Avukat Benkhelifa: Dronlar Türk devletinin yargısız infaz araçlarıdır – III-

Türkiye'nin SİHA'larla gerçekleştirdiği saldırıları Maxmur ve Şengal'e yaptıkları ziyaretlerde yakından inceleyen avukat Selma Benkhelifa, dronların yargısız infaz araçları olduğunu söyledi.

Avukat Selma Benkhelifa’nın da içinde olduğu üç Belçikalı avukat, geçtiğimiz yıl ağustos ayında Türk devletinin dron saldırılarını incelemek üzere Şengal ve Maxmur mülteci kampına gitti. Türk devletinin dron saldırıları ile sivillere ve yerleşim yerlerine zarar verdiğini belgelediler. Belçika’ya döndüklerinde gördüklerini medya kuruluşlarına anlamak istediklerini belirten Benkhelifa, bu konuda ciddi bir duyarsızlıkla karşılaştıklarını belirtiyor.

Geçtiğimiz yıl Kürdistan’a gittiniz. Türk devletinin SİHA saldırılarını yerinde incelediniz? Bize izlenimlerinizi ve ulaştığınız sonuçları anlatır mısınız?

2022 yılının ağustos ayında SİHA saldırılarını yerinde incelemek üzere Şengal ve Maxmur mülteci kampını ziyaret ettik. Şengal’de birçok Êzidî köyüne gittik. Türk devletinin, Êzidîlere dönük yaptığı saldırılar, ırkçı saldırılardı. Biz alandayken dahi Türk dronları havada dolaşıyordu.

Êzidîler fermandan bahsediyorlardı. Bu, onların dilinde soykırım anlamına geliyor. Onlar DAİŞ’in saldırısını son ferman sanıyorlardı. Ama Êzidîler, Türk devletinin SİHA’larla yaptığı saldırıları da ferman olarak niteliyorlar. Bunu DAİŞ’e karşı kazandıkları zaferin intikamı olarak görüyorlar.

Bu saldırılardan mağdur olmuş aileleri ziyaret ettik. Zaten Türk devleti, yapmış olduğu her dron saldırısının arkasında durup, bu saldırıları gerçekleştirdiklerini açıklıyorlar. Oraya gittiğimiz zaman Türk dronları olduğuna dair deliller bulabiliriz. Ama Türk dronları olup olmadığını sormak, bu soru bile değil. Çünkü Türk devleti, saldırıları zaten açıklamalarıyla teyit ediyor. Bunu da PKK ile mücadele adı altında yapıyor.  

Örneğin bir araba konvoyuna saldırı yapmışlardı, içinde bir Êzidî sorumlu vardı. Ertesi gün de yaralıların öldüklerinden emin olmak için hastaneyi bombalamışlardı.

Şengal’de çarşıdaki esnaflarla da görüştük. Saldırıda katledilenlerin aileleriyle de görüştük. Bu saldırılarda her seferinde sivil insanları vurdular.

Maxmur mülteci kampında neler gördünüz?

Daha sonra Maxmur mülteci kampına gittik. Orası da Türkiye’de köy yakma ve baskı süreçlerinde göç edenlerin gelip yerleştiği bir mülteci kampı. Düşünün ki Türk devletinden kaçıp Saddam Hüseyin’e sığındılar. Demek ki Türk devleti, Saddam’dan daha gaddar ve acımasız. Aç ve susuz kaldılar bu mülteciler, ta ki Saddam Hüseyin, onlara bir çöl verene dek. İnsanlar o çölü bir yaşam alanına çevirdiler. Bu insanlar, BM Mülteciler Komiserliği’nin verdiği kimliklerle orada yaşıyorlar. Ama şimdi orada doğanlardan birden fazla jenerasyon oluştu. Orada doğup büyüyenlerin hiçbir ülke kimlikleri yok, vatansızlar. Erdoğan, orayı ‘terör yuvası’ olarak niteliyor. Bu mülteci kampı da düzenli olarak SİHA saldırılarına maruz kalıyor.

Oradaki insanlardan aldığımız bilgiye göre, hayvanlarını otlatmaya götüren 70 yaşındaki yaşlı bir kadını dahi dron ile vurmuşlardı.

Türk devletinin mentalitesine göre, buralarda yaşayan herkes PKK’lidir. Ama şimdiye kadar Türk devleti, bu kampta olup da Türk devletine karşı savaşmış, saldırmış birileri olduğuna dair hiçbir delile sahip değil.

Uluslararası kanunlarda bir ülke başka bir ülkenin topraklarını vuramaz.

Türk devleti, bu saldırılarını Birleşmiş Milletler (BM)’nin meşru savunma hakkı olan 51. Maddesine dayandırıyor?

DAİŞ Saldırısına uğrayan Êzidîler, kendini korumak için silahlı güçlerini oluşturdular ve DAİŞ’e karşı mücadele ettiler. Ancak bu silahlı güçleri, hiçbir zaman Türk devletine saldırmadı. Türkiye sınırından çok uzaktalar, Suriye sınırındalar. Dolayısıyla bu saldırıların kendini savunma hakkı ile alakası yok.

Aksine Türk devletinin SİHA’larla yaptığı saldırılar, BM’nin “insanlar yargısız, sorgusuz infaz edilemez” kanununu ihlal ediyor. Çünkü Türk devletinin yaptığı yargısız infazdır.

Türk devleti, 80 ve 90’larda yaptığı yargısız infazları gördük, insanlar kaçırılıp kafalarına kurşun sıkılarak öldürüldü. Şimdi bu yargısız infazları dronlarla yapıyor. Eskiden silahla yapılan şimdi dronla yapılıyor. Emir veren devlettir ama o cihazı kullanan bir kişidir. Bir adam, bilgisayar üzerinden insanları takip ediyor ve öldürüyor. Bir video oyunu gibi.

Türk Savunma Bakanlığı açıklamasında, MİT’in verdiği bilgiye göre diyor. Ölüm emrini veren MİT’tir. İnsanların fotoğraflarını, bilgilerini MİT veriyor, bilgisayarlara yerleştiriyorlar. Dronlarla o insanları öldürüyorlar. Ama birçok sefer de hata yapıyorlar, bazen bir çocuğu bazen bir yaşlı kadını öldürüyorlar.

İnsan Hakları örgütleri de, sivillerin öldürüldüğüne dair açıklama yapıyorlar. Ama hiç kimse bir ‘teröristin’ öldürüldüğü açıklamasını yapmıyor. Var sayalım kişi terörist olsa bile o insan yargısız infaz edilemez, tutuklanmadan, mahkemesi yapılmadan, soruşturulmadan, hukuki bir süreç yaşanmadan bir insanın terörist olduğuna hukuksuz bir biçimde karar verilip bir insan katledilemez.

PKK’li olsa bile bu yapılamaz, hukuka aykırıdır. MİT yargı değil, hukuk değil. Türkiye’de sözüm ona idam yok diyorlar, ölüm cezası yok. Ama bu idamdır, ölüm cezasıdır. İdam cezasını kaldırdığına dair sözleşmeleri imzalamıştır ama idam yapıyor. Hukuk, yargı, mahkeme karar vermiyor. Bizzat MİT içindeki insanlar karar veriyor ve bilgisayar başındaki bir insana şunu yok et diyor ve dronlarla yok ediliyor.

Uluslararası hukukta silahlı dronlar konusunda boşluk olduğu söyleniyor?

Kızıl haç gibi uluslararası organizasyonlar, dronların kullanımına dair herhangi bir kanun ya da madde olmadığına dair tartışmalar yürütüyor. Dronlar için böyle bir yasa yoksa, uluslararası silah kullanımı yasalarına denk geliyor. Şöyle değerlendirebilirim, dronun birini öldürmesi, birinin gidip bir yargısız infaz yapması gibidir. Êzidî köyünde muhtar olan adam, Türk devleti silahlı birini gönderip onu öldürmeye çalışmış olsaydı daha büyük bir olay sayılıp gündem olabilirdi, ama dronun gönderilmesinin daha hafif ele alındığını söyledi. Halbuki ikisi de aynı işlevi görüyor. Hukukta bu ikisinin birbirinden farkı yok. Ha bir katil gönderdin ha dron gönderip öldürdün.

Bir şey daha söylemek istiyorum. Bir köyde halk meclisi binası dron saldırısına uğradı. Orada bir toplantı olduğunu iddia ediyorlardı. Bu da bir savaş suçuydu. Dron bir kez vuruyor, sonra bekliyor. 15 dakika sonra yardım geldiğinde itfaiye, ambulans vb. onlar gelince dron tekrardan vuruyor. Yani yardıma gelenleri vuruyor. Bu açık bir savaş suçudur.

Türk devleti, uluslararası hukukta yaşanan boşluğu kullanarak mı Kürtleri dronlarla katlediyor?

Oradaki Êzidîler, Türk devletinin dron saldırılarını, DAİŞ saldırılarından daha alçakça buluyorlar. DAİŞ saldırılarını yeğliyorlar, çünkü diyorlar, onlar gelip silahla saldırıyor. Ama dron saldırılarına karşı bir savunman yok. Türk devleti, askerini riske atmıyor.

Irak devleti, BM Güvenlik Konseyine şikâyette bulundu. Çünkü öldürülenler arasında sivil Araplar da vardı.

Êzidîler şunu diyor, ne Güney hükümeti ne de Irak hükümeti, biz Êzidî olduğumuz için onların gözünde biz kafiriz, o yüzden bizi koruma gibi bir arzusu yok. Onların bu arzusu olmayınca uluslararası alanda da bir şey olmuyor.

Maxmur mültecileri diyor, buradaki yönetimin, hükümetin umurunda değiliz. İnsanlarımız öldüğü zaman ölüm tarihleri bile elimizde yok.

Çünkü mağdurların devleti olmadığı için savunmasız kalıyorlar. NATO’da birlikteler. Ama hukuken savaş suçudur, insanlık suçudur yaşananlar, bu çok açık. Bu insanları savunacak bir devleti, yaygara koparacak, uluslararası alanda savunacak bir devleti olmadığı için.

Peki devleti olmayan halklar her yerde bu şekilde kolayca yargısız infaz mı edilecek?

Gerçek soru budur. Bu, büyük bir sorun. Bizler bu saldırılara için İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapmak istedik. Ancak onlar da Türkiye’deki iç hukuk yollarını bitirdikten sonra bize başvurun diyor. Ama mağdurlar Türk vatandaşı değil, orada dava açamıyoruz.

Türkiye’de 2014’de bir yasa çıkarıldı, MİT’e karşı dava açılamıyor. Avukat Tahir Elçi öldürüldüğü zaman çok etkilendik. Savunma Bakanlığına karşı dava açmıştı.

Êzidîler için mümkün değil, o avukatı da hedef haline getiriyorsun. Ve biliyoruz ki negatif bir sonuç alacağız, çünkü Türk devleti bu konularda yargılama yapmayacak.

İkinci bir yol da Birleşmiş Milletler’e başvurmak. Bunu da bir devlet yapabilir. Mesela Irak, Arap sivillerin öldürüldüğü bir saldırı için BM’ye başvurdu ama Kürtler için bunu yapmıyor.

Maxmurlu mağdurlar için BM İnsan Hakları Komisyonu’na bir başvuruda bulunduk. Ama hala cevap yok. BM, bu saldırılar olamaz dese bile herhangi bir yaptırımı yok. Hükümetler üzerinde politik bir baskı atmosferi olmazsa değişim olmaz.

Uluslararası kurumlar ya da kamuoyu tüm bunlara neden sessiz?

Başka bir sorun daha var, Şengal ve Mahmur’dan döndüğümüzde gördüklerimizden dolayı şok olmuştuk. Belçika’da basın yayın organlarıyla görüştük. Ama beni davet eden sadece Kürt televizyonu oldu. Benimle röportaj yapan tek gazeteci de sizsiniz. Basın yayın organlarıyla görüşebilmek için çok çaba harcadım. Ama kimse bu konuda yazmak istemedi. Bu gerçekten bir sansür mü yoksa onları ilgilendirmiyor mu bilemiyorum.

Mesela Türk devletinin Efrin’de ne işi var. Uluslararası yasalara göre o toprakları ilhak etmiştir. Niye insanlar Putin’e, Ukrayna’ya girdiği için tepki gösterdi, onun öncesinde Türkiye, Suriye’ye girmişti. Bütün dünya medyası Ukrayna’yı konuştu. Ama aynı şeyi Suriye’de Türk devleti yaptı, ses yok. Bu konuda bilgi kirliliği var. Belçikalılar için Türkiye tatil yapmaya gidilecek bir yer. Türkiye’yi anlattığımız zaman, işgalci olduğunu söylediğimiz zaman buna inanmıyorlar. Bu, halkların sorunu değil medyanın sorunu. Mesela İsrail devleti, manipülasyonda Türk devletinden daha iyidir, ama birçok insan evet Filistinliler haklıdır diyor.

Sanki Kürtler, DAİŞ’e karşı savaştığında oluşan hava unutuldu. DAİŞ’e karşı savaştığında kahramandı. Ama şimdi hafıza kaybı yaşanıyor. O zaman medya, Kürtlerden pozitif bahsetti. Ama şimdi her şey unutuldu, sanki Suriye’de hiçbir şey olmamış gibi davranılıyor.

Ben de bunu anlayamıyorum. Mesela Gazze olayı için Kolombiya, Şili, Bolivya, Küba hiçbir çıkarları da yoktu, İsrail’in kriminal olduğunu dile getirdiler. Ama niye Kürtler için aynı şeyi söylemiyorlar?

Gazze için İsrail’e tepki gösterenler, Kürtler için de tepki gösterselerdi şansımız olurdu. Amerika gibi ülkelerden beklemiyoruz. Ama o tür ülkeler de maalesef açıklama yapmadı.

Türk devleti birçok ülkeye dron ihraç ediyor, bunun olası tehlikeleri ne olabilir?

Türkiye, bir mafya ülkesine döndü. Erdoğan’ın damadının dron üreten şirketleri var. Birçok ülkeye dron satmaya başladı. Bu ülkelerin demokratik olup olmadığına bakmaksızın herkese satıyorlar. Mesela Afrika’da öyle ülkeler var ki, anti demokratik, diktatör, kendi halkına karşı bir ölüm makinesi olarak kullanabilir. Ayrıca uluslararası güvenlik için de tehlike. Türkiyeli gazeteci Can Dündar ilaç yardımı adı altında DAİŞ’e silah taşındığına dair haber yapmıştı. Bu taşımadan Erdoğan’ın oğlu sorumluydu. Yani DAİŞ’e silah verebilen bu mafya devlet, Boko Haram’a ya da başka mafya gruplarına, terörist gruplara da dron satabilir. 

Bir ülke, başka bir ülkeye silah satarken bunun uluslararası kriterleri olması gerekmez mi?

Mesela Belçika, Suudi Arabistan’a silah satıyor. İnsan Hakları Ligi, bu silah satışını durdurması için Belçika devletine karşı birçok dava açtı. Çünkü o silahlarla Yemen’de savaş suçu işleniyordu. İnsan Hakları Ligi, davayı kazanmasına rağmen Belçika silah satmaya devam etti. Şunu görüyoruz, ekonomik ve askeri çıkarlar söz konusu olduğunda hukukun hiçbir kıymeti harbiyesi kalmıyor. Ve bu çok korkutucu. Bu kafama takılan bir soru, anlayamıyorum. Kendimi çok akıllı bulduğumdan değil. Ben birey olarak Erdoğan’ın, Boko Haram, DAİŞ ve buna benzer terörist, kriminel gruplara dron satabileceğini düşünebiliyorsam, Belçika, Fransa, Almanya istihbaratında bunu düşünemeyecek insanlar yoktur. Anlamıyor değiller ama kabul ediyorlar. Niye kabul ediyorlar anlamıyorum. Bu terörist gruplar, dronları Avrupa’nın çıkarlarına karşı da kullanabilirler, mantıklı değil bu yapılan. Ama uluslararası çıkarlar…

Geçtiğimiz yıl Etiyopya’da kullanılan bir dron ile 60’a yakın sivil katledildi. Washington Post bu saldırının, Etiyopya devletine satılan bir Türk dronu tarafından yapıldığını dair kanıtlar yayınladı.

Evet bunu birçok yerde kullanacaklar, saldırılar yapacaklar.

Dronların silah olarak kullanılmasına karşı ne gibi çalışmalar planlıyorsunuz?

Dronların silah olarak kullanımına karşı “Dron kullanımına hayır” sloganıyla bir kampanya başlatacağız. Bu kampanyaya başlamadan uzmanların katılacağı bir konferans da düzenleyeceğiz. İnsan hakları örgütleriyle planlıyoruz. Bu konuyla ilgilenen insanları bulmak zor. Bu konuda sorumluluk alabilecek insanların olmayışı ve bu konudaki umursamazlığı üzücü.

Uluslararası barış için bir grupta Kürdistan üzerine de çok yazan biri var. Ona bu konuda yazdım. Bana, sivillere karşı yapılıyorsa tamam ama teröristlere karşı yapılıyorsa bir şey yapamam. Ben de ona, kim bu insanların terörist olduğuna karar verdi, dedim.

Mesela bundan yirmi yıl önce tüm devletler anti personel mayınları kabul ediyorlardı. Ama şimdi yasak. Bunu dronlar için de düşünebiliriz. Çünkü herkes “yargısız infaz yapılamaz” konusunda hem fikir. Ama dronlar şimdi yargısız infaz aracı olarak kullanılıyor.

Şu an tüm devletler dronları bir savaş aracı olarak geliştirmek konusunda bir yarışta…

Evet. Dronlar, yarı otonom silahlar. Ama bu programı yapanlar da insanlar. Otonom silahlar için de öyle, programı yapan insanlar. Mesela Türkler için düşman PKK. Dronu programladığında PKK’li insanları tanıması için programlayacaklar. Örneğin PKK’lilerin giydiği kıyafetler, Kürtlerin ulusal kıyafeti. Dron öyle programlanacak ki, bu kıyafeti giyinen herkesi düşman olarak görecek. Dron tek başına karar veremez. Programa, yapay zekaya dayalıdır. Pratik olarak çok tehlikeli.

Belçika Parlamentosu, otonom dronların kullanılmaması konusunda karar aldı.

Az önceki probleme geliyoruz. Dronları satıyorlar, kimlere sattıkları belli değil. Yarın öbür gün Boko Haram, DAİŞ gibi gruplar da dronları yapıp, kimi öldüreceklerine karar verebilirler. Mesela baş örtüsü takmayan kadınları hedef gösterebilirler ya da namaz kılmayan insanları hedef gösterebilirler. Yani istediklerini öldürebilirler.

Türk devletine dron parçalarını veren Batılı devletler, şirketler de var. Bu konuda neler yapılabilir?

Bunun için geçmişte Kanada’da bir kampanya oldu, galiba dava açılmıştı. Tam emin değilim ancak sanki onlar artık satmıyor. Parça satan şirketlere dava açmak için tam neyi sattıklarını bilmek lazım. Almanya’da yasalar nasıl bilmiyorum ama Almanya’da yaşayan Kürtler, halkımızı katlediyor diyerek dava açabilirler belki.

 

YARIN: Türk devletinin Şengal’e SİHA saldırıları