İmralı ziyareti tek başına yeterli bir adım değil

CPT İmralı’ya yaptığı ziyarete dair Türkiye izin vermediği takdirde açıklama yapamıyor. Fakat ÖHD İstanbul Şube Eş Başkanı Avukat Esra Bilen, CPT’nin 2019’daki koşullar değişmediği için açıklama yapabileceğini vurguluyor.

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), 2019’dan bu yana ilk kez İmralı’ya ziyarette bulundu fakat bir açıklama yapmadı. ANF’ye konuşan ÖHD İstanbul Şube Eş Başkanı Avukat Esra Bilen, CPT’nin gizlilik esasına dayalı olarak raporu açıklayamayacağını söylüyor. Bilen yine de 2019’dan beri koşullar değişmediği için CPT’nin Türkiye’nin raporu açıklamasına izin vermemesine rağmen kendisinin inisiyatif alabileceğini de vurguluyor.

Esra Bilen aynı zamanda ziyaretin olumlu bir gelişme olsa da yeterli gelmeyeceğini de ifade ediyor. Öte yandan bu sürekli tecridin zaten var olan koşullarda Türkiye ve Kürdistan hapishanelerine de yayıldığını hatırlatan Avukat Bilen, bu duruma herkesin ses çıkarması gerektiğini söylüyor.

CPT uzun süreden sonra İmralı’ya gitti fakat bir açıklama yapılmadı. 6 ay sonra rapor olarak yayınlanacağı söylendi. Peki, uzun zamanadır CPT’nin burayı es geçmesi, tepkilerden sonra ziyaret etmesine rağmen açıklama yapmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğrusu komitenin uzun sure İmralı ziyareti yapmaması komitenin varlık sebebiyle ters düsen bir tutumdu. Çünkü komite daha önceki raporlarında İmralı’daki mahpusların  “Incommunicado” halinin, yani dış dünya ile temaslarını sağlayacak mekanizmaların bir bütün olarak, aynı anda ve kesintisiz bir şekilde engellendiğini ve her türlü hukuki korumadan yoksun bırakıldıklarını tespit etmişti. Bu tespit ayrıca işkence yasağının ihlalinin tespitidir. Görevi özgürlüklerinden yoksun bırakılmış insanları işkenceye ve diğer tür kötü muameleye karşı korumak olan komitenin bu tespite rağmen uzun süre ziyaret gerçekleştirilmemesi başta da dediğim gibi komitenin varlık sebebiyle örtüşmüyor ve bir anlamda bu ihlallerin zımni olarak onaylanması anlamına geliyordu.

Bu anlamda yeni ziyareti elbette uluslararası mekanizmaların işlemesi açısından olumlu bir gelişme olarak görmek gerek ancak bu aşamada ziyaret tek başına yeterli bir adım değil. Komitenin ziyarete dair bir açıklama yapması gerekir. Bunu söylerken şu noktaya da dikkat çekerek söylemek istiyorum, normalde CPT’nin temel ilkelerinden biri gizliliktir.

Nedir bu gizlilik?

Yani komitenin bulguları, raporları ve hükümetlerin verdiği cevaplar ilke olarak gizlidir. Devletler komitenin ziyaretleri sonrasında hazırladıkları raporların açıklanmasına izin vermeyebilirler. Bu durumda komite, devletin raporun yayınlanmasına izin vermediğine ilişkin bir açıklama yapar. Ancak burada raporun açıklanmasına izin vermeyen devlet, komitenin tavsiyeleri ışığında gerekli iyileştirmeleri yapmazsa komite kurulduğu sözleşmeden aldığı yetkiyle kamu açıklaması yapmaya karar verebilir. Bu ziyaret özelinde CPT, İmralı'ya gitti ve daha önce tespit ettiği dış dünyadan alıkonulma halinin sürdüğünü gördü. Dolayısıyla Türkiye’nin daha önceki tavsiyeleri ışığında bırakın iyileştirme yapmayı mevcut tecrit halini daha da ağırlaştırdığını gördü. İşte simdi “incommunicado” halini ortadan kaldıracak zorlayıcı tedbirin alınması ve Türkiye’nin iznine bağlı kalmaksızın açıklama yapması gerekir.

2019 kıstas alınabilir yani öyle mi?

Evet, CPT 2019 yılındaki İmralı ziyareti raporunu Türkiye izin vermediği için açıklamadı ve o günden bugüne koşullarda bir değişiklik olmadı. Dolayısıyla bu ziyarette de raporun açıklanmasına Türkiye’den izin gelmezse sözleşmedeki yetkisini kullanarak izne bağlı olmaksızın açıklama yapması gerektiğini söylüyorum. Önümüzdeki aylarda CPT’nin tavrını görmüş olacağız.

Türkiye’nin Eylül ayında bu konuda vermesi gereken bir cevap vardı. Bu konuda bir gelişme yaşandı mı?

Hayır, Türkiye en son 2019 yılında CPT’nin bir raporuna cevap sundu ancak sonrasında Türkiye tarafından sunulan bir cevap yok.

Peki, Türkiye’nin bu anlamda Eylül’de vermesi gereken cevap ne açıdan önemli olacaktı? Örneğin birçok sudan sebeple disiplin cezası veriliyor ve görüş engeli buna dayandırılıyor. 

Doğrusu Türkiye’nin komiteye sunduğu cevaplar son zamanlarda ceza tevkif evlerinin veya adalet bakanının açıklamalarından çok da farksız değil. Genellikle işkenceye sıfır tolerans politikası uygulandığında dikkat çekilir. Bu sebeple Türkiye’nin verdiği cevaplardan ziyade sivil toplum kuruluşlarının sunduğu gölge raporların daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bugün Türkiye istediği kadar işkence yok desin, bunun bir gerçeklik payı var mıdır? Hayır yoktur. Biz hak örgütleri son zamanlarda hapishanelerde sistematik hale gelen işkenceyi anlatabilmek için sadece kameralar önünde yapılan işkenceye dikkat çekerek, kameranın olmadığı yerlerde neler yapılabildiğini düşünün diyoruz.

Çünkü hem bizim raporlarımızda hem diğer hak örgütlerinin hapishane raporlarında sayısız işkence iddiası var. Dolayısıyla bunları görmezden gelmek, toptancı bir dille reddetmek, bunları ortadan kaldırmıyor. Hakikati reddeden kişinin bakan olması hakikati değiştirmiyor. Sadece bu inkâr karsısında ısrarla hakikati söylemek ve göstermeye çalışmak gerekir. Dolayısıyla Türkiye’nin vereceği cevaptan ziyade hak temelli çalışma yapan kurumların raporları ile CPT’nin raporlarının gerçeklikle ilişkisi acısından daha önemli olduğunu vurgulamak isterim.

Hem aile hem avukat görüş önündeki en büyük engellerden bir tanesi olarak disiplin cezaları olarak öne sürülüyor. Hem İmralı özelinde hem de tüm hapishanelere de yayılan bu disiplin cezası ile infaz yakma vs. girişimlerini Ceza İnfaz sistemi içinde nasıl değerlendirmek lazım?

İmralı’daki tecrit halini sadece teknik hukukla açıklamaya çalışmak yanlış bir yaklaşım olur. Hiçbir disiplin cezası, temel bir hakkın sistematik olarak ihlaline sebebiyet veremez. Ancak İmarlı’da disiplin cezaları öne sürülerek Sayın Abdullah Öcalan ile: 27 Temmuz 2011 tarihinden bu güne 11 yıl boyunca yalnızca 5 avukat görüşü gerçekleştirildi. Yine 2014 yılından bu yana yalnızca 5 aile görüşü gerçekleştirildi. Öncesinde de avukat ile görüşme hakları haftada bir gün, bir saat ile sınırlı tutulmuş ancak bu sınırlı hakları dahi sürekli bir şekilde engellenmişti.

Yani 1999 yılından bu yana dış dünyayla iletişimin bu kadar sınırlı tutulmasını disiplin cezalarıyla mı açıklamaya çalışacağız gerçekten? Eğer bununla açıklamaya çalışacaksak diğer yandan mahpus haklarını ve daha da öncesinde temel insan haklarını konuşmamız gerekmez mi? Mesela işkence yasağı mutlak bir yasaktır. Savaş veya OHAL gibi olağanüstü durumlarda dahi çiğnenemez. Ama CPT’nin de AİHM’nin de daha önce tespit ettiği gibi mevcut tecrit hali mutlak bir yasağın sistematik ihlalidir. Temel haklar disiplin cezalarıyla ortadan kaldırılamaz. Dolayısıyla bu tartışmayı teknik bir tartışmadan çıkarıp neden bu ihlalin bir politikaya dönüştüğünü konuşmamız gerekir.

Son olarak avukatlar olarak bu sürekli tecride karşı, hukukun koyduğu kuralların da hiçe sayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz ve uluslararası hukuk kurumlarına çağrınız var mı?

Avukatlar sürekli olarak Türkiye'ye kendi kanunlarını uygulama çağrısında bulunuyor. O kanunların kıyısından kösesinden dolanarak; yaptığı ihlallere hukuki kılıflar bulmaya çalışmasından vazgeçme çağrısı yapıyor. Türkiye’nin hem dünya sistemi üzerinde dahil olduğu mekanizmalar hem de kendi hukuk sistemi içerisinde sahip olduğu normlar gereğini yapması gerekiyor.

Bunun için de bu çağrının sadece uluslararası hukuk kurumlarından da değil Türkiye’de hak savunuculuğu yapan her kurum ve kişi tarafından sahiplenilmesi gerekiyor. Çünkü önceki bir soruda değinmiştiniz İmralı’da uygulanan hukuksuzluklara yeterli ses çıkmadığı için birçok hukuka aykırı uygulama Türkiye ve Kürdistan’daki tüm hapishanelere yayıldı. Bugün herhangi bir kişi hapishaneye girdiğinde 23 yıl boyunca kimseyle görüştürülmeyebilir veya devletin keyfine göre görüştürülebilir. Bu risk var çünkü bunun bir örneği var. Bu yüzden Türkiye’ye hukuka uygun davranmanın keyfi bir eylem olmadığı uymakla zorunlu olduğu hatırlatması herkesçe yapılmalıdır.