Kürdistan’da sistematik eko-kırım

Türk devleti, 1955’ten günümüze Kürdistan’dan bir eko-kırım politikası yürütüyor. Şimdiye kadar binlerce hektar orman, mera, tarla kullanılmaz hale gelirken barajlar da politik ve askeri bir silah olarak kullanılıyor.

Türk devleti, 40 yılı aşkındır devam eden savaşta, aynı zamanda Kürdistan’ın doğasını da tahrip ediyor. Yangınlar, barajlar ve doğanın tahribi bütünlüklü bir politikanın ürünü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcından bu yana sistematik şekilde uygulanıyor.

Şark Islahat Planı çerçevesinde Kürtlerin yerinden edilmesi ve iskân politikalarına bağlı olarak ilk siyasi amaçlı orman yangını, 1925’te Şêx Saîd’e yapılan provokasyon sonrası kıyım döneminde yaşandı. Tarlalara zarar verildi, hayvanlar katledildi, ormanlar ateşe verildi. Yine 1938 Dersim Soykırımı döneminde benzeri bir politikayı hayata koyan Türk devleti, 90’lardan itibaren sürdürdü.

YANGINLAR 2015’TE YENİDEN BAŞLADI

Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve DTK Ekoloji Komisyonu ‘diyalog süreci’ sonrası 2015’te çatışmaların çıkmasıyla eş zamanlı yangınların da başladığına dikkat çeken bir rapor hazırladı. Raporda durum şöyle özetlendi: “İlk yangın haberi, Herbol ve Silib köylerinin arkasındaki dağlık alandan geldi. Silopi ve civar yerleşimlerden gelen halkın katılımıyla dördüncü gününde ancak kontrol altına alınabilen ve geniş ormanlık alanlarla meyveliklerin yok olmasına neden olan yangın, basında kendine yer bulamadı. Cudi'nin ardından Mardin'de Bagok, Savur ve Mazıdağı, Amed'de Lice merkez ve Fis Ovası, Hazro, Silvan, Kulp, Malatya, Dersim, Bitlis, Bingöl sessiz sedasız yandı. Yangınlara halk, bidonlarla su taşıyarak, ellerindeki çalıları savurarak müdahale etti.”

Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nin Kasım 2015’te yaptığı basın açıklamasına göre dönemin milletvekillerinden BDP’li Hamit Geylani’nin 1990-2008 arasında orman yangınlarına dair soru önergesine “300 orman yangını ve 9100 hektar zarar gördü” diye cevap verildi. 2010’da aynı soru önergesine 5 bin 649 hektar olarak yanıt alındı. Ayrıca açıklamada: “Yaptığımız saha araştırmasında yangınları inceledik. Dersim'de 2015’te Temmuz-Eylül arası 14 yangın oldu. Orman yangınlarının yapıldığı yerin çoğu mayınlı bölge. Yangınlar özellikle karakol ve askeri bölgede çıkıyor. Alanlar mayınlı olduğundan müdahale çok tehlikeliydi ancak yine de köylüler müdahale etti. Başka kimse yangın söndürmeye müdahale etmedi” denildi.

Meydan Gazetesi’nde konuyu yazan Özgür Erdoğan’ın verdiği bilgilere göre ise bilanço şöyle: “Devlet 94-99 yılları arasında bin 102 bombalama ve kundaklama vakasının altına imza atmış, 1 ayda 33 ormanı yakmış ve toplamda 20 yıl boyunca 9 bin hektarlık ormanı ‘yaşamdan’ temizlemiştir.”

BİR HAFTA İÇİNDE KAYDA DÜŞENLER

AKP döneminde eko-kırım Karadeniz’den Ege’ye rantsal bir bakış açısıyla genişledi ama Kürdistan’da devam eden yangın ve eko-kırım politikası, AKP’nin Türk devlet kodlarını sürdürdüğünün işaretiydi. Geçen ayın son haftası ile 1 Temmuz arasında Türk basınında yer almayan yangın haberleri ANF’de şu şekildeydi:

* 23 Haziran: 23 Haziran günü saat 21.30 ile 23.30 arasında taarruz helikopterleri Xantur alanını rastgele bir şekilde bombalamıştır. Bombardımanlardan dolayı arazide yangın çıkmıştır.

* 25 Haziran 2020: Şırnak'ın Silopi ilçesine bakan Cudi Dağı yamacında dün askerlerin çıkardığı yangın devam ediyor.

* HPG BİM’in 28 Haziran 2020’de açıklamasından: Türk ordusu, Medya Savunma Alanları’ndan Zap bölgesine bağlı Sida alanını bombalamıştır. Gerçekleştirilen bu bombardımanlarda herhangi bir kaybımız yaşanmazken, arazide yangın çıkmıştır.

* 30 Haziran 2020: Güçlükonak ilçesine bağlı Akdizgin Karakaolu'ndan açılan ateş sonucu Gabar Dağı'nda bulunan Yenidemir (Bünisra) köyünde yangın başladı.

* 1 Temmuz 2020: İşgalci Türk ordusu Amed’in Kulp ilçesine bağlı Barin Mahallesi kırsalında ormanlık alanı ateşe verdi.

Türk devleti, sadece Bakur’da değil, Başûrê Kurdistan ve Rojava’da da eko-kırım politikası yürütüyor.

Bu ve benzeri yangınlar şimdiye kadar birçok canlının ölmesine sebep olduğu gibi tarım ve hayvancılığı da bitirip halkın büyük kentlere göç etmesinin yolunu açıp “Şark Islahat Planı” amacına da hizmet eden sonuçlar ortaya çıkardı.

ROJAVA SUSUZ VE ELEKTRİKSİZ…

Eko-kırım sadece yangınla yürütülmüyor. Barajlar da özellikle gerillaya karşı savaşın önemli bir ayağını oluşturdu ama Fırat ve Dicle’ye üzerine kurulan barajların diğer bir hedefi sınırın öte tarafı. GAP ile başlayan ve bugüne gelen süreçte Fırat Nehri üzerinde 5 tane mega baraj bulunuyor. Zira dünyanın en uzun nehri Nil’de ise sadece Mısır’ın inşa ettiği Asvan Barajı var. Hatta Etiyopya ve Mısır arasında, bölgenin en büyüğü olacağı söylenen ikinci bir baraj konusunda yıllardır uzlaşma sağlanamıyor. Kaygılar orada da aynı, suyun politik tutuma göre kullanımı. Etiyopya bu konuda Türkiye’yi örnek gösterip ‘Bakın komşularıyla sorunu yok bu konuda’ dese de durum farklı. Demokratik Suriye Meclisi Yürütme Kurulu Başkanı Îlham Ehmed, 1 Temmuz 2020’de Twitter’da paylaştığı bir görüntü ile Fırat Nehri üzerine kurulan barajların Suriye’de nasıl kuraklığa yol açtığına dikkat çekiyor. Aynı şekilde yakın zamanda açıklama yapan Tişrin Barajı yönetimi, Türkiye’nin Fırat’ın debisini düşürmesi nedeniyle Rojava’ya elektrik verilme sürelerini düşürmek zorunda kaldıklarını duyurdu.

‘GÜVENLİKÇİ’ BARAJLAR

Bu barajlar ve Irak sınırına kurulanlar ne anlama geliyor, Türkiye bunları nasıl politik ve askeri bir silaha çeviriyor? Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Müdürlüğü 2007 Faaliyet raporunda, “sınır güvenliği” ibaresiyle yapıldığı açıkça ifade ediliyor: “2007 yılında yatırım programına etüt-proje kapsamına sınır güvenliği sebebiyle alınan Su Şişirme Bentleri adı altında 11 adet barajın kati proje yapımı ihale edilmiş ve tamamlanmıştır. Bunlar; 1. Şırnak-Silopi Barajı Proje Yapımı, 2. Şırnak Barajı Proje Yapımı, 3. Şırnak-Uludere Barajı Proje Yapımı, 4. Şırnak-Ballı Barajı Proje Yapımı, 5. Şırnak-Kavşaktepe Barajı Proje Yapımı, 6. Şırnak-Musatepe Barajı Proje Yapımı, 7. Şırnak-Çetintepe Barajı Proje Yapımı, 8. Şırnak-Çocuktepe Barajı Proje Yapımı, 9. Hakkari-Gölgeliyamaç Barajı Proje Yapımı, 10.Hakkari-Beyyurdu Barajı Proje Yapımı, 11.Hakkari-Aslandağı Barajı Proje Yapımı.”

Bu güvenlik barajları 380 km civarı uzunluğundaki Türkiye-Irak resmi sınırından gerillaların geçişini zorlaştırma amacıyla üç bölgede yoğunlaşıyor. 2008’de bu barajların kamuoyuna yansıması TMMOB’un 2009’de buralara dair eleştirileri raporu ve toplumsal baskı sonucunun da akabinde barajların 7’si 2012’de “güvenlik barajı” statüsünden çıkarıldı ve hidro-elektrik santrali (HES) olarak tanımlandı. Barajlar da iskân politikasının bir ayağını oluşturdu. Sadece Ilısu Barajı yapımında bin köy boşaltıldı. Halk göçe zorlandı.

ASKERİ VEYA DİĞER DÜŞMANCA AMAÇLAR

Birleşmiş Milletler Çevresel Modifikasyon Sözleşmesi (18 Mayıs 1977’de imzaya açıldı ve 5 Ekim 1978’de yürürlüğe girdi) yaygın, uzun ömürlü veya ciddi etkilere sahip çevresel modifikasyon yaratacak askeri tekniklerin kullanımını yasaklıyor. Türkiye ise bu anlaşmayı imzalasa da onaylamayanlar kısmında yer alıyor. Türkiye “askeri veya diğer düşmanca amaçlar” ile “barışçıl amaçlar” arasındaki farkın öznel değerlendirmeleri önlemek için daha açık bir şekilde tanımlanması gerektiğini ileri sürüyor. 1925’ten bu yana isyan bastırmak, Şark Islahat Planı gereğince bölgeyi ‘arındırmak’ üzere; orman yangınları, baraj yapımları gibi birçok faaliyet yürüten Türk devleti, “askeri veya diğer düşmanca amaçlar” tanımını kendi politik bekası çıkarlarıyla ters düştüğü için 43 yıldır onaylamıyor.

Yarın: Ercan Ayboğa, eko-kırımı ve Mezopotamya’nın çoraklaşmasında Türkiye’nin etkisini anlatıyor.