‘İslam’da Emek, Barış ve Adalet’ kampanyası başlatıldı

HDP Halklar ve İnançlar Komisyonu, “İslam’da Emek, Barış ve Adalet” kampanyasının startını verdi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Halklar ve İnançlar Komisyonu, Dünya Ticaret Merkezi’nde gerçekleştirdiği buluşmayla “İslam’da Emek, Barış ve Adalet” kampanyasını başlattı. Buluşmada, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın yanı sıra HDP Halklar ve İnançlar Komisyonu Eş Sözcüsü Tülay Hatimoğulları, HDP Halklar ve İnançlar Komisyonu İslam Masası Eş Sözcüsü Diba Keskin ile çok sayıda kişi katıldı.

HDP Halklar ve İnançlar Komisyonu adına açılış konuşması yapan Nesimi Aday, “Bugün bu salonda inançlarımıza karşı saldırıları bir kampanya olarak görünür kılmak ve mücadele etmek için HDP olarak itiraz sesini yükseltelim dedik” dedi. Aday’ın sözlerinin ardından divan oluşturuldu.

Halklar ve İnançlar Komisyonu Eş Sözcüsü Tülay Hatimoğulları ise konuşmasını Arapça yaptı. Hatimoğulları, Türkiye’nin içinden geçtiği sürece bakıldığında İslami değerlerin iktidarlarca kullanıldığını söyleyerek, Demokratik İslam Masası’nın buna karşı yola koyulduğunu ifade etti.

Hatimoğulları,konuşmasında şu noktalara dikkat çekti:

“Mümin sabreder diyerek yoksulları susturmaya çalışmak, din istismarıdır. Bütün yer kürenin ihtiyacı barıştır. Ortadoğu’da sürekli dinler ve mezhepler çatışmıştır. Uluslararası güçler bizleri bölüp parçalamaya çalışmaktadır. DAİŞ’in işlemediği cinayet kalmadı. Bunu din adına yaptılar ama İslamiyet’te böyle bir şey yoktur. Dört parça Kürdistan’da yaşayan Kürtler olarak yıllardır süren çatışmalara son vermenin zamanı geldi. Biz bir arada yaşamalıyız. Kürt sorununun demokratik çözümü için de mücadelemizi devam ettireceğiz.

Kampanyamızın bir diğer başlığı adalet. Adaletin olmadığı bir yerde, ne insan hakkını, ne kadın erkek eşitliğini savunmamız mümkün değildir ama bu din bezirganları dipsiz bir kuyu şeklinde zulümlerine devam ediyorlar. Kadınları katlediyorlar, İran’da saçının teli göründüğü için katledildi. Cezaevlerine baktığımızda, hasta tutsaklar adeta ölüme terk ediliyor. Cenazelerimize baktığımızda Kürt gençlerinin kemiklerini PTT kargoyla ailelerine gönderebiliyorlar. İmamların cenaze namazı kılmasına bile müsaade etmiyorlar.”

KAMPANYA METNİ KÜRTÇE VE TÜRKÇE OKUNDU

İslam Masası’ndan Perihan Yoğurtçu ve Zahit Mutlu, kampanyanın tanıtım metnini Türkçesini, HDP Halklar ve İnançlar Komisyonu Eş Sözcüsü Emin Ay ise metnin Kürtçesini okudu. “Barış”, “Adalet”, “Kadın” ve “Emek” başlıklarından oluşan kampanya metni şöyle:

“Partimiz, üzerinde bulunduğumuz topraklarda yaşayan tüm halkların toplumsal ve tarihsel dokusuna aykırı olan tekçi, inkârcı, asimilasyoncu egemenlik sistemine karşı, tüm halkların, kimliklerin, dillerin, kültürlerin, inançların eşitliğini, özgürce yaşamasını ve kendisini geliştirmesini savunur. HDP, inanç sembolleri üzerindeki her türlü baskıya son verilmesini, inanç ve ibadetin inananların vicdanına bırakılmasını savunur.

Partimiz, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, inanan ve inanmayan tüm kimliklerin kendilerini özgürce ifade etmelerinin olanaklarının yaratılması, eşitlik ve özgürlük kapsamlı bir laiklik için mücadele eder. Bu tutum aynı zamanda Müslümanların da inançlarının devlet tekelinden kurtarılması, özgürleşmesi ve kendi inançlarını istedikleri gibi yaşamaları için mücadele anlamına gelir.

İnsanlık aleminde barış, adalet, emek ve özgürlük arayışı tarihin hiçbir döneminde bitmemiştir. Tarih bunlar gerçekleşsin diye mücadele edenler ve direnenlerle doludur. Mezopotamya-Akdeniz havzası ve Anadolu coğrafyası çoğumuzun çok yakından tanıdığı peygamberlerin mücadelesine tanıklık etmiştir. Hz. İbrahim’den Hz. Muhammed’e kadar gelen süreçte, peygamberlerin ve onların yolundan gidenlerin barış, adalet, emek ve özgürlük için birçok sıkıntıya katlandıkları, nice fedakarlıklar yaptıklarının bilgisine sahibiz.

Çağımızda barış, adalet, emek ve özgürlük söylemleri 12 Temel İnsan Hakları Belgesi çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu belgeleri incelediğimizde eski çağlarda peygamberler tarafından getirilen vahiy metinleri ile amaç ve değerler bakımından ortak noktaları olduğunu görmekteyiz. Örneğin Tevrat, İncil ve Kur’an başta olmak üzere, tüm dini metinler ve inançlar emeğin kutsal bir değer, barış ve adaletin Allah’ın en baş emri olduğunu söyler. Mesela Kur’an’da ‘İnsan için emeğinden başkası yoktur’ denilerek emek yegâne insani değer olarak ilan edilir. Buna göre emek/alın teri; insanın en büyük değeri olarak tarif edilir. Keza adalet şaşmaz bir şekilde Kur’an’ın en temel emridir. Her hafta Cuma hutbesinde şu ayet okunur; ‘Allah size adaleti, iyilik yapmayı, en yakınınızdan başlayarak yardım etmeyi emreder, çirkin davranışları, kötülük etmeyi ve zorbalığı da yasaklar. Umulur ki öğüt alırsınız.’

Yine Kur’an Mekke’de ilk olarak ‘Kölelere özgürlük’ çağrısıyla başlamış, köle ile efendi arasındaki mesafeyi kapatarak, haklarını hür insanlarla eşit hale getirmesinin mücadelesini başlatmıştır. İnsanların yaşam hakkı ile birlikte şeref ve haysiyetleri korunsun diye tüm dinler ve inançlarda öldürmek, çalmak, iftira atmak haram kılınmıştır. Herkesin zarar görmeme, zarar görmüşse tazmin ettirme, iftiraya uğramama, emeğini, kişiliğini, ailesini, anadilini, kültürünü, yurdunu ve halkının varlığını koruması, tüm kutsal kitaplarda teminat altına alınmıştır.

Ancak bunların metinlerde güvence altında alınması ne yazık ki yeterli olmamıştır. Bu haklar için çaba sarf etmek ve mücadele etmek gerekmektedir. Bir ülkede halkların ve inançların kendini var etmesi için emek, adalet ve özgürlük yolunun herkes için açılması gerekmektedir. Bunlar gerçekleştiğinde insanlar hür, halklar eşit, inançlar özgür olacaktır.

‘Ey iman edenler! Hepiniz birlikte, topluca barışa girin’ (Bakara 208). İslam; isminden de anlaşılacağı gibi barış demektir. Barış, İslam’ın insanlığa en büyük armağanıdır. Çünkü bütün elçiler karanlıklardan aydınlığa insanlığı çıkarmak için görevlendirilmişlerdir. Din canın, malın, inancın, fikrin, aklın, neslin ve doğanın muhafazasını emreder ve bu değerleri yozlaştıracak her türlü saldırıya karşı mücadeleyi esas alır. Bu değerler varlık aleminde ahenk içerisinde yaşamın teminatıdır. Evrensel anlamda da biz bu ahenge barış içinde yaşamak diyoruz.

İslam’dan önce Mekkeli müşriklerin kurduğu ve Hz. Muhammed’in, ‘Bugün olsa yine içinde yer alırdım’ dediği Hılfu’l-Fudûl (Erdemliler Konseyi) içinde yer alması, Medine’de Müslüman olmayan diğer topluluklarla imza altına aldığı Medine sözleşmesi ve Hudeybiye’de Mekkelilerle barışın tesisi için her türlü olumsuz şartı kabul etmesi, barışın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Allah; ‘Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık’, ‘Dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu, Allah’ın ayetlerindendir’ diyerek, evrensel anlamda ahenk içinde birlikte yaşamamızı bize göstermiştir. Oysa yüz yıllardır İslami oldukları düşünülen otoriter rejimler, adeta Allah ve Resulünün bu emirlerine meydan okurcasına tekçi, inkâr ve asimilasyon esasına dayanan bir sistemi halklara ve inançlara dayatmaktadırlar. Örneğin Kürtlerin tarihsel olarak kendi topraklarında yaşadıkları mezalim, günümüzde dahi kendileri ile aynı dine inanan Müslümanlar tarafından onlara reva görülmüştür.

‘İnananlar! Allah için adaleti siz yerine getirin; bunun tanıkları da siz olun. Bir topluluğun düşmanlığı sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin. Adaletli olun yapacağınız en iyi şey budur.’ (Maide 8) İslam açısından adalet, ahlaki, vicdani ve insani boyutları olan temel prensiplerden biridir. Eşitlik esasına dayalı toplumsal inşa ancak ve ancak adalet bakış açısı ile gerçekleştirilebilir. İslam peygamberi Hz. Muhammed hayatı boyunca rızayı esas almış, asla inancını dayatmamıştır. Şu ayet bunun apaçık delilidir: ‘Onlar üzerinde zalim bir diktatör değilsin.’ (Kâf/45)

Bugünün din adına davrandıklarını iddia eden zalim ve zorbaların uygulamalarına örnek; ceza evlerinde tutsakların karşı karşıya kaldıkları adaletsizliktir. Hasta tutsakların tahliye edilmemesi ve adeta cezaevlerinde ölüme terkedilmeleri, mevcut iktidarın adalet anlayışını bize göstermektedir. Yine Kürt gençlerine ait cenazelere saygısızlık yapılmasına, mezarların tahrip edilmesine, ölmüş bedenlere işkence edilmesine sessiz kalan, hatta onay veren bir icra kurumuna ‘İslami’ demek mümkün değildir.

On kurşun sıkılarak öldürülen ve cenazesi çocuklarının gözleri önünde bir hafta sokakta bekletilen Taybet İnan’ın başına gelenler hiçbir dine, imana sığmaz. Milyonlarca insanın konuştuğu Kürtçe ile vaaz ve hutbeyi yasaklayan, Kürtçe vaaz ve hutbe veya Kürtçe mevlit okuyan Kürt alimlerini tutuklayıp yargılayan, Kur’an mealinden başka Kürtçe bir yayını olmayan, matbu 44 ciltlik İslam Ansiklopedisinde Kürtler maddesini sumen altı eden bu kendinden menkul ‘İslamcı iktidarın’ yolu ile Hz. Muhammed’in yolu taban tabana zıt değil midir?

Bugünkü İslamcıların iktidarında insanların adalete olan güvenleri sarsılmıştır. Yaptıkları zulüm ve haksızlığı büründükleri din kisvesi ile saklayamazlar. Hz. Muhammed’in yolunda olduklarını söyleyenlerin hem ülke içinde hem de ülke sınırları dışında zulüm ve savaş politikalarında ısrarcı olmaları, aslında onların kendi çıkarları için İslam’ın barış ve adalet ilkelerini nasıl da tersyüz ettiklerini göstermektedir.

Barışın tesis edilmediği, adaletin insanlar arasında eşit bir şekilde uygulanmadığı bir yerde, Müslümanlık’tan, İslam’dan ve insanlıktan bahsetmek mümkün değildir. Adaletin gerçekleştirilmesi ve barışın tesis edilmesini ağırdan alan veya engelleyen kimseler, aslında Allah’ın kesin olan emirlerinin yeryüzünde hayata geçirilmesine engel olanlardır. Bu kimselere karşı mücadele edip mazlumların yanında yer almak her Müslüman'ın uymak zorunda olduğu ilahi bir emirdir.

‘İnanmış erkekler ve inanmış kadınlar da birbirlerinin samimi dostlarıdır/birbirlerini desteklerler.’ (Tevbe 71) İslam dini birçok konuda yenilikler getirmiştir. Hz. Muhammed de o günün koşullarında radikal değişiklikler diyebileceğimiz bir dizi yenilikçi değişikliği hayata geçirmeyi başarmıştır. Bu radikal değişikliklerden biri de kadın haklarıdır. İslam öncesi Arap toplumlarında kadın erkekler için özel mülkiyet kapsamında idi ve miras olarak bırakılabiliyordu. İslam; ‘İnanmış erkekler ve inanmış kadınlar da birbirlerinin samimi dostlarıdır/birbirlerini desteklerler’ ilkesi ile bunu değiştirmiştir. Birçok ayette, kadın ve erkek birlikte zikredilerek, hak ve sorumluluklar açısında birbirlerine eşit oldukları vurgulanmıştır. Bu ayetler ışığında İslam, kadınları konumlandırmada onlara; çalışma, mülkiyet, eğitim, miras, boşanma, çocukların velayeti dahil olmak üzere birçok hakkı getirmiştir.

Hz. Muhammed kadın haklarını önemseyen ve destekleyen bir şahsiyet olmasına rağmen, mezheplerin kadına karşı şekilci tutumu kadın kimliğini adeta görünmez kılmıştır. ‘Cennet anaların ayağı altındadır’ hadisi, kadına verilmiş bir erkek ödülü şeklinde ters yüz edilerek, kadın; adeta yaşamdan koparılmıştır. Kadının gücü, kadının kimliği ve kadın hakları göz ardı edilerek erkek egemen zihniyet meşrulaştırılmıştır. Günümüz Müslüman toplumlarına baktığımızda, İslam’ın getirdiği yeniliklerin, çoğunlukla uygulanmadığı görülmektedir: Kadınlar en temel haklarından mahrum bırakılarak zulme, ayrımcılığa ve şiddette maruz kalmışlardır. İslam’ın temel ilkeleri ile bağdaşmayan birçok konuda Hz. Muhammed’e atfedilen bazı dini metinler gerekçe gösterilerek onun, kadın hakları ile ilgili getirdiği yenilikler tersyüz edilmiştir. Kadına karşı şiddettin meşrulaştırılması, kadın cinayetleri, çocuk yaşta evlilikler, kadınların eğitim haklarının engellenmesi gibi konular bu sorunlu dini metinlerle gerekçelendirilmiştir.

HDP İslam Masası olarak kadına karşı uygulanan bu konumlandırmanın İslami olmadığını ilan ediyoruz. Kadın kimliği görünmez kılınamaz! Bunun, İslam’a karşı büyük bir haksızlık olduğuna inanıyor ve ilan ediyoruz.

 ‘İnsan için emeği esastır’ (Necm 39). İslam, emeğin sömürüsüne karşı bütün haksızlıklara savaş açmıştır. İşçinin refahını ve çalıştığının karşılığını adil bir şekilde almasını önemseyen İslam dini işverene, işçinin emeğinin karşılığını zamanında ve yeterli düzeyde vermesi noktasında büyük sorumluluklar yüklemektedir. Hz. Muhammed emeği esas alarak ‘işçinin hakkının, alın teri kurumadan verilmesini’ emretmiştir. Bu konuda hakkaniyetli davranılması gerektiğini vurgulamıştır.

İslam’ın iki ana kaynağı olan Kur’an ve sünnet; emek ve üretim konusunda zaman ve zeminin ihtiyaçlarını karşılayacak özelliklere sahiptir. Kur’an şu ayetle tekelci sermayenin tehlikesine dikkat çekmektedir; ‘Öyle ki bu mallar ve servet sizden sadece zengin olanlar arasında dönüp dolaşmasın.’ (Haşr 7) Oysa yaşadığımız topraklarda, İslam adına hüküm sürdüklerini iddia edenlerin bize bıraktığı miras; zenginlerin alabildiğince zengin olduğu, fakir ve emekçilerin de alabildiğince fakirleştikleri bir düzen mevcut. Hakça olmayan bu sömürü ve israf düzenini, saraylarda yaşayanların israf ve şatafatını, iktidar sahiplerinin lüks yaşantılarını ve zenginlerin debdebeli hayatlarını görmezden gelen Diyanet İşleri Başkanlığı ve benzeri dini cemaat ve şahsiyetlerin, yoksul halkın haklarını değil de muktedirleri koruyan kollayan fetvaları, sabır ve şükür telkinleri, tüm yurttaşların vicdanlarını yaralamış, dini değerlere zarar vermiştir. İslam dinin açık emirlerine ters düşen bu fetvalar kamu kaynaklarının belli zümrelere aktarılmasına olanak sağlamış ve siyasal iktidarların güç ve sermaye kontrolünü ele geçirmesini meşrulaştırmıştır.

 Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ ilkesi, maalesef bu günkü iktidarların yaptığı gibi, sadece ihtiyaç sahiplerine bir tas çorba, iki paket makarna ve birkaç torba kömür olarak algılanmaktadır. Oysa peygamberin bu anlamlı sözü, emeğin karşılığının hakça verilmesi, zenginlik ve refahın toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırılması olarak algılanmalıdır. Vatandaşını sürekli kendisine ve başkalarına muhtaç bırakan bir sistem hakkaniyetli ve adil olamaz. Hakkaniyetli ve adil olamayan da ilahi olamaz.

 HDP İslam Masası olarak baskıcı otoriter rejimlerin İslam dinini kendi iktidarları için kutsal bir şemsiyeye dönüştürmesini teşhir edip halkımıza dini doğruları olduğu gibi aktarmakta kararlıyız. İslam dini hiçbir zaman sömürü düzenini, ötekileştirmeyi, baskıcı iktidarları ve asimilasyonu hoş görmemiştir. Ancak günümüzde başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, iktidarla bütünleşen birçok dini yapı, devletin zulüm ve asimilasyon politikalarına meşruiyet kazandırmak için fetvalar verip açıklamalar yapmaktadırlar. Oysa İslam tarihine baktığımızda Ehlibeyt başta olmak üzere tüm mezhep imamları saray halifelerinin kadılık tekliflerini ret ettikleri için zindanlara atılıp işkenceye maruz kalmışlardır. Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife Abbasi halifesi Mansur’un Bağdat kadılık görevini ret ettiği için halife tarafından hapse atılmış, işkenceye maruz kalmış, sonunda da zehirlenerek öldürülmüştür. Nitekim İslam alimlerine atfedilen, ‘Sultan sofrasına oturan âlim'in fetvasına itibar edilmez’ sözü, bu hakikatin bir sonucudur. Bu hakikatten daha anlamlısı ikinci halife Ömer’in hutbesine dairdir. Ömer; ‘Ey mü’minler, beni dinleyin ve bana itaat edin!’ diye hutbe okumaya başladığında, onu dinleyenlerden biri ayağa kalkıp; ‘Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe biz seni dinlemeyiz ve sana itaat etmeyiz’ diye tepki göstermiştir. Halife Ömer, oğlu Abdullah’ı kaldırarak, ikisine ait olan kumaştan elbisesini diktirdiğini arkadaşlarına açıklamak zorunda kalmıştır.

Devletin her türlü hukuksuzluğuna fetva arayan, barışın müjdesi olarak vahiy edilen Fetih suresini işgal için gerekçe kılınan, Kur’an ayetlerini ve diğer dini metinleri tersyüz ederek vaaz ve hutbelerde okutmakta beis görmeyen iktidar fetvacılarının görüşlerine itibar edile bilir mi? İtibardan tasarruf etmeyen müsriflere sözü olmayanların yoksul halk tabakalarına sabrı telkin etmeleri ikiyüzlülüktür. İslam tarihinin direnişçi kahramanı Ebu Zer; ‘Bir gün aç kalıp da kılıcını çekerek iktidara isyan etmeyen Müslümana şaşarım’ diyerek yol göstericiliğini ölümsüzleştirmiştir.”

Buluşma, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın konuşmasıyla sürüyor.