2002 yılında bir proje olarak iktidara gelen/getirilen Erdoğan ve AKP, 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarıyla yolun sonuna geldi. Çöktürmek için yönetime getirilen Erdoğan'ın, kendisi çöktü. "Ava giden avlanır" misali Erdoğan da ava giderken avlanmıştır. Girdiği tüm seçimlerde bir biçimde iktidara gelmiş, yönetim yapısını kendisinin istediği biçimde örgütlemiş, başbakanlık görevinin yanında en son cumhurbaşkanlığına gelmiştir...
Hiç kuşkusuz ki Erdoğan, bir proje, bir konsept olarak eğitilerek iktidara getirilmiştir. Türkiye'nin, Türkiye halklarının istemi veya ihtiyaçlarına göre yönetime gelen bir aktör değildir. Tamamen bir proje olarak yönetime getirilmiştir. Uluslararası güçler, politik ve askeri konumundan hareketle Erdoğan üzerinden Türkiye'ye yapılan bir müdahale projesi olarak ele almak da mümkün. Yani Erdoğan, Özgürlük Hareketi karşısında tıkanan ve giderek tükenen 2000'li yılların Türkiye'sine dönük bir müdahale başbakanı olarak atanmış bir memurdur. İşte bu memur artık aşınmış ve iş yapamaz bir noktaya gelmiştir. Zira artık Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verecek performanstan oldukça uzaktır.
ESKİMİŞ BİR PROJEDİR...
Her şeyden önce Erdoğan, bugünün değil dünün bir projesidir. Düne göre hazırlanmış, düne göre biçimlendirmiştir. Başka bir ifadeyle dünün modelidir. Çok şeyin değiştiği bu koşullarda eski bir modelle iş yapmak uluslararası güçlerin işine gelmez. Eski bir aktör, eski bir modelin Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni duruma göre yanıt vermesi mümkün değildir. Sanayi çağında karasabanla toprağı deşme gibi bir durumu ifade eder ki, bu da cahiliye çağında uzaya gitme gibi bir şeydir! Ya da bugünden cahiliye çağına atla yolculuk yapma gibi bir durumu anlatır.
Evet, Erdoğan artık hem Türkiye burjuvazisi hem de uluslararası güçler açısından eskimiş ve çağ dışı bir konuma gelmiştir. Dolayısıyla hem ihtiyaç olmaktan çıkmıştır hem de güncel politikaya cevap vermeyecek kadar "metal" yorgunluğu yaşayan bir hastadır…
ERDOĞAN, TEK BİR SORUNU ÇÖZEMEDİ
Erdoğan 3. Dünya Savaşı'nda asli müttefiklerine uygun bir rota izleme yerine daha çok onlarla aykırı düşen bir kişilik haline gelmiştir. Ortadoğu’da esas aktörün oyununa dahil olmaktan çok farklı bir oyunla sahada yer alma gibi bir pozisyona girmiştir. Bir anlamda hile yaparak kendini oyun dışına attırıp alternatif bir oyun kurma tutumuna girmiştir. Zaman zaman ABD, zaman zaman Rusya ile yaşamış olduğu çelişki ve çatışmalar bu "kurnazlığın" bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bölge devletleri ile de benzer bir süreci yaşamıştır. Erdoğan'ın amacı üzümü yemek değil bağcıyı dövmek olmuştur. Erdoğan hiçbir zaman demokrasi ve halk iradesine dayanarak politika yapmamıştır, daha çok ırkçı ve milliyetçilik ekseninde politik arenasında yer almıştır. Kavgası da, çelişki ve çatışmaları da, ittifak ve dış siyaseti de hep bu temelde olmuştur. Aslında Erdoğan, IŞİD ile girdiği ilişkilerde de görüldü ki Ortadoğu'da bir terör devletini kurarak çok daha farklı bir sistemi inşa etmek istemiştir. Esas olarak oyunbozanlık buradan gelmişti. Bu anlamda Kendisine verilen role göre hem davranmamış hem verilen görevin gereğine uygun bir davranış içine girmemiştir. Hep taktik ve güncel düşünerek Türkiye’nin stratejik sorunlarını çözememiştir. Bu anlamda Erdoğan, uzun süre iktidarda kalmasına rağmen başarılı olamamıştır. Mevcut ekonomik bunalım, politik kriz ve başarısız olan savaş stratejisi Erdoğan’ın bu başarısız pratiğinden ileri gelmiştir. Çok kan dökmüştür, çok katliam yapmıştır, birçok Kürt şehri yakıp yıkmıştır ancak ne çözüm gücü olabilmiştir ne de iç huzuru getirebilmiştir…
KLASİK DEVLET YAPISINI DAĞITTI, ÇETE OLUŞUMUNA GİTTİ
Erdoğan demokrasi dışı bir odak yaratmış, eski klasik devlet yapısını tamamen dağıtarak kendine göre çete diyebileceğimiz bir oluşuma gitmiştir. Bu odak devletin, halkın ve toplumun ihtiyacı için değil Kürtlerin tasfiyesi, Özgürlük Hareketi’nin bitirilmesi için örgütlendirilmiştir. Oldukça üzgün ve çok gizli olan bu yapı ile her şeyi eline geçirmiş olan Erdoğan, kendini diktatör konumuna getirmiştir. Devleti topluma göre değil kendine ve özel savaşa göre yeniden yapılandırmıştır. Milliyetçi, ırkçı, faşist ve politik İslam ideolojisi ile donanmış bir savaş aygıtını inşa etmiştir. Ekonomik ve politik krizin nedenlerinden birisi de budandır. Erdoğan oluşturduğu bu faşist-diktatör ve tekçi devlet yapısıyla Ortadoğu’nun dengelerini bozacak kadar saldırganlaşmıştır. Savaşta en çok pay sahibi olma istemi hem müttefiklerini kızdırmıştır, hem dengeleri bozma çabası içerisine girmiş, hem de Kürtlerle olan savaşını tamamen kör ve soykırımı esas alan bir savaşa dönüştürmüştür. Erdoğan en çok da Kürt sorunu konusunda sorunları derinleştiren bir pozisyona girmiştir. Sorunun tek çözümünü şiddet ve savaşta görmüştür. Ona göre her şeyin çözümü savaşı daha da büyütmek, kendi silah sanayisini geliştirmektir. “Artık zam istemiyoruz, ekmek yok, açız “ diyen kitlelere “siz bir merminin kaç para olduğunu biliyor musunuz” diyebilecek kadar özel savaşa kilitlenmiştir…
BALTAYI KENDİ AYAĞINA VURDU!
Kurduğu rejimle saltanatının sınırsız olduğunu düşünen Erdoğan, yaptığı erken seçimle kendi ayağına baltayı vurarak iktidarının sonunu getiren düdüğü bizzat kendisi çalmıştır. 31 Mart yerel seçim sonuçları Erdoğan için “dur” deme uyarısı olmuştur. Baş aşağıya giden yolun başlangıcı de diyebileceğimiz bir sürece girilmiştir. Aslında tüm bunlardan öte seçim sonuçları, Erdoğan’ın istifa etmesi için yeterli bir nedendir. Sonuçlar, halkın iktidarda bulunan Erdoğan’ın elindeki yetkiye el koyma işaretidir. “Artık beni yönetemezsin, yönetme yetkisini muhalefet konumunda olan ve Türkiye’de Kürtlerin de içinde olduğu ittifaka veriyorum” diyen bir seçim süreci yaşanmıştır. Erdoğan, 31 Mart akşamı meşru olmayan bir cumhurbaşkanı konumuna düşmüştür. Bu anlamda Erdoğan ve ekibi meşru değildir.
ERDOĞAN'A KAYBETTİREN KÜRT HALKI OLDU
Hiç kuşkusuz ki Erdoğan'ı gayrimeşru duruma sokan Kürtler olmuştur. Kürtler seçimde Erdoğan'a boyun eğmediği gibi ona karşı adeta meydan muharebesini vermiştir. AKP-MHP faşizmi seçim stratejisini Kürtleri düşman görerek oluşturmuş ve bu anlamda HDP'ye adeta göz açtırmamıştır. HDP'nin seçim stratejisi "Kürdistan'da kazanma, Türkiye'de kaybettirme" stratejisi olmuştur. Tam da böylesi bir sonuç ortaya çıkmıştır. Kürdistan'da her türlü baskı ve hileye rağmen Kürdistan halkı kazanmıştır, Türkiye'de ise Erdoğan'a büyük kaybettirmiştir. Bu gerçekliğin altında Kürtlerin imzası vardır. Aslında Ankara, İstanbul, Adana, Mersin, Antalya gibi illerde Kürt halkı Erdoğan'a kaybettirmiştir. Eğer bu bir zaferse, bu zaferin altında Kürt halkının imzası vardır.
SAVAŞ ÇİZGİSİNDE ISRARLI OLACAK
Öyle anlaşılıyor ki Erdoğan, kaybetmiş olmasına rağmen şimdiye kadar izlemiş olduğu rotadan ayrılmayacak, var olan politik ve savaş siyasetini olduğu gibi sürdürecektir. Zaman zaman temkinli ve yenilgisini anımsama gibi bir yaklaşımı olsa da esas olarak kendini konuşturmaya devam edecek, daha çok da zamana oynayacaktır. Erdoğan, Kürtlere karşı oluşturduğu soykırım konseptinden vazgeçmeyecek, her defasında bu konseptle sahneye çıkacaktır. Belki de seçim yenilgisini çok daha fazla Kürtlerden almayı düşünecek. Çünkü ona kaybettiren Kürtler olmuştur. Erdoğan bu seçimi asla unutmayacak, dolayısıyla Kürtleri de...
Sonuç olarak Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü, AKP-MHP faşizmi seçimlerden yara almıştır. Politik olarak kaybetmiştir. Dayandığı büyük şehirlerde iradesi kalmamıştır, bu anlamda mevcut durumda boşlukta varlığını sürdüren bir konuma gelmiştir. Şu an meşru olmayan, tabanını kaybeden, sadece zora ve oluşturduğu faşist rejimin kaba gücüyle ayakta kalmaya çalışan kof bir Erdoğan ve hükümeti vardır. Kürtler ve muhalefet bunu doğru okumalı, doğru analiz etmeli ve buna göre çok daha belirgin ve net bir mücadele ortaklığıyla sürece yaklaşmalıdır. Erdoğan bu baskıya dayanamaz. Bu durumda ya kaçmak zorunda kalacak, ya da erken seçim kararı alacaktır. Aslında muhalefet erken seçimi dayatma temelinde bir yol haritasını izlemelidir. Meşruiyetini kaybeden bir cumhurbaşkanı ve hükümet Türkiye'yi yönetemez!