“Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesini, daha radikal ve kitlesel, etkili ve sonuç alıcı bir düzeye kavuşturmanın önemine işaret eden PAJK Zindan Komitesi Üyesi Rozerîn Öcalan, “İmralı direnişinin 26 yılı bize şunu ispatladı. Bir insan gerçekten inanır, direnir ve başarıya kilitlenirse inanılmaz gelişmeleri en büyük imkansızlıklar içinde bile olsa açığa çıkarabilir. Önderlikten öğreneceğimiz en büyük gerçeklik budur” dedi.
PAJK Zindan Komitesi Üyesi Rozerîn Öcalan, ANF’nin sorularını yanıtladı.
“Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesi bir yılını tamamlıyor. Geçen bir yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Eylül ayının direniş ruhuyla Amed’deki zindanda 24 Eylül 1996’da yapılan katliama karşı çıplak iradeleri ve inançlarıyla kahramanca direnerek şehit düşen Mehmet Aslan, Rıdvan Bulut, Nimet Çakmak, Cemal Çan, Ahmet Çelik, Kadir Demir, Edip Direkçi, Sabri Gümüş, Erkan Perişan ve Hakkı Tekin yoldaşların; yine bu katliamı protesto etmek için Bayrampaşa Cezaevi’nde bedenini ateşe vererek şehit düşen Vedat Aydemir ve Hamdullah Şengüren yoldaşların şahsında tüm zindan şehitlerimizin ve Kürdistan dağlarında direniş destanı yaratan tüm mücadele şehitlerimizin huzurunda saygı ve minnetle eğiliyor, onlara layık olacağımızın sözünü veriyoruz.
Geçen yıl 10 Ekim’de başlayan “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesi, bir yılını geride bırakıyor. Dostlarımızın başlattığı hamle, küreselleşti ve Önderliğimizin paradigmasının dünya insanlığı ile buluştuğu bir zemini fazlasıyla yarattı. Halklar, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemenin yanında Önderlik düşüncelerini, Demokratik Modernite paradigmasını büyük bir ilgiyle karşıladı, dünya çapında büyük destek buldu. Son dönemlerde dünyaca ünlü filozofların bile Önderliğin özgürlüğünü kendi özgürlükleri gibi karşılaması, bizleri de heyecanlandırmaktadır. Yine Kürdistan parçalarında ve halkımızın bulunduğu her alanda her zamankinden daha güçlü ve halkın büyük sahiplenmesi ile bu süreç derinleşerek devam etmektedir. Yeterli olmasa da Önderliğimizin fiziki özgürlüğü konusunda ciddi bir gündemin yaratıldığını, bu anlamda bir baskı gücü oluşturduğunu ve AKP-MHP faşist iktidarını oldukça zorladığını rahatlıkla ifade edebiliriz.
Bundan sonra, hamlenin ikinci yılında neler yapılmalı?
İlk yılı aşan, çıtayı yükselten ve sonuç almaya odaklı bir duruma ulaşmak gerekiyor. Hamlenin ideolojik, toplumsal ayağını daha da geliştirme görevimiz vardır. Herkes bulunduğu her yerde bu temelde dönemin bizden istediği görev ve sorumluklarına sahip çıkmalı.
Önderliğin özgürlüğünün halkın ve kadınların özgürlüğü olduğunu, bunların birbirine bağlılığını ve her konuda biri birini etkilediğini, yaşananlardan rahatlıkla görebilmekteyiz. Gerçekten böyledir. Önderliğin üzerindeki tecridi kırar, özgürlüğünü sağlayabilirsek bu zaten halkın ve kadınların özgürlüğü ve mücadelenin başarıya ulaşması olacaktır. Önderliğin özgürlüğünü sağlayamadan Kürt halkının özgürlüğe ulaşması, Kürtlük adına kazanımların ortaya çıkması, mücadelenin başarıya ulaşması gibi bir durum söz konusu bile olamaz. Bu nedenle hamlenin ilk yılı esasta Önderliğin özgürlüğü eksenindeki mücadeleyle yürütüldü. Gerilla mücadelesinin, kadın mücadelemizin, toplumsal mücadele alanlarının, zindandaki yoldaşların, tüm halkımız ve özellikle annelerimizin ve dostlarımızın mücadelesi, hamle ekseninde yürütüldü. Ortaya çıkan sonuçları, eksik kalan yönleri ve neler yapılması gerektiğini elbetteki sürekli değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Sonuç olarak bugün tecridin daha da ağırlaştırıldığı gerçeğini görmekten kaçınamayız.
KÜRESEL DEVRİMİN MÜJDESİ OLARAK GÖRMELİ
Önderliğin tarihi İmralı direnişinin, insanlığın özgürlük mücadelesinde üstlendiği rolü, göz önünde bulundurduğumuzda, kuşkusuz Önderliğin direnişi etrafında örülecek özgürlük mücadelesinin de uluslararası bir düzeyde yürütülmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla İmralı tecrit ve işkence sistemine karşı 10 Ekim 2023’te başlayan küresel özgürlük hamlemiz, gecikmiş de olsa bu tecridi kırabilecek bir hamledir. Bir taraftan Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlamak için yürütülen mücadele, diğer yandan Önderliğin paradigmasının tüm halklara taşırılması için geliştirilen çalışmaların bütün halklar nezdinde bu şekilde büyük bir heyecanla ve umutla karşılanması, adeta zamanı gelmiş küresel devrimin müjdecisi olarak da görülmeli. Önderliğin savunmalarının farklı dillere çevirilerek tüm dünya halklarının anlamasını sağlamak, bu anlamda akademik alanda yaygın bir biçimde tartışmaya açmak, gecikmiş bir görev olmuş olsa da önemli bir rol oynamaktadır. Hamlenin ikinci yılında, ilk yılda ortaya çıkan eksiklerinin giderilmesi durumunda çok daha büyük bir etki yaratması ve sonuç alması kaçınılmaz olacaktır.
GÜÇLÜ VE ANLAMLI ÖZ ELEŞTİRİYLE
Önderliğin paradigması etrafında özgürlük halkasını örmenin zamanı çoktan gelmiştir ve bu, gecikmiş görevin bir öz eleştirisi olmaktadır bizim için. Elbette bu şekilde heyecan yaratan bir hamlenin bizlere en büyük mesajı her zamankinden daha çok her yerde örgüt ve örgütlenme temelinde direnişi ve mücadeleyi yükseltmek olmaktadır. Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlama hamlesinin ikinci yılına güçlü ve anlamlı bir öz eleştiriyle katılmayı esas almalıyız. Önderlik, “Tutarlı ve gerçek insanı dönüştüren öz eleştiri, birey için en büyük savaş anlamına gelir” demektedir. İmralı direnişinin 26 yılı bize şunu ispatladı; bir insan gerçekten inanır, direnir ve başarıya kilitlenirse inanılmaz gelişmeleri en büyük imkansızlıklar içinde bile olsa açığa çıkarabilir. Önderlikten öğrenme diyorsak, öğreneceğimiz en büyük gerçeklik budur.
AKP-MHP iktidarının sürdürdüğü soykırımın düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP-MHP faşist iktidarı, İmralı’da Önderliğimiz üzerinde soykırım politikasını uyguluyor. İmralı’da yürütülen soykırımcı tecrit sistemi, 21. yüzyılın kapitalist modernite sisteminin faşist sömürgeci karakterini en çıplak ve yalın bir şekilde ifade etmektedir. Nasıl ki 20. yüzyılın başlarında Kürtlük ve Kürdistan ülkesi birbirinden tecrit edilerek dört parçaya bölündü ve inkar edildiyse Önderliğimize karşı gerçekleştirilen Uluslararası Komplo süreciyle birlikte de daha farklı ve 26 yıla yayılmış bir biçimde bu tecrit, bölme ve inkarla birlikte bir soykırım politikası uygulanmaktadır. 20. yüzyıldan farkı, Kürdistan’da Önderlik çizgisinde alternatif ve iddialı bir biçimde gelişen özgürlük mücadelesinin varlığı olmuştur. Önderliğimiz ve Özgürlük Hareketi’mizin varlığı, hem Kürtler ve hem de diğer halklar ve kadınlar açısından çok ciddi bir alternatif olarak ortaya çıktı; yürütülen bu inkar ve imha politikasının, tecride dayalı soykırım saldırısının çok yönlü ve çok ağır gelişmesine neden oldu. 26 yıldır her geçen gün dozajı arttırılan bir biçimde soykırım saldırıları sürüyor, bugün bu saldırılar zirveye ulaştı.
İMRALI, TÜM SALDIRILARIN AYNASIDIR
İmralı, Kürt halkına, kadına, topluma dönük her alanda yürütülen saldırıların aynasıdır. Önderliğimiz bir rehine olarak tutulmakta, her türlü özel savaş yürütülerek teslim alınmaya çalışılmaktadır. Önderliğimiz tüm bu saldırılara karşı olağanüstü direnmektedir. Direnişi, İmralı sınırlarını da aşarak bizlere, Kürdistan halkına ve demokrasiden-özgürlükten yana tüm dostlarımıza ve insanlığa büyük güç kaynağı olmakta ve herkes kendi özgürlüğünü Önderliğin özgürlüğünde gördüğü için hamle kesintisiz bir biçimde sürdürülmektedir.
Soykırım politikasına nasıl karşı durulabilir?
Hamleyi daha radikal ve kitlesel, etkili ve sonuç alıcı bir düzeye kavuşturmamız oldukça önemli olmaktadır. Bunun için devrimci halk savaşı temelinde serhildanları geliştirerek, her türlü özel savaş saldırısına karşı toplumsal öz savunmayı örgütleyerek ve geliştirerek cevap vermek, dönemin bizden istediği temel görev ve sorumluluklar olmaktadır. O nedenle halkımızın bulunduğu her alanda devrimci halk savaşı temelinde kendi örgütlülüğünü geliştirmesi ve bu örgütlülüğe dayalı mücadelesini yükseltmesi zorunludur. Kimseden beklemeden, kendini, toplumunu, mahallesini, sokağını, doğasını korumak, buna yönelik tüm saldırıları öz savunma örgütlülüğüyle boşa çıkarmak, tüm boyutlarda toplumsal örgütlülüğünü yaratmak, kendi kendine yeten, kendi kendini yöneten bir düzeye ulaşmak, devrimci halk savaşı temelinde bir örgütlülüğü ifade ediyor.
CİDDİ ZAYIFLIKLARIMIZ VAR
Bu konuda ciddi zayıflıklarımızın bulunduğunu bilmek gerekiyor. Daha önce düşmanın tankıyla, panzeriyle, polisiyle giremediği mahallelerimizin şu anda uyuşturucu satan, fuhuş yaptıran, ajan ve çetelerin kol gezdiği, etkin olduğu bir duruma gelmesi, hepimizin önemle üzerinde durması ve öz eleştiri yapması gereken bir durumu ifade etmektedir. Oysa o mahallerimizdeki yurtseverler bir araya gelerek tüm bu özel savaş yapılarına, toplum kırım politikalarına karşı büyük bir direniş ortaya çıkarabilir. Kendi mahallesini, sokağını, ailesini, çocuklarını, toplumsal yapısını koruma işini başkasından bekleyemeyiz. Yurtseverlik, artık sadece gerillayı sahiplenme ve ona yardım etmek ya da oy vermek değildir. Yurtseverlik, artık bulunduğu yerde doğrudan her türlü özel savaş saldırısına karşı direnmek ve bu temelde her alanda örgütlülüğünü oluşturmak demektir.
GERÇEK YURTSEVER OLMADAN HAKİKİ DEVRİMCİ OLUNMAZ
Dışarıdan kurtarıcı bekleyen değil, bizzat kendisinin kurtarıcısı olduğu an bir halk ve toplumun kurtuluşunun gerçekleşeceğini bilmek gerekiyor. Yiğitlik, işte bu doğru ve sağlam yurtsever kişiliğin her tür eylemini ifade ediyor. Yaşam deneyimlerimizden çıkardığımız önemli bir tecrübe de şudur. Gerçek bir yurtsever olmadan hakiki bir devrimci olmak zordur. Büyük devrimciler, büyük yurtseverlerdir. Licê’de düşmanın tüm saldırılarına rağmen sonuna kadar direnerek şehit düşen Mehmet Yıldırım arkadaş, dönemin yurtseverlik ölçüsünün nasıl olması gerektiğini direnerek gösterdi. Devrimci halk savaşı için gerçek yurtseverliğin ve yiğitliğin tutum ve duruşunun nasıl olması gerektiğini yaşamı, duruşu ve mücadelesiyle ortaya koydu. Bu düzeyde özgürlük bilinci ve ülke sevgisiyle donanmış yurtseverlik çizgisinin, Kürdistan’ın her alanında ve halkımızın bulunduğu tüm zeminlerde var olduğunu biliyoruz. Bunu örgütlü kılmak, mücadele doğrultusuna koymak ve bu büyük güce dayanarak düşman saldırılarına karşı topyekun bir direnişi örgütlemek, bizlerin temel dönem görevi ve sorumluluğu olmaktadır. Bunun zemini, koşul ve imkanları fazlasıyla vardır. Tüm yoldaşlarımızın ve yurtsever halkımızın bu görev ve sorumluluklarına dört elle sarılacağına inancımız tamdır.
Türk zindanlarındaki son durumla ilgili neler paylaşabilirsiniz?
Düşmanın zindan politikaları, genel mücadelemize dönük politikalar temelinde oluşturulmakta ve uygulanmaktadır. Dolayısıyla zindan direnişi ile dışarıdaki direnişin de birbirini besleyen, güçlendiren temelde olması, en doğru yaklaşımı ifade etmektedir. Zindanlardaki yoldaşlarımız da hamleye, 27 Kasım 2023’te başlattıkları dönüşümlü açlık grevi direnişiyle katıldı. Zindan alanlarımızın hızla kendilerini örgütleyip Hareketimizin direniş geleneğine uygun bir biçimde hamle içerisinde yerini almaları önemliydi. Tüm baskılara, zor koşullara ve her türlü saldırıya rağmen Önderliğin üzerinde geliştirilen katı tecride karşı direnişe geçme konusunda hiçbir tereddütte girmeden başlattıkları açlık grev eylemi ile dışarıyı da önemli oranda etkileyerek, öncülük düzeyinde katkı sundular.
Açlık grevi direnişi 4 Nisan 2024’ten itibaren yeni bir düzeye ulaştırıldı. “Önderlikle aynı koşullarda yaşamak istiyorum” şiarıyla mahkemelere çıkmama, telefon hakkını kullanmama ve aile görüşüne çıkmama tarzındaki eylem, dışarıyı ve özellikle tutsak ailelerini önemli oranda etkiledi, gündem yarattı, dışarıdaki mücadeleyi motive etti. Bu direnişin etrafında ciddi bir kitle hareketliliği de oluşmaya başladı. Özelikle dışarıda başlatılan ve halen devam eden “Özgürlüğe Ses ver” eylemleri, bu kapsamda annelerimizin Meclis Grup Toplantısı’na katılımları oldukça etkileyici oldu. Hem Meclis içinde hem dışında yaptıkları açıklamalar ve bir anamızın kürsüde “Bijî Serok Apo” sloganını atması, sürecin ruhunun nasıl olması gerektiğine en güzel örnek oldu.
Tutsak yoldaşların güçlü bir duruş ve irade gerektiren devrimci tutumu karşısında düşman, bu süreçte birçok arkadaşın infazını yaktı, bir çok arkadaşımıza disiplin ve hücre cezaları verdi, cezaları bitmesine rağmen tahliyeleri erteleyen arkadaşlarımız oldu. Tüm bu baskı ve işkencelere rağmen zindanlarda hamle büyük bir karalıkla devam etmektedir. Yine tutsak ailelerinin eylemleri de kesintisiz olarak sürüyor. Bu anlamda geçen bir yıllık süreçte zindan alanlarında belirleyici olan düşman saldırıları değil, hamle kapsamında tutsakların kesintisiz sürdürdükleri direniş oldu.
Söyleşiye başlarken de hatırlattınız; 24 Eylül 1996’da Amed’deki zindanda 10 Kürt devrimci tutsak katledildi. Yıl dönümü vesilesiyle neler söylemek istersiniz?
Bu vahşetin üzerinden yıllar geçse de unutmak mümkün değil. İktidara 1996’da gelen Ana-Yol faşist hükümeti, her alanda Önderliğimize ve mücadelemize karşı kapsamlı saldırılar yürütmüştür. Önderliğimize karşı 6 Mayıs’ta Şam’da geliştirilen bombalı saldırı, tüm Bakurê Kurdistan’ın eyaletlerinde yürütülen kapsamlı imha saldırıları, toplumumuza karşı yürütülen soykırım operasyonları, düzeyini göstermektedir. Bu saldırılardan zindan alanları da nasibini almış ve 24 Eylül 1996’da 10 yoldaşımız vahşice katledilmiştir. Tutsak olan devrimcilerin iradelerinden başka kendilerini savunacak hiçbir şeyleri olmadığını bilerek böylesine vahşi bir saldırı geliştirilmiştir. Demirler ve kalaslarla yoldaşlarımızın tüm bedenleri parçalanarak geliştirilen bu katliam, Türk faşist devlet yapılanmasının insanlık dışı yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu vahşete karşı yoldaşlarımızın direnişi ise dünya devrimler tarihine altın harflerle geçecek bir düzeyi ifade etmektedir. Yoldaşlarımız dünya tarihinin en barbar gücüne karşı bilinç, inanç ve irade ile insanlık değerlerinin en büyük temsilini gerçekleştirmiştir. Bu anlamda 24 Eylül, her daim işlenmesi ve hatırlanması gereken onurlu bir direniş tarihimizdir.
ORASI HAREKETİMİZİN DİRENİŞ KALESİYDİ
Zindanlar, Hareketimiz için direniş kalesi olduğu kadar faşist Türk devletinin de devrimcileri her yönüyle teslim alma, sindirme, işkenceyle iradesini kırmayı amaçladığı bir mekandır. Düşmanın 1996’da zindanlara yönelik politikası, devrimcilerin kendi onur ve kimliğine ihanet etmesi için itirafçılaştırma, bu olmasa bağımsızlaştırma olmuştur. Bu politikasını amansızca dayattığı yerlerden biri de Amed’deki zindandı. Bu dönemde düşmanın adeta ikinci sorgu ve işkence mekanlarından biridir. Burada devrimcilerin iradesini kırma, davasından vazgeçirme, teslim alma amaçlanmıştır. Buraya ilk adım atan devrimciler “Burası Diyarbakır başka bir yere benzemez’’ sözleri ile karşılanmıştır. Bununla bireyde korku yaratmak ve bu yolla iradesini kırmak istiyorlardı. Oysa orası bizim içinde Diyarbakır zindanıydı ve başka bir yere benzemiyordu. Hareketimizin direniş kalesiydi. Hareketimizin öncüleri olan Mazlumların, Ferhatların, Kemallerin, Sakinelerin direniş mekanıydı. Orası güçlü iradelerin ortaya çıktığı PKK-PAJK militanların onurlu direniş mekanıydı. Orası, 24 Eylül 1996’da çıplak iradeleri ve inançları dışında kendilerini koruyacak hiçbir şeyleri olmayan ve kahramanca direnen Mehmet Aslan, Rıdvan Bulut, Nimet Çakmak, Cemal Çan, Ahmet Çelik, Kadir Demir, Edip Direkçi, Sabri Gümüş, Erkan Perişan ve Hakkı Tekinlerin mekânıydı.
Bu dönemde 10 yoldaşımıza yapılan bu vahşeti protesto etmek için Bayrampaşa Cezaevi’nde Vedat Aydemir ve Hamdullah Şengüren arkadaşımız aynı gün ve saatlerde sözleşircesine bedenlerini ateş topu yaparak şehitler kervanına katıldı. Böylece 24 Eylül vahşetine karşı direnişte şehit düşen yoldaşlarımızın sayısı 12 oldu.
AYNI FAŞİST ZİHNİYET DEVAM EDİYOR
Yıl dönümü vesilesiyle şehit düşen tüm yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyor, onlara bağlı kalma, intikamlarını alma ve mücadeleyi zafere taşırma sözümüzü yineliyoruz. Aynı faşist zihniyetin bugün de zindanlarda zülüm ve baskıyı pervasızca hayata geçirdiğine her gün yaşananlardan tanık oluyoruz. Bu değerli yoldaşlarımıza layık olmanın en temel yolunun Önder Apo ve zindanlardaki direnişi sahiplenme ve bu direnişe güç vermekten geçtiğini belirtiyor, bu temelde tüm yurtsever halkımızı, demokratik kamuoyunu Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit ve zindanlardaki zülüm uygulamalarına karşı harekete geçmeye, direnişi büyütmeye çağırıyoruz.