2022’de tecrit daha da ağırlaştı

İmralı’da hiçbir aile ve avukat görüşünün gerçekleşmediği 2022’de, CPT’nin ziyareti hala soru işaretleri barındırıyor. Avukatlar BM mekanizmalarına dair gelişmelerin işlemeye başladığını ve gelişmelerin netleştikçe kamuoyuna duyurulacağını söylüyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 2022 yılında aile ya da avukatlar tarafından hiçbir görüşme sağlanmadı. Son aile görüşmesi 2020’de gerçekleşirken 2021’de ise Abdullah Öcalan, yine kardeşi Mehmet Öcalan ile kısa bir telefon görüşmesi yaptı. 2022 yılı açısından İmralı’daki en önemli gelişmelerden bir tanesi uzun süreli çağrılardan sonra CPT’nin adaya gitmesiydi. Fakat CPT’nin İmralı ziyaretinden sonra Abdullah Öcalan’ın görüşmeye çıkmadığı öne sürüldü. Avukatlar bu konuyu ısrarla CPT’ye sordu fakat ‘prosedürler’ gerekçe gösterilerek bir açıklama yapılmadı.

Bu yaşananların yanı sıra Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2021 yılında yaptığı toplantıda Türkiye’ye Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yanı sıra ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olan Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan hakkında verilen AİHM kararlarını görüştü ve Türkiye’den Eylül 2022’de bir cevap istedi. Bu süre boyunca Türkiye ise çeşitli disiplin cezalarıyla avukat ve aile görüşü yasaklarına devam etti.

2022 yılında tecritte ortaya çıkan tabloyu, yine bu yılın öne çıkan gelişmelerinden biri olan CPT’nin ziyaretini, avukatların Birleşmiş Milletler (BM) başvurusunu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Özgür Erol’a sorduk.

2022 yılına baktığımızda son bir yılda İmralı tecridinde nasıl bir tablo var?

2022 yılı açısından bakarsak meseleye, İmralı cephesinde olumlu anlamda değişen hiçbir şey yok. Tabii değişen bir şey yok derken mevcut haliyle var olan hakların korunduğu ya da mevcut halin devam ettiği bir durumu ifade etmiyorum. Tamamen haksızlık, hukuksuzluk ve tecrit sisteminde en ufak bir gevşeme yok. Bu anlamda 2022 tek cümleyle değerlendirebiliriz. Hatta geçmiş senelerden çok daha geriye giden bir durum olduğunu da şu açıdan görebiliriz. Çünkü tecrit her geçen yıl, her geçen ay, her geçen gün üstüne bir şeyler eklenerek ve de kendini kurumsallaştırarak sürdürüyor. Tabii ki tecridin bu denli derinleşerek devam ediyor olması mevcut hükümetin, siyasi iktidarın Kürt sorunu meselesindeki çözümsüzlük yaklaşımını derinleştirerek sürdürmesiyle de ilgili. Geldiğimiz noktada Kürt sorunu üzerinde kurulan abluka ve tecrit siyasetinin Türkiye'de giderek diğer tüm siyasi muhaliflere, demokratlara, sosyalistlere hatta giderek sosyal demokratlara kadar genişletilmeye ve de sirayet etmeye çalışıldığını da görebiliyoruz.

2022 yılı içerisinde son olarak CPT'nin adaya gitmesi söz konusuydu. Hâlâ bir rapor açıklanmadı. Bir de müvekkiliniz Abdullah Öcalan'ın görüşmeye çıkmadığı iddiaları var. Bunun üzerinde bir sis perdesi var ve hâlâ dağılmış da değil. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durum aslında tecrit siyasetinin uzun yıllardır anlattığımız haliyle kurumsal boyutunu ortaya koyuyor. Yani bunun sadece Türkiye hukuk sisteminden ya da Türkiye siyasal sisteminden kaynaklanan bir sorun olmadığını ortaya koyuyor. Şöyle bir gerçeklik var: Geçmiş yıllarda şu ya da bu biçimde değişik şekillerde gerek mahpusların direnişleri, gerekse de siyasetçilerin açlık grevleri, direnişleri beraberinde gelişen kimi görüşme pratikleri söz konusuydu. Aile görüşü gerçekleşebiliyordu ya da 2019’da olduğu gibi birkaç avukat görüşü gerçekleşebiliyordu. Fakat 2019’dan itibaren tamamen bir abluka altına alma durumu gerçekleşti.

En son aile görüşmesi 2020 yılında gerçekleşti. Daha sonrasında bir telefon görüşmesi de 2021 yılında gerçekleşti ve birkaç dakikalık bir görüşmeydi. Üzerinden iki buçuk seneyi geçmiş bir durumda, Türkiye bir Avrupa Konseyi ülkesi olduğuna göre Avrupa Konseyi sınırları içerisinde bir cezaevinde, yıllarca dışarıdan hiçbir gözlemcinin, avukatın, ailenin girmesine izin verilmiyor. Bu tutulma biçiminin kabul edilebilir olmadığını esasen bütün Avrupa sistemi de buradaki bütün kurumlar da çok iyi biliyor. Bundan 700 yıl, 800 yıl önce Magna Carta'yı ilan ettikleri ve o çok övündükleri sistemin ana esası olan: ‘Kişiyi, mahkemeye, hukukun önüne getirin’ kuralının 700 yıl sonra birkaç politik Kürt şahsında tamamen ortadan kaldırıldığı bir durum söz konusu.

Bu durumun denetimi olmaz. Bu durumu CPT ve diğer kurumlar aylık olarak, günlük olarak yakından takip ediyor. Hem bizim raporlarımızla takip ediyorlar, hem Adalet Bakanlığı'ndan aldıkları raporlarla takip ediyorlar. Dönem dönem gelip ziyaretlerini yapıyorlar. Fakat bu durumu takip ediyoruz demekle yetinemezler. Bizi çocuk yerine koyamazlar, bunu açık söyleyelim. Bu sistemi uygulayan ne siyasi iktidar yetkilileri bu biçimde geçiştirebilir durumu, ne de bunu denetlediğini iddia eden uluslararası kurumlar. Yıllarca geldiler, ziyaretlerini yaptılar. Ne zaman bir görüşme süreci başladı, o süreçlerde İmralı'ya gittiler. Ne zaman ki tecrit derinleşti, bu dönemlerde Türkiye'ye geldiklerinde İmralı'ya gitmekten imtina ettiler. Böyle son derece paralel bir ziyaret trafikleri oldu.

Bu son ziyaret de mi bu yönde oldu?

Bu son ziyaret sadece bu trafiğin dışına çıktı. Bir olağanüstülüğün olduğunu esasen fark etmiştik. Bundan dolayı da ısrarla kimleriyle görüşmeler gerçekleştirdik. Yazılı bildirimlerde ve sorularda bulunduk. Fakat her ne hikmetse hiçbir sorumuza, ‘prosedürleri’ gerekçe göstererek yanıt vermediler, üstüne bir de Abdullah Öcalan’ın bu görüşmeye çıkmadığı, kabul etmediği yönünde bir duyum da geldi. Esasen bunun aksine bir beyan, bir söylem, bir yazı görmüş de değiliz hâlâ. Dolayısıyla bir bütün olarak şunu yakından biliyoruz: Sayın Öcalan CPT’nin kendi tutukluluk rejiminde oynadığı rolün farkında ve bunun son derece bilincindedir ve çözümlemesini de yapmıştır zaten. Hatta bütün Avrupa kurumlarının da bu tecrit sistemindeki rollerinin farkında. Tabii bu bizim onların rollerini oynamaları istememizi engellemiyor. Ama bu gerçekliğin bilincinde olarak en azından rollerini oynamalarını bekleriz. Bizimle oyun oynamalarını değil, aradaki fark budur.

Peki, avukatlar olarak bu meseleyi artık uluslararası başka alanlara da taşıyacağınızı söylemiştiniz. Hatta Birleşmiş Milletler'e de taşıdığınızı açıkladınız. 2022 biterken bu başvuruda neler kaydedildi?

Birleşmiş Milletler'in birden fazla mekanizmasına konuyla ilgili başvurularımızı yapmış durumdayız. Bu konuyla ilgili Birleşmiş Milletler mekanizmalarının Türkiye hükümetiyle yazışma prosedürünü başlattığını da biliyoruz. Buna dair süreçler ve içerikler netleştiği anda detaylarını kamuoyuyla paylaşacağız. Şu aşama itibariyle Birleşmiş Milletler mekanizmalarından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi daha hızlı hareket ettiklerini de gözlemliyoruz. Bunun da önemli buluyoruz. Dolayısıyla biz bu mekanizmaları işleteceğiz. Dediğim gibi içerik ve detaylar netleştikçe biz bunu kamuoyuyla da paylaşacağız.

Son olarak Türkiye’nin özellikle İmralı’da yürüttüğü disiplin soruşturmalarına dair neler diyeceksiniz?

Bu disiplin cezaları açıkçası hukuksal bir oyundur. Bunun öyle herhangi bir şekilde ciddiye alınıp üzerinde yürütülmesi gereken hukuksal bir tartışma hatta siyasal bir tartışma da mevcut değil. Bu disiplin cezalarının gerekçelerini biz daha önce anlatmıştık. Spor yapma etkinliğini yarım saat spor yapıp geri kalan yarım saatinde kendi aralarında sohbet ettikleri ya da volta attıkları gerekçesiyle birbirlerine spor yapma hakkını engellemekle suçlandılar. Ve üçer aylık halinde sistematik olarak işleyen bu prosedür dünyanın neresinde görülmüş? Bekleniyor, bekleniyor ve üç aylık disiplin cezasının bitmesine bir hafta kala yeni disiplin cezası icat ediliyor.

Bu disiplin cezaları artık hukuk dışı olmayı geçip ahlaki anlamda da zorlayıcı olan husustur. Çünkü disiplin cezalarını avukatlardan da gizliyorlar. Defalarca başvurduğumuz, gönderin, biz itiraz prosedürünü yürütelim dediğimiz halde bizden de saklıyorlar. Tam anlamıyla bir abluka altına alıp orada kendilerince bir oyun icat edip o oyunu uyguluyorlar. Nasıl yıllarca, koster arızası, gemi arızası, hava muhalefeti gibi gerekçelerle bir görüşme pratiğini engelledilerse şimdi de bu disiplin cezalarıyla bunu yapıyorlar. Koster arızası söyleminden daha fazla ciddiye alınmayı gerektirecek hiçbir yönü yoktur. Sadece biraz daha fazla evrak harcanmakta, biraz daha fazla makam mevki yargı işin içine dâhil olmaktadır.