ulusal bir görev kapsamında işgalcilere karşı savaşan bir güç görürsek ittifaka gideriz ve birlikte işgalcilere karşı savaşır, Suriye topraklarından çıkarırız da.