Devasa kazançlar işçiye yansımıyor
Gıda sektörü, 2023’ün kâr şampiyonu ama bu durum işçilerin kazançlarına yansımadığı gibi patronlar sendikalaşmaya da geçit vermiyor.
Gıda sektörü, 2023’ün kâr şampiyonu ama bu durum işçilerin kazançlarına yansımadığı gibi patronlar sendikalaşmaya da geçit vermiyor.
DİSK’e bağlı Gıda İş Genel Başkanı Olcay Ozak, “Karşımızda 1800'lerin koşullarına denk düşen bir çalışma modeli var. Sendika, konfederasyon ve iş kolu ayırmadan birlikte mücadeleyle bunların üstesinden gelebiliriz. Bu böyle gitmez” dedi.
OECD’ye üye 38 üye ülke içeriesindeki gıda enflasyonu en yüksek olduğu ülke Türkiye. 2023’te de gıda enflasyonun en yüksek ülke olduğu Türkiye’de Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre, en çok kazanan sektör de gıda sektörü. Patronlar için rakamlar böyleyken Çatalca’daki Polonez fabrikasındaki 143 işçi sendikaya üye oldukları için işten atıldı ve direniyor. Oba Makarna’nın Sakarya’nın Hendek ilçesinde bulunan fabrikasında, 15 Eylül 2024’te meydana gelen patlamada 27 yaşındaki işçi Mesut Şimay hayatını kaybetti; biri 12 yaşında çocuk, üçü itfaiye eri olmak üzere 30 kişi yaralandı.
SADECE YÜZDE 10’U SENDİKALI
Bir yandan gıda enflasyonunu artıran şirket kârları, diğer yanda aylardır direnen işçiler, çalışma ve sendikalaşma koşullarının nasıl olduğunu tekrar gündeme getirdi.
ANF’ye konuşan DİSK’e bağlı Gıda İş Genel Başkanı Olcay Ozak, öncelikle sermayenin her alanda kâr oranlarını katladığını fakat çalışanlarınsa enflasyonun çok çok altında ücretler aldığını söyledi. Ozak, şöyle devam etti: “Patronlar bu kadar kâr ediyorsa, işçilerin de maaşları, sosyal ve ekonomi koşulları bir o kadar iyidir, diye düşünürüz. Tablo ise tam tersi. Gıda işçileri için sendikalaşma oranlarından örnek verirsek aslında çalışma ve ekonomik koşullarını açıklamış oluruz. Gıda iş kolunda 760 bin civarında işçi çalışıyor. Bunun ancak yüzde 10 ya da yüzde 11 kadarı örgütlü sendikalı. Son verilere göre; 75 bin civarında sendikalı sayısı var. Yüzde 90'ı örgütsüz, sendikasız, iş güvencesiz, zorlu ekonomik koşullarda üretim yapıyor gıda işçilerinin. Bu yüzde 90 sendikasız iş yerlerindeki işçilerin, yine yüzde 90'ı asgari ücretle çalışıyor. Evet, patronlar çok kazanıyor, patronlar çok kâr ediyor, vergi muafiyetleri ve teşvikler alıyor ama bunca devasa kazanca rağmen bu durum işçiye yansımıyor.”
SALGIN ÇALIŞMA BİÇİMLERİNİ DEĞİŞTİRDİ
Özellikle küresel salgın döneminde her yer kapanırken gıda sektörünün üretime devam etmesinin çalışma şekillerini çok değiştirdiğini belirten Ozak, şunları söyledi: “O dönem işçiler 12 saat çalışıyordu, vardiyalar iki döndü. Evine gitmeden çalışan işçiler oldu. Bunların ücretlerinde ise bir değişiklik olmadı. Örgütlenme hamleleri, işverenin işten atma ve işçilerin sendikal örgütünü parçalayacak girişimleriyle karşı karşıya kaldı. Sendikal anlamdaki en son örnek Polonez işçileri. Hal böyleyken işçilerin yaşamlarında eksiye giden bir durum söz konusu oldu. Çok çalışıp, çok üretip ama aynı çoklukta ücret alamadı, kendi yaşamlarında herhangi bir değişiklik olmadı, hatta birçoğunun yaşamında bir altüst oluş yaşandı. Bu kadar çok çalışmayla aile bireylerine, kendi sosyal ilişkilerine zaman ayıramayan işçilerin evlerindeki huzursuzluk, işlerindeki huzursuzlukla birleşti ve birçok işçi işini bıraktı. Bu uzun çalışma saatleri sonucunda kalıcı hastalıklar ortaya çıktı. Özellikle yemekhane işçilerinde yaygın olarak boyun fıtığı, kol yırtığı, bacaklarda varis gibi kalıcı meslek hastalıkları oluştu. Bütün bunları topladığımızda bize şöyle bir sonuç veriyor: Evet, salgın süreci ve sonraki gelişen süreçte patronlar çok kazandı, kârına kâr kattı, hepsi işlerini büyüttü. İşçiler ise aynı oranda yoksullaştı. Zaten sendikalı olma oranını söylediğimizde işçilerin durumu çıplak gözle görülecek şekilde ortaya çıkıyor.”
BU SEKTÖRDE KADIN İŞÇİLER AĞIRLIKTA
Gıda sektöründe özellikle kadın işçilerin fazlalığına dikkat çeken Olcay Ozak, aynı zamanda bu işçilerin yaş aralığının yüksek olduğunu ve bu durumun çalışma koşullarına mecburiyet yarattığını kaydetti. Ozan, şöyle konuştu: “Gıda sektörünün büyük kısmı vasıfsız işçilerden oluşuyor. Belli makinaları kullanmak için çeşitli deneyimler ve belgeler isteniyor ya da aşçılık için. Onun dışında büyük çoğunluğu vasıfsız ve kadın işçi. Örgütlenmenin en büyük sorunlarından biri de bu. En son mesela Bilecik'te ‘memur gıda’ diye bir yer vardı. Bizde örgütlendiler ve bunlar Bilecik civarında oturan, oralarda yaşayan, o bölgenin insanları ve yaş aralığı 45-60. Bu yaş aralığında uzun yıllar çalışmışlar ve bakmışlar olmuyor, sendikaya geldiler. Biz orada bir örgütlenme çalışması yürüttük ama işveren hepsini işten çıkardı. Davalar hala sürüyor. Birçoğu ara bulucuyla tazminatlarını aldı. Oradaki örgütlenme sürecimiz aslında gıda iş kolundaki kadın işçilerin durumuna dair de önemli bir bilgi veriyor. İleri yaşta kadınlar, bir başka yerde iş bulamayız, bizi bu yaşta kimse çalıştırmaz, en azından burada bir maaş alıyoruz gibi gerekçelerle sendikalaşmaya biraz uzak duran bir yapıya sahip. Birçok yerde bu böyle. Kadınların önemli sorunlarından biri bu.”
OBA MAKARNA’DA DA SENDİKA YOK!
Oba Makarna’daki patlamanın, içerideki kötü çalışma koşullarını da deşifre ettiğine dikkat çeken Gıda İş genel Başkanı Olcay Ozak, şunları paylaştı: “Oba Makarna, Sakarya’da ve Dîlok’ta (Antep) kurulu ve oldukça yoğun işçinin çalıştığı bir fabrika. Günlerdir Oba Makarna'nın devletten aldığı teşvikler ya da borçlarının nasıl silindiği veya kârının ne kadarını vergi verdiği basına yansıdı. Aldığı ihaleler, buralara yönelik teşvikler, hastalıklı buğdaylarla ürettiği makarnalar vs. dahil… Burada da sendikalaşma yok ama Dîlok’ta bizim sendikamızın üyeleri var. Burası da yine benzer fabrikalardaki gibi sendikalaşmanın önüne engeller koyuyor. Öğrendiği an işten çıkaran, buna asla müsaade etmeyen, mobing uygulayan bir yönetim anlayışları var.
İŞÇİLER, BİR CEHENNEMDE ÇALIŞIYOR
Aslında bir yanıyla bu fabrikadaki patlama, o iş yeri içerisindeki işçileri sömüren bütün cerahati de dışarı akıttı. İş kazaları olduğunda, iş cinayetleri gerçekleştiğinde biz o içerideki cerahati de görebiliyoruz. Gerçekten işçiler bir cehennemde çalışıyor bu fabrikalarda. Emeklerini sattıkları, sabahın erken saatlerinde girip gece yarılarına kadar bütün emeklerini, zamanlarını, gençliklerini ve enerjilerini bıraktıkları o iş yerleri çoğu zaman onların hayatlarını da ellerinden alıyor. Ve işçiler burada geçirdikleri süre sonucunda çok iyi bir yaşam kazanamıyor. Ücretler gerçekten çok düşük. Çalışma saatleri çok uzun. Benzer fabrikaların hepsinde var bu. Aldıkları ücretler geçinmelerine yetmeyince işçiler mesaiye kalıyor. Tabii bunun adı Türkiye'de zorunlu mesai. Zorunlu diye bir şey anayasa aykırı ama zorunlu mesai diye işçilere dayatılan bir gerçek var.”
50 YILDIR ÇALIŞIYOR AMA SİGORTASIZ!
Amed’deki fırın işçileriyle de bir örgütlenme çalışması içinde olduklarını ifade eden Olcay Ozak, 70 yaşında işçilerin 50 yıldır sigortasız çalıştırıldıklarına dikkat çekti. Ocak, şunları söyledi: “Fırın işçileri içerisinde bir çalışmamız var. 2024 yılındayız ve 21. yüzyılın da çeyreğini bitirmek üzereyiz ama işçiler sigortasız çalışıyor! Amed’deki fırın işçileri içerisindeki çalışmamız artık biraz ete kemiğe bürünmeye başladı. Örgütlenmeye başladı işçi arkadaşlarımız. Biz işin içine girdikçe bir taraftan sendikalaştığından dolayı atılan işçiler için mücadele veriyoruz. Öbür taraftan bakıyoruz taşeronlaşma sendika hakkı bile vermek istemiyor. Onunla uğraşırken bir bakıyoruz işçi daha sigortalı bile olmamış. Sigortalı olmayınca nasıl sendikalı olacak. Her gün geliştik, ilerledik, büyüdük diye açıklama yapıyor iktidar. Şu kadar İHA yaptık, bu kadar SİHA yaptık, teknolojimiz gelişti diye ama bir bakıyoruz ki; işçiler sigortasız! İşçi 50 yıldır çalışıyor ama sigortasız çalışmış ve bu işçi 70 yaşında!”
DAHA FAZLA MÜCADELE, DAHA FAZLA BİRLİK
Sendikalaşmanın önündeki bir başka engelin ise taşeronlaşmanın özel sektörde yaygınlaşması olduğunu hatırlatan Ozak, şöyle devam etti: “Özel sektör bile kendi fabrikalarına taşeron firmalar kurup işçileri öyle çalıştırıyor. Örneğin Ülker fabrikasının yüzlerce tesisi var. Farklı farklı isimlerde ama Ülker’e ait, Bizim Servis, Reform Gıda vb. küçük taşeron firmalar kuruyor. Aslında ana fabrika ile aynı işi yapıyor bu işçiler. Bir de Ülker’de patronun kurduğu bir sendika var. Toplu sözleşme yapıyor ama yine kendisinin kurduğu firmalardaki taşeron işçiler asgari ücretle çalışıyor ve o sendika üyesi olamıyor. Taşeronlaşmayla kölece çalışmayı yasallaştırdılar, normalleştirdiler. Şimdi onunla da yetinmediler ve esnek çalışma diye saatlik çalışmalar yaygınlaştırma peşindeler. Bütün bunlar işçi sınıfının karşı karşıya olduğu sorunlar. Bunlarla başa çıkmanın tek yolu mücadele etmek, kazanıncaya kadar da bu mücadeleyi sürdürmek. Karşımızda 1800'lerin koşullarına denk düşen bir çalışma modeli var. Bütün bunlarla birlikte mücadele edeceğiz. Sendika, konfederasyon ve iş kolu ayırmadan birlikte mücadeleyle bunların üstesinden gelebiliriz. Bu böyle gitmez. Onun için daha fazla mücadele, daha fazla birliğe ihtiyacımız var.”