Erdoğan da Lukaşenko da siyasi çıkarları için mültecileri kullanıyor

Polonya- Belarus sınırında yaşanan mülteci dramı hakkında konuşan Dunya Collective üyesi Jan Theurich, burada yaşananların Erdoğan’ın mültecileri kullanmasından farklı olmadığını vurguluyor.

Polonya-Belarus sınırındaki çoğunluğu Güney Kürdistan’dan gelen Kürt ve birçok mülteci, soğuktan ve açlıktan yaşamını yitirdi.

Bölgedeki kriz devam ederken insan kaçakçılığının hangi ağlar üzerinden yapıldığı ve dahası bunca insanın neden sınırda yığıldığı ise günbegün daha da netleşiyor.

Jan Theurich, mültecilerle dayanışma çalışmaları yürüten ve Avrupa sınırlarındaki farklı kamplardan görüntüler paylaşan Dunya Collective’in üyesi.

Uzun süre Yunanistan’daki mülteci kamplarında gönüllü çalışmalara katılan Theurich; son yangınlarda da bölgede çalışma yürüten insan hakları aktivistlerinden biri oldu.

Polonya-Belarus sınırındaki yaşananları da takip eden Dunya Collective* üyesi Jan Theurich, ANF’ye şu anki krizi anlattı.

Theurich göre Lukaşenko da tıpkı Erdoğan gibi mültecileri bir koz olarak kullanıyor dahası mülteciler, soğuk ve açlık tehlikesinin yanı sıra bir de Neonazi grupların saldırısı riski altında.

Polonya’daki mülteci krizi nasıl bu hale geldi?

2020 Ağustos’unda Belarus’ta başkanlık seçimleri vardı. Bu seçimler, bilindiği gibi hileliydi ve diktatör Lukaşenko bu seçimlerle makamını yeniden onaylattı. Bunun ardından Belarus tarihinde ilk defa büyük kitle eylemleri gerçekleştirildi ve diktatör Lukaşenko bu eylemleri kanlı müdahalelerle bastırdı. Buna reaksiyon olarak Avrupa Birliği, Lukaşenko ve onun rejimine karşı bazı yaptırım kararları aldı; bunun üzerine de Lukaşenko, 2021’in ilkbaharında, Avrupa Birliği’ne karşı baskı aracı olarak kullanmak için dünyanın farklı bölgelerindeki sığınma arayan birçok insanı doğrudan veya aktarmalı uçuşlarla Minsk’e toplamaya başladı. Bu, Avrupa Birliği ile Lukaşenko rejimi arasında bir politik iktidar oyunu.

Bu şekilde mi yığıldı insanlar sınıra?

Lukaşenko, sığınmacıları ülkede topluyor ve hatta onları gayet bilinçli olarak sınırlara yönlendiriyor. Mülteciler, doğrudan devlet olanaklarıyla otobüslere bindiriliyor ve sınıra taşınıyor. Belarus Ordusu ve Belarus Sınır Koruma Komitesi, yol üstünde sığınmacıları yönlendiriyor, ne tarafa gitmeleri gerektiğini söylüyor. Son videolarda gördüğümüz üzere en azından su olmak üzere bazı yaşam malzemelerini tedarik ediyorlar. Belarus’taki bazı muhalefet örgütleri, Lukaşenko rejimini mültecileri sınırları yıkmaya aktif bir biçimde kışkırtmakla suçluyor. Tabii kışkırtma sözü ile ilgili şunu söylemek gerekiyor: Bu aynı zamanda insanların özgür iradesiyle gerçekleşiyor, keza bu insanlar da Batı Avrupa’ya ulaşmak istiyor. Dolayısıyla Lukaşenko rejiminin bu insanları iradesiz kuklalar gibi kışkırttığını düşünmek de yanlış olur; insanların kendi iradeleri var, orada bir göç otonomisi işliyor, insanlar daha iyi bir yaşam aradıkları için oraya geliyor ve bunları yapıyor. Dolayısıyla sığınmacıların tel örgüleri yıktığı görüntülerin şiddet dolu/zorlayıcı olduğu düşünülebilir ama bu eylemin defakto anlamı, Avrupa Birliği’nin hala geçerli iltica yasalarını Polonya devletine ve Avrupa Birliği’nin kendisine karşı savunmak. Bu insanların iltica başvurusu yapma hakkı bulunuyor ve kalanına bundan sonra karar verilmesi gerekiyor. İnsanların temel haklarını kullanmalarının ordu müdahalesiyle engellenmesi, düşünülemez.

Belli kanallardan bilgi almak mümkün ama tam olarak durum nedir orada?

Bir yandan Belarus var: İnsanları sınıra yönlendiriyor ve orada kalmaya zorluyorlar. Sınıra gelen insanların ardında da Belarus’un sınır güvenliği güçleri bulunuyor ve sürekli olarak uyarı ateşi açıyorlar; sınıra yığılan insanlar için geri dönmek de oldukça zor. Şu günlerde Polonya tarafında 16 bin asker konuşlandırılmış durumda. Bölgede bir olağanüstü hal var, basının girişi yasaklandı ve dün de Almanya’dan gönderilen bir yardım konvoyuna izin verilmedi. Bugün de Polonya ordusuna bağlı askerlerin Belarus ormanlarına tıbbi yardım ulaştıran Polonyalı bir sivil toplum örgütünün (Medycy Na Granicy/Sınırdaki Tıpçılar) aracının lastiklerini söndürdüğü haberi ulaştı. Genel olarak sivil toplum örgütlerine yönelik çok kapsamlı engellemeler var. Dün de Almanya’da CADUS tarafından gönderilen bir yardım konvoyu engellendi. 

Bölgeden haber geçilmesi önünde de büyük engeller var; hatta bunun artık mümkün olmadığını da söylemek lazım, keza olağanüstü hal ilan edildi. Polonya, sınırları tamamen kapatıyor; Avrupa Birliği de bunu gayet iyi buluyor. Polonya, aslında Avrupa Birliği’nin geriye kalanının ve Avrupa Komisyonu’nun söylediklerinin aynısını söylüyor. Bu bir savaş dili. Mesela Polonya İçişleri Bakanı Mateusz Morawiecki: “Polonya sınırları, yalnızca haritada bir çizgi değildir; bu sınır bizden önceki kuşakların kanları ile savunuldu” dedi ve Polonya yurttaşlarına bu dil ile sesleniyor; sanki Alman Ordusu ya da Stalin’in birlikleri yeniden harekât başlatmış gibi. İnsanların bu milliyetçi çizgiyi paylaşmaları için böylesi tarihi imajlar yeniden canlandırılıyor. Bu kapsamda Polonya İçişleri Bakanı da kendi adlandırmalarıyla, “cephe ziyaretleri” yaptı ve orada askerlerle el sıkışırken fotoğraflar çektirdi. Bir tarafta Belarus’un ülkelerinde berbat koşullarda yaşadıkları için iltica yoluna çıkan insanları kullandığı ve böylelikle insan hayatlarını tehlikeye attığı utanmaz oyun var. Lukaşenko’nun bu siyasetinin son bulması gerektiğinin olabildiğince açık biçimde söylenmesi gerekiyor. Diğer yandan ise Avrupa Birliği, AB hukukuna ve uluslararası hukuka uygun davranmak zorunda ve bu insanlara bir sığınma başvurusu yapma imkânı tanımalı; bu, insanlara temel haklarını tanımak anlamına geliyor. AB, temel insan haklarına karşı orduyu harekete geçiremez, sınıra yığılmış insanları geceleri köpek havlamaları ya da bütün gece büyük hoparlörlerle yapılan Arapça ve Kürtçe anonslar ile terörize edemez.

Bir şeyi de vurgulamak gerekiyor: Belarus’un sınır koruma birlikleri sürekli havaya uyarı ateşi açıyor. Bunun amacı, insanları korkutmak ve sınırda kalmalarını sağlamak. Buna dair videolar da var. Belarus rejimi, bu insanları araçsallaştırmak istiyor. Orada bu halleri yaşayanlar, açlık ve acı çekenler insan! Aralarında daha savunmasız olan çok fazla insan da var: Çocuklar, yaşlılar ve kadınlar. Burada Avrupa Birliği, sınırlarını kapatarak reaksiyon gösteremez. Oradaki görüntüler bana 2020 başında Türkiye’de, Türk-Yunan sınırında tanık olduğumuz görüntüleri hatırlatıyor. Diktatörler, Erdoğan ya da Lukaşenko fark etmez, siyasi çıkarları için aynı araçları kullandıkları görülüyor. Bu kapsam içinde insan hayatının hiçbir kıymeti kalmıyor.

Siz Yunanistan’da da bulundunuz. Buradaki durum da göz önüne alındığında toplamda AB’deki mülteci krizi açısından tablo nedir?

Aynı anda Akdeniz üzerinden de halen birçok insan geliyor ve kurtarma çalışmaları da yeniden başladı. Akdeniz, dünyanın en tehlikeli kaçış yollarından biri. Yunan adalarındaki durum da daha iyi hâle gelmedi; durum halen geçtiğimiz yıl ile aynı. Midilli Adası’ndaki Moria Kampı yandıktan sonra yapılan Kara Tepe Kampı’nda durum, aynı biçimde kötü. Bu aslında kamp değil, daha çok bir hapishaneye benziyor; insanların dışarı çıkması engelleniyor, günde yalnızca bir ailesi üyesi üç saat dışarı çıkabiliyor. Sisam (Samos) Adası’nda durum daha da kötü. Burada çift tel örgülerle çevrelenmiş ve her yeri dikenli tellerle güçlendirilmiş yeni bir kamp inşa edildi. İki tel örgü arasında, firarları engellemek için sürekli devriyeler geziyor; içeriye özel bir kimlik ve parmak izi ile giriliyor. Yalnızca belirli saatler arasında kamp terk edilebiliyor ve zamanında dönmeyenler, bir süreliğine dışarı çıkma yasağı alıyor. Bu adada, “Başka Moria olmayacak” sözünün tamamen yalan olduğu ortaya çıktı. Hiçbir şey değişmedi ve hatta buralarda hakiki toplama kampları inşa edildi. Toplama kampı tanımını kullanıyorum, çünkü cezaevi sözcüğü de buraları karşılamıyor. Cezaevinde ceza yasaları uyarınca yanlış bir şey yaparsan bulunuyorsun. Bu insanlar ise bu kamplarda bir suç işledikleri için bulunmuyor.

Peki, bu yaşananlar benzer mi ve aynı sonuçları ortaya çıkarır mı?

Bu adalardaki siyaset, bugün Belarus-Polonya sınırında yaşadıklarımıza çok benzer. Bu siyaset ile açıkça, Avrupa Birliği’ne gelmek isteyen insanlara, “İçeri giremezsiniz ve bunu denerseniz fena acılar çekersiniz” deniliyor. Bu korkutma mekanizması, şimdi Polonya-Belarus sınırında da uygulanıyor. Bunun Avrupa’ya kaçmak isteyen insanlar arasında konuşulmasını ve onları korkutmasını istiyorlar. Bu, AB’nin kullandığı araçlardan biri. Diğer araç ise diplomatik araç. Mesela bazı havayolu şirketleri ve sığınmacıları Minsk’e götüren Türk Hava Yolları kara listeye ekleniyor, yaptırımlara maruz kalıyor.

Şimdi, Avusturyalı göç araştırmacısı Gerald Knaus’un geliştirdiği bir başka fikir daha var. Knaus, AB-Türkiye mülteci anlaşmasının mimari olarak kabul ediliyor. Şimdi Knaus, Ukrayna ve Moldova gibi AB sınırlarındaki başka üçüncü ülkelerle böyle anlaşmalar öneriyor. Aynı formül: Para karşılığında mültecileri tutma ve oldukları yerde bakımlarını üstlenme sorumluluğu ver, sınır dışıları da bu üçüncü ülkelere yap, sığınma başvurusu hakkındaki kararları da sığınmacılar orada tutulurken ver. Bu, Türkiye-AB anlaşmasındakiyle aynı strateji. Ne var ki bu anlaşma da gösterdi ki, insanlar tutuldukları yerde sabit kalıyor, kararlar çok yavaş veriliyor. Knaus’un AB-Türkiye anlaşmasının getirdiği insani sorunları görmesine rağmen böyle bir öneri ile gelmesini ben felaketimiz buluyorum. AB de bu anlaşmaları göç yönetimi için başka ülkelerde de bir siyasi araç olarak kullanmaya devam ediyor ve bu konsept içinde insanların da, onların haklarının da hiçbir önemi yok. Mesele, Avrupa’ya gelmelerini engellemek.

Almanya’daki “Identitäre Bewegung” (Kimliksel Hareket) radikal sağ örgütler, Polonya sınırına doğru mobilizasyon çağrısı yapıyor. Bir grup sağcının oraya doğru hareket ettiği bilgisi de geldi. Brandenburg ve Saksonya eyaletlerinde Naziler, mesela “3. Yol Partisi” (Der III. Weg) kısa süre önce insan avına çıkmaya, kendi deyimleriyle “illegalleri yakalamaya ve polise teslim etmeye” çağrı yaptı. Doğu Almanya kırsalında, sınırda bulunan Zittau şehrindeki “Zittau Eylem Grubu” adlı grup da kendi deyimleriyle “devriye” geziyor ve sınırı geçmeye çalışan insanları engellemeye çalışıyor. Federal Polis, iki hafta önce Almanya’ya yasadışı yollarla gelen iki yüz civarında insanın kayıt altına alındığını açıklamıştı. Elbette Neonaziler mülteciler için bir tehlike; keza mülteciler içinde birçok aile de bulunuyor. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Neonazilere karşı savunmasız kalabilirler.

Kontrol altına alınmazsa ne olur? Almanya sınırı ardındaki olası tehlikeler neler? 

3. Yol Partisi’nin eylemlerine karşı bölgede bir inisiyatif ortaya çıktı ve bir şeyler yapılmaya çalışıyor. Hafta sonu da sınırdaki şehirler Bad Muskau, Görlitz ve Zittau’da mültecilerle dayanışma eylemleri gerçekleştirilecek. Polonya’da da sınırda çalışan bir grup var ve uluslararası bir çağrı yayınladılar ve bağımsız bir gözlemci grubunun, ayrıca Polonya Hükümeti’nden tıbbi ve ayni yardımların sınıra gelmesini istiyorlar. Eğer durum kontrol altına alınmazsa, kış bastırdığında, bölgede gerçekten ciddi soğuklar gelecek. Bu orman, durum kontrol alınmazsa, daha birçok mültecinin mezarına dönüşecek, daha çok mülteci bu ormanlarda soğuktan donarak yaşamını yitirecek. Bu, her koşulda engellenmek zorunda. Şu anda o ormanlarda tam olarak kaç kişinin öldüğünü söylemek güç. Dediğim gibi, olağanüstü hal de olduğu için o ormanlardan hiç kimse bağımsız gazetecilik yapamıyor. Ki Belarus zaten bir diktatörlük.

* Dunya Collective