Cumartesi Anneleri, Tosun ve Aydemir'i sordu

Cumartesi Anneleri, Türk devlet güçlerince 'kaybedilen' Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir’in akıbetini sordu.

Cumartesi Anneleri kayıpların akıbetini sormak ve faillerin yargılanması için her hafta düzenledikleri eylemin 916’ncı haftasında online açıklama yaptı. Bu haftaki açıklamada 19 Ekim 1995 tarihinde İstanbul’un Avcılar ilçesinde evlerinden çıktıktan sonra bir daha haber alınamayan 5 çocuk babası 35 yaşındaki Fehmi Tosun ile 34 yaşındaki 6 çocuk babası Hüseyin Aydemir’in akıbeti soruldu.

TOSUN VE AYDEMİR'İN HİKÂYESİ

Bu haftaki açıklamayı Cumartesi insanlarından Leman Yurtsever okudu. Yurtsever, Tosun ve Aydemir’in yaşadıkları zorluklar nedeniyle memleketleri Lice’den terk etmek zorunda kaldıklarını ve İstanbul’a taşındıklarını aktardı.  Yurtsever, “Fehmi Tosun; akşam saatlerinde, silahlı ve telsizli sivil polisler tarafından, 34 UD 597 plakalı beyaz Toros bir araçla evinin önüne getirildi. Kendisini gören eşi ve çocuklarına ‘Gözaltına alındım, beni öldürecekler!’ diye bağırdı. Onlar Fehmi'nin yanına koşunca, zorla araca bindirilerek evinin önünden götürüldü. Olaya çevredeki komşular da tanık oldu. Hemen Avcılar Karakolu’na giden Hanım Tosun olanları anlattı, aracın plakasını verdi ve duruma müdahale edilmesini istedi. Plakayı kontrol eden ve telefonla görüşmeler yapan görevliler ‘Bizim yapacağımız bir şey yok’ dedi” ifadelerine yer verdi.


Aydemir’in sivil polislerce gözaltına alındığını hatırlatan Yurtsever, ailesinin tüm yasal yollara başvurduğunu belirtti. Yurtsever, “Her yerde oğullarını arayan aile, Hüseyin'in polisler tarafından Ankara’ya götürüldüğü, Ankara emniyetindeyken de askeri yetkililerce teslim alındığı bilgisine ulaştı” dedi.
Tosun ve Aydemir’in ailelerinin tüm yasal yollara başvurduğunun altını çizen Yurtsever, bütün devlet kademelerinin gözaltıları ‘inkâr’ ettiğini kaydetti. Yurtsever, “İç hukuktan sonuç alınamayınca, dava Hanım Tosun tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. 2003 yılında sonuçlanan davada, hükümet AİHM’e verdiği savunmada; ‘Hükümetimiz Fehmi Tosun'un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesinin ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir.’  dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti” diye konuştu.

İKTİDAR DA MAHKEME DE KATİLLERİ KORUDU

Zamanaşımı nedeniyle takipsizlik kararı verilen Fehmi Tosun dosyasının İnsan Hakları Derneği (İHD) avukatı Eren Keskin tarafından Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşındığını aktaran Yurtsever, hükümetin taahhüdüne rağmen dosyanın zamanaşımına uğradığını dile getirdi. AYM’nin de “cezasızlık” geleneğini bozmadığını dile getiren Yurtsever, “Aile, Fehmi Tosun’un götürüldüğü aracın araştırılması ve tanıkların dinlenerek yeniden soruşturma yapılması talebiyle 31 Mayıs 2022 tarihinde Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdu. Fehmi Tosun’un gözaltında kaybedildiğini uluslararası mahkeme önünde kabul eden AKP hükümetini, verdiği taahhüdü yerine getirmeye ve bir an önce gerekli adımları atmaya çağırıyoruz. Gözaltında kaybedilişlerinin 27. yılında; adli mercileri, Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir'in gözaltında kaybedilmesiyle işlenen suça ortak olmaktan vazgeçerek, etkin soruşturma ve kovuşturma faaliyeti yürütmeye çağırıyoruz” dedi.

Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, “Biz bir kayıp kalana kadar, kayıplarımızı aramaya devam edeceğiz. Ve devleti, ciddiyete davet ediyoruz. Devlet bize hesap verene kadar biz kayıplarımızı aramaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün kayıplarımızı hiçbir zaman unutmayacağız” şeklinde konuştu.

 'CEZAEVLERİNDEKİ ÖLÜMLER DE İNFAZDIR'

Bu ülkenin yargısız infazların ülkesi olduğunu ifade eden Tosun, şu an da her gün cezaevlerinde yaşamını yitirenlerin olduğunu ve ölümlerin de bir infaz olduğunu dile getirdi. Tosun, “ Biz cezaevlerindeki hasta tutsaklar içinde üzgünüz. Bütün hasta tutsakları bıraksınlar, son nefeslerini aileleri yanında versinler” dedi.

Gözaltında kaybetme dosyalarında hukukun, bir suçun üstünü örtmek için bir kılıf olarak kullanıldığını kaydeden İHD avukatı Eren Keskin, devletin Birleşmiş Milletler (BM) Zorla Kaybetmelere Karşı Sözleşmeyi imzalamadığını ifade etti. Keskin, “Zorla kaybedilen insanların dosyaları cinayet suçuna ilişkin zaman aşımı 20 yıl uygulanıyor. Bu 20 yılda hiçbir delil toplanmadan bütün dosyalar zaman aşımından düşürülüyor. Fehmi Tosun dosyası da bunlardan biri ama biraz fark var. Çünkü Tosun dosyasında aile delilleri en başından beri sunmuş savcılığa. Bir kere her şeyden önce Fehmi Tosun'un kaçırıldığı aracın plakası bizim elimizde ve en başından itibaren bu plakanın kime ait olduğunun tespit etmekle uğraştık” ifadelerine yer verdi.

 Keskin, şöyle devam etti: “Trafik şube müdürlüğüne yazdığımız en son yazıda, bu aracın kime ait olduğunu sorduğumuzda bize, ‘bu özel hayatın gizliliğine girer’ dediler. Yani bir insanın kaybedilmesine karşı, bir başkasının yani aslında devletin özel hayatı bize sunuldu. Vazgeçmedik sürekli bu yazıları yazmaya devam ettik. Ve sonunda Trafik şube müdürlüğü dedi ki, ‘artık noterler birliği bu konu da yetkili’. Noterler birliğine yazı yazdık ve Fehmi Tosun içerisine konularak kaçırılan arabanın plakasını sorduk. Ve bize dediler ki, ben bunu veremem bunu ancak mahkeme ve savcılık sorabilir. Biz de en başından beri bunu biliyorduk zaten. İşte şimdi bu gerekçeyle ceza mahkemeleri kanuna göre yeni bir delil ortaya çıkması değerlendirilmesi talebesiyle yeniden Küçükçekmece savcılığına başvurduk.”

Savcılığın çok basit bir şey yapması gerektiğini belirten Keskin, “Savcılığın işi söz konusu olay tarihinde bu aracın ve plakanın kime ait olduğunu sormak. Ama aylar geçmesine rağmen biz hala bir sonuç alamadık” dedi.

 Keskin, “Delillerin var olmasına rağmen bu delillerin değerlendirilmemesi zorla kaybetme olaylarında hukukun bir kılıf olarak kullanılması bunu bir kılıf olması, bunun bir sistematik olması sadece gözaltına alan polislerin değil, soruşturmayan savcıların, dava açılsa bile karar vermeyen mahkemelerin, hâkimlerin bunların hepsinin bir sistematik olduğu yani bunun çok açıkça bir devlet suçu olduğu, hukukun aracı olarak kullanılan bir devlet suçu olduğu çok açık net ortada” diye belirtti.