12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıl dönümü vesilesiyle konuşan Cemal Şerik, 12 Eylül 1980 darbesinde PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını tamamlamak isteyenler ile bugünkü AKP-MHP faşist diktatörlüğünü iktidara taşıyan güçlerin aynı olduğunu belirtti.
12 Eylül darbesinin de, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün de NATO karargahlarında hazırlanan planın birer icracısı olduğunu dile getiren Şerik “Çok açık bir şekilde belirtmek gerekir ki, bunlar içerisinde de 12 Eylül 1980 sömürgeci, askeri faşist darbesi ile AKP-MHP faşist diktatörlüğünün asıl olarak hedefinde Önder Apo, PKK ve Kurdistan halkının imhası vardır” dedi.
PKK Merkez Komitesi Üyesi Cemal Şerik ile yapılan röportaj şu şekilde:
ÖNDER APO’NUN TECRİDİ KOMPLONUN HEDEFİYDİ
Önder Apo, 24 yılı aşkın bir süredir İmralı Adası’nda hegemonik güçlerin ve soykırımcı TC devletinin ortaklığıyla tecrit işkencesinde tutulmaktadır. Bu tecrit işkencesine karşı Önder Apo’nun direnişi de sürmektedir. Önder Apo’nun dışarı ile iletişiminin tamamıyla kesilmesi, görüşmelerin engellenmesi, hukuksuz, temelsiz ve dayanaksız gerekçelerle disiplin cezalarının kesilmesi ve genel tecrit durumunu nasıl görmek gerekir? Süreç itibarıyla tecride karşı nasıl bir mücadele gerekmektedir?
Bu vesileyle öncelikle 25. yılında direnişiyle tarih yazan ve Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu haklarına, tüm dünya insanlığına ışık olarak yol gösteren Önder Apo’yu selamladığımı belirterek sorularınıza cevap vermek istiyorum.
Önder Apo, 25 yıldır İmralı’da, uluslararası komplocu güçler ve onun temel ayaklarından biri olan sömürgeci soykırımcı T.C. Devleti tarafından rehine olarak mutlak tecrit altında tutuluyor ve bu tecrit kendi içerisinde daha da boyutlandırılarak derinleştiriliyor. Önder Apo üzerinde mutlak tecridin derinleştirilmesinin altında dışarısıyla her türlü bağının koparılması yatmaktadır.
Aslında Önder Apo üzerinde süreklilik kazanmış olan mutlak tecrit aynı zamanda uluslararası komplonun doğrudan hedeflerinin başında yer alıyor. Çünkü uluslararası komplocu güçler, Önder Apo’yu rehine olarak alıp İmralı adasının içerisinde tecrit koşulları altında tutarken, hedeflerinde Önder Apo’yu tüm dünya insanlığından koparmak vardı. Mutlak tecrit her derinleştirildiğinde öne çıkan bu yön oldu. Önder Apo’nun avukatlarıyla, ailesiyle, vasisiyle görüşmesi engellenirken; basın-yayın organlarını izlemesinin, takip etmesinin önüne geçilerek Kurdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da, Dünya’da nelerin yaşandığını öğrenmesinin önüne geçilmeye çalışıldı. Önder Apo’nun tüm çarpıtmalara, yalan-yanlış, eksik verilen haberlere rağmen doğru olanı görerek, ona ulaşmada mücadele yolunu göstereceğinin farkında oldukları için, böyle bir özel savaş politikasını devreye koydular. Önder Apo’nun mektuplaşmalarının da engellenerek, her yönüyle tam bir izolasyon altında tutulmasının nedenini de böyle bir gerçeklik oluşturdu.
Asıl olarak uluslararası komployla yapmak istedikleri, önlerine koymuş oldukları bu hedefe ulaşmaktı. Bu, mutlak tecrit koşullarında da en katı şekilde uygulanmaya devam ediyor. Özellikle de 2015 yılının Nisan ayının ilk günlerinden itibaren, İmralı’dan başlanarak uygulamaya konulan ‘Çöktürme Plan’ıyla birlikte belirli bir zaman süresine sıkıştırılmış bir politika olmanın ötesine çıkarılmış bulunuyor.
‘Çöktürme Planı’nın hedeflerine ve uygulanma biçimlerine göre Önder Apo üzerinde mutlak tecrit, sürekli bir hal almış oluyor. Mutlak tecridin sürekli bir hal aldığı bu koşullarda Önder Apo’nun her şekilde kendisini ifade etmesinin önüne geçilirken her türlü saldırıda bulunulmaktan da geri kalınmamaktadır. Öyle ki, Önder Apo üzerinde her türlü spekülasyonun önü açık tutulmakta, bunun dışında hiç kimsenin kendi görüşünü dile getirmesine, farklı biçimlerde ifade etmesine bile olanak tanınmamaktadır. Sadece bununla da kalınmamaktadır. Önder Apo’nun ‘lehine’ olarak görülen her sözün sahibi hakkında linç kampanyaları yürütülüyor, haklarında ağır hapis cezalarının istendiği davalar açılıyor; zindanların yolu gösteriliyor. Toplum bu şekilde oluşturulan algı ile yönlendirilmek isteniyor.
YEREL SEÇİMLERDE DE ÖNDER APO’YA DÜŞMANLIĞI KULLANACAKLAR
Önder Apo’nun konuşma, sesini duyurma hakkının engellendiği böylesi bir ortamda, Önderliği doğrudan hedefleyen propagandalara başvurulmaktan da geri kalınmıyor. Öyle ki, egemen iktidar güçleri kendi aralarındaki iktidar kavgalarında Önder Apo’ya yönelik saldırıları en temel bir yöntem olarak ön plana çıkartıyorlar. Bu temelde de, kim ki Önder Apo’ya daha fazla saldırırsa pirim yapacağını sanıyor. Kendi aralarında Önder Apo karşıtlığı temelinde milliyetçilik, Kürt düşmanlığı yarışına girerek, toplumda Kürt düşmanlığının algıda gelişmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bununla da kendilerinin kamuoyu önünde güçleneceğini sanarak hareket ediyorlar. Propagandalarını tamamıyla böyle bir ırkçı, faşist söylem üzerine kuruyorlar. Bunu, 14-28 Mayıs 2023 Genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gördük. Soykırımcı, sömürgeci, faşist TC Devleti iktidarıyla, sistem içi muhalefetiyle kendi aralarında PKK düşmanlığı üzerine yarıştılar. ‘Hangimiz daha iyi Önder Apo ve PKK düşmanlığı yapıyoruz’ yarışı içerisine girdiler. Resmi olarak 2024 yılı Mart’ının son günlerinde yapılacağı belirtilen yerel seçimlerde de aynı politikanın devreye konularak, aynı rotanın izleneceği anlaşılıyor. Daha şimdiden gerek iktidar güçlerinin gerekse de sistem içi muhalefetin yaptığı açıklamalardan bunları görmek mümkün.
Bu yönüyle, Önder Apo üzerindeki tecrit bir yanıyla uluslararası komplonun önüne koymuş olduğu hedeflere ulaşma amacını taşıyorsa diğer yönüyle de iktidar güçlerinin kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde temel ayaklarından biri haline getirilmiş olmaktadır. O açıdan Önder Apo üzerindeki yönelimleri bütünlüklü olarak ele alırken uluslararası komployla ve iktidar güçleri arasında yaşanan çatışmalar olan bağının da kurulması gerekmektedir. Bunlarla birlikte en temelde de Önder Apo’nun PKK ile, halkıyla ve tüm dünya insanlığıyla bağının koparılmaya çalışıldığı unutulmamalıdır. Esas olarak Önder Apo üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecride karşı, belirlenecek olan tutumda; bu esaslar dikkate alınmalıdır.
ÖNDER APO ÖZGÜR OLMADAN KURDISTAN ÖZGÜR OLAMAZ
Tabi bu temelde bir tutum belirlenirken; Önder Apo’nun sağlığı, güvenliği ve özgürlüğünü esas alan bir yaklaşım içerisinde olunmalıdır. Eğer bu belirtilenleri esas alan bir mücadele içerisinde olunmazsa, o zaman; uluslararası komplocu güçler ve onun en temel ayaklarından olan soykırımcı, sömürgeci faşist TC devleti, Önder Apo’ya karşı yürüttüğü saldırılara ve aleyhte yaptığı propagandaların derinleştirilmesine imkan sunulacaktır. TC devleti de kendisine sunulan bu fırsatı, mutlak tecridi süreklileştirerek daha da derinleştirmek için kullanacaktır.
TC devletinin elde ettiği bu avantajı kullanarak soykırımcı saldırılarını daha da yoğunlaştıracağını bilmek gerekmektedir. Bunun bilinciyle hareket ederken, Önder Apo’nun sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü ile Kurdistan halkının özgürlüğünü, Kurdistan ve Türkiye halklarının karşılaştığı sorunların, toplumsallıkları üzerinde yaratığı etkilere karşı çözüm arayışları da birlikte ele alınmalıdır. Bu yapıldığında da Önder Apo’nun ve Kurdistan özgürlüğü ile toplumsal sorunların çözümü ortak noktada buluşmuş olacaktır.
Önder Apo özgür olmadan Kurdistan’ın özgürlüğünden, Kurdistan özgürlüğü için mücadele yürütülmeden de Önder Apo’nun özgürlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Bunlar iç içe geçtikleri gibi birbirlerinden ayrıştırılamazlar. Bu açıdan da İmralı koşularında Önder Apo’nun tarih yazan direnişinin yanında yer almak, Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kurdistan’ın özgürlüğü mücadelesini birlikte yürütmek anlamına gelecektir.
12 Eylül darbesine karşı Önder Apo ve PKK’nin karşılığı ne oldu?
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin yıl dönümünün yaşandığı günler içerisinde bulunuyoruz. 12 Eylül askeri faşist darbesinin üzerinden 43 yıl gibi bir zaman geçti. Önder Apo’nun özgürlüğü ile Kurdistan’ın özgürlüğü arasındaki bağı kurarken 12 Eylül 1980 sömürgeci-askeri faşist darbenin güncelleşmiş hali olan AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı mücadeleyi bütünlüklü olarak ele almak gerekmektedir. Önder Apo’nun 12 Eylül 1980 koşullarında tutsak düşmemesi ve günümüzde İmralı’da mutlak tecrit altında rehine olması arasındaki farkın bilincinde olarak bunu belirtiyorum. Çünkü asıl özgürlüğe, kapitalist modernite ve sömürgeci düşünce kalıplarının parçalanarak her Kürt'ün, devrimcinin, sosyalistin de ülkesinin özgürlüğü ve halkının kurtuluş mücadelesinde yer alarak ulaşacağına inanıyorum. Bu yönüyle de özgürlüğü tutsaklık, rehinelik koşullarında olmak ya da olmamakla sınırlandıran bir yaklaşım içerisinde değilim.
Önder Apo, bugün İmralı’da rehine olarak tutulduğu, ağırlaştırılmış mutlak tecrit koşullarında bile kendini dünyanın en özgür insanı olarak gördüğünü belirtmektedir. Bu, Apocu Hareket'in ortaya çıkışında atılan ilk adımda da, 12 Eylül 1980 sömürgeci, askeri faşist darbesi koşullarında da böyle olmuştu. Eğer Önder Apo gerçek özgürlük ölçülerinin temsilini şahsında somutlaştırmasaydı Kurdistan Devrimi'nin bugün kat ettiği mesafeye ulaşması ve Ekolojik, Demokratik, Kadın Özgürlükçü Paradigmanın tüm dünya insanlığına mal olması da mümkün olmazdı.
HEDEFLERİNDE ÖNDER APO VE KURDISTAN HALKININ İMHASI VAR
Özgürlük bağlamında Önder Apo’nun 12 Eylül 1980 sömürgeci, askeri, faşist darbesine karşı mücadelesi ile bugün mutlak tecrit altında rehine olarak tutulduğu koşullarda geliştirdiği mücadele arasındaki bağı bu temelde kurmak gerekmektedir.
Bu düşünce biçimi, 12 Eylül 1980 darbesi ile günümüzün AKP-MHP faşist diktatörlüğü arasındaki ilişki ve bağlantının da doğru kurulmasını sağlayacaktır. O nedenle de gerek Apocu Hareket’in ortaya çıktığı süreçte karşısında duran güçlerle, 12 Eylül 1980 darbesinde PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını tamamlamak isteyenler ile bugünkü AKP-MHP faşist diktatörlüğünü iktidara taşıyarak nihai hedeflerine ulaşmak isteyenler aynı güçler olmaktadır.
Apocu Hareket, 12 Mart 1971 askeri faşist darbesinin ardından yaşanan günlerde ortaya çıkmıştı. 12 Eylül 1980 sömürgeci, askeri faşist darbeyi gerçekleştirenler de 12 Mart 1971 askeri faşist darbesinin yarıda bıraktığını, tamamlamak istemişlerdi. Bugün AKP-MHP faşist diktatörlüğü de, bu darbelerin izinden giderek, onların amaçları doğrultusunda hareket etmektedir. Bunların hepsi de, CIA ve NATO karargahlarında hazırlanan planların birer icracısıdırlar. Çok açık bir şekilde belirtmek gerekir ki, bunlar içerisinde de 12 Eylül 1980 sömürgeci, askeri faşist darbesi ile AKP-MHP faşist diktatörlüğünün asıl olarak hedefinde; Önder Apo, PKK ve Kurdistan halkının imhası vardır.
Belirledikleri bu hedeflere vardıklarında da, amaçlarına ulaşacaklarını varsaymışlardı. Bu temelde de çok yoğun bir şekilde saldırılarda bulunmuşlardı. Bu saldırıların hedefinde ise; kitlesel tutuklama, işkence, göç ve tutsak alınan PKK’lilerin işkenceyle direnişleri kırılarak teslim alınması vardı. Eğer bunu başarırlarsa, o zaman 12 Eylül faşizminin Kurdistan halkına ve tutsak düşen PKK’lilere karşı yürüttüğü saldırılar amacına ulaşmış olacaktı. Bu saldırılar, 12 Eylül faşizminin, yönelimlerinin sadece bir yönünü oluşturuyordu. Bunun dışında daha farklı hedefleri de vardı. Bunların başında Önder Apo geliyordu. Önder Apo, 12 Eylül 1980 darbesinden kısa bir süre önce, uzun süreli bir mücadelenin hazırlıkları temelinde yurt dışına çıkmıştı. Bu aynı zamanda 12 Eylül koşullarında mücadelemize yeni nefes borularının açılması anlamına da geliyordu. O koşullarda hem Ortadoğulu hem de orada bulunun dünyanın farklı ülke ve bölgelerinden gelen devrimci, demokratik güçlerle ilişkiler içerisine de girildi. Bununla birlikte örgütsel çalışmalar daha da boyutlandırıldı. Bu aynı zamanda, PKK’nin her yönüyle 12 Eylül faşizmine karşı bir güç olarak varlığını koruması ve geliştirmesi anlamına geliyordu. O nedenle de soykırımcı T.C Devleti 12 Eylül’le birlikte hedeflediği amaçlara ulaşmak için, PKK’nin yurtdışındaki varlığına son vermeyi hedefleyen saldırılarda da bulundu. Bu saldırılar arasında Önder Apo’nun rolünü oynayamaz hale getirilmesi ve PKK örgütlülüğünün dağıtılması ve yeniden Bakur Kurdistan’ına dönerek yürüteceği örgütlenme faaliyetinin önüne geçilmesi de vardı. Bu anlamda da komple bir saldırı planını devreye koymuştu. Bir yandan halka, diğer yandan tutsaklara, öbür taraftan da yurt dışında bulunan PKK’lilere yönelik saldırılarda bulundu. Ancak 12 Eylül faşizmi, bu saldırılarla elde etmek istediği sonuçlara ulaşamadı.
12 Eylül Askeri Darbe işkencesine karşı Amed Zindanı’nda Mazlum Doğan öncülüğünde başlayan eylemsellik Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz öncülüğündeki 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’yla büyük bir direniş başladı. Bu direniş sürecinde 12 Eylül Askeri Darbesi’nin bütün saldırılarına karşı direniş gerçekleşti. Bu direnişlerde büyük şehadetler yaşandı. Bu şehadetleri nasıl ele almak ve anlamlandırmak gerekir?
12 Eylül faşizmine karşı ses getiren en güçlü direnişler zindanlarda başladı, zindan direnişi devralan gerilla mücadelesi ise bu direnişi zafere taşıdı. Ve bu mücadeleler 12 Eylül faşizminin hedefine ulaşmasını engellediği gibi en ölümcül darbeyi vurdu. Tabii bu vesileyle 12 Eylül’ün yeni bir yıl dönümünde 12 Eylül faşizmine karşı direnişin sembolü olan ve bu direnişlerde şehadete ulaşan Mazlum DOĞAN, Ferhat KURTAY, Mahmut ZENGİN, Necmi ÖNER ve Eşref ANYIK yoldaşı, yine 12 Eylül koşullarında zindanlardaki direnişleri ile 12 Eylül faşizmine en büyük darbeyi vuran ve yenilgiye uğratan 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişçileri; Kemal Pir, M. Hayri DURMUŞ, Akif YILMAZ ve Ali ÇİÇEK yoldaşı şehadetlerinin 41. yıl dönümünde, aynı şekilde 15 Ağustos Büyük Gerilla Hamlesi'nin ölümsüz komutanı Mahsum Korkmaz yoldaşın şahsında tüm devrim şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor; direnişleriyle Kurdistan devrimine, dünya insanlığına büyük kazandırdıklarının daha ileri boyutlara taşınacağına olan inancımı belirtmek istiyorum.
Burada çok açık bir şekilde belirtmek gerekir ki, 12 Eylül tamamlanmış bir dönem değildir. Kapatılmış bir sayfa da değildir. Her alanda olduğu gibi zindanlarda da yaşanmaya devam etmektedir. O zaman olduğu gibi bugün de soykırımcı, sömürgeci, faşist TC devletine karşı zindanlarda da mücadele devam ediyor. Ve bu mücadelede büyük şehitler veriliyor.
12 EYLÜL’E KARŞI MÜCADELE GELENEĞİ EN ÜST DÜZEYDE TEMSİL EDİLMELİ
İmralı’da Önder Apo’nun odağında olduğu Kürt soykırım saldırıları, tüm Kurdistan ve yurt dışında yaşayan halkımıza karşı tüm şiddetiyle yürütülmeye devam ediyor. Bugün zindanlarda bulunan yoldaşlarımız da bu saldırıların doğrudan hedefleri arasında bulunuyor. Denilebilir ki bütünlüklü olarak 12 Eylül faşizminin bugünkü devam ettiricileri, devraldıkları karşı-devrim geleneğini en kanlı haliyle devam ettiriyorlar. O nedenle de 12 Eylül’ün yeni bir yıl dönümü içerisinde bulunurken, 12 Eylül faşizminin ardıllarının bugün Önder Apo’ya, PKK’ye, zindanlara ve halka karşı yürüttüğü soykırımcı, sömürgeci, faşist baskıların karşısında da bir duruş ve mücadele içerisinde olunması gerekmektedir. Ancak böyle bir mücadele yürütülürken 12 Eylül 1980 sömürgeci, askeri faşist darbeyi gerçekleştirenlerin uğramış oldukları yenilgiye rağmen hedeflerinden vazgeçmediklerini unutmamak gerekmektedir. Günümüze kadar değişik yol ve yöntemler kullanarak saldırılarını sürdürmüşlerdir. Bugün ise bu saldırılar, en yoğun halini almıştır. Öyleyse buna karşı olması gereken de, 12 Eylül’ün bugün en yoğunlaşmış hali olan AKP-MHP faşist diktatörlüğü olduğunun bilinciyle, 12 Eylül faşizmi ve sömürgeciliğe karşı yürütülen mücadeleyi devralarak, onu daha ileri boyutlara taşımaktır.
Önümüzde, yerine getirilmesi gereken böyle bir görev bulunmaktadır. Bu görevin yerine getirilmesi de, 12 Eylül faşizmine karşı yürütülen direniş ve mücadele geleneğini en üst boyutta temsil etmek olduğu kadar bugünkü ardıllarına karşı daha aktif ve yoğun bir mücadele içerisinde olmayı gerektirmektedir. 12 Eylül’ün yeni bir yıl dönümünde böyle görev ve sorumlulukları yerine getirmekle yüz yüze bulunulmaktadır.
Uluslararası Komployla İmralı duvarları içerisine rehine olarak, mutlak tecrit koşullarında tutulan Önder Apo, 12 Eylül’ün bugünkü ardıllarına karşı geliştirdiği tarih yazan direnişiyle yanıtını vermiştir. Nasıl ki 12 Eylül sonrası zindandaki direniş ve dışarıdaki PKK direnişi geleceğin belirleyicisi ve ön açıcısı olmuşsa İmralı’daki direnişiyle Kurdistan ve Türkiye halklarının geleceğinin belirlenmesi önündeki engellerin nasıl aşılacağının yolunun da göstericisi olmuştur. O nedenle İmralı’da direnen Önder Apo, Kurdistan ve Türkiye halklarını, tüm dünya ilerici insanlığını da temsil etmektedir. Bu anlamda Önder Apo’da somutlaşan tüm insanlığın direnişi olmaktadır. Önder Apo’da somutlaşan direnişi, böylesine tarihsel görev ve sorumluluğu yerine getirmesi olarak görmek ve kabul etmek gerekmektedir.
Sömürgeci, soykırımcı T.C Devleti’nin, Önder Apo’nun direnişini kırmak için her türlü baskı yöntemine başvurmasının, rehine olarak tuttuğu koşullarda, üzerinde uyguladığı ağırlaştırılmış tecridin asıl nedenini de bu gerçeklik oluşturmaktadır. Her günü bir işkence olan tutulduğu mutlak tecrit altında Önder Apo’nun her şeyle, herkesle bağının koparılması böyle bir gerçekliği anlatıyor. Bunlara karşı Önder Apo, tarih yazan direnişiyle tarihsel sorumluluğunun gereklerini yerine getirmiş oluyor. Yapılması gereken de Önder Apo’nun bu direnişine katılarak, görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi olarak kendini somutlaştırıyor.
Günümüzde zindanlara gerçekleşen saldırıları ve bu saldırılara karşı tutsakların gerçekleştirdiği direnişi nasıl görmek gerekir?
Bugün zindanlarda yükselen direnişler de Önder Apo’nun bu direnişine katılmak doğrultusunda adımların atılmasındaki kararlılığı anlatmaktadır. Dağlardaki direnişte böyle bir gerçeklik içerisinde anlam kazanmaktadır. Yurtsever Kurdistan halkının her fırsatta soykırımcı, sömürgeci, faşist TC. Devleti’ne karşı öfkesini kusması böyle bir gerçeği ifade etmektedir. Yurt dışındaki halkımızın her koşul altında sağladığı katılımı ve mücadelesi böyle bir anlama gelmektedir. Uluslararası alanda devrimci, demokratik, sosyalist, anti-kapitalist güçlerin Önder Apo’nun paradigmasını esas alarak kapitalist moderniteye karşı yürütmüş olduğu mücadele de böyle bir gerçeklik içerisinde yerini almaktadır.
SOYKIRIM SALDIRILARI GÜNÜMÜZDE ÇOK ÇEŞİTLİ
Soykırımcı, sömürgeci, faşist TC devleti, uluslararası komplocu güçler de Önder Apo’ya olan bu katılımlardan korkmaktadır. Çünkü, Önder Apo şahsında somutlaşan ve geniş bir alana yayılan bu direniş bütünlüğü uluslararası komplocu güçlerle T.C’nin hedeflerine ulaşması önündeki en büyük engeli teşkil ediyor. Bu engeli aşmanın yolu olarak, Önder Apo üzerindeki mutlak tecridin daha da derinleştirilmesini görmektedirler. Ve bu mutlak tecridi de sürekli kılmak istemektedirler. Kurdistan ve Türkiye’de soykırımcı TC zindanlarında gelişen direnişlerin, her türlü yönteme başvurularak kırılmak istenmesinin nedenini de böylesi bir gerçeklik oluşturmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da her gün zindanlardan bir devrimci tutsağın cenazesi ailesine teslim edilmektedir.
Soykırımcı TC devletinin zindanlara yönelik saldırılarında her gün bir devrimci tutsağın cenazesinin ailesine temsil edilmesi, aslında yapılan bir idam anlamına geliyor. Böylece soykırımcı TC devleti, kurduğu darağaçlarında Kurdistan halkını katletme geleneğini devam ettirmiş oluyor. Bu nedenle zindanda yaşamını kaybeden her yoldaşımız, aslında idam sehpalarında katledilen bir yoldaş olmaktadır. Çok açık bir şekilde söylemek gerekir ki, zindanlarda yaşanan her ölüm aslında gerçekleşen bir idamdır. Dağlardaki gerillaya karşı saldırısı da Kurdistan halkına dayatılan soykırım politikasının gerillanın imhası temelinde daha ileri boyutlara taşınmak istenmesi anlamına gelmektedir. Bunun içinde gerillanın imhası için her türlü yönteme başvurmakta, her türlü silah ve aracı kullanmaktan geri kalınmamaktadır.
Geçmişte yapılan soykırım saldırılarında kimyasal silahlar kullanılmıştı. Dersim soykırımında, kimyasal zehirli gazların kullanıldığı bizzat soykırım saldırısında yer alan devlet yöneticileri; valiler, emniyet görevlileri, generaller itiraf etmişlerdi. Şimdi de bu soykırımcı gelenek Kurdistan Özgürlük Gerillasına karşı insanlık ve savaş suçları işlenerek, kimyasal silahlar, taktik nükleer bombalar kullanılarak uygulanmaktadır. Mecburi iskanlarla, zindanlara doldurulan tutsaklarla, kurulan idam sehpalarıyla tamamlanmak istenen fiziki soykırım, şimdi de halka karşı sürekli bir saldırı şeklinde somutlaştırılmıştır. Çok net bir şekilde söylemek gerekir ki, günümüzde bu saldırılara daha farklı biçimler de kazandırılmıştır. Kurdistan halkına karşı işlenen suçlar, katliamlar bu soykırım saldırılarının günümüzde aldığı yeni görüntülerdir. Her gün basın-yayın organlarına taşınan askeri ya da bir polis aracının çarpması sonucu bir çocuğun katledilmesi, sokaklarda bulunan kimliği belirsiz cesetler, katledilen köylüler, kadın cinayetleri, sel, deprem gibi ‘doğal’ felaketler, hastalık, açlık, yoksulluk gibi nedenlerin hepsi yürütülen bu soykırım saldırılarının günümüzdeki almış olduğu biçimlerdir.
İşte 12 Eylül’ün günümüzdeki takipçisi olan AKP-MHP faşist diktatörlüğünün iktidarları dönemindeki yapılanları böylesi bir bütünlük içerisinde ele alıp buna karşı bir tutum sahibi de olmak gerekiyor. Buna karşı her alanda zindanlarda nasıl bir direniş varsa, gerilla nasıl büyük bir direniş gösteriyorsa, Kurdistan’da ve yurt dışında yaşayan halkımız dayatılan saldırılara karşı bir direniş ve mücadele içerisinde oluyorsa 12 Eylül faşizminin yıl dönümünde ona verilecek en anlamlı cevap da, onun günümüzdeki izdüşümü olan AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı mücadelenin daha da geliştirilerek yükseltilmesi olacaktır.
Böyle bir yaklaşımla 12 Eylül faşizmini değerlendirmek ona karşı da bir mücadele ve yaklaşım içerisinde olmak önümüzde bir görev ve sorumluluk olarak durmaktadır. Bu vesileyle 12 Eylül’ün 43. yılında rehine olarak tutulduğu İmralı duvarları içerisinde mutlak tecrit altında, Uluslararası Komploya karşı direnişiyle tarih yazan Önder Apo’yu selamlıyor, şehadetlerinin 41. yıl dönümünde Büyük 14 Temmuz Ölüm Orucu Şehitleri Kemal PİR, M. Hayri DURMUŞ, Akif YILMAZ ve Ali ÇİÇEK yoldaşların şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.