‘Cezaevlerinde tek bir ölümün dahi olması bizim utancımız’

Hasta tutsak Cengiz Sinan Halis Çelik’in kardeşi Nesrin Çelik, cezaevindeki hasta tutsakların hiçbir zaman gündemden düşmemesi gerektiğini söylerken, dışarıdaki herkes gibi demokratik toplum kuruluşlarına da bu anlamda görev düştüğünün altını çiziyor.

Türkiye hapishanelerde son bir ayda 5’i ağır hasta olmak üzere 7 tutsak yaşamını yitirdi. Bunlar Bangin Muhammed, Garibe Gezer, Abdülrezak Suyur, Halil Güneş, Salih Tuğrul, İlyas Demir ve Vedat Erkmen’di.

Bu ölümler, bir defa daha hapishanelerdeki hasta tutsakların durumu konusunda hala ciddi bir tablo olduğunu da ortaya koydu.

Zira İHD’nin raporuna göre hapishanelerde bin 605 hasta tutsak bulunuyor. Bunların 604’ü ağır hasta. Son bir ay içinde hayatını kaybeden 5 ağır hasta tutsak da bu listede yer alıyordu.

Yine İHD’nin raporuna göre hapishanelerde 2020’den bu yana 64 hasta tutsak yaşamını yitirdi.  

HASTALIKLARI ZORLASA DA MORAL OLARAK İYİ

Cengiz Sinan Halis Çelik de bu hastalardan biri.

Onun hikayesi daha önce de yazıldı ama durumunda değişen bir şey olmadı.

Çelik, hem kanser hastası hem de ileri derecede epilepsi. Covid-19 salgını ile birlikte de tedavisi sekteye uğramış durumda.

Hasta tutsak Cengiz Sinan Halis Çelik’in kız kardeşi Nesrin Çelik ile hem yakın zamandaki durumunu hem de var olagelen koşulları ANF için konuştuk.

Nesrin Çelik, öncelikle durumunu anlatıyor abisinin. Kanser hastası, ağır epilepsi krizleri geçiriyor. Korona salgını, durumu daha da belirsiz hale getirdi, diyor: “Abim 25 yıldır hapishanede. Şu an Silivri Cezaevi'nde ve mesane kanseri. İleri boyutta epilepsi hastası. Ayrıca Özgecan Aslan’ın katillerinden biri Metris Cezaevi rehabilitasyonundayken, hatta barış süreci döneminde 22 yerinden bıçakladı abimi. Çoğu kez terapi ya da fizyoterapisini kendisi yapıyor. Tek başına antrenman yapabildiği oranda kaslarını geliştirmeye çalışıyor. Biz onu ya tekerlekli sandalyede ya da elinde bastonla görüyoruz. Bedenen hastalıkları her ne kadar onu zorlasa da moral olarak iyi. Korona salgını boyunca tedavi olmadı. Aslında biz de bir taraftan hastaneye gitmesini, oradaki koşullarından dolayı istemedik; çünkü hem kanser hem de epilepsiden kaynaklı bünyesi çok zayıf.”

KANSERİN HANGİ AŞAMADA OLDUĞUNU BİLMİYORUZ

Kardeş Çelik’in hastane koşulları konusunda da dikkat çektiği bir husus var. O da, doktorların, davasından dolayı Cengiz Sinan Halis Çelik’e ayrımcı bir tutum ile yaklaşmaları: “Ameliyat meselesi de ayrı bir hikaye. Doktorlar hem kendi davasından dolayı onu insan yerine koymuyor hem de narkoz vermeden, bayıltmadan ameliyat etmek gibi bir durumları söz konusu. Bütün bu koşullar üst üste olunca iki senedir biz kanser durumunun hangi aşamada olduğunu bilemiyoruz ne yazık ki.

Abim normalde Metris Cezaevi rehabilitasyonunda kalıyordu fakat Silivri’ye sürgün edildi. Burada hasta tutsakların kalması için koşullar uygun değil. Örneğin abimin tuvaletini tek başına kullanması gerekiyor. Bu basit ihtiyacını bile şu an kaldığı hapishanede karşılayamıyor.  Öte yandan salgın öncesinde abimi Samatya Devlet Hastanesi’ne götürüyorduk; doktor buraya getirin dedi, fakat salgın başlayınca bu da mümkün olmadı. O yüzden kanseri ne kadar yayıldı, hangi aşamada bilemiyoruz.”

TELEFONDA KONUŞURKEN BİLE EPİLEPSİ KRİZİ GEÇİRDİ

Nesrin Çelik, abisinin hastalığı konusunda öyle bir boyuta gelindiğini söylüyor ki artık kanseri bırakıp acaba epilepsi yüzünden başına bir şey geldi mi diye endişelendiklerini anlatıyor: “Bir keresinde abimle telefonda konuşurken epilepsi krizi geçirdi. O an elbette telefonda durumu anlayamadım. Sonra ‘Cengiz bir hasar var mı, iyi misin?’ dediğimde ‘Dişlerim kırıldı bir de burnumdaki kemik…’ dedi. O an herhangi bir müdahalede bulunulmuş olmasa belki de abimi kaybedecektik. Her pazartesi arıyor, kanser hastalığı bir tarafa, benim artık rutin sorum şudur: ‘Nöbet geçirdin mi Cengiz?’ Artık nöbet geçirdiğinde yine dişleri veya burnu kırıldı mı ya da kafasını vurdu mu endişesi içerisindeyiz daha çok.”

MHP DIŞINDA TÜM PARTİLERE MAİL ATTIM AMA SES YOK

Çelik, Covid-19 salgını ile gelen birçok değişikliğin de hasta tutsaklar üzerinde etkisi olduğunu söylüyor: “Ben morali yüksek dedim ama eskiden haftalık görüşmeye gittiğimiz zaman 7 kitap alma hakkı vardı. En son geçen Cuma görüşüne gittik ve 2 ayda sadece 1 tane kitap alma hakkı tanınmış. Haliyle bu durum sağlığı dışındaki moralini elbette etkiliyor. Morali de onun sağlığına etki ediyor. Öte yandan Silivri Cezaevi’nin koşulları son derece kötü. Yerlerini değiştirmişler, yeni bir müdür gelmiş ve kendi kurallarına uygulatmaya çalışıyor. Bu da hepsini etkileyen bir durum.”

“Korona salgını ilk başladığında bilgisayarın başına geçtim ve MHP dışında, meclisteki bütün partilere mail attım, abimin kanserinden bahsettim.”

Nesrin Çelik, salgın öncesi abisinin durumuna dikkat çeken bu maili birçok vekile attığını belirtse de kimseden dönüş alamadığını da ekliyor: “Bir kişi dahi geri dönüş yapmadı. Cezaevi koşullarında kanserinden, epilepsi krizinden, 22 yerinden darbe almasından ve vitamin almadığından bahsettim. Salgının da bunların üstüne gelirse daha kötü olacağını söyledim. Adalet Bakanlığı’na baskı yapılması anlamında dediğim gibi bütün milletvekillerine yazdım MHP dışında ama kimse geri dönüş yapmadı.”

BİR ÖLÜMÜN DAHİ YAŞANMASI KORKUNÇ!

Nesrin Çelik’in sadece meclise değil, dışarıdaki herkese, kamuoyuna, sivil ve demokratik toplum kuruluşlarına da eleştirileri var bu konuda. Çelik, hasta tutsakların yalnız bırakılmaması gerektiğini ısrarla vurguluyor: “Hasta tutsaklar çok mühim bir konu. Ne yazık ki her zaman gündeme gelemiyor. Birçok şeyi kanıksıyoruz galiba ama ben kanıksamamaya çalışıyorum. Cezaevinden bir ölümün dahi yaşanması son derece korkunç. O yüzden gündemden hiç düşmemiş olması gerekir.

Örneğin, geçtiğimiz salı abimin mahkemesi vardı. Kendi avukatı gelemedi, İnsan Hakları Derneği’nin avukatına başvurduk. Abimin mahkemeye gitmesini istemiyoruz çünkü korona olabilir. Ayrıca dönüşte bir karantina süreci uygulanıyor, tek başına kalıyor. Abimin bu süreç dışında tutulması için cezaevinden davasına katılacaktı fakat hiçbir avukat abimin yanında bulunmadı. Kimsesiz gibi bırakıldı öylece.

Garibe Gezer'in taciz ve işkencelerden dolayı ölmesi hepimizin utancı. Cezaevlerinde tek bir ölümün dahi olması bizim utancımız. Tutsaklar bu kadar yalnız ve kendine dönük bırakılmamalıydı. Bu benim bir tutsak yakını olarak kişisel görüşüm. Belki de kendi gücümüzü daha iyi fark etmeliyiz. Onları gündemden düşürmemeliyiz; çünkü onlar cezaevindeki duvarları da aşarak, ellerinden geleni yapıyor. Bizim de buna her zaman destek olmamız gerekiyor.

İnsanlar hapishanede bir günde veya ertesi gün ölmüyor; bir süreç içerisinde ölüyor. Bu da bir tutsak yakını olarak sivil toplum kuruluşlarına benim eleştirim olsun. Çünkü buna hakkım olduğunu düşünüyorum.”

DEVLETTEN BİR ŞEY BEKLEMİYORUM

Nesrin Çelik, devletten hiçbir şey beklemediğini, zaten bu olayın failinin de devlet olduğunu vurguluyor: “Abimi ziyarete gittiğimde o koşullarda, elleri kolları olmayan, akciğer kanserinin son aşamasına kadar yalnız bırakılan insanlar gördüm. Biz zaten devletten herhangi bir şey beklemiyoruz, bunu uygulayan da, yapan da zaten devlet. Bizler sivil toplum örgütlerinden, demokratik kamuoyundan bir şeyler bekliyoruz.

Abime epilepsi ilaçları veriliyor, adli tıp raporunda hasta değil deniyor. Kanserden dolayı ameliyat oluyor, kanseri yok deniyor. 22 yerinden darbe almış, hiçbir şeyi yok deniyor. Ben böyle bir kurumdan ya da devletten herhangi bir şey beklemiyorum. Benim beklentim sivil toplum, demokratik kurum ve kuruluşlarındandır. Bunu gündemden düşürmeyelim; çünkü insanlar hastayken cezaevine girmiyor, tam tersine cezaevinde hastalanıyor. Cezaevi insanları hasta ediyor, öldürüyor. Evet, abime herhangi bir şey olduğunda bunun sorumlusunun devlet olduğunu biliyorum ama artık sivil toplum örgütlerinin alışmış, kanıksamış halini de yargılıyorum.”