Kürdistan’da sistematik eko-kırım - II
Çevre aktivisti Ercan Ayboğa, Türk devletinin, doğayı da siyasi ve askeri bir araç olarak gördüğüne dikkat çekti.
Çevre aktivisti Ercan Ayboğa, Türk devletinin, doğayı da siyasi ve askeri bir araç olarak gördüğüne dikkat çekti.
Türk devletinin, Kürdistan’daki savaşta doğayı silah olarak kullanmasının, orman yangınlarından baraj yapımına kadar birçok katmanı olduğunu dile getiren Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nden Ercan Ayboğa, bunun doğa üzerinde azımsanmayacak bir tahribata yol açtığını söyledi. Doğaya yapılan tahribatın gerilla hareketlerini engellemek, nüfusu kontrol etmek, asimilasyonu ve kapitalist üretim çarkına insan gücünü hızlandırmak amacında olduğunu belirten Ayboğa, bu yöntemin ağırlıklı olarak Vietnam Savaşı’ndan örnek alındığını kaydetti.
Ercan Ayboğa, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kürdistan’da uzun yıllardır devam eden savaşın doğa üzerindeki tahribatı nedir?
Savaştan dolayı doğa üzerinde iki yönlü bir tahribat var. Devletin gerillaya karşı verdiği savaşta bombardıman sonucu canlıların yaşamını yitirmesi, ormanların yakılması gibi. Bunun içine toprağın katmanında birçok tahribat olmasını da ekleyebiliriz. Sadece yangın değil, toprağın zehirlenmesi de söz konusu hem kimyasal kullanım sonucu hem de askeri atıkların toprağa dökülmesiyle. Toprağa mayın döşenmesi de bunlar arasında. Orman yangınları gerillaya karşı çatışmalarda olabildiği gibi gerilla görülmediği alanlarda da yapılıyor. Buralar gerillalar tarafından kullanıyor diye, bunun sonucunda helikopterden ya da karakollardan top atışlarıyla o bölgeyi yakıyorlar. Askerler bizzat karakolun civarındaki ağaçları kendi kesiyor veya yakıyor. Ağaçların yakılması yöntemini Türk devletinin ABD'den aldığını düşünüyoruz. Tabii önceden de var ama ABD bunu Vietnam Savaşı'nda çok sistematik bir hale getirmişti. Yine Kolombiya örnek verilebilir buna.
Gerilla savaşına karşı bir yöntem yani?
Evet ama açık savaşta da yangın çıkma ihtimali yüksek. Tabii genellikle gerilla savaşlarında kullanılan bir teknik bu. Bahsettiğim bir diğer yön ise bu tahribat sadece gerilla karşı yapılmıyor. Hedefte özellikle o bölgede oturan insanlar da var. Göçe zorlama adına tarlaların, bahçelerin ve yaşam alanlarının yakıldığı bir durum da söz konusu. 90'larda aslında halka yönelik olan bu orman yangınlarına çok da gerek yoktu, zaten binlerce köy zorla ve silahla boşaltılmıştı ama ilk olarak 2005'te başladığını söyleyebiliriz. Aslında 99 sonrası ilk orman yakmanın, 2015’te ise yeniden sistematikleşti. Örneğin Lice'de 2015’te mera alanları yakılmıştı. Bu çerçevede görüştüğümüz çiftçiler vardı, oralar yakıldığı için mecburen hayvanlarını sattılar. Çünkü mera alanı dışında tamamen pahalı bir yeme muhtaçlar ama onu karşılayacak durumları yok.
Yangınların yanı sıra Kürdistan'da yapılan barajların da hem oradaki savaşa etkileri olduğu gibi hem de sınırın öte tarafında bir sonucu var. Rojava'nın elektriksiz kalması ya da suyun azalması gibi. Türkiye buradaki barajları bir silah haline mi getiriyor?
Kesinlikle. Türk devleti, buna 90'larda başladı ama bunun tartışmaları çok daha gerilere, 30'lara kadar dayanıyor. Sadece Türkiye değil, otoriter birçok devlet yapısı kendine karşı çıkan isyanları bastırmak ya da halkın özgürleştirdiği alanları zapt etmek için doğayı savaş ve baskının bir aracı olarak kullanıyor. Elbette kuruluş aşamasında ülkenin böyle bir kaynağı ve tekniği yoktu. 80'lerde bunu GAP ile başlattı, 90'larda daha da yaygınlaştırarak sürdürdü. Evet, ülkede yapılan barajların hem ekonomik hem de elektrik ve enerji anlamında boyutu var ama Kürdistan'da yapılan barajların askeri bir tarafı mutlaka mevcut. Bunu unutmamak lazım. Devlet, Türkiye'nin her yerinde baraj yapar, aynı kapitalist sömürgeci bakış açısıyla ki Karadeniz bunun en büyük örneği hem barajlar hem de madenler açısından. Kürdistan'da ise işin böyle siyasi bir yönü var. Bu doğa talanına karşı mücadelede devlet aslında birçok yerde baskı uyguluyor ama Kürdistan'da bunu bizzat asker eliyle yapıyor. Çünkü uzun yıllara dayanan bir savaş ve halkın üzerinde bir baskı var. Haliyle Kürdistan'da mücadelede bu bir etken, örneğin Hasankeyf mücadelesini etkiliyordu, halk bu anlamda çekiniyordu. Orada bir savaş boyutu var. Bu amaçla yapılan barajlara en önemli örnek Dersim ve Ilısu Barajı. Devlet bunları ne pahasına olursa olsun yapmak istiyor. Projeler durduruluyor ama yeniden yasalar çıkarılarak devam ediliyor. Ilısu Barajı projesi 5 defa durduruldu ama yine de devam etti. Sorduğunuz gibi Ilısu Barajı'nın sınır ötesine de etkisi var; hem Irak'a baskı aracı olarak kullanılıyor hem de ekonomik bir boyutu söz konusu. Zaten Irak sınırına yapılan 11 barajın DSİ'nin 2007 faaliyet raporunda da geçen “güvenlik barajı” olduğu gibi bir gerçek de var karşımızda. Bunlar Şırnak ve Hakkâri’de büyük oranda yapıldı. Bundan bir yıl önce rapora baktığımda hala bu ifadelerle yer alıyordu barajlar. Bunların ekonomik hiçbir boyutu yok. Bugüne kadar bizim bildiğimiz, dünyada hiçbir devlet askeri amaçla ya da güvenlik sebebiyle bir baraj inşa etmedi. Elbette resmi olarak. Türk devleti amacını resmi kayıtlara bu şekilde geçti. Latin Amerika'da da elbette belli örnekler var ama bu resmi raporda geçen ifade Türkiye'yi diğer ülkelerden ayıran bir özgünlük. Aslında Ilısu Barajı’nın birçok farklı boyut ön plana çıkarıyor.
Nedir bunlar?
Irak'a siyasal baskı uygulaması ki bu çok önemli ve doğru bir tespit. Aynı zamanda Kürt tarihini yok etmek üzerine yapıldığı da söyleniyor. Bu da bir etkendir. Bana kalırsa ana etkenlerden biri değil. Asıl olarak gerillanın hareket alanını kısıtlamaya çalışmak gibi bir durum söz konusu. Bir başka önemli nokta ise nüfus kontrolü. Bu hem asimilasyonun hem de kontrolün sağlanması için. Devlet, elinin uzanamayacağı en kırsal yerleri boşaltmak ister. Boşaltamazsa da birkaç merkezde toplar, çünkü insanlar merkezi alanlarda ve şehirlerde daha kolay asimile edilir. Kapitalist sistemin sömürü çarkına daha hızlı katılır. Bu anlamda Ilısu Barajı konusunda çok boyutlu düşünüyor devlet, bunu da belirtmek isterim. Hasankeyf biraz daha farklı bir durumda. Kürtlerin tarihinin yanı sıra başka halkların da tarihi söz konusu Türkler de dâhil Araplar, Süryaniler Ermeniler, hepsini ilgilendiriyor orası.
Öte yandan doğayı silah olarak kullanma sorusuna dönecek olursak. Vietnam Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler bünyesinde bir konvansiyon hazırlandı ENMOD adıyla. Konvansiyonda silahlı çatışmalarda doğanın bir silah ve araç haline getirilmemesi gerektiği belirtildi. O konvansiyona çok fazla ülke imza atmadı ama Türkiye bazı çekinceleri olduğunu ve bu maddeler değişirse onaylayacağını belirtmişti. Türkiye, 1978’den beri yürürlükte olan böyle bir konvansiyona başından beri zaten çekince koyuyordu. Yine Birleşmiş Milletler'in su havzalarının daha eşit bir şekilde kullanılmasına ilişkin bir konvansiyonu daha var. O da 1997'de. Türkiye buna da imza atmadı, çünkü barajları strateji aracı olarak gördüğü için zaten bu anlaşmalara yanaşmadı.
Küresel iklim krizi konuşulurken savaşın da bundaki etkisinden bahsediliyor. Tüm bu konuştuklarımızı düşünürsek Türkiye'nin bu politikalarının iklim krizine kattığı nedir?
İklim krizinde diğer adıyla ekolojik tahribatta savaşların etkisi fazla. Endüstri, barajlar, madencilik, HES gibi birçok şeyin yanı sıra savaşın kendisi de zaten iklim krizinin nedenleri arasında yer alıyor. Silah üretmek için de madenlere ihtiyaç var. Savaş sırasındaki tahribatlardan başta bahsettim hem yangınlar hem toprağın zarar görmesi ya da tarım alanları yok edilmesi gibi. Suyun silah olarak kullanılması ile birlikte nehir ekosistemler üzerindeki tahribat da büyük. Kesin sayı zor ama iklim krizindeki savaşın etkisi için 1/3 gibi bir rakam verenler de var. Türkiye’nin hem buradaki savaş hem de Ortadoğu'ya etkisine baktığımızda Mezopotamya'nın kurutulmasında büyük bir etkisi var. Suyu büyük barajlarla kendi toprakları içerisinde tutarak Irak ve Suriye'ye daha az su ulaşmasını sebep oluyor. Oradaki tarım alanları ve ekosistem büyük anlamda zarar görüyor. Örneğin Güney Kürdistan'daki sazlıkların kurumasının en büyük sebebi bu. Bu politikalar iklim krizini de hızlandırıyor. Bu çoraklık, çölleşmeye sebep oluyor ve çölleşme ısının artmasını da beraberinde getiriyor. Hatta İran'da 2017'de Ilısu ve Türkiye'nin yaptığı diğer barajlara karşı bir imza kampanyası düzenlendi ve 150 bin insan imza verdi buna. Barajlar yüzünden Güney Kürdistan’daki sazlıklar kuruyacak, çöllerde oluşan rüzgârlar ve tornadolar artacak. Bu da İran'ın güneyini etkileyecek.
Yarın: Cemil Aksu, çevrecilerin barışı savunması gerektiğini söyledi.