Türkiye’nin en büyük araştırma şirketlerinden biri olan Metropoll Araştırma Şirketi, ağustos ayı başlarında açıkladığı bir araştırmanın sonucu ile yine tartışmaların odağı oldu. Şirket, Türkiye genelinde yaptığı araştırmada, dinin toplumsal hayat üzerindeki etkilerinin azaldığını siyasi parti seçmenleri ile yaptığı görüşmeler üzerinden açıkladı.
Son 22 yıldır kendine İslamcı diyen bir parti tarafından yönetilen ve siyasal İslam’ın bütün uygulamalarının hayata geçirildiği Türkiye’de din olgusunun bu kadar zayıflaması, toplum nezdinde dine yönelik tepkisel yaklaşımların artması, AKP iktidarının istediği toplum mühendisliğinin de başarılı olamadığının göstergesi oldu.
Metropoll Araştırma Şirketi’nin son açıkladığı verilere göre, Türkiye’de siyasi parti seçmenlerinin dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisine bakışı şöyle:
Ankete katılanların yüzde 50,9’u dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisinin azaldığını ve azalmaya devam edeceğini düşünüyor.
Dinin etkisi artacak diyenler yüzde 23,8’de kalırken, etkisi değişmeyecek diyenler ise yüzde 17,2 olarak açıklandı.
AKP seçmeninin yüzde 42,8’i
CHP seçmeninin yüzde 53,4’ü
MHP seçmeninin yüzde 43,9’u
İyi Parti seçmeninin yüzde 64,6’sı
DEM Parti seçmeninin yüzde 52,8’i
Diğer parti seçmenlerinin yüzde 57,6’sı dinin toplumsal hayat üzerindeki etkilerinin giderek daha da azalacağını düşünüyor.
AKP seçmeninin yüzde 30,2’si
CHP seçmeninin yüzde 22,2’si
MHP seçmeninin yüzde 24,3’ü
İyi Parti seçmeninin yüzde 19,3’ü
DEM Parti seçmeninin yüzde 17,5’i
Diğer parti seçmenlerinin yüzde 20,1’i ise dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisinin artacağını düşünüyor.
Metropoll Araştırma Şirketi’nin son anketini, AKP iktidarının Türkiye’de din üzerinde yarattığı tahribatı ve bunun sonuçlarını DEM Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ANF’ye değerlendirdi.
Genel anlamıyla dinin toplumsal hayat üzerindeki etkilerine dair cevapların çok önemli eksiklikler barındırdığını, uygun cevaplar veremediğini dile getiren Gergerlioğlu, modern toplumlarda insanların manevi duygularla aralarının açıldığını belirtti. Gergerlioğlu, “İfade özgürlüğü, mülkiyet hakkı ve diğer pek çok durumda özgürlükler birbirleriyle çatışma, kesişme yerleri bulur ve oralarda bir elektriklenme olabilir. Modern toplumlarda bunun artık netleşmesi lazım. Müslümanların da bunu kafalarında netleştirmesi gerekiyor. Bir başkasının inancına tahammül edebilmeli, kendi inancının doğru olduğuna inansın. Başka bir kimsenin, Hristiyan’ın, Yahudi’nin, ateistin inancına yönelik müdahalelerin ise en başta dine zarar verdiğini görmeli çünkü dinde zorlama yoktur,” yorumunda bulundu.
Metropoll araştırma şirketinin son araştırmasına göre Türkiye’de dinin toplumsal hayatta karşılığının azaldığı görülüyor. Bunun sebepleri nelerdir?
Sadece Metropol anketi değil, genel olarak diğer pek çok anket ve toplumsal gözlemlerimiz, Türkiye'de dinin toplumsal hayatta karşılığının azaldığını gösteriyor. Bu bir gerçek ve bu gerçek üzerine eğilmek, anlamak gerekiyor. Genel olarak zaten, dinin toplumsal hayata yönelik cevaplarıyla ilgili yüzyıllardır çok önemli bir eksiklik vardı ve bu eksikliğin nedeni olarak böyle bir durum gelişmeye başladı. Din adamları-insanları bu konuya eğilerek dinin toplumsal hayata yönelik cevapları noktasında çağın gereklerine uygun cevaplar vermeli. Aynı zamanda modern bir toplumda insanların manevi duygularla alakası kesiliyor, Bu durum sadece dinden kaynaklı değil. İnsanlar, yoğun bir günlük hayat meşgalesi içinde manevi duygulara çok fazla vakit ayıramıyor. Bunun da bir rolü olduğunu düşünüyorum. Mekanik ve materyalist bir dünya var ve bunun sonucunda böyle bir durum oluşabiliyor.
Türkiye’de uzun süredir kendisinin İslamcı olduğunu söyleyen bir iktidar var. Bu iktidarın uygulamalarının bu sonuçlara katkısı ne oldu?
Birinci sorudaki toplumsal durumun analiz edilmesi ile siyasi olarak da durumu analiz etmek gerektiğini gösteren bir soru. Dini görüntüler, semboller ve hedefler ileri sürerek iktidara gelmiş bir hükümet, Türkiye'de dine en büyük zararı verdi. Çünkü İslami semboller ve söylemler kullanarak dinin ruhuna bir hançer saplamış, içini boşaltmıştır. Kalpten gelmeyen sözler, şekiller ön plana çıktı. Dinle beslenmesi gereken ahlak, adalet, merhamet ve insaf gibi güzel duygular ayaklar altına alındı.
Din, güzel ahlakı geliştirir ve güzel ahlak, dini geliştirir. Böyle bir döngü vardır. Siz bir iktidar olarak, ahlaki ögelere yönelik en büyük yanlışları, en büyük kötülükleri yapar ve tüm iktidarınız için manevi değerleri ayaklar altına alırsanız, din de bundan etkilenir. Din, güzel ahlakı beslemez ve insanlar ahlaki değerlerden uzaklaşır. Bir kısır döngüdür bu. Ahlak da dini beslemez ve insanların dine yönelişi azalır. “Müslüman'ım” diyen insan ahlakını kaybetmeye başlar.
‘AHLAKİ İLKELERE RİAYET ETMEYEN BİR MÜSLÜMAN’IN HİÇBİR DEĞERİ YOKTUR’
Ahlaki ilkelere riayet etmeyen bir Müslüman’ın hiçbir değeri yoktur. İsterse beş vakit namaz kılsın, isterse her gününü oruçla geçirsin ve diğer ibadetlerini yapsın. En temelde vicdanını kaybetmiştir; çünkü o güzel ahlak vicdanı besler. O vicdanını kaybetmiş insan veya topluluk dine bırakın katkı sağlamayı, en büyük zararı vermeye başlar. Kötü bir örnek gibi bir başka örnek yoktur. Bu örnekleri vererek Türkiye'de iktidar son derece büyük yanlışlara imza attı ve insanların dinden soğumasının en büyük etkenlerinden biri oldu. Bu bir gerçek. Şu an, öncesinde başörtüsü zulmü yaşamış ve sonrasında iktidara gelip başörtüsüyle insanlara zulmeden bir görüntü var; bu çok rahatsız edici, bundan tüm toplum rahatsız. Gerçek anlamda dinini yaşamaya çalışan başörtülü insanlar da rahatsız. Dini görünümlü samimi herkes rahatsız. Bu iktidarın dini kullanarak yapmış olduğu bu fiillerden dolayı çok rahatsızlık var; fakat her zaman merkez partiler ve güçlü partiler bir koyu ve geniş gölge oluşturur. Bundan dolayı insanlar bu öz eleştirileri yapmaktan çekinir, çıkarcı davranır. “Gün iktidar günü kalkıp da birtakım dini nedenlerle iktidarı eleştirmeyelim” diye düşünür.
Görüntüde çeşitli dini okullar açılıyor, Kur'an kursları açılıyor. "Aman ona zarar vermeyelim" deniyor ancak bu durum dine daha büyük zarar veriyor. Çünkü ahlaktan sapmış bir iktidarın açtığı okullar ve kurumlar, insanların dinden daha da soğumasına yol açıyor. Bir kısır döngü oluşuyor ve bu kısır döngünün sonucunda ahlaktan uzaklaşmış iktidar ne yapsa artık bir alerjiye neden oluyor. Bu alerji, son derece sıkıntılıdır ve sadece kendi döneminde değil, kendisinden sonraki dönemlerde de Türkiye’de ve dünyada dine zarar verecek büyük bir mekanizmayı gösteriyor. Çok üzücü, iktidar dini kullanarak dine en büyük zararı veriyor. Bunu durduracak olan gerçek dindarlardır. Gerçek anlamda ahlaklı Müslümanlar, iktidarın bu gidişatına dur demelidir çünkü başka hiç kimse bunu yeterince göremez ve durduramaz. Bu bir gerçektir. Ahlaklı Müslümanlar bu çirkinliğe karşı büyük bir mücadele sergilemelidir.
Sokaklarda yol ortasında namaz kılmak, insanların yaşamlarına müdahalede bulunmak gibi çok sayıda hak ihlali yaşanıyor. Bunlar insanları dinden soğutuyor mu?
Hiç şüphesiz, modern bir toplumda farklı inanç kesimlerinin birbirine tahammül etmesi lazım. Ne Müslümanlar ne Hristiyanlar ne Yahudiler ne de ateistler, "Ben bu topluma hakimim, benden başka bir inanç sistemi olmayacak" diyemez ve dememelidir. Günümüzde din ve vicdan özgürlüğü vardır; bu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile kabul edilmiştir. Bir dine inanmanız, diğer dini yok etmeniz, görmezden gelmeniz, aşağılamanız anlamına gelemez ve sizin özgürlük alanınızla onun özgürlük alanı arasında çatışma da olabilir. Bu çatışmada en özgürlükçü tutumu takınmak zorundasınız. Bu sadece din ve vicdan özgürlüğünde değil. Her alanda böyledir, biliyorsunuz. İfade özgürlüğü, mülkiyet hakkı ve diğer pek çok durumda özgürlükler birbirleriyle çatışma, kesişme yerleri bulur ve oralarda bir elektriklenme olabilir. Modern toplumlarda bunun artık netleşmesi lazım. Müslümanların da bunu kafalarında netleştirmesi gerekiyor. Bir başkasının inancına tahammül edebilmeli, kendi inancının doğru olduğuna inanırken, diğer bir kimsenin; Hristiyan’ın, Yahudi’nin veya ateistin inancına yönelik müdahalelerin en başta dine zarar verdiğini görmelidir. Çünkü dinde zorlama yoktur. Ayet-i kerime açıktır: Kimseye zorla din dayatamazsınız. Arapça ifadesiyle “La ikrahe fid dini” yani dinde zorlama yoktur, kardeşim. Anlatırsınız, özgür bir propaganda ortamı olur ama bu herkes için olur.
‘KENDİ İNANCI İÇİN DİĞER İNANCI DIŞLAMAK, ÖTEKİLEŞTİRMEK İSLAMİ AÇIDAN YANLIŞTIR’
Müslüman için de Hristiyan için de Yahudi için de ateist için de özgür bir propaganda ortamı sağlanmalıdır. İsteyen istediğini seçer ve seçimini yaptıktan sonra bir hukuk devleti tüm inançların önünü de ibadethanesini de açar. Bir ibadethane, bir ateistin hakkını da çiğnememelidir. Bu haklar eğer hakkaniyetle verilirse, saygı ve sevgi bu olası çatışmaların önünü alır. Bu çok zor değil. İnsanlar bu konuda anlayışlı adımlar atar ama bir dayatma veya zorbalık kabul edilecek şeyler değildir. Nasıl ki Türkiye'de Hristiyanlara yönelik baskı yanlışsa, Almanya'da da Müslümanların dinlerini yaşamalarına yönelik müdahaleler yanlıştır. Özgürlükçü anlayışımız buradadır.
Burada şunu da vurgulamak lazım: Kendi inancının gereği için diğer kişinin inancına ket vurmak, onu dışlamak, ötekileştirmek, aşağılamak doğru eylemler değildir İslami açıdan, yanlıştır. Peygamber, özgürlükçü bir insandı; onun arkadaşları, bir kilisede bile namaz kılmazdı. Israr edilse bile, “Çünkü ben burada namaz kılarsam, yarın öbür gün burayı camileştirirler, sizin kilisenize zarar gelir,” derdi. Hz. Ömer, bir rahibin namaz vakti geçiyor diye “Burada namazınızı kılın, bir şey olmaz; bir kenarda kılın,” demesine “Hayır, burada namaz kılarsam, yarın öbür gün burayı cami yaparlar, sizin kiliseniz zarar görür,” demiştir. O günkü anlayış buydu; ama zamanla böyle despotlaşan, suntalaşan bir İslami anlayış ortaya çıktı. Bu yanlış; ilk dönemlere baktığınızda, özgürlüğü teşvik eden bir anlayış olduğu görülüyor. Peygamber hem fiilleriyle hem de Allah’tan gelen ayetlerle diğer inanç mensuplarının önem verdiği görüntülere ve fiillere saygısızlık yapılmamasını sıklıkla öğütlemiştir. Bu çerçevede, modern zamanlarda yeni bir özgürlük sözleşmesinin tüm inanç mensupları arasında yapılması önemli bir gerekliliktir.
İktidarın ve onun destekçilerinin bu tip yaklaşımlarının yanında Kemalistlerin ve onların destekçilerinin dine karşı fazla üstenci yaklaşımları da mevcut. Dini figürlerle dalga geçmek, dini bir yaşam biçimi olarak seçen sıradan insanları dışlamak gibi etkenlerin de bu sonuca katkıları oldu mu?
Bahsettiğiniz eylemler, dindarların daha sıkı ve yer yer fanatik bir şekilde dinlerine ve geleneklerine sarılmasıyla sonuçlandı. Bir kutuplaşma oldu. Zamanında mantıksız, hukuksuz başörtüsü yasakları, imam hatiplere getirilen engeller büyük bir alerji, güvensizlik ve kutuplaşma oluşturdu. Meclise başörtülü bir milletvekili geldi diye kıyametler koptu. Milletin gönderdiği bir milletvekili, bir oligarşik yapının emriyle millet meclisinden çıkarıldı. Dünya çapında, evrensel anlamda ve zamanlar üstü bir şekilde bir utanç sahnesi yaşandı. Çok üzücü görüntülerdi. Sadece bu değil; yüz binlerce insan, sırf başörtülü olduğu için ve dini düşünceleri olduğu için eğitimden ve iş hayatından uzaklaştırıldı. Kadınlar ve erkekler mağdur edildi. Bütün bunlar Müslümanlar üzerinde ağır bir travma oluşturdu ve onları fanatikleştirdi. “Bana bu yapılıyorsa, ben de karşıdakine zorbalık yapma hakkına sahibim” gibi düşünceler oluştu. Bunlar son derece yanlış. İlkesel olarak zorbalığa karşı zorbalıkla cevap vermek yanlıştır. Müslümanların bunu bilmesi lazım. Zorbalığa karşı özgürlükçü bir yaklaşımı her zaman korumak gerekiyor ve bizim, günlük siyasi kutuplaşmalar, heyecanlar, nefretler nedeniyle bu ilkelerden sapmamamız gerekiyor. Dini otoritenin zorbalığından şikâyet edenlerin bunlara dikkat etmesi gerekiyor. Yarın öbür gün bu iktidar gider, daha seküler bir iktidar gelir; yine dini aşağılayan, dışlayan, ötekileştiren ve nefret eden anlayışlar gelirse, yine aynı döngünün bir kutuplaşma şeklinde devam edeceği apaçık ortadadır. Modern bir hukuk toplumuna ulaşmamız gerekir. Bunun yolu özgürlüklerin önünü açmaktır. Özgürlükçü bir anlayıştır. Bunu başarabildiğimiz oranda farklı kesimlerin zorbalığının, fanatikliğinin ve faşizminin önünü almış oluruz.