İmralı’daki soykırım politikasına denk bir mücadele gerekli

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan politikaları soykırım politikası olarak değerlendirerek buna karşı mücadelenin de daha boyutlu, daha etkili olması gerektiğini söyledi.

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programa konuk olan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, Paris’te yaşanan katliam, Türkiye’deki seçimler ve HDP’ye yönelik baskılar ve Suriye’de yaşanan gelişmeler konularında değerlendirmelerde bulundu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik politikaları bir soykırım politikası olarak değerlendiren Mustafa Karasu, “İmralı'da da soykırım politikası vardır. Bu gerçeği bir kere böyle görmek gerekir. Böyle görürsek doğru mücadele ederiz. Buna denk bir mücadele olması lazım. Eğer orada soykırım politikası uygulanıyorsa, bir halkın soykırımına karşı nasıl mücadele edilirse İmralı’daki tecrite karşı, İmralı'da Önder Apo özgürlüğe kavuşturma konusunda da o düzeyde mücadele etmemiz gerekir” dedi.

Karasu’nun değerlendirmeleri şöyle:

Önder Apo'nun üzerinde yürütülen komplo 9 Ekim 1998'de başladı. Bu yönüyle 24 yıl bitti 25 yıla girdi. Bir ay sonra ise esaretin 24 yılı bitip, 25’inci yıla girecek. Aslında bu 24 yılın önemli bölümünde Önder Apo üzerinde ağır bir tecrit uygulandı. Zaman zaman AKP iktidarı kendi politikası gereği, o dönemde -Kürt Özgürlük Hareketiyle şiddetli bir çatışmaya girmesi iktidarını tehlike sokabilirdi- biraz yumuşak yaklaşarak kendi iktidarını sürdürmeyi esas aldı. Bu yönüyle bazı görüşmeler oldu. Daha sonra yine AKP iktidarı zorlanınca tekrar işte 2012'nin sonu, 2013'ün başlarında Önder Apo ile görüşmeler oldu. Yeni bir dönem başladı. Çatışmasızlık dönemi başladı. Bu dönemlerde belli görüşmeler oldu. Daha sonra bizim katıldığımız Oslo görüşmeleri de zaten son buldu. Oslo görüşmeleri dönemi de 2008'de başladı. Oslo görüşmeleri döneminde de bazı görüşmeler oluyordu. Şimdi Önder Apo üzerinde tabii ağır bir tecrit var. Bu tecrit bir politikanın sonucu. Dışarıda Kürt halkına nasıl soykırım politikası yürütülüyorsa, bütün demokratik siyasetçiler üzerinde, demokrasi güçleri üzerinde nasıl bir ağır baskı yürütülüyor ise bunun en ağırı da Önder Apo üzerinde yürütülüyor. Çünkü Önder Apo bu halkın önderi. Bu halka soykırım uygulanıyorsa, hem de bu soykırım politikası şu anda derinlikli biçimde yürütülüyorsa. Önder Apo üzerindeki yürütülen politika da soykırım politikası.

TÜRK DEVLETİ SOYKIRIMCI SÖMÜRGECİ BİR DEVLET

Türk devleti her hangi bir sömürgeci devlet değil. Bir kere bunu bilmemiz lazım. Defalarca ifade ediyoruz ama bir daha ifade edelim. Türk devleti soykırımcı sömürgeci bir devlet. Önder Apo ilk çıkışında Apocu grupta çıktığında “Kürdistan sömürgedir” demiştir ama bu sömürgenin nasıl olduğunu da özelikle vurgulamıştır. Önder Apo, Türk devletinin Kürdistan üzerinde yürüttüğü sömürgeciliği, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme olarak değerlendirildi. Esas politika olarak bunu belirledi. Sömürgeci dedi ama esas amacının Kürdistan'da Türk uluslaşmasını yayma, yani Kürdü tümden yok etme, soykırıma uğratma, o coğrafyayı Türkleştirme olarak ifade etti. Şimdide bu politika yürütülüyor. Türkiye hala bu politikadan vazgeçmiş değildir. Hala inkar, siyaset var, imha siyaseti var, soykırım var. Zaman zaman diyorlar biz inkarı kaldırdık. Kesinlikle böyle bir şey yok. İnkar kaldırmak demek, onun anayasal yasal varlığını kabul etmek, onun en doğal haklarını tanımakla olur. Şu anda bile Kürt dili kültürü üzerinde çok ağır baskı var. Zaten varlığı kabul edilmiyor. Bu bakımdan Önder Apo üzerindeki politika bir soykırım politikasıdır. Soykırımı gerçekleştirmek için Önder Apo üzerinde bu kadar baskı uygulanıyor.

SOYKIRIMA KARŞI MÜCADELE SIRADAN OLAMAZ

Bu yönüyle şunu görmemiz gerekiyor. Herkesin görmesi gerekiyor. Eğer bir soykırım politikası ise, o zaman Önder Apo'nun üzerindeki tecridin kaldırılması, Önder Apo üzerindeki soykırım politikasının kırılması için, bir halkın soykırımına karşı bir halkın topyekun varolma tepkisi ortaya koyması lazım. Bütün halkın ayağa kalkması lazım. Çünkü soykırıma karşı mücadele sıradan bir mücadele olamaz. Yani sıradan bir mücadeleyle soykırım ortan kaldırılamaz, soykırıma son verilemez. Ancak böyle olursa soykırım politikası kırılabilir.

MÜCADELEYİ DAHA BOYUTLU YÜRÜTMELİYİZ

İmralı'da da soykırım politikası vardır. Bu gerçeği bir kere böyle görmek gerekir. Böyle görürsek doğru mücadele ederiz. Buna denk bir mücadele olması lazım. Eğer orada soykırım politikası uygulanıyorsa, bir halkın soykırımına karşı nasıl mücadele edilirse İmralı’daki tecride karşı, İmralı'da Önder Apo özgürlüğe kavuşturma konusunda da o düzeyde mücadele etmemiz gerekir. Mücadeleyi daha boyutlu, daha etkili, daha kapsamlı yürütmemiz gerekiyor. Yoksa herhangi bir zindanda bir tutukluya uygulanan tecrit olarak görürse yetersiz bir sahiplenme olur, yetersiz bir yaklaşım olur. Bu bakımdan daha derinlikli anlayıp, daha kapsamlı bir sahiplenme gerekiyor.

Bu konuda tabii eskiye göre sahiplenme boyutlandı, uluslararası düzey kazandı. Türkiye'deki demokrasi güçleri de şunu gördü: Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit bütün topluma yayılıyor. Bütün toplum üzerinde şu anda baskı varsa, zulüm varsa bunun kaynağı İmralı’dır. Bu görüldü. Bunun görülmesi çok önemli. Bu bilincin ortaya çıkması çok önemli. Halkımız da gördü. Orada uygulanan baskı, bir toplumsal baskı, toplumsal soykırım politikasının bir parçası. Bütün topluma yayıyor. Bütün demokrasi güçlerine yayılan bir politikadır. Eğer şu anda diğer cezaevlerinde bu kadar ağır baskı uygulanıyorsa, ki orada da soykırım politikası yürütülüyor, bunun kaynağı da Önder Apo üzerindeki tecrittir.

BAKUR’DA SAHİPLENME ÖNEMLİ

Bu bakımdan tabii Önder Apo üzerindeki tecride karşı mücadeleyi daha da geliştirmemiz gerekiyor. HDP'liler, Adalet Bakanlığı nöbet nöbet tutuyorlar. Uluslararası alanda avukatların başvurusu var, demokratik güçlerin başvurusu var. Bunlar çok önemli. Halkımız zaten her yerde sahipleniyor. İşte Avrupa'da Rojava'da, Bakur’da Başur’da bütün halkımız sahipleniyor.

Bütün baskılara rağmen Bakur’da sahiplenilmesi de önemlidir. İşte en son şehitlerin cenazelerinde de halkımız “Bijî Serok Apo” sloganları attı. Bu açıdan ve bu tecrit karşısında duyarlı olmamız lazım. Bu tecridi kırmadan, bu soykırım politikasını kırmadan hiçbir demokratikleşmenin önünü açılamaz, soykırım politikasının önü alınamaz. Bu bakımdan mücadelemizin en önemli hedefinin de Önder Apo üzerinde uygulanan tecridi kaldırıp özgürlüğü sağlama olmalı. Kürt halkının özgürlüğü ile Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasını kırma mücadelesi ile Önder Apo üzerindeki tecrit kaldırma, özgürleştirme mücadelesinin aynı düzeyde iç içe ve güçlü biçimde verilmesi gerekiyor. O zaman tecrit kırılabilir.

KÜRTLER SOYKIRIM ÇEMBERİNİ KIRDI

Önder Apo'ya bu kadar niye baskı uygulanıyor? Geçen gün de söyledik. Önder Apo, Kürt halkını özgür düşünceye kavuşturduğu için, ulusal bilince kavuşturduğu için, örgütlü bir toplum haline getirdiği için, bugün dünyanın itibarlı halkı haline getirdiği için Önderliğe düşmanlık yapılıyor. Evet, Kürtler şu anda dünyanın en itibarlı haklarından biridir. Kesinlikle böyledir. Bu tabii ki soykırım politikasına büyük bir darbedir. Kürt halkının bu kadar itibarlı hale gelmesi, dünya tarafından tanımlanması, sahiplenmesi tabii ki Türk devletinin soykırım politikasına gerçekten önemli bir darbe olmaktadır. Geçmişte ne yapmış? Kürdistan'ı dünyaya kapatmış. Sanki ortada Kürt yok. Böyle bir zulüm yapıyordu, soykırım politikası yapıyordu. Ama bugün artık Kürtler o çemberi kırdılar.

Önder Apo'nun esaret altına alınma alınmasının yirmi beşinci yılına gireceğiz. Yirmi beşinci yılı kesinlikle mücadeleyi geliştirerek, Önder Apo'ya özgürlük yılı haline getirmeliyiz. Bu temelde Önder Apo'yu bir daha selamlıyorum. Biz tabii ki mücadelemizle, bütün halkımızın sahiplenmesi ile Önder Apo'yu özgürleştireceğiz. Önder Apo'yu özgürleştirme hedefinden bırakalım bir milim vazgeçmeyi, bu hedefimizi, Önder Apo'yu özgürleştirme mücadelemizi sürekli yükselterek geliştireceğiz.

PARİS ŞEHİTLERİMİZİ VE OCAK AYI ŞEHİTLERİNİ MİNNETLE ANIYORUM

2013 yılında alçakça katledilen partimizin kurucusu Sakine Cansız yoldaş, Leyla

Şaylemez ve Fidan Doğan’ın saygı ve minnetle anıyorum. Onların şehadetlerinin 10’uncu yılında Paris'te yine katledilen Yürütme Konseyi üyemiz, çalışma arkadaşımız Evîn Goyî, Kürt sanatçısı Mir Perwer ve değerli yurtseverimiz Abdurrahman Kızıl’ı minnetle saygıyla anıyorum.

Bizim ocak ayında tabi çok değerli şehitlerimiz oldu. Öz yönetim direnişleri sırasında Sêvê Demir, Fatma Uyar ve Pakize Nayır da katledildi. Onlar da öz yönetim direnişçilerin büyük şehitleridir. O şehitler, o direnişlerde de kadın etkisinin ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar büyük olduğunu bizlere göstermektedir. Şunu söyleyebilirim onların direnişleri kesinlikle boşa gitmeyecektir. Onların özyönetim mücadelesi, demokratik özerklik mücadelesi mutlaka gerçekleştirilecektir.

Onlar bir hedef koymuştur. Artık o hedef doğrultusunda mücadele edecektir. Artık o hedefin gerisine düşülemez. Çünkü biz o hedef için büyük şehitler verdik.

Yine Ocak ayında değerli yoldaşımız, 1976'dan beri mücadelemiz içinde olan Rubar yoldaş, 1980'li yıllardan beri mücadelemiz içinde olan Halil yoldaş ve Murat yoldaş da da bu ayda şehit düştü. Bu yoldaşlar da çok değerli arkadaşlarımızdır. Rubar yoldaşın bu mücadelede büyük emeği vardır. Zaten kendisi bir emekçi olarak katıldı. Hareketimize katıldığı zaman genç bir arkadaştı, işçiydi. Soğuk demir işçisiydi, inşaatlarda soğuk demircilik yapıyordu, inşaatların demirlerini döşüyordu. Böyle bir arkadaştı. Büyük emeği oldu. Ailesi de tümüyle mücadelemize emek verdi, katkı sundu. İki kız kardeşi de bu mücadelede şehit düştü. Annesi de bütün ömrünü bu mücadeleye verdi. Böyle yoldaşlarımızı şehit verdik. Ocak ayında bu yoldaşlarımızın anısını mutlaka Özgür Kurdistan, Özgür Önderlik ile gerçekleştireceğiz. Bu konuda hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

SARA BAŞ EĞMEZ BİR KİŞİLİĞE SAHİPTİ

Sara yoldaş bizim partimizin kurucusuydu. Yine zindan direnişinin öncülerindendir, önderlerindendir. Zindanda birlikte kaldık. Sara yoldaşın gerçekten yürüyüşü gibi duruşu da dikti. Böyle bir arkadaştı. Boyun eğmez, baş eğmez bir kişiliğe sahipti. Özgürlük tutkusu, özgürlük aşkı onda çok derindi. Tabi bunu yaratan en önemli etkenlerden biri Dersim soykırımında yapılanlardır. Dersim soykırımı gerçekten Kurdistan için ağır bir olaydır. On binlerce kadın, çocuk, yaşlı genç katledilmiştir.  Dersimli Halk önderleri katledilmiştir, idam edilmiştir. On binlercesi sürgün edilmiştir. Hala Dersim'in kayıp kızları vardır. Kızları almışlardır. Hizmetçi yapmışlardır, çalıştırmışlardır, kayıptır.

Bunlar Sara arkadaşı derinden etkileyen, ondaki özgürlük tutkusunu ateşleyen, mücadele tutkusunu ateşleyen çok önemli etkenler olmuştur. Öte yandan bir kadın arkadaş olarak kadınların yaşadıklarını da derinden hissetmiştir. Bu bakımdan bir kadın arkadaş olarak mücadeleye daha başından militan olarak katılmıştır. Kadın militanlığının farkını ortaya koymuştur. Kadınların da her şeyi başarabileceğini, bu mücadeleyi yükseltebileceğini tüm Kürt kadınlarına göstermiştir.

Önder Apo kadın özgürlük çizgisini geliştirirken bir yandan Kürt halkının tarihine dayanmıştır. Neolitik toplumu yaratan bu coğrafyadır. Bu coğrafyanın kadınlarının emeğiyle insanlık neolitik toplumu yaratmıştır. Kadın özgürlük çizgisi bir yönüyle buna dayanırken, yani Kürt halkının analarının geçmişine dayanırken, diğer yandan da Sara Yoldaş gibi yiğit kadınların, özgürlük mücadelesine katılan kadınların özlemlerini gerçekleştirmek için de kadın özgürlük çizgisini geliştirmiştir.

SARA YOLDAŞ İLK KADIN ÖNCÜSÜDÜR

Sara yoldaş, kadın özgürlüğü çizgisinin gelişmesinde de büyük bir role sahiptir. İlk öncüsüdür, ilk önderidir. Bu iradeyi ortaya koymuştur. Kadın özgürlük iradesini ortaya koymuştur. Kadın özgürlüğünün gerçekleşmesi için her türlü bedeli ödemeyi göze alan, bunun için emek veren, bedel ödeyen bir arkadaştır. Bu yönüyle Sara yoldaşı da bir daha saygıyla, minnetle anıyorum. Gerçekten yıllarca birlikte cezaevinde kaldık. Direnişi herkese moral vermiştir. Bir kadın yoldaş olarak o ağır baskı altında o duruşu göstermesi sadece bizlere, Kürt tutsaklara değil, bütün tutsaklara, farklı örgütlerden tutsaklara da moral vermiştir. Bu açıdan onun mücadelesi de mutlaka kadın özgürlük çizgisinin sadece Kurdistan'a değil tüm dünyaya yayılması çerçevesinde onun da anısı yerine getirilecektir. Kadınlar şimdi sahip çıkıyor Sara’ya. Sara artık artık bugün sadece Kürt kadın önderi değil, tüm kadınların, dünya kadınların önderi haline gelmiş durumdadır. Dünya kadınları Sara’yı tanımaktadır. Evet kavgacıydı. Hep Kavgaydı Yaşamım biçiminde bir kitap yazmıştır. Zaten kadınlar açısından yaşam, kavga olmadan özgürlük mücadelesi geliştiremez. Ancak kavgayla geliştirilebilir. Sara bunu göze almış, daha ilk günden şehadetine kadar da bu mücadeleyi yürütmüştür. Bu yönüyle bütün Ocak şehitlerini minnetle, saygıyla anıyorum.

EVÎN GOYÎ BÜTÜN YAŞAMINI MÜCADELEYE ADAMIŞTI

Evîn Goyî yoldaş bizim çalışma arkadaşımızdı. Yürütme Konseyi üyemizdi. Botan’ın evladıydı. Botan’dan çıkmış, Botan’da mücadele yürütmüş bir arkadaşımızdı. Daha sonra da Yürütme Konseyi içinde yer aldı. Yürütme Konseyi içinde emek verdi. Emekçi idi. Sade bir arkadaştı. Örgütün verdiği görevlere en yüksek düzeyde sahip çıkıp başarıyla yürütmek isterdi. Böyle bir sorumluk duygusu vardı. Bütün yaşamını mücadeleye adamıştı. Bu yönüyle zaten bu duruşuyla Yürütme Konseyi'nde yer aldı, emek verdi. Daha sonra Rojava'ya geçti. Rojava'daki özgürlük mücadelesinin gelişmesinde, devrimin gelişmesinde, DAİŞ'in yenilgiye uğratılması mücadelesinde de yerini aldı.. Böyle on yıllara dayanan bir mücadele geçmişi olan bir arkadaşımızdır. En son Rojava'da iken DAİŞ'e karşı mücadele sürecinde ağır sağlık sorunları oldu. Bu yönüyle de tedavi olmak, ameliyat olmak için, DAİŞ'e karşı mücadelede yaralanan bir arkadaş olarak Fransa'da tedaviye gitti. Hem burada tedavi olurken hem de çalışmalara katıldı. Şehadeti böyle oldu. Evîn yoldaşımızın da anıları mutlaka yerine getirilecektir. Kadın yoldaşlarımız da, Botan kadınları da, bütün Kurdistan kadınları da Evînlerin çizgisinde bu mücadele yükseltecektir.

Evîn Goyî’nin şehadetinden kısa bir süre sonra Şengal'de de yine alçakça bir saldırı oldu. Suikast yapıldı. Yıllarca cezaevinde kalan, on yıllarca Kürt halkın özgürlük mücadelesine emek veren değerli yoldaşımız Menal de Şengal'de katledildi. O da bütün ömrünü bu mücadeleye vermiş emekçi bir insandı. Şengal'de Şengal halkının özerklik hücresine katkıda bulunmak, destek olmak, burada güç vermek için cezaevinden çıktıktan sonra dağlara girmiş ve Şengal'e gitmiştir. Orada ezilen bir topluluğa, Kürt halkının en fazla ezilen, yok olmayla karşı karşıya gelen parçasına destek olmak için, o mücadelenin gelişmesi için, Ezidi halkının özgürlüğü için oraya gitmiştir. Bir Kürttür. Tabi ki bir Kürt olarak, bir Kürt devrimci olarak, Kürt halkının en fazla ezilen parçasına sahip çıkacaktır. Bütün Kürtlerin sahip çıkması gerekiyor. Bütün Kürtlerin sorumluluk duyarak Şengal'e akması gerekiyor. O bizim hepimizin üzerinde bir sorumluluktur. Vicdani, ahlaki, siyasi sorumluluktur. Hiç kimse hiç bir Kürde sen niye Şengal'e gidiyorsun, orada Êzidîlerin mücadelesine katılıyorsunuz diyemez. Aksine bütün Kürtlerin gidip orada mücadele verme sorumluluğu vardır. Bu yönüyle Menal arkadaşa saygı ile anıyorum.

Diğer bir şehidimiz yakın zamanda ilan edilen geçen yıl kazayla şehit düşen Deniz yoldaşımızdır. Çok yakından tanıyorduk. Gerçekten çok yakından tanıyorduk. Nasıl diyelim yani? Su gibi tertemiz. Melek gibi derler. Böyle bir arkadaşımızdı. Serhatlı Doğubeyazıtlı bir arkadaşımızdı. Saçından tırnağına kadar bu mücadele için yaşayan, herkes tarafından sevilen çok değerli bir yoldaşımızdı. Gerçekten bizim için çok acı oldu. Evet, çatışmada şehit düşebilir, savaşta şehit düşebilir. Gerçekten bu mücadelenin bir doğası gereği yani. Zaten bu bedeli göze alıyoruz. Ama işte böyle kazayla şehit düşmesi gerçekten acı oldu.

Şunu belirtelim bütün arkadaşları da bütün bilsin, bütün ailesi de bilsin. Biz hepimiz çok acı duyduk. Çok sevdiğimiz, çok değerli bir arkadaşımızdı. Yakından tanıyorduk. Onun anısını da, onun özlemlerini de mutlaka gerçekleştireceğiz. Öyle bir arkadaştı. Bu mücadeleye aşkla bağlı olan, Kürt soykırımını ortan kaldırmak için her şeyini vermek isteyen bir arkadaşımızdı. Fedai bir arkadaştı. Fedai arkadaşlarının sorumluğunu da yapıyordu zaten. Onu da saygı ve minnetle anıyorum.

KATLİAMIN SORUMLULARININ AÇIĞA ÇIKARILMASI GEREKİR

Fransa demokratik halk devrimlerinin başladığı Avrupa'daki ilk ülkelerden biridir.

Burjuva devrimleri deniyor ama esas olarak halk devrimleridir. Fakat halk devrimlerine öncülük başka güçler tarafından demokratik güçler tarafından yapılmadığı için burjuvazi de devrimde hakim olmuş, öncülük yapmış ve orada bir yeni bir sistem kurmuştur. İşte bu sistemde burjuva hukukunun gelişmesinde, dünya genelinde gelişmesinde kaynak Fransa'dır. Fransız hukukçular da, Fransız felsefeciler de filozoflar da burjuva hukukunun temellerini atmışlardır. Fransa'nın hukuk devletinin olduğu bir ülke olarak ifade edilir. Bu yönüyle Fransa'da böyle katliamlar oluyorsa, Fransa devleti de veya Fransa tarihinde de hukuka bağlılığın varolduğu söyleniyorsa, o zaman bu katliamın açığa çıkarılması gerekir. Yoksa Fransa töhmet altında kalır. O zaman sorarlar nerede kaldı hukuk, adalet, eşitlik. Bu yönüyle Fransa'nın bu töhmetten kurtulması gerekiyor. Türkiye'yle ilişkileri, çıkarları gereği bu katliamları görmezden gelemez. Gelirse Fransa kirlenir. Fransa'nın sahip olduğu değerlerin bir anlamı kalmaz. Çünkü orada da halkların on yıllarca, yüzyıllarca verdiği mücadele var. İşte belli bir ölçüler oluşmuş, yetersiz de olsa. Kendileri söylüyorlar. Demokratik hukuk devletiyiz, demokrasi var diyorlar. İşte ilk burjuva devrimlerinin yani demokratik halk devrimlerinin geliştiği, sonra burjuvazinin bunlara sahiplendiği alan olduğu biliniyor. Şimdi bu Fransa bu katliamları açığa çıkarmazsa ne diyecek? Kendi varlığını ortan kaldırır. Kendi varlığı tartışmalı hale gelir. Bu bakımdan sorun sadece bizlerin istemleri değil, bizzat kendi topraklarında yapılmış, kendi ülkelerinde yapılmış. Kendilerinin sahip çıkması gerekiyor. O zaman cinayetleri aydınlatamayan, katilleri bulamayan, isteyenin istediği biçimde insanları öldürdüğü bir ülke haline gelir. Böyle bir ülke durumu ortaya çıkar. Bunu Fransa kabul ediyor mu? Fransa böyle bir ülke olduğunu söylüyor mu? Bu bakımdan Türkiye ile var olan çıkar ilişkileri nedeniyle, ekonomik ilişkileri nedeniyle bunu görmemesi, katilleri arkasında güçleri açığa çıkarmaması Fransa'yı kirletir. Bu bakımdan Fransa'nın bunu açığa çıkarması gerekiyor.

KATİLLER BULUNMADAN FRANSA TEMİZE ÇIKAMAZ

Kürt halkının değerli evlatlarının katilleri bulunmayacak mı? Yoksa işte Kürt halkı sahipsiz, Kürt halkından her hangi bir çıkar elde edemiyor diye sahiplenilmeyecek mi? Öte yandan DAİŞ'e karşı mücadele veren bir Kürt halkı var. Kürt gençleri var, Kürt kadınları var. DAİŞ en fazla Fransa'da katliam yaptı, hedefledi. Evîn Goyî de DAİŞ'in yenilgisinde önemli rol oynadı Yürütme Konsey üyesi olarak. Peki Fransa'nın bir sorumluluğu yok mu? DAİŞ'e karşı mücadele edenlere karşı hiçbir ahlaki, siyasi sorumluk olmayacak mı? O zaman bu ülkenin, bu toplumun bu şehit kadınlara sahiplenmesi, onların katillerinin açığa çıkmasında rolünü oynaması gerekiyor. Evet, Kürt dostları var, demokratlar var, sahip çıkıyorlar. Bunlar kendi hükümetleri, kendi devletleri, hukukla ilgili organları üzerinde etkilerini kullanmalıdırlar. Demokratik etkilerini kullanarak bu katliamın açığa çıkmasını sağlamalıdırlar. Bu katliamın katilleri açığa çıkarılmadan, daha doğrusu arkasındaki güç ortaya konulup gereken tutum gösterilmeden Fransa temize çıkamaz. Sara arkadaşın kim tarafına katledildiği açık ortada. Belgeler ortaya çıktı. MİT tarafından örgütlenmiş, MİT'e de emri Erdoğan vermiştir. Bu açıktır. Türkiye'de hükümet Fransa'da insanları öldürüyor. Ve o zaman buna karşı bir tutum konulması lazım. Yoksa ciddiye alınmazlar.

DİRENİŞ KATİLLERİ ORTAYA ÇIKARACAK

Sara arkadaşın, Fidan ve Leyla arkadaşın şehadetlerinde de Avrupa'daki halkımız çok güçlü sahiplendi. Bu 23 Aralık’taki Evîn Goyî, Abdurrahman Kızıl ve Mir Perwer’in şehadetine de halkımız güçlü sahiplendi. Bu bakımdan Avrupa'daki halkımızı kutluyoruz, selamlıyoruz. Yaklaşımları çok değerlidir. Zaten bu sahiplenme nedeniyle Fransa devleti üzerinde etkisi oldu, kamuoyu üzerinde etkisi oldu. Şu anda gündem odur. Bu arkadaşların katledilmesi ve bunların katilleri bulunması konusu Fransa'da gündem olmuştur. Avrupa'da gündem olmuştur. Bu halkın gücüyle olmuştur. Bütün halkımız oraya akmıştır. Halkımızın dostları oraya akmıştır. Bu önemlidir. Zaten bu duruş katilleri ortaya çıkaracaktır. 9 Ocak 2013'te de halkımız bu duruşu gösterdi. İşte bu Aralık ayında 23 Aralık'ta şehit düşen arkadaşlar için de gösterdi. Çok değerli bir tutumdur. Bu duruşlar, bu tutumlar Kürt halkında kendi değerlerine sahiplenmeyi güçlendiriyor. Sadece Avrupa'da değil, bütün ülkede güçlendiriyor. Nitekim Mir Perwer’in cenazesi Muş'a gittiğinde halk büyük sahiplendi.

Türk devleti, soykırımcı Türk devleti şunu yaratmak istiyor. Mücadeleden toplumu koparmak istiyor. Toplumun mücadele edenlere sahiplenmesini engellemeye çalışıyor. Şu anda Türk devletinin en temel politikalardan biri de bu. Ama Muş'ta halkımız buna çok iyi bir cevap verdi. Muş halkını da burada kutluyorum, selamlıyorum. Bir halk ancak değerlerine sahip çıkarsa var olabilir. Ancak önderliğine sahip çıkarsa var olabilir. Kendisinin özgürlüğü için bedel öder, ödeyenlere sahip çıkarsa varolabilir. Bir halk olarak onurlu yaşayabilir. Bu açıdan Muş halkının da Kağızman halkının da sahiplenmesi çok anlamlı, çok değerli olmuştur. Bu katliamları ancak böyle önleyebiliriz. Bu katliamları böyle durdurabiliriz. Şehitlerimize sahip çıkacağız. Onlara saldıranlara gereken cevabı vereceğiz. Onlara şunu göstereceğiz katlederek sonuç alamazsınız. Siz vurdukça öfkemiz büyür, inancımız büyür, mücadele azmimiz büyür. Boşunadır saldırılarınız. Bu yönüyle bu sahiplenme bu gerçeği ortaya koymuştur. Şunu söyleyebilirim. Bu saldırılarla Kürt halkı daha da güçlenmektedir. Gerçek anlamda bir toplum haline gelmektedir. Değerlerine sahip olan bir toplum haline gelmektedir.

Kürt 50 yıl önceki Kürt değil diyoruz. İşte bu böyle sahiplenme erle ortaya çıkıyor. Böyle sahiplenmeler ile Kürdün değerleri derinleşiyor. Kürdün özgürlük bilinci derinleşiyor. Özgürlük aşkı derinleşiyor, sahiplenmesi büyüyor. Bu yönüyle Kürt halkının özgürlük aşkını, özgürlük bilincini geliştiren bu sahiplenmeleri çok değerli bulmak lazım. Bunu geliştirmek lazım. Bu çok değerlidir, çok önemlidir. Türk devletinin ben bitireceğim dediği bir dönemde halkımızın bu sahiplenmeleri de AKP-MHP faşist iktidarına karşı verilmiş çok iyi bir cevaptır.

FEDAİ KAHRAMANLARIMIZI ANLAMALIYIZ

Verilen bilançolar bu savaşın düzeyini ortaya koymaktadır. 9 ayda bu kadar hava saldırısının olması, top saldırısını olması, kimyasal silah kullanılması, her türlü silahı kullanarak gerillaya saldırılması dünya savaş tarihinde ilklerden biridir. Bu kadar yoğunluklu savaş azdır. Günün 24 saati saldırı yapılmıştır. İşte Ukrayna Rusya savaşı deniliyor ya Ukrayna Rusya savaşı günün her saatine yok. Bu yönüyle çok büyük bir savaş yürütülmüştür. Türk devletine karşı büyük bir mücadele verilmiştir. Fedaice yapılmıştır bu. Zaten fedaice olmadan bu kadar yoğun saldırıya karşı koymak mümkün değildi. Bu bakımdan bütün halkımız, bütün dostlarımız bu yiğit evlatlarını anlamalıdır. Nasıl mücadele verdiğini görmelidir. Öyle kolay mücadele verilmemiştir.

İşte diyoruz büyük mücadele verdi, Türk devletini başarısızlığa uğrattı, amaçlarını boşa çıkardı. Ama nasıl çıkardı? Bunu herkesin derinden hissetmesi lazım. O zaman bu mücadeleye anlam verilir, bu bedel vermiş yoldaşlarımıza gerçekten sahip çıkılmış olur, onlar anlaşılmış olur. Çok ağır zorluklar içinde, sıkıntılar içinde mücadele yürütüyorlar. Derler ya aç, susuz, uykusuz yürütülüyor bu mücadele.

Türk devletine yapıyor. Askerlerini sürekli değiştiriyor. İradesi kırılanları götürüyor, yenilerini getiriyor. Çünkü kısa sürede oradaki Türk askerleri yılgınlaşıyor, bitkin hale geliyor, savaşmaz hale geliyor, iradesi kırılıyor. Bu nedenle yenilerini getiriyor, eskilerini götürüyor. Zaten diyorlar ya moral vermemiz lazım.

Ama gerillalar günün 24 saati savaş sürdürüyorlar. Az uykuyla bunu yapıyorlar. En sıkıntılı biçimde bunu yapıyorlar. Bunlar çok değerlidir. İşte bu yeni Kürt böyle yaratılıyor. Yeni halk böyle yaratılıyor. Mücadele böyle yenilmez hale geliyor. Mücadele yenilmez derken bunları kastediyoruz. Böyle bir tarihe dayanan bir mücadele yenilemez. Yenilmesi mümkün değil. Bir mücadele gücü ortaya çıkıyor ama nasıl bir mücadele gücü? Yenilmesi mümkün olmayan fedai bir güç ortaya çıkıyor. Ve bu arkadaşlar gerçekten, bu direnişçiler bunu yarattılar ve Türk devleti başarısız kaldı. Güya girdi 15 günde 1 ayda bütün alanlara hakim olacaktı. Her yere girecekti, başaramadı. Şu anda kaldığı bazı yerler var. KDP'nin desteği olmasa orada kalamaz. Kaldıkları şu anda yerler biraz sırtını KDP'ye dayadığı yerler oluyor. Ona dayanarak orada kalmaya çalışıyor.

KDP TÜRK DEVLETİNİN BOŞALTTIĞI BAZI YERLERE YERLEŞTİ

Türk devleti geçen aylarda kaldığı bazı yerler vardı bıraktı kaçtı ama KDP oraya yerleşti. Ve KDP oraya yerleşerek bazı alanlardaki Türk askerinin bir nevi koruması haline geliyor. Böyle bir durum var yani. Bu gerçeğin de bilinmesi gerekiyor. Türk devleti kalıyorsa, biraz da böyle işbirlikçilere dayanarak kalıyor. Yoksa onlar da gerilla savaşmazsa dahi, korkudan kaçar gider yani o dağlarda, o vadilerde, o derinliklerde, o sarp kayalıklarda. Bu bakımdan bu direniş tabi 2023'teki mücadeleye önemli bir güç kattı. 2023 mücadelesine güçlü bir zemin sundu. Gençler, kadınlar, halkımız bu zemine dayanarak 2023'te daha güçlü mücadele edecek. Daha büyük mücadele edecek. O fedailerin yaşadıklarını görerek. Onların fedakarlıklarını, nasıl davrandıklarını görerek halkımız onlara layık olmak için mücadele geliştirecektir. 2023 AKP, MHP iktidarı için çok kötü olacak. İstediği kadar uğraşsın, çırpınsın çöküşten kurtulamayacak. Kürt soykırımını gerçekleştirmek istiyor. Bütün amacı o. Bütün saldırısı bunu gerçekleştirmek içindir.

50 yıllık bir mücadele geleneğimiz var. Bir fedaice mücadele geleneğimiz var. 50 yıldır kesintisiz süren bir mücadele var. Böyle bir mücadelenin yarattığı bir toplumsal gerçeklik var. Bir gençlik, bir kadın gerçeği var. Bu mücadelenin ortaya çıkardığı gerçekler var. Soykırımcı sömürgeciliği sadece Türkiye içinde değil, Kürt gerçeği karşısında değil, Kürtler karşısında değil, tüm dünyada teşhir etmesi var. Bu kadar teşhir edilmiş, bu kadar yıpratılmış Türk devleti; bu kadar güçlenmiş, özgürlüğe, demokrasiye aşık Kürt halkının mücadelesi karşısında ayakta kalmayacaktır. Evet, zorluklar olacaktır. Ama sonunda kazanan Kürt halkı ve demokrasi güçleri olacaktır. O soykırımcı ar Kürdü bitirmek isteyenler kesinlikle kaybedecektir.

SALDIRILAR SOYKIRIM POLİTİKALARININ PARÇASI

Şimdi bu saldırıları da herkesin soykırım politikasının parçası olarak görmesi gerekir. Kürt halkına yönelik soykırım saldırısı var. İmralı'ya yönelik soykırım saldırısı var. Gerillaya yönelik soykırım saldırısı var. Türkiye'nin dışında her yere saldırıyor, soykırım saldırısı üretiyor. Sadece Kandil'e, Medya Savunma Alanlarına, Şengal'e yapmıyor. Rojava’ya yapıyor. Avrupa'da cinayet işliyor. Türkiye'de cinayet işliyor. Deniz Poyraz'ı katletti. Binlerce Kürt kadını cezaevinde. On binden fazla siyasi tutuklu var. Bu kadar zindanlarda işkence yapıyor.

HDP'ye yani Kurdistan'da ve Türkiye'deki demokrasi güçlerine karşı saldırı da bütün bu saldırıların parçasıdır. Çünkü şunu diyor, demokrasi Kürtlere yarar. Demokrasinin olduğu yerde Kürtleri soykırıma uğratamayız. Kürtleri soykırıma uğratmak için Kürt olsun, Türk olsun, Çerkez olsun. Arap olsun. Hepsinin ezilmesi lazım. Demokrasi güçlerine düşmanlığın nedeni bu. HDP Kürt demokratik birikimiyle Türkiye halklarının demokratik devrimci birikiminin ortaklaştığı bir platform. Bu yönüyle saldırıyı böyle anlamak lazım. Demokrasi düşmanlığı olarak anlamak lazım. Kürtlere yönelik soykırım saldırısı olarak anlamak lazım.

Herkes şunu görmeli Bu devlet şu anda AKP ve MHP iktidarı en fazla kime saldırıyor? En fazla kime saldırıyorsa demek ki en güçlü demokrasi mücadelesi veren onlar. Gerçek demokrasi mücadelesi veren onlardır. Onun için saldırıyor. Son yıllarda kadınlara yoğun bir saldırı oldu. Çünkü kadınların dünyası, kadınların duruşu, kadın özgürlük çizgisi aynı zamanda radikal demokrasi çizgisidir. Köklü demokratikleşme çizgisidir. Çünkü köklü demokratikleşme olmadan da kadın gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşamaz. Bu nedenle kadınlara da yoğun düşmanlık yapılmıştır, yapılmaktadır. HDP'ye yapılan bu saldırıları, bu bütün demokrasi güçlerine, Kürt halkının özgürlük mücadelesine yapılan saldırının parçası olarak görmek lazım. Bir soykırım saldırısıdır, böyle görelim. Herhangi bir demokrata saldırı da soykırım saldırısıdır. Şebnem Korur Fincancı’ya yönelik saldırı da soykırım saldırısıdır. İşte Gezi direnişçilerine yönelik saldırılar, tutuklamalar da soykırım saldırısıdır. Bunu herkes böyle bilmeli. Kürtler yararlanır diye bu kadar demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Bu gerçek görülmeden kimse Türkiye'de doğru demokrasi mücadelesi veremez, özgürlük mücadelesi veremez. Kürtler üzerindeki baskıyı görmeyecek, soykırıma tutum almayacak ama demokrasi mücadelesi verecek. Bu sahte demokrasi mücadelesi olur.

HDP’NİN BİR KURUŞU BİLE BU HAREKETİN BİR ÇALIŞANINA GİTMEMİŞTİR

Şimdi HDP'lilere para vermeyecekmiş. Evet, bu da seçim öncesi işte seçime giderken HDP'lileri çalışamaz haline getirmek için yapılıyor. Diğer taraftan herhalde paranın bloke edilmesinden sonra HDP kapatılacak. Bu zaten şu anlama geliyor: HDP kapatılma gerekçesi olan bir siyasi kuruluş. Yoksa niye bloke etsinler? Ne diyorlar? Bu paralar teröre gidiyormuş. Terörizme yardımcı oluyormuş. Onun için bloke ediyorlar. Niçin bloke ediyorlar? Başka gerekçesi var mı? Paralar bloke edilsin diyenler bunu söyledi. Bu yönü kapatma gerekçesi olmuştur. O zaman niye parasını bloke ediyorsun kapatmıyorsan.

Ama şunu belirtelim uydurma gerekçelerdir. HDP'nin bırak 100 lirası, 1 lirası bir kuruşu bile bu harekete, bu hareketin herhangi bir çalışanına gitmemiştir. Bir kuruşu bile. Kırk parası yani. Bir kuruş kırk paradır. Kırk parası eski deyimle HDP dışında başka bir yere gitmemiştir. Özgürlük mücaelesi derken bizi kastediyor. Bizim için bir kuruşa bile tenezzül etmeyiz. Her işte bir hayır vardır derler. Ya da her şerden bir hayır çıkarmak gerekir deyimi vardır. Evet, her şerden bir hayır çıkarmak yaklaşımı önemlidir. Şimdi bu yaklaşım aslında bir yönüyle HDP'yi halkla daha fazla bütünleştirebilir. Kendisini yaşatmak için halkla daha fazla iç içe geçer. Diğeri devletten para geliyor. O zaman halk halkla ilişki kurma ihtiyacı fazla duymaz. Bu çok önemlidir. Bir siyasi hareketin, bir kurumun, halkın desteğiyle yaşaması önemlidir. Aslında devlet parası ile bir siyasi gücün yaşaması bile gerçekten sorundur. Niye veriyor o parayı? Sistem içinde tutmak için, sistem parçası, mevcut sistemi kabul edecek, onun parçası olacak, onun için veriliyor. Sistem dışı olmasın diye. Evet, bunun için para veriliyor. Türkiye demokratik bir ülke olsaydı, demokratik bir duyarlılık olsaydı ve devlet bu katkıya duyarlı olsaydı, hadi verdiği para diyelim, bir demokrasi mücadelesinin sonucu demokratik siyaset kabul edilmiştir, işte bunun için veriliyor. Demokratik siyasette demokrasinin çok önemli parçasıdır…. Böyle bir şey yok. Türkiye'de demokrasi yok ki. Bu bakımdan bunu hayra yormak gerekir. Bundan hayır çıkarmak gerekir. Demokrasi güçleriyle, halkla daha güçlü buluşmanın zemini yaratmak gerekir.

DEVLETE DAYANMAYAN MÜCADELE DOĞRU MÜCADELE OLUR

Hiç bu konuda yakınmaya gerek yok. Türkiye'de bir demokrasi mücadelesi vardır. Bir demokrasi mücadelesi isteyen, demokrasi mücadelesini destekleyen bir halk gerçeği vardır. Binlercesi, on binlercesi cezaevinde olan bir halk var. Bu kadar eziyet, işkence gören bir halk var. Evlatları fedaice direnen bir halk var. Bu halk bunu yaparken bir siyasi partinin binasının kirasını mı karşılamayacak? Bunu rahatlıkla karşılayabilir.

HDP demokrasi güçleri, başka güçler de olabilir, böyle Aman devlet niye para vermedi yakınmaması gerekiyor. Bu devlete dayanmadan mücadele etmesi doğru mücadele olur. O zaman demokrasi güçleri daha iyi mücadele eder. Belki de şimdiye kadar demokrasi güçlerinin iyi etkili mücadele verememesi bir nedeni de böyle hazırdan işte sistem içi tutmak, işte o siyasi hareket halk ile daha az bütünleşsin, halka değil de devlete muhtaç olsun diye veriyor. Böyle yaklaşmak gerekir. Doğru yaklaşım budur. Türkiye de demokratik bir ülke değildir. Bir daha belirtiyorum uydurmadır. HDP’nin bir kuruşu Özgürlük Mücadelesinin herhangi bir parçasına gitmemiştir. İspat edemezler. Ne belediyelerin ne partinin böyle bir şeyi yok. Bu uydurmadır. Evet İmamoğlu’na nasıl uydurdular: Ahmak demiş. Ahmak diyebilir. Ne olacak yani? Bu da zaten Süleyman Soylu'ya söylemiş. Bunun için ceza veriyor İmamoğlu’na.

Kendi adamlarını vurdular. Ülkü Ocakları eski başkanını açıkça vurdular yani. Yani onun kim tarafından vurulduğunu şimdi Türkiye'de herkes biliyor. Herkes biliyor ki MHP karar almış, infaz edilmiştir. Devlet Bahçeli’nin de onayı vardır. Devlet Bahçeli onayı olmadan öyle bir şey yapamazlar ya. Ama öyle bir terör esiyor ki, tehdit ediyor ki. Bilmem ki diyor. 3 Hilali yargılatmam.  Yani vururum, öldürürüm ama kimse bizi, yargılayamaz diyor.

Böyle bir Türkiye gerçeği var. Bu bakımdan bundan sonra da bu tür saldırılar olabilir. HDP kapatılabilir. HDP bir binadan ibaret değil, yasa ile kurulmuş bir parti de değil.  HDP serhildan arın ortaya çıkardığı partidir, HDP, yüzyıllık Türkiye'de demokrasi güçler mücadelesini ortaya çıkardığı partidir. HDP. Denizlerin İbrahimlerin, Mihri Belli, Vedat Türkali, Hikmet Kıvılcımların, Orhan Yılmazkayaların, bunların mücadelesinin ortaya çıkardığı demokratik birikimin yarattığı partidir. Bu bakımdan kapatılmakla bu mücadele engellenemez, durdurulamaz.

Bu yönle saldırılar daha da gelişebilir. Bu yönüyle biz halka çağrı yapıyoruz. Halkımız bütün kurumlarına sahip çıkmalı, demokrasi mücadelesine katılmalı. AKP-MHP faşizmini yıkmak için saldırılar ne olursa olsun mücadele etmeli. Yoksa yok edecekler bizi. Yok olmamak için direneceksin. Her canlı yok olmak için direnir. Kürt halkı 50 yıldır yok olmak için direniyor.

KÜRT PARTİLERİ AKP-MHP’YE TUTUM ALMALI

Şunu da yani bir vesileyle belirtmek istiyorum. Türkiye'de bazı partiler ve HDP'den etkilenmiş, bundan etkilenmiş partiler var. Kürt partileri var. Bunlar da Türk devletinin politikasının soykırım politikası olduğunu görmeli. Türkiye KDP ile ilişkileniyor diyerek ya da o ilişkilenme ye bakarak Türk devletinin soykırımcı olmadığı gibi bir yanılgıya kapılmamalılar. Bu bakımdan. Kürdüz diyorlarsa, Kürt siyaseti diyorlarsa o zaman soykırım politikası yürüten AKP-MHP iktidarına karşı tutum almaları gerekir. Onların da Kürt halkının demokrasi mücadelesini yanında yer almaları gerekir. Bunu da bu vesileyle belirtmek istiyorum.

EKONOMİK KRİZİN NEDENİ SAVAŞTIR

Türkiye'de bir ekonomik kriz var. Ekonomik krizin en önemli nedeni de savaş. Onlarca yıl bu düzeyde savaş yürüten bir ülkede ekonomik kriz olur. Zaten ekonomik krizin nedeninin savaş olduğunu kendileri açıkladı. Erdoğan “Bir merminin fiyatını biliyor musunuz” dedi. Nurettin Canikli “Bir güdümlü merminin fiyatını biliyor musunuz?” dedi. Ekonomik krize izah getiriyor yani. Onlar açıkladı, kendileri söylüyor. Ekonomik krizin nedeni savaştır. Onlar böyle söylüyor ekonomik krizin nedeninin savaş olduğunu. Savaşa giden paralar olduğunu söylüyor. Ama muhalefet bunu açık söyleyemiyor.

Bu yönüyle ekonomik kriz meşrulaşıyor. Erdoğan meşrulaştırıyor, Canikli meşrulaştırıyor, muhalifler de meşrulaştırıyor ses çıkarmayarak. Evet diyorlar doğru. Savaşa gidiyor olabilir. Şimdi ekonomik krizi ortaya çıkaran nedenler var. Ama savaş ortadan kalkarsa, savaş politikası ortan kalkarsa kriz giderilebilir. Ama bu demokrasiyle olur. Demokrasi mücadelesiyle olur. Türkiye demokratikleşmeden bu savaş politikası bırakılmaz. Bugün Kürtlere savaş, yarın Yunanlara savaş, ertesi gün kime savaş? Böyle ayakta kalır. Bu bakımdan ekonomik sorunların giderilmesini de demokratikleşmedir. Bu önemli. Bu bakımdan sadece ekonomi kötü, ekonomi şöyle, ekonomi böyle diyerek yürütülen siyaset yanlıştır. Sadece ekonomiye dayanan siyaset yanlıştır. Özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik bunlar da söyleniyor ama geride kalıyor yani. Esas iktidar değişimi adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi çerçevesinde olur. Diğeri biri gider diğeri gelir. Bu anlama geliyor.

MÜCADELE SADECE EKONOMİK BOYUTLA OLMAZ

İşte Demirel demiş “tencereler iktidarı götürür” yani ben giderim, başkası gelir, başkası gider, ben gelirim. Bu bir değişimi ifade etmiyor. Demokratikleşme ifade etmiyor. Özgürlüğün gelişmesini ifade etmiyor. Ekonomik kriz var çeşit nedenlerden dolayı iç savaş var, bir iktidar gidecek, diğer iktidarı gelecek. Bu yaklaşım yanlıştır. Sadece ekonomik sıkıntıya, krize dayalı propaganda doğru bir siyasi mücadele değildir. Yanlıştır, eksiktir. Esas bu halkta özgürlük bilincini geliştirmek lazım. Demokrasi bilincinin geliştirmek lazım. Adalet bilinci bilincini geliştirmek lazım. Değişimi böyle yaratmak lazım. Böyle yaratılmazsa sadece ekonomi ile de çok fazla şey yaratılamaz. İktidar değiştirilemez. Değiştirmesi de zor olur. Çünkü değişim isteğin esas yaratan özgürlük, demokrasi, ahlak, adalettir. Bu açıdan bu konuda solun da yaklaşımı yanlıştır. Ben bu konuda sol sosyalist arkadaşları, yoldaşları da eleştiriyorum. Bunlar da çok ekonomist. Reel sosyalizm niye yıkıldı? Öok ekonomik yaklaşım vardı. Şöyle mi olsun yani karınları doysun, istediği gibi çalışsın. Özgürlük, demokrasi olmasın. Ama karınları doysun. Sadece ekonomik taleple ne sosyalizm kurulabilir ne demokrasi gelebilir. Bunun en somut örneği reel sosyalizmdeki durumdur. Bu bakımdan tamam yani ekonomik mücadele verelim. Tabii sömürü ve sömürüye karşı çıkılmalı. Ama sömürüye karşı çıkmadan sadece ekonomik mücadele olmaz. Özgürlük, milli demokrasi bilincini daha fazla geliştirmek lazım. Bu bakımdan demokratikleşme olmadan ekonomik adaletsizlik de giderilemez. Demokrasi olursa ekonomi de demokrasi de gelişir. Yani demokratikleşme sadece diğer alanlarda değil, ekonomide de demokratikleşme anlamına gelir. En fazla haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğine, baskısına, zulmüne karşı çıkmak lazım. Buna dayalı bir değişim olursa Türkiye gerçek anlamda değişir . Yoksa şu anda halk krizde. AKP, MHP politikası bizi ekonomik sıkıntıya götürdü diye oy vermez. Başka iktidar gelir. Bu da gerçek değişim olmaz. Dönüşüm olmaz. Demokratikleşme böyle gelişmez. Diğer iktidarlar gelir. Onlar da demokratikleşme yaratamaz ise ekonomik sorunlar çözülemez. Onlar da kime çalışır? Zenginlere çalışır. Burjuvalara çalışır, patronlara çalışır. Bu açıdan toplumdaki demokrasi, özgürlük bilincini daha fazla geliştirmek gerekiyor. Yoksa AKP, Türkiye'nin geleceğini tümden tehlikeye atarak, biraz bazılarına maaş verebilir, bugünü kurtarabilir. Tabi kurtarması zordur. O kadar ekonomik kriz var ki o kadar baskı ve zulüm yapmış ki halk gerçekten bu iktidardan bıkmış. Eğer doğru bir politikayı geliştirirse, doğru bir mücadele edilirse, doğru bir program ortaya konursa, bu halk gerçekten bu iktidarı götürür, seçim olmasa da bu iktidarı götürür.

RUSYA VE TÜRKİYE ARASINDA ROJAVA GÖRÜŞMELERİ

B görüşmelerin içinde Türk devleti varsa, Türk devleti Kürt düşmanlığı çerçevesinde bu görüşmeleri yapar. Türk devletinin bütün amacı Kürtler hak kazanmasın, özgürlük kazanmasın.

Türk devletinin iki amacı vardı. Birisi Suriye rejimini değiştirmek, yıkmaktır. Diğer ise Kürtlerin Suriye içinde demokratik haklara kavuşmasını engellemekti. Bu iki amaçla Suriye'de iç savaşı derinleştirdi, çetelere yardımcı oldu, destek verdi. Suriye'deki çatışmaların bu kadar yaygınlaşması, çetelerin bu kadar var olmasının sorumlusu Türk devletidir. Onları hem Suriye rejimine karşı hem de Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesine karşı kullandı. Biz biliyoruz, El Nusra Ceylanpınar’dan Serêkaniyê’ye saldırıyordu. Destek veren Türk devleti oldu. Diğer çetelere de Türk devleti destek verdi. DAİŞ'e de Türk devleti destek verdi.

Şimdi bu Türk devletinin amacı bu Kürtlerin hak elde etmesini ortan kaldırmak. Rejim de  yıkmak istiyordu ondan sanki şimdi vazgeçti, amacımız bu değil diyor. Amacımız sadece orada terörü ortan kaldırmak diye ifade ediyor. Tabi bu görüşmelerde Rusya'nın rolü var. Rusya da sıkışmış durumda Ukrayna savaşından dolayı. Sıkıştığı için Türkiye ile Suriye arasında böyle bir arabulucuk yapıyor. Ukrayna savaşında sıkışıklığını Türkiye'yle ilişkiyle gidermek istiyor. Rusya tabii böyle yaparak Türkiye'nin Kürt düşmanlığına destek vermiş oluyor, ortak olmuş oluyor. Rusya sormak lazım, “siz Türkiye'nin Kürt düşmanlığına ortak mısınız? Ortak olacak mısınız?”

Öyle Kürtleri Suriye'ye bölme gibi düşünceler yok, uydurmadır. Rusya kendi Türk devleti ile ortaklığını böyle gerekçelendirmez. Türk devleti ile soykırım ilişki içine girmek anlamına geliyor. Türk devletinin amacı soykırımdır. Rusya sormak lazım sen Türk devletinin soykırımını destekliyor musun? Ortak mı olacaksın? Böyle Kürtlerin Suriye'de bölme yaklaşımları falan yok. O sizin uydurmanızdır. Aksine şu anda Suriye rejimi ayakta kalmışsa, bunu esas ayakta tutan. Rusya'nın desteği olmamıştır. Evet, Rusya'da Suriye desteği olmuştur ama eğer Rojava devrim olmasaydı, DAİŞ'i yenilgiye uğratmasaydı, çeteleri durdurmasaydı, lu anda Rojava, Kuzeydoğu Suriye'de hakim olan devrimci güçler hakim olmasaydı, buraya DAİŞ hakim olsaydı, çeteler hakim olsaydı biz Suriye'nin sonunu görürdük. Esad ayakta kalamazdı. Rusya da ayakta tutamazdı, İran da ayakta tutamazdı. O zaman zaten Suriye'nin çoğunluğunu ele geçirmiş olurlardı. Halep düşmedi, Niye düşmedi? Halep'te asıl savaşı Kürt savaşçılar verdi. Bunu rejim de biliyor. Eğer Kürtler çetelere karşı savaşmasaydı ne olurdu? Bu bakımdan bu kadar Suriye'yi yıkıma götüren iç savaşı geliştiren, çetelere destek veren Türkiye'dir. Şimdi Suriye bu Türkiye'ye gidecek, Kürt karşıtlığında ortaklaşacak mı yani? Milyonlarca Suriyeliyi Türkiye niye çekti, niye çekti? Kamplar kurup, çeteler yetiştirip saldırmak için. Onları beslemek için değil. İnsani nedenlerle yapmadı. Açık kapı bıraktı, hepsini çekti, kamplara doldurdu. Oradan çeteler üretti. Çetelerin kaynağı kamplardır. Bunu Suriye bilmiyor mu yani? Türkiye rejimi yıkmak için bunu yaptı. Ve Kürtler ne yaptı? Suriye rejimini ayakta tutmak için büyük mücadele verdi. Onlar da Kürtler Suriye'yi bölüyor diyemez. Biz biliyoruz, bildiğimiz için söylüyoruz. Önderlik çizgisinde bir devrim yaptılar. Biz biliyoruz onların yaklaşımını. Suriyeli bir çözüm arıyorlar. Başka bir şeyleri yok.

Suriye derse ben Kürtlerin hiçbir talebini kabul etmiyorum. Ben gidip Türkiye'yle birlikte Kürt soykırımına ortak olacağım diyorsa kendi kaybeder. Türk devleti Kürtleri soykırıma uğratırsa Bakur’da, Başur’da, Rojava’da önünü kimse alamaz.

Şu anda Türk devletinin soykırım politikaları önünde engel olan Kürtlerdir. Kürtlerin demokrasi, özgürlük mücadelesi olmasa Türkiye sadece Suriye değil, İran'a bile saldırır. Şu anda onun önünde de engel Kürtlerdir. Bu açıdan bu konuda bizim yaklaşımımız Rusya ve rejim Türkiye'nin bu politikasına ortak olmasın.

Şimdi Esad, Erdoğan'ı iktidarda tutmak için görüşecek mi? Erdoğan bu görüşmeleri biraz da iktidarda kalmak için yapıyor. Erdoğan’ı ayakta mı tutacak? Bu bakımdan Rusya'nın ve rejimin doğru yaklaşması gerekiyor. Evet, biz Suriye rejimine de yani bu konuda öyle Türk devleti Kürt karşıtlığı yapar, ama kendileri buna gelmemeliler. Suriye'nin istikrarı da birliği de Kürtlerle uzlaşmadan geçer. Türkiye ile uzlaşmadan geçmez. Suriye rejimini güçlendirecek Kürtlerle ortaklık ve anlaşmadır. Başka yaklaşımlar yanlıştır, yanlış politikadır. Rusya'yla ilişki nedeniyle böyle bir yanlış politikaya rejim düşmemeli, girmemeli.

Biz takip ediyoruz. Türkiye'nin politikaları tehlikelidir. Türkiye Kürt düşmanlığı yapar ama rejim böyle bir şeye girecek mi? Biz inanmak istemiyoruz. Yani böyle bir şeyin olacağını düşünmüyoruz. Çünkü bizim yaklaşımımız da daha önce defalarca ilettik, kendilerine ilettik, Suriye'de Kürtlerle rejimin uzlaşmasıdır. Biz zaten bu konuya yardımcı olmak istiyoruz. Yaklaşımımız bu. Rojava halkının yaklaşımı da bu. Bu bakımdan Suriye'yi bu kadar yakıp yıkan, bu hale getiren Türkiye ile uzlaş, kendi vatandaşın olan Kürtlerin üzerine yürü. Böyle politika olabilir mi? Böyle politik olmaz. Böyle çözüm olmaz.

Bu bakımdan ben Rusya ve Suriye'nin de yaklaşımlarını gözden geçirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çağrımız bu yöndedir.