HDK Genel Meclis toplantısı sonuç bildirgesi

HDK Genel Meclisi, 11. Dönem 5. Genel Meclis Toplantısı sonuç bildirgesini açıkladı.

16-17 Nisan tarihlerinde İstanbul’da yapılan toplantının sonuç bildirgesini açıklayan HDK Genel Meclisi, dünya, Türkiye ve Kürdistan’daki gelişmeleri değerlendirdi.

Sonuç bildirgesinde Ukrayna savaşına değinilerek, “Savaşı ve çözümsüzlüğü yaşayan bir coğrafyanın halkları olarak bizler Ukrayna ve Donbas bölgesindeki halkların acılarına ortak olduğumuzu vurgularız” denildi.

Kürdistan’a karşı on yıllardır “gaddar bir savaş yürüten Türkiye Cumhuriyeti’nin, bugün özellikle Rojava ve Başur’da yeni alanlar işgal etme ve varlığını pekiştirmeye yönelik özel bir hazırlık içinde olduğunu” izlediklerini ifade eden HDK, Türkiye yönetimi ve devlet aklının “dünyanın gericiliğini layıkıyla temsil ettiğini” belirtti.

Bildirgede, “Türkiye’nin yayılmacı politikası Güney Kürdistan’da da bizatihi yerli bazı Kürt güçlerin işbirliğini sağlayarak Kürtlerin ulusal birliğini baltalamayı amaçlıyor” vurgusu yapıldı.

8 Mart ve Newroz’da alanlara çıkan milyonlarca kişiyi hatırlatan HDK, kadın özgürlük mücadelesi için “Türkiye muhalefet hareketinin en canlı ve temel bileşeni” dedi.

Newroz’da alanlara çıkan milyonları selamlayan HDK, gelecek seçimler konusunda ise şu ifadeleri kullandı:

“AKP iktidarının gelecek seçimde sonuç ne olursa olsun, ona ülkenin zenginliğini yağmalama olanağı sunan koltuğunu kolayca terk etmeyeceğini gayet açıklıkla biliyoruz. Ancak biz de halkların, özgürlüklerin ve demokrasinin karşısında yer alan bu muktedirlere rahat yüzü göstermeyeceğimizi ilan etmeyi bir görev biliyoruz.”

Bildirgede devamla şunlar belirtildi:

“Türkiye’nin tarihinde görülmemiş ölçüde ağır bir ekonomik yıkımın yaşandığı bu günlerde, AKP iktidarı ülkenin bütün maddi zenginliğini bir avuç suç ortağına sınırsızca akıtırken, yoksullaşma ve gıda krizi karşısında yaşam mücadelesi vermekte olan geniş halk yığınlarını, bir istismar aracı haline getirdiği dini duygularla, “sadaka” kültürüne yönelik ekonomik politika araçlarıyla aldatma politikasını sürdürmektedir. Hayat pahalılığının azalacağına ya da geniş halk yığınlarının yoksullaşmasına karşı iktidarın göz boyamadan başka önlemler alacağına ilişkin hiçbir belirtinin bulunmadığı koşulların, her şeye karşın muhalefet hareketi için nesnel olanaklar sunduğunu vurgularız.

Siyasi iktidar hapishanelerde yeni bir kırım operasyonu yürütüyor. Mahpuslar işkencelerle öldürülüyor, hapishane koşulları her geçen gün daha da ağırlaştırılıyor. Tahliye koşulları bile uydurulan çeşitli kurullar eliyle bir pişmanlık dayatmasına dönüştürülüyor. İmralı hapishanesinde Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit ısrarla sürdürülüyor. Hasta mahpuslar gaddar bir politik yaklaşımın rehinesi olarak görülüyor. Kürt ve Alevi, ömrünü kadın mücadelesine adamış olan Aysel Tuğluk hastalığı ağırlaşmasına rağmen cezaevinde tutulmaktadır. Onun şahsında kadınları ve tüm hasta mahpusları hedef alan bilinçli düşmanlık politikasına karşı kadınlar mahpushanelere ses olarak mücadeleyi büyütmeye devam ediyorlar.

Devlet, kadınların alanlarda seslerini sözlerini, sloganlarını, zılgıtlarını, halaylarını birleştirdiği 8 Mart ve Newroz’un coşkulu kutlanmasına gözaltı ve tutuklamalarla cevap verdi. AKP iktidarı, TCK değişikliği yasa tasarısı gibi göstermelik düzenlemelerle erkek yargının işleyişine yeni kılıflar, fail erkekleri koruyacak yeni yöntemler bulmaya çalışıyor. Teklifle, “iyi hal” indirimi yerine “pişmanlık” indirimi getirerek, cezasızlığı muğlak, ucu açık ve katmerlenmiş bir biçimde sunmaya çalışıyor. Ancak, kadınlar dün olduğu gibi bugün de yaşamlarını, emeklerini, bedenlerini, iradelerini savunmak için mücadelede kararlılar.

Tarlalarda, evlerde, fabrikalarda, atölyelerde, eğitimde, sağlıkta üreten kadınların emeği çalınarak yandaşların cebine aktarılıyor. Mutfaklarda büyüyen yangın ve işsizliğin ağır yükü altındaki kadınlar kendilerine dayatılan sefalete alışmıyor, bu soygun düzenine boyun eğmiyorlar. Kadınlar; talancı, savaşçı, soyguncu erkek ekonomisi, Ukrayna’dan Şengal’e uzanan savaş politikalarının kendilerine sadece şiddet, göç, sömürü, taciz, tecavüz ağır yoksulluk getirdiğini biliyor, bunu reddediyorlar. HDK’li kadınlar da savaş ittifakına, ataerkil kapitalizme karşı hep beraber onurlu ve kararlı bir barışta, eşitlikte ve özgürlükte ısrar ediyor.

Bugün dünya, büyük ölçüde savaşlardan kaçan on milyonlarca mültecinin hareketiyle sarsılıyor. Türkiye’de siyasi iktidar, milyonlarca mülteciyi dışarıda ve içeride gözünü kırpmadan politik hesaplarının istismar konusu yapıyor. Kendince “terbiye edemediği” göçmen ve mültecileri ya canlarını hiçe sayarak Yunanistan sınırına itekliyor ya da çeşitli ülkelere göndermenin hesabını yapıyor. Öte yandan ülkedeki mültecilerin kölelik koşullarında çalıştırılmasından yarar sağlıyor, cezasızlık politikalarıyla yol verdiği ırkçılık, ayrımcılık ve nefret suçlarından yararlanarak pogrom tehdidini mültecileri bağımlılaştırma aracı olarak kullanıyor. Düzen muhalefeti ise siyasi çıkarını sermayenin mülteci emeği üzerindeki denetimsiz sömürüsünü ve yayılmacı saldırganlığı aklamak üzere mültecileri günah keçisi ilan etmekte arıyor. Ülkede yaşayan herkesin hak eşitliğini savunan Halkların Demokratik Kongresi işçi sınıfının saflarını büyüten mültecilerle yerli emekçilerin kapitalizme, savaş kışkırtıcılığına ve ulus devlet cenderesine karşı ortak mücadelesinin örgütlenmesini savunur.

Halkların Demokratik Kongresi, ne tek tek ağaçlar dolayısıyla ormanı gözden kaçıran, ne de ormana yönelip tek tek ağaçlarla ilgilenmeyi ihmal eden bir yaklaşıma sahiptir. Kongremizin fikriyatı, mücadelenin bütünselliğiyle parçalılığı ve tek tek alanları arasındaki dinamik ve geliştirici bağın yeni yaşam perspektifiyle kurulmasını öngörmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’de bir yandan egemenlerin iki büyük kanadı arasında kritik bir mücadelenin hesap günü giderek yaklaşıyor, beri yandan üçüncü yolu işaret eden demokrasi ve devrim güçlerinin mücadelesi bu koşullarda yeni sorunlar ve elbette yeni olanaklarla ilerliyor. HDK’ye düşen, bugünün demokratik görev ve yükümlülüklerini ihmal etmeksizin, ancak bu mücadeleyi egemenlerin güya demokratik bir kanadının yedeğine düşürmeksizin demokratik cumhuriyet mücadelesinin gelişmesi için bir işaret haline getirmek, geleceğin özgür toplumu için yolları döşemeye katkı oluşturmaktır.

Ermeni Soykırımı’nın 107. yıl dönümüne yaklaşırken “Bir daha asla!” diyebilmek için hakiki bir yüzleşme sürecine ihtiyacımız olduğunun bilinciyle Ermeni halkının acılarını ve taleplerini paylaşıyoruz.

8 Mart ve Newroz’da kendini gösteren irade ve eylemliliğin 1 Mayıs’a hazırlandığı günlerde, 1 Mayıs alanlarının sınır tanımayan sömürünün, sömürgeci paylaşım ve vekâlet savaşlarının karşısında sömürülenlerin aralarına çizilen sınırları aşma kararlılığını dile getirmesinin yeri olduğunu vurguluyoruz. Açlık sınırında yaşamaya, kölelik koşullarında çalıştırılmaya ve ölmeye direnenlerin, özgür yaşam, eşit yurttaşlık, halkların iradesine saygı taleplerinin, patriarkaya karşı emeğini, bedenini, özgürlüğünü savunan kadınların ve LGBTİ+’ların,  zindanlardaki ve sokaklardaki direnişçilerin, ülkedeki tüm ezilenlerin, hak arayan yurttaşların ve eşit haklara sahip olma hakkı arayan mültecilerin birbirinin yoldaşı, kader ortağı olduğunu göstermek, Newroz’un coşkusu ve kitleselliğini 1 Mayıs’a akıtmak üzere örgütlenerek 1 Mayıs alanlarında olacağız.”