GÖRÜNTÜLÜ

Av. Bilmez: AİHM’e göre müvekkillerimiz 2014’ten beridir işkence altında

AİHM’nin kararına göre müvekkillerinin 2014’ten beridir İmralı’da işkence altında tutulduğunu ifade eden Av. İbrahim Bilmez, BM’de devam eden tecrit dosyalarını da hatırlatarak, Türkiye’nin mahkum edileceğini kaydetti.

İMRALI TECRİDİ VE ABDULLAH ÖCALAN'IN ÖZGÜRLÜĞÜ

25 yılı aşkındır İmralı Ada Hapishanesi’nde ağır tecrit koşullarında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 40 aydır hiçbir haber alınamıyor. Aile ve avukat görüş hakkı gasp edilen Abdullah Öcalan bir bütün olarak mutlak iletişimsizlik hali altında tutuluyor. Yaşanan bu hukuksuzluk karşısında ise başta İmralı’ya tek girme yetkisine sahip Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) olmak üzere yetkili kurumlar bir sessizlik içerisinde.

Abdullah Öcalan şahsında hiçbir hukukun işletilmediği İmralı’daki tecrit hangi aşamada? İmralı’daki mahkumların avukat ve aile görüş hakları nasıl engelleniyor? CPT, yaşanan hukuksuzluk karşısında neden sessiz? Abdullah Öcalan’ın avukatları bu tecridi kırmak için nasıl bir çalışma içerisinde? “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesi nasıl bir önem taşıyor?

Tüm bu soruların cevabını, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından İbrahim Bilmez ile konuştuk. Av. Bilmez ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü şöyle:

‘BM’NİN TÜRKİYE’Yİ MAHKUM EDECEĞİNDEN EMİNİZ’

Abdullah Öcalan’ın avukatları olarak İmralı’daki hukuksuzluğu taşıdığınız kurumlardan birisi de BM İnsan Hakları Komitesi. BM Cenevre Ofisi’nde düzenlenen konferansta yaptığınız konuşmada, BM’nin yetkili organlarına da İmralı tecridine dönük harekete geçme çağrısında bulundunuz. Bu organların nasıl bir sorumluluğu var, buraya yaptığınız başvurular hangi aşamada?

Biz uzun süre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Konseyi (AK) organları üzerinden uluslararası hukuk mekanizmalarını kullandık. AİHM’in yaklaşımını size anlattım. 12 yıldır toplu tecride dönük yaptığımız başvurumuza hala cevap vermiş değil.

Geçmişte BM’nin konuya ilişkin organlarına ve komiserliklerine başvurular yapıyorduk. Yaşanan tecridi aşabilmek adına 29 Temmuz 2022’de BM İnsan Hakları Komitesi’ne bir başvuru yapmıştık. Bu Komite, AİHM gibi evrensel uluslararası bir mahkeme görevi de görüyor.

Bireysel başvuruları alıp o ülkeler adına bir yargılama yapıyor. AİHM’den farkı, bütün dünya çapında yetkili olmasıdır. Bu kapsamda bizler de durumu anlatan dava dilekçemizle buraya bir başvuru yaptık. BM İnsan Hakları Komitesi, 6 Eylül 2022 tarihinde talebimizi kabul ederek Türkiye hükümetinden tedbir talebinde bulundu.

Tecrit koşullarının kabul edilemez olduğuna dikkat çeken Komite, bir an önce Abdullah Öcalan’ın ve İmralı’daki diğer üç mahkûmun kendi istediği avukatlarla sınırsız bir şekilde görüşmesinin önünün açılmasını Türkiye’den talep etti.

Türkiye, Komite’nin bu karara rağmen hiçbir şey yapmadı ve talebin gereğini de yerine getirmedi. Bu durumu BM İnsan Hakları Komitesine tekrar ilettik. Bunun üzerine Komite, Ocak 2023’te tekrar tedbir talebinde bulundu. Fakat Türkiye bu talebin de gereğini yerine getirmedi.

Bugün BM İnsan Hakları Komitesi’ndeki bu davamız hala devam ediyor. BM İnsan Hakları Komitesi’nin Türkiye’yi mahkum edeceğinden eminiz. Çünkü bu tecrit ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, ne BM sözleşmelerine ne de Türkiye’nin kendi anayasasına uygun bir durum değil.

Yine 17 Mayıs 2024 tarihinde BM’nin İşkence ve Hâkim ve Avukatların Bağımsızlığı Üzerine Özel Raportörüne başvuruda bulunduk. İşkence Raportörüne başvuru yaptık çünkü İmralı’daki tecrit koşulları işkence koşullarıdır. Bu durumu başka bir terimle adlandırmak mümkün değil, çünkü bu koşullar açıktan işkence koşullarıdır.

‘AİHM’E GÖRE MÜVEKKİLLERİMİZ 2014’TEN BERİDİR İŞKENCE ALTINDA’

2014 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dair AİHM’ne başvuru yapmıştık. Bu başvuruya dönük, AİHM ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’cü maddesinin ihlali anlamına geldiğine dönük karar verdi. Yani İmralı’da işkence yasağının ihlal edildiğine dönük karar verdi. Dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infaz biçiminin işkence olduğunu söyledi. AİHM’in bu kararına göre müvekkillerimiz, hukuken bu kararın çıktığı 2014’ten beridir hukuken işkence altındadır.

Tüm bunları tecrit koşullarından bağımsız olarak söylüyorum. Zaten tecrit koşulları ayrıca işkence anlamına geliyor. Biz bu taleplerimizi BM’nin Özel İşkence Raportörüne ilettik.

Ayrıca biz kendi mesleğimizi yapmaktan da alıkonuluyoruz. Müvekkillerimize disiplin cezaları verilip aile görüşü engelleniyor, biz o süreçlerde yokuz. Bu kararlar bize tebliğ edilmiyor. Bu durumu öğrendiğimizde başvuru yaparak, bu kararların bize iletilmesini talep etsek de o kararlar bize gönderilmiyor. Yine bizi UYAP sistemine dahil etmiyorlar.

Yine avukat yasağı kararları veriliyor. Onlar için de aynı durum söz konusu. Haberimiz olmuyor, bu sürece de dahil edilmiyoruz. Dolayısıyla biz kendi mesleğimizi de icra edemiyoruz. Bu yüzden BM’nin Hâkim ve Avukatların Bağımsızlığı’nı savunan Özel Raportörüne de başvuruda bulunduk. Bu dosyayı da takip etmeye devam ediyoruz.

‘SESSİZLİK KÜRT MESELESİNE YAKLAŞIMLA BAĞLANTILI’

Sizin de belirttiğiniz gibi İmralı’da hem iç hukuk hem de uluslararası hukukun işletilmediğine tanıklık ediyoruz. Öte yandan bu hukuksuzluğa rağmen yetkili organlar da bu tecrit karşısında sessiz kalmaya devam ediyor. Bu sessizliği nasıl ele almak gerekir?

Devletlerin ve devletler üstü resmi kuruluşların sessizliğinin tamamen Kürt meselesiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Kürt meselesinin çözümü ve çözümsüzlüğüne dönük yaklaşımla ile ilgili bir durum. Sonuç olarak, Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarının Kürt meselesinin çözümünden bağımsız olduğunu iddia etmek mümkün değil. Sayın Öcalan’ın konumu biliniyor. Abdullah Öcalan hem Kürt halkı tarafından bir lider hem de Kürt meselesinin çözümünde önemli bir aktör olarak görülüyor. Geçmişte yapılan kampanyalarda milyonlarca insan imza vererek, Sayın Öcalan’ı siyasi iradesi olarak gösterdi; ki o dönem Sayın Öcalan’a, Sayın denildiği için insanlar yargılanıyor ve tutuklanıyordu. Buna rağmen bu tutuklama tehdidine rağmen bu kadar insan imza verdi. Kürtler cephesinde durum böyle.

Öte yandan devlet de her ne kadar 99’daki yargılama sürecinde Sayın Öcalan’ı basında, kamuoyunda “şeytanlaştırmaya” ve linç etmeye çalıştıysa da, aslında Sayın Öcalan’ın Kürt meselesindeki geçmişten gelen çözüm arayışlarını ve çabalarını biliyordu. Yani devlet de Sayın Öcalan’ı bir aktör olarak kabul ediyordu. Bu yüzdendir ki 99’dan sonra İmralı’da kapalı kapılar ardında gizli görüşmeler gerçekleştirdi.

‘ABDULLAH ÖCALAN TÜRKİYE HALKLARI İÇİN BÜYÜK BİR ŞANS’

Daha sonra PKK ile devlet yetkilileri arasında Oslo görüşmeleri gerçekleştirildi. Ardından 2012’den sonra “çözüm süreci” adı altında bir süreç gelişti. Sayın Öcalan doğrudan muhatap alındı. Dolayısıyla açıkça söylemek gerekir ki, Sayın Öcalan hem Türkiye devleti hem de Türkiye halkları için büyük bir şanstır. Kürt meselesinin çözümü konusunda çok samimi bir yaklaşım ve iradesi var. İmralı’ya gittiğimiz dönemler, bu duruma bire bir tanıklık ettik.

Sayın Öcalan, hep bir çözüm çabası ve arayışındaydı. Ve bunu da yapacak gücünün olduğuna tanıklık ettik. Dünyadaki bu meseleye benzer bütün meseleleri inceledi. En makul çözüm önerilerini geliştirdi. Dolmabahçe Mutabakatının oluşumunu sağladı. Gerçekten bu meselenin çözümü için büyük bir samimiyeti ve gücü var. Dolayısıyla sıradan bir insandan bahsetmiyoruz. O yüzden de bu tecridin Kürt meselesiyle bağını kurmak gerekir. Dolayısıyla, uluslararası örgütlerin ve devletlerin bu tecride sessizliği, Kürt meselesine bakışlarıyla ilgilidir.

Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl bir şekilde çözülmesini istemeyen hegemonik güçler de olabilir. Kürt meselesinin çözümsüzlüğünün Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu zayıflattığının farkındalar. Kürt meselesi, Filistin meselesiyle birlikte Ortadoğu’nun en yakıcı sorunlarından birisidir. Sayın Öcalan savunmalarında defalarca dile getirdiği gibi, Türkiye eğer Kürt meselesini çözerse, örneğin Rojava’daki yapıyı düşman görmeyip de destekleseydi bugün belki çok farklı bir noktada olacaktık. Ortadoğu’daki bütün Kürtleri kazanacaktı.

 Türkiye bunu ancak demokratikleşerek yapabilirdi. Demokratikleşmiş bir Türkiye’yi, halkların özgürleştiği bir Türkiye’yi, Kurdistan’ı ve bir Ortadoğu’yu bazı güçler istemiyor olabilirler. Dolayısıyla uluslararası ilişkiler bu konuda biraz karmaşık ve çetrefilli.

Tüm bu nedenlerden dolayı hukuk diye bir yapı var. Hukukun gereğini yerine getirmek gerekir. Hukukun gereği de Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin bir an önce kalkması ve kaldırılmasıdır. Uluslararası yargı mekanizmalarının en azından bu konuda gerekli müdahaleleri yapması gerekiyor.

‘TÜRKİYE ÖZGÜRLÜK KAMPANYASINI GÖRMEZDEN GELEMEZ’

Geçtiğimiz 10 Ekim’de küresel çapta “Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kürt Sorununa Siyasi Çözüm” adı altında bir kampanya başlatıldı. Bu kampanya farklı toplumsal kesimleri de içerisine katarak büyümeye devam ediyor. Bu kampanya ile Türkiye’nin uluslararası arenada giderek yalnızlaştığına da dikkat çekiliyor. Siz bu kampanyanın önemi hakkında ne demek istersiniz?

Öncelikle bu kampanyanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin bu kampanyayı görmezlikten gelme şansının olmadığını düşünüyorum. Türkiye gözlerini de kapatsa, bu kampanyayı görmezlikten de gelse gerçeklik böyle değil. Bu kampanyayla birlikte Türkiye’nin imajı zarar görüyor.

Sayın Öcalan hem Ortadoğu’ya dönük çözüm perspektifleri hem Avrupa’da hem de dünyada hızla daha tanınır hale geliyor, tartışılıyor. Bu konularda konferanslar yapılıyor. Bu kampanya sayesinde bu tecrit koşulları da daha görünür ve duyulur hale geldi. Uluslararası örgütler ve devletler her ne kadar sessiz kalsa da, bu ülkelerdeki demokratik kamuoyu artık ses çıkarmaya başlıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin de bundan etkilenmemesi mümkün değil. Ben bu kampanyanın bu şekilde daha da güçlenerek sürdürülmesi halinde yakın süreçte olumlu bir sonuç alınacağını düşünüyorum.

‘DAYANIŞMAYLA TECRİDİ KIRABİLİRİZ’

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Tecridin kırılması noktasında dayanışma çok önemli. Kendi hukukunu ve uluslararası hukuku uygulamayan bir devlet pratiği ve gerçekliği var. Diğer devletler ve uluslararası güçler de ne yazık ki büyük ölçüde bu duruma göz yumuyor. Bu nedenle de bütün uluslararası demokratik kamuoyu ve özellikle sivil toplum örgütlerinin bu konuda ses çıkarmaları ve harekete geçmeleri gerekiyor. Onların dayanışmasını bekliyoruz. Dayanışma ile bu tecridi aşacağımızı düşünüyorum.

 

https://firatnews.com/guncel/av-bilmez-Imrali-da-son-noktadayiz-cpt-artik-sessiz-kalamaz-200227