GÖRÜNTÜLÜ

Av. Bilmez: İmralı’da son noktadayız, CPT artık sessiz kalamaz

“İmralı’da artık son noktadayız, bundan daha kötüsü olamaz” diyen Av. İbrahim Bilmez, CPT’nin artık kendi prosedüründe bulunan 10/2 maddesini Türkiye’ye karşı uygulaması gerektiğini kaydetti.

İMRALI TECRİT, İŞKENCE VE SOYKIRIM SİSTEMİ

25 yılı aşkındır İmralı Ada Hapishanesi’nde ağır tecrit koşullarında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 40 aydır hiçbir haber alınamıyor. Aile ve avukat görüş hakkı gasp edilen Abdullah Öcalan, bir bütün olarak mutlak iletişimsizlik hali altında tutuluyor. Yaşanan bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılmasına dönük Abdullah Öcalan’ın avukatlarının tüm taleplerine rağmen, İmralı’ya tek girme yetkisine sahip olan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ise “Konuyu yakından takip ediyoruz” açıklamasıyla yetiniyor.

Peki, Abdullah Öcalan şahsında hiçbir hukukun işletilmediği İmralı’daki tecrit hangi aşamada? İmralı’daki mahkumların avukat ve aile görüş hakları nasıl engelleniyor? CPT yaşanan hukuksuzluk karşısında neden sessiz? Abdullah Öcalan’ın avukatları bu tecridi kırmak için nasıl bir çalışma içerisinde?

Tüm bu soruların cevabını, Birleşmiş Milletler (BM) Cenevre Ofisi’nde düzenlenen bir konferansa katılarak, İmralı’da yaşanan hukuksuzluğa dikkat çeken Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Avukatlarından İbrahim Bilmez ile konuştuk.

‘EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYAYIZ’

Öncelikle İmralı tecrit sisteminde gelinen aşamayı ve buna karşı yürüttüğünüz hukuksal mücadeleyi özetleyebilir misiniz?

Bugün BM çatısı altındayız. BM’ye üye yüzlerce devlet var. Bugün burada düzenlenen bir konferansa, ‘Birazdan bir İmralı portresi çizeceğim. Bir hapishaneyi anlatacağım ve bu hapishaneye benzer koşullara sahip olan başka bir hapishane biliyorsanız lütfen konferansın sonunda bizlere söyleyin’ diyerek başladım. Bu öylesine kurulmuş bir cümle değildi. Gerçekten de İmralı’da eşi benzeri görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız. Hiçbir hukuk sistemi böylesi bir tecrit sistemi ve böyle bir istisnayı kabul etmez. Dolayısıyla bu tecrit asla kabul edilecek bir durum değil.

Şöyle söyleyeyim. İmralı denen hapishane, Adalet Bakanlığına bağlı F Tipi statüsünde, ki F Tipi statüsü bile kabul edilemez hapishanelerdir. Oradaki koşullar tecrit koşullarıdır. Bunun için Türkiye’deki insan hakları kuruluşları uzun dönem mücadele yürüttü. İmralı hapishanesi koşulları, F Tipi hapishanelerinin koşullarından kat be kat daha ağır.

İmralı’da çok daha kötü bir durum söz konusu. Müvekkilimiz Sayın Abdullah Öcalan’dan 40 aydır hiçbir haber alamıyoruz. Sayın Öcalan’ın İmralı tarihi boyunca 25 Mart 2021 yaptığı ikinci telefon görüşmesinden bugüne kendisinden hiçbir haber alamıyoruz. Kardeşi ile yaptığı bu telefon görüşmesi de yarım kalmıştı ve Sayın Öcalan kardeşine, ‘Ben Türkiye’nin kendi yasalarını uygulamasını istiyorum. Ve bir an önce avukatlarımla görüşmek istiyorum’ demişti.

O günden beridir kendisinden hiçbir haber alamıyoruz. Avukat görüşmesi için her hafta iki defa hem Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına hem de İmralı Hapishane Müdürlüğüne başvuru yapıyoruz. Yine aileler adına her hafta başvuru yapıyoruz. Bunların hiçbirine cevap bile verilmiyor. Bunun üzerine Bursa İnfaz Hakimliğine başvuru yapıyoruz, o reddedince Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz ediyoruz. Oda reddedilince Anayasa Mahkemesi’ne itiraz ediyoruz.

 Uzun süre Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda harekete geçmesini bekledik. Ne yazık ki oradan da olumlu bir karar çıkmıyor. Anayasa Mahkemesine 60’ın üzerinde derdest başvurumuz var. Anayasa Mahkemesi, Anayasası ve hukukun gereğini yerine getireceğine ne yazık ki adeta bir bariyer görevi görüyor.

Dosyalarımızı ve başvurularımızı orada bekletiyor. Dolaysıyla Anayasa Mahkemesi bu tecride katkı sunmuş oluyor. Anayasa Mahkemesi’nden olumsuz bir karar çıkarsa biz bunları AİHM’e taşıyoruz. İç hukuk kısmı böyle. Tecridi aşmak için her şeyi yapıyoruz fakat herhangi bir sonuç elde edemiyoruz.

‘AİHM, 2012’DE YAPTIĞIMIZ BAŞVURUYA HALA CEVAP VERMİŞ DEĞİL’

Anayasa Mahkemesi olumsuz karar verdiğinde biz bunu AİHM’ne taşısak bile burada ayrı bir sorun yaşıyoruz. AİHM’deki davalar ortalama beş veya altı yıl sürüyor. Bunun sonuçlanmasını beklememiz gerekir.

2012’de o dönem İmralı’da tutulan Sayın Öcalan ve başka beş müvekkilimiz vardı. Bu beş kişinin İmralı’ya getirilme nedeni, tecridi ortadan kaldırmaktı. Ama buraya getirilen bu beş kişi de Sayın Öcalan ile aynı tecride tabi tutuldular. F Tipi hapishanelerinden İmralı’ya getirmişlerdi ama F Tipi hapishanelerindeki haklarını bile burada kullanmadılar. Onlardan sonra oraya gidenler bugüne kadar avukatlarıyla görüşebilmiş değil. Aileleri ile görüşemiyorlar, telefon haklarından yararlanamıyorlar. Onlar da İmralı’daki tecridin içine düşmüş oldular. Bizler bu durumu grup izolasyonu olarak değerlendirdik. Ve onlar için AİHM’e bir başvuru yaptık. Toplu tecrit dediğimiz bir başvuruydu bu. AİHM, 2012’den beridir bu konuda bir karar vermiyor. 12 yıl geçti, ne yazık ki AİHM gibi bir kurum daha karar vermiş değil. Biz AİHM’in bu tutumunun politik olduğunu düşünüyoruz.

‘AVUKATLAR OLARAK BÜTÜN SÜREÇLERDEN DIŞLANIYORUZ’

İnsanlara nasıl böyle bir tecrit ve hukuksuzluk uygulanabilir, diye merak ediyorlar. Şöyle yapıyorlar; aile görüşünü engellemek için disiplin cezalarını kullanıyorlar. Her üç ayda bir İmralı Hapishane İdaresi Gözlem Kurulu otomatik olarak Sayın Öcalan ve oradaki üç müvekkilimize disiplin cezası veriyor. Üç ay aile ile görüşmeyi yasaklıyorlar. Ve görüş yasağının sebebini bununla açıklıyorlar.

Biz hiçbir zaman bu disiplin cezalarının nedenini öğrenemiyoruz. Avukatlar olarak bu süreçlerden de dışlanıyoruz. Yaptığımız bütün başvurulara rağmen ne bize disiplin cezasını içeren o kararlar gönderiliyor, ne itirazımız üzerine bize dosya veriliyor, ne dosyayı incelememize izin veriliyor. Bize hiçbir tebligat da yapılmıyor. Tamamen avukatlar olarak yargı mekanizmasından dışlanıyoruz.

Avukat görüşmeleri için ise Bursa İnfaz Hakimliği görevli. Bu kurum avukat görüşmelerini yasaklıyor. Bu kurumun görevi de avukat görüşmelerini yasaklamak. Her 6 ayda bir otomatik olarak avukat yasak kararı veriyor. Ve bu yasak kararlarının nedeni da bizden gizleniyor. Bu sürece de dahil edilmiyoruz. Buna da itiraz ediyoruz ve AİHM’e taşıyoruz. İşin hukuki boyutu bu.

Bu anlattıklarımın hiçbir hukuk sisteminde yeri yok. Avukat yasağını bu şekilde uygulamak mümkün değil. Bu, savunma hakkının özünü ortadan kaldırmak anlamına geliyor. Sürekli olarak avukat yasağı ve disiplin cezaları verip aile görüşünü yasaklamak işkencedir. CPT’nin daha önceki raporlarında da bu durum ifade edildi.

‘EN KÖTÜ NOKTADAYIZ’

Sizler de daha önce belirtmiştiniz; İmralı tecridinin bu kadar derinleşmesinin en büyük etkenlerinden birisi de CPT’nin tutumu. İmralı’yı en son Eylül 2022’de ziyaret eden CPT, üzerinden geçen zamana rağmen hala raporunu açıklamış değil. Sizler artık CPT’nin yeniden İmralı’yı ziyaret etmesini istiyorsunuz. Tüm bunlar karşısında CPT hala sessizliğini koruyor. CPT’nin İmralı yaklaşımını nasıl değerlendirmek gerekiyor?

CPT’nin tutumunun İmralı’daki tecridi ortadan kaldırmaya bir katkısının olduğunu düşünmüyorum. CPT başından beri bu işin içinde yer aldı. Sayın Öcalan bir komplo ile Türkiye’ye teslim edildiğinden ve İmralı’daki bu sistem inşa edildiğinden beri CPT bir şekilde bu sistemi denetliyor.

Bugüne kadar İmralı’ya 9 defa ziyaret gerçekleştirdi, 8 ziyaretin raporunu açıkladı ve bu raporların hepsinde Türkiye’yi eleştirdi. İmralı koşullarının kabul edilemez olduğunu, çok ağır bir izolasyon olduğunu söyledi. Hatta son raporunda incommunicado tabirini CPT’nin kendisi kullandı. Haber alamama hali, bu aslında kaybedilmeye benzer bir durumdur.

Fakat Türkiye, CPT’nin raporlarında yapılan eleştirilerin gereğinin hiçbirini yerine getirmedi. Ve bugün en kötü noktadayız. 40 aydır haber alamıyoruz. Avukat ve aile görüşü yok. Bizim yazdığımız mektuplara hiçbir cevap yok. Hiçbir iletişim yok. Biz sadece müvekkillerimizin İmralı’da olduğunu varsayabiliyoruz.

Avukat olarak bunu teyit edecek durumda bile değiliz. Onların sağlığını teyit edebilecek durumda değiliz. Dolayısıyla ortada böyle bir tablo varsa ve CPT de bu sistemin oluşmasından bugüne kadarki süreçte yer almışsa CPT’nin sorumluluğu yoktur diyemeyiz. Sorumluluğu vardır.

‘İMRALI SIRADAN BİR HAPİSHANE DEĞİL’

CPT İmralı’ya yaptığı son ziyaretinin raporunu henüz açıklamış değil. Evet doğrudur; CPT’nin raporunu kamuoyuyla paylaşabilmesi için Türkiye’nin rızası gerekiyor. Fakat bizim geldiğimiz noktada 25 yıldır çok ağır bir tecrit var, 40 aydır hiçbir şekilde haber alamama hali var. İmralı sıradan bir hapishane değil. Sıra dışı bir durum var ortada. Çok olağanüstü bir durum var. Sayın Öcalan’ın ilerlemiş yaşı ve sağlık sorunları söz konusu. Diğer üç müvekkilimiz de neredeyse 30 yıldır hapishanede ve ağır koşullarda kalıyor. Dolayısıyla CPT İmralı’ya sıradan bir hapishane gibi yaklaşamaz. Eğer Türkiye bu raporu açıklamaya izin vermiyorsa, CPT’nin artık kendi prosedüründeki 10/2 maddesinin gereğini uygulama zamanı gelmiştir.

‘CPT ARTIK KAMOUYUNA AÇIKLAMA YAPMALI’

Bu madde kapsamında, o raporun açıklamasına izin vermeyen ülke hakkında ya da o raporda CPT’nin tavsiye ettiği düzeltmeleri uzun yıllar boyunca yerine getirmeyen ülkeler hakkında CPT bir açıklama yapabiliyor. Uluslararası kamuoyuna bir açıklama yapıyor ve ülkenin hukuka, Avrupa Sözleşmesine uygun davranmadığını aykırı davrandığını deklare ediyor. Anayasasında hukuk devleti yazan hiçbir ülke bu açıklama ile karşı karşıya kalmak istemez. Fakat Türkiye yavaş yavaş bu noktaya gidiyor. Bize göre CPT’nin artık bu açıklamayı yapması gerekir. Bunun zamanı geldi, çünkü bundan daha kötüsü olamaz.

‘CPT NE GEREKİYORSA ONU YAPMALI ARTIK’

İmralı’yı ziyaret eden aralarında eski CPT başkanları olan Mauro Palma, Marc Neve ve Jean-Pierre Restellini gibi isimlerle görüşmüştüm. Bu isimler, CPT’nin İmralı noktasında daha aktif olabileceğini ifade etmiş ve Türkiye’nin tutumu karşısında CPT’nin sizin bahsettiğiniz kamuoyu açıklamasına başvurabileceğini söylemişti. Peki, CPT bu açıklamayı yapmaktan neden kaçınıyor?

Aslında bu soruyu CPT’li yetkililere sormak gerekir. Biz CPT yetkilileri ile yaptığımız görüşmelerde bu taleplerimizi ve düşüncelerimizi dile getiriyoruz. Fakat kendileri sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Sadece her defasında bize aynı şeyi; ‘Biz süreci takip ediyoruz. Türkiye ile iletişim halindeyiz. Bu tecrit bizim açımızdan da kabul edilemez bir durum’ diyorlar. Başka da bir şey söylemiyorlar. Ne yazık ki söyledikleri gibi gereğini de yerine getirmiyorlar.

 CPT’nin iç dengeleri var, belki onu düşünüyor olabilirler ya da Türkiye’nin gösterebileceği reaksiyondan çekiniyorlar. Fakat dediğim gibi İmralı tecridi noktasında bugün yaşadığımız durumdan daha kötü bir durum yaşayamayız. Bu yüzden de CPT ne gerekiyorsa onu yapmalı artık.

‘İMRALI’NIN KONUMU HUKUKA AYKIRI’

İmralı’yı ilk ziyaret eden CPT yetkililerinin raporlarına baktığımızda aslında İmralı’nın konum olarak cezaevine uygun olmadığına dikkat çekiyorlar. Bu ziyaretlere katılan CPT yetkilileri, o dönem Türki yetkililerle bu konu üzerine ciddi tartışmalar yürüttüklerini dile getirdiler. Gelinen aşamada CPT’nin bu durumu da dile getirmekten uzak durduğunu görüyoruz. AİHM’e yaptığınız başvurular hangi temelde? İmralı’nın konumundan kaynaklı savunma hakkınızın ihlal edildiğine dönük de başvurularınız var mı?

Bizim yaptığımız bütün başvurularda bu argümanlar zaten var. Bir hapishanenin böyle yalıtılması, yalıtılmış bir adada olması hukuka aykırı bir durum. Erişilebilir bir yer değil. Tamamen askeri bir alan olarak ilan edilmiş. İmralı normalde F Tipi statüsüne sahip. Ülkede normalde F Tipi statüsünde çok sayıda hapishane var. Bu hapishanelere avukatlar haftanın her günü ve hafta sonları da dahil olmak üzere önceden haber vermeden, yani izin talep etmeden vekaletnamesi varsa hükümlülerle yoksa sadece tutuklularla istedikleri zaman gidip görüşebiliyor. Ama İmralı, bir adaya konmuş askeri bölge ilan edilmiş. Oraya sadece jandarma nezaretinde devlete ait gemiyle götürülüyorduk. Yani oraya ulaşım imkânı da yok. Oradan bilgi edinme imkânı da yok.

Şu anda yaşadığımız durumda budur zaten. Bir adada dört kişi hapsedilmiş ve 40 aydır haber alınamıyor. Dolayısıyla zaten koşullar zaten kabul edilemez. Ama onun üstüne çok kötü bir noktaya geldik. Evet ada koşulları Sayın Öcalan’ın sağlık durumu içinde uygun değildi. Kendisinin solunum yolu rahatsızlıkları var. Adanın nemli havası onu çok zorluyordu. O açıdan da çok sıkıntılıydı. Fakat bugün öyle bir noktaya geldik ki, adanın koşullarından ziyade, bugün müvekkillerimizden haber alamıyoruz. CPT’nin bir an önce harekete geçmesi gerekiyor. Sadece ada koşullarını unutması değil, gidip müvekkillerimizden haber almamızın koşularını sağlamaları gerekir. Kendilerinin de bir an önce tekrar İmralı’ya gitmesi gerekiyor. Sadece Türkiye’nin son raporunun açıklamasına onay vermeleri yetmez; çünkü bunun üzerinden iki yıl geçti. Yeniden İmralı’ya gidip bir ziyaret yapmaları gerekiyor.

DEVAM EDECEK…