Karasu: Tecrit bir soykırım politikasıdır

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecriti değerlendirerek “Türk devletinin yaklaşımı Kürtlere soykırım uygulamaktır. Bu ağır tecrit, aslında bir soykırım politikasıdır. Bir soykırım yaklaşımıdır" dedi.

Tüm Kürtlerin soykırım politikasına karşı direnmesi gerektiğini vurgulayan Karasu, “Eğer bu Kürt soykırım politikası ise o zaman nasıl yaklaşılacak? Önderliğe sahip çıkılacak. Önderliğe sahip çıkmamak, Kürt soykırımına kafa uzatmak, soykırım bıçağının altında sessiz kalmaktır. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, söylemek gerekiyor; artık Önder Apo'yu sahiplenmeyen Kürt, soykırımı kabul etmiş Kürt’tür. Kürtlüğünden vazgeçmiştir. Kürtlüğünü bırakmak isteyen Kürt’tür. Buna da Kürt denmez zaten. Bu bakımdan Önder Apo'yu sahiplenmeyen Kürt, gerçek bir Kürt değildir, çünkü kendisini soykırım bıçağına yatırmıştır. Soykırımı kabul etmiştir. Soykırımı kabul etmiş birisine Kürt diyebilir misin? Diyemezsin. Bu yönüyle Kürt halkının, dostlarının, bütün Kürt siyasi güçlerinin Önder Apo'ya yüksek sesle sahip çıkması lazım. Bunu böyle anlamaları lazım. Bu soykırıma karşı bir çıkıştır. Soykırıma karşı bir duruştur” şeklinde konuştu.

Son dönemde Türkiye’de tartışma konusu olan kadın ve çocuklara yönelik tecavüz ve şiddet konularında konuşan Karasu, Türkiye'de yok edilmek istenen Kürt’e her türlü hakaretin ve zulmün, Türk halkının gözü önünde yapıldığını; Kürtlerin yok etmenin normalleştirildiğini belirterek, “İşte böyle bir toplum çürür. Vicdan, ahlak, insanlık duygusu ortadan kalkar, çünkü her türlü zulme göz yumuyor, sessiz kalıyor. Normalleşmiş. Böyle bir toplum çürür. Ahlakın, vicdanın olmadığı bir toplumda her türlü kötülük gelir. Türkiye toplumunun şu anda çürümüşlüğünün nedeni, Kürtler üzerinde uygulanan soykırım politikasıdır. Bin yıldır birlikte yaşadığı Kürtlerin cenazelerine, mezarlarına, tutsaklarına nasıl davranılıyor? Bunlara sessiz kalan bir toplum, kirlenir, vicdansızlaşır, ahlaken çöker. Öyle bir yerde de her türlü çirkinlik ortaya çıkar” diye konuştu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’nin ‘Özel Program’ına konuk oldu. Karasu’nun gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

MÜCADELENİN SERT VE KESKİN OLDUĞUNU GÖSTERİYOR

Önder Apo ile 21 aydır hiçbir görüşme olmadı. Aslında tecrit, 24 yıldır sürüyor. Bazı yumuşama, çatışmasızlık döneminde bazı görüşmeler oluyordu ama onun dışında 24 yıldır bu tecrit ve baskı düzeni sürüyor. Zaten birkaç ay sonra 24 yıl doluyor. 25. yılına girecek Önder Apo'nun esareti. Bu tabii bir halkın önderi açısından büyük bir zamandır. 24 yıl zindanda kalmak, aslında bu mücadelenin de karakterini ortaya koyuyor. Bu mücadelenin ne kadar sert ve keskin olduğunu, Kürt halkının mücadelesinin, Türk devleti karşısındaki konumunun, uluslararası güçler karşısında konumunun ne olduğunu da gösteriyor.

KOMPLOCULAR DA SORUMLUDUR

Bilindiği gibi Önder Apo'nun esaret altına alınması, Türk devletinin marifetiyle, gücüyle olmadı. Uluslararası güçlerin desteğiyle oldu; başta ABD, İsrail olmak üzere. Bunların örgütlediği bir komplo gerçekleşti. Bunlar zaten Önder Apo'yu esaret altına alarak Türkiye’ye teslim etti. Ecevit, o zaman ”Neden bize teslim ettiler anlayamadım” demişti. Önder Apo ise bu komplonun, Türkiye ile Kürt halkı arasında uzun süreli bir savaşı gerçekleşmesini sağlamak, bir intikam savaşının süreklileşmesini sağlamak, bu temelde de hem Türkiye üzerinden hem Kürtler üzerinde politika üretmek ve olduğunu belirtti. Yeni hem Kürtleri kendi politikaları için kullanmak hem de Türkiye’yi kendi bölge politikalarında kullanmak için böyle bir komployu gerçekleştirdiğini çeşitli defalar dile getirdi. Bu yönüyle 24 yıllık esaret sadece Türkiye'nin değil esas olarak ABD'nin, Avrupa'nın ve İsrail'in gerçekleştirdiği bir esarettir. Onların sorumluluğu vardır.

TÜRK DEVLETİ, ÖNDERLİĞE ÖFKELİDİR

CPT’nin Türkiye’ye gittiği, İmralı’yla görüştüğü veya görüşmediği biçiminde tartışmalar oldu. Hatta görüştü ama görüşmenin sonuçlarını açıklamıyor, denildi. Görüşmenin olması ama görüşmenin sonuçlarının açıklanmaması, Kürt halkında, Özgürlük Hareketi’Nde belli kaygılara, tepkilere yol açtı. En son avukatlar, CPT’nin Türkiye'ye gittiğini, Önderlik’le görüşmediğini belirtti. İmralı'daki durumun netleşmesi açısından CPT hiçbir açıklama yapmadı. Bu tabii kaygıları artırdı. Niye yapmıyor? Sağlık ve güvenlik sorunu konusunda kaygıları artırdı. Avukatlar, “CPT gitti. Diğer cezaevlerine gitti ama İmralı'ya gitmediği, görüşmediği biçiminde bilgi aldıklarını söyleyince aslında durum daha da muğlak hale geldi. Daha da kaygı verici hale geldi. Niye gitmediler? Niye görüşmediler? Görüşmeme nedeni nedir? Bunlar gerçekten ciddi durumlardır. Bu bakımdan tabii ki Hareketimiz, örgüt yönetimi, açıklamalar yaptı. Önder Apo'nun durumunun halkımız açısından, Hareketimiz açısından kırmızı çizgi olduğunu, Önder Apo'nun durumunun bütün Kürtleri, halkı ilgilendirdiğini, Önder Apo’dan haber alana kadar mitinglerin, yürüyüşlerin, eylemlerin kesintisiz sürdürülmesi çağrısı yapıldı.

Bu durum, mevcut kaygının ciddiyetini, mevcut kaygımızın objektif nedenlere dayanması sonucudur. Çünkü bir tutuklunun yıllarca ailesiyle görüşmemesi, sağlık konusunda haber alamaması durumu ciddi bir durumdur. Bırakalım siyasetini, insan haklarını çiğnemektir, uluslararası kuralları çiğnemektir. Her tutuklunun, esirin, mahkumun, ailesi ve çevresiyle görüşme hakkı vardır ama 21 aydır görüştürülmüyor. Gerekçe de disiplin cezası. Ne disiplin cezası olabilir? Önder Apo tek bir hücrede. Tek bir hücrede kalmanın getireceği disiplinsizlik cezası ne olabilir? Böyle bir şey yok. Bu tamamen görüştürülmemek için hukuki bir gerekçedir.

Bu durum gerçekten ciddi bir durumdur. Bu şu anlama geliyor; Türk devleti, Önderliğe düşmandır. Düşmanı hukuku uyguluyor. Önderliği “Sen Kürtleri niye bilinçlendirdin? Niye örgütledin? Niye Kürt soykırımına karşı çıktın? Niye Kürtlere mücadele eder hale getirdin” diye öfkelidir.

ULUSLARARASI GÜÇLER, SOYKIRIM SİSTEMİNİN PARÇASI

Uluslararası güçlerin, Avrupa'nın, ABD'nin, Rusya'nın veya diğer ülkelerin bu sessizliği niye? Bu, Türk devletinin İmralı'da uyguladığı tecrit ve baskıya karşı sessizliklerini niye? Bu önemli. Bu şu anlama geliyor; nasıl ki Türk devleti Kürtleri soykırıma uğratmak istiyor, bir soykırım politikası yürüttüğü için Önderlerine bu zulmü yapıyor. Sessizlik aslında aynı anlayışın Avrupa'da da olduğu, uluslararası güçlerde de olduğunu ortaya koyuyor. Yani onlar da soykırımcı. Bu soykırım sisteminin parçası.

Türk devletinin yaklaşımı Kürtlere soykırım uygulamaktır. Bu nedenle Önder Apo üzerinde bu ağır tecrit uygulandı. Bu ağır tecrit, aslında bir soykırım politikasıdır. Bir soykırım yaklaşımıdır. Kürt’ü yok etme politikasının, İmralı'daki uygulanma biçimidir. Avrupa ve ABD, buna ses çıkarmıyorsa bu soykırımın ortağıdır. Zaten onlar da Kürtlerin soykırıma uğratma politikasını yürütüyor. Bunun ortağıdırlar. 1923’teki Lozan Antlaşması’yla Kürt soykırımını onlar kabul etmiştir. Türkiye'nin Kürt soykırım politikasına destek vermişlerdir. Lozan görüşmeleri sonucu Türk devletine “sen Musul'u, Kerkük'ü bize bırakırsan, yani İngiltere'nin denetimine bırakırsan şu andaki mevcut Türkiye sınırlar içinde Kürtleri soykırıma uğratabilirsin, demişlerdir. Bunu böyle onaylamışlardır. Bu hala devam ediyor. Bu nedenle bir soykırım politikası var; sessiz kalıyorlar. Kürtlerin üzerinde uygulanan politika herhangi bir baskı değildir. Herhangi bir zulüm değildir. Herhangi bir katliam değildir. Kürt’ü tümden yok etmek istiyorlar. İşin gerçeği bu.

SOYKIRIM GÖRÜLMEDEN DOĞRU POLİTİKA ÜRETİLEMEZ

Kürtler üzerinde bir soykırım politikası uygulandığını herkesin görmesi lazım. Bu gerçeği kabul etmeden, yani Kürtlere uygulanan politikanın soykırım olduğunu görmeden, bunu böyle anlamadan kimse doğru politika üretemez. Kimse doğru bir yaklaşım gösteremez, çünkü bir soykırım politikası yürütülüyor. Soykırım politikasına tepki farklı olur, başka politikalara tepki farklı olabilir. Bu yönüyle özellikle Kürtlerin, kendisine ‘Kürt’ diyen herkesin bu gerçeği görmesi gerekiyor. Önder Apo üzerindeki politikanın bir soykırım politikası olduğunu görmesi gerekiyor. Bu, bir Kürt soykırım politikasıdır.

SAHİP ÇIKMAMAK, BIÇAĞIN ALTINDA SESSİZ KALMAKTIR

Eğer bu Kürt soykırım politikası ise o zaman nasıl yaklaşılacak? Önderliğe sahip çıkılacak. Önderliğe sahip çıkmamak, Kürt soykırımına kafa uzatmak, soykırım bıçağın altında sessiz kalmaktır. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, söylemek gerekiyor; artık Önder Apo'yu sahiplenmeyen Kürt, soykırımı kabul etmiş Kürt’tür. Kürtlüğünden vazgeçmiştir. Kürtlüğünü bırakmak isteyen Kürt’tür. Buna da Kürt denmez zaten. Bu bakımdan Önder Apo'yu sahiplenmeyen Kürt, gerçek bir Kürt değildir, çünkü kendisini soykırım bıçağına yatırmıştır. Soykırımı kabul etmiştir. Soykırımı kabul etmiş birisine Kürt diyebilir misin? Diyemezsin. Bu yönüyle Kürt halkının, dostlarının, bütün Kürt siyasi güçlerinin Önder Apo'ya yüksek sesle sahip çıkması lazım. Bunu böyle anlamaları lazım. Bu soykırıma karşı bir çıkıştır. Soykırıma karşı bir duruştur.

HEPİMİZİN ÖNDER APO’YA BORCU VAR

Bir de bütün halk şunu görecek; Önder Apo'ya niye bu kadar eziyet var, işkence var? Şunun için; bu halkı bilinçlendirdi, örgütlendirdi, iradeli yaptı. Bu halkı özgürlük düşüncesiyle yoğurdu. Bunun için Önder Apo'ya bu kadar saldırı var. O zaman hepinizin borcu var Önder Apo'ya. Bütün Kürt halkının, dostlarının, herkesin bu borcu var. Önder Apo'ya sahiplenilmesi gerekiyor.

KÜRTLÜK, BEDELSİZ AYAKTA KALAMAZ

Kuşkusuz bir sahiplenme var. Halk sahipleniyor. Avrupa'da sürekli bir sahiplenme var ama bu sahiplenmeyi daha da geliştirmek gerekiyor. Evet, baskılar ağırdır, biliyoruz ama bu mücadele ağır baskılara karşı direnerek gelişti. Zindanlardaki ağır baskılara karşı direnerek gelişti. Gerilla onlarca yıldır her türlü fedailiği yaparak bu mücadeleyi sürdürüyor. Bu mücadeleyle Kürt ayakta kalıyor. Bu bakımdan bedel ödemeden bu Kürtlük ayakta kalamaz. Kürt mücadelesi, Kürt özgürlük mücadelesi, Kürt’ün özgürlüğe kavuşması ancak bununla olabilir. Bu çerçevede önemli görüyoruz.

Uluslararası alanda da önderliğe sahiplenme var, kadınların sahiplenmesi var. Şuna inanıyoruz; kadınlar giderek Önder Apo'ya daha fazla sahiplenecektir. Şu anda kadın özgürlük çizgisini, bilincini ortaya çıkaran Önder Apo’dur. Şu anda dünyada kadın hareketi güçlü biçimde gelişiyorsa buna ideolojik ve teorik temel hazırlayan Önder Apo’dur. Bu gerçekliğin daha da fazla görülmesi gerçekleşecek. Önder Apo'ya daha fazla sahipleneceklerdir.

Bir daha vurguluyorum. Önder Apo'ya sahiplenmeden ne Kürt olunabilir, ne kendimize Kürt siyasi haraket diyebiliriz. Önder Apo şahsında bir Kürt soykırım politikası yürütülüyor. Bunun görülmesi lazım. Önder Apo herhangi bir tutuklu değil ki. Bu anlaşılmadan zaten Kürtler doğru mücadele yürütemez, doğru özgürlük savaşı veremez. Bu bakımdan Önder Apo'ya yönelik tecriti, neden baskı altına alındığını iyi anlayarak, bunu bilince çıkararak her yerde mücadele yükseltilmesi gerekiyor.

ZİNDANLARDAKİ DİRENİŞ, 12 EYLÜL’DEKİNE BEDELDİR

Tabii yıllarca zindanda, 12 Eylül faşizmi zindanlarında kaldık. Baskı da, işkence de, zulüm de gördük. Büyük şehadetlerimiz de oldu. Şunu söyleyebilirim; şu anda zindandaki direniş, o dönemdeki direnişe bedel bir direniştir. Bunu bütün Kürt halkının böyle görmesi gerekiyor. Gerçekten zindandaki yoldaşlar, büyük direniyor, büyük irade ortaya koyuyor. 14 Temmuz direniş ruhunu çok iyi temsil ediyorlar. Şu anda zindanlardaki işkence daha boyutlu. Bu devlet öyle bir devlet ki, soykırımcı sömürgeci devlet her yıl zulüm düzenini daha da artırıyor. Eski uyguladıklarına yeni uygulamalar ekliyor. Her yıl yeni uygulamalarla Kürt soykırımı gerçekleştirmek istiyor. Zindanlardaki zulüm ve baskıyı yeni araçlarla, yöntemlerle derinleştiriyor, kapsamlılaştırıyor, daha ağır hale getiriyor.

Bu bakımdan şu anda zindanlarda büyük bir direniş var. Ben bütün yoldaşları saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Tarihi bir direniş ortaya koyuyorlar. İşte Kürt soykırımına karşı direniyorlar. Oradaki uygulama da soykırım uygulamasıdır. Zindandaki baskılar, soykırım baskılarıdır, Kürdt’ü yok etmenin baskılarıdır. Nasıl ki Önder Apo üzerindeki politikanın soykırım politikası olduğunu söylüyoruz. Zindandaki de öyledir. Bütün politikaların amacı Kürt’ü bitirmektir, yok etmektir, Kürt’ün iradesini kırmaktır. Oradaki yoldaşlar da irade ortaya koyuyor. Bizi yok edebilirsiniz, öldürebilirsiniz ama irademizi kıramazsınız, diyorlar. Bu çok kutsal bir direniştir, kutsal bir tutumdur. Nasıl ki Kemallere Hayrilere, Mazlumlara, Alilere, Akiflere sahip çıkıyorsak onları bugün Kürt’ün yaratılmasında büyük önder olarak kabul ediyorsak, onlara sahip çıkıyorsak, bugün zindandaki bütün yoldaşlara sahip çıkmamız lazım. Aynı düzeyde sahip çıkmamız lazım. Sessiz kalınamaz, gerçekten yetersizdir.

DİRENİŞ, SADECE AİLELERE BIRAKILAMAZ

Zindan direnişi sadece ailelere bırakılamaz. Onlar aileleri için mücadele etmedi ki. Kendileri için mücadele etmiyor ki, halkı için mücadele ediyor. Sadece Kürt halk açsından değil, Türkiye halkları açısından, Ortadoğu halkları açısından bu mücadeleyi sürdürüyor. O zaman bu yoldaşları gerçekten daha fazla sahiplenmek lazım. Bu yoldaşlar kutsal mücadele veriyor. Çok değerlidirler. Bunu böyle görmeleri gerekiyor. Dört duvar arasında vicdanlarından, yüreklerinden, hislerinden başka bir araçları yok. Silahlar yok. Silahlı mücadele yürütemez, başka türlü mücadele yürütemezler. Çıplak bedenleriyle, inançlarla bunu yürütüyorlar.

Her gün zindanlardan cenazeler çıkıyor. Bilerek katlediyorlar. İdamı kaldırmışlar ama idam uyguluyorlar. Oradaki her ölüm idamdır. Idama mahkum etmişler zaten. Önderliğe ağırlaştırılmış müebbet hapis verdiklerinde bir defa değil, her gün öldüreceğiz, her gün idam edeceğiz, demişlerdir. Şimdi zindanda da gerçekten yoldaşları her gün katlediyorlar, öldürüyorlar. Çok ağır baskı var, sıkıntı var, zorluk var. Tek tek hücrelere koyuyorlar. Aileler görmesin diye Türkiye'nin uzak yerlerine gönderiyorlar. Hasta tutsakları ölmeden bir hafta, 15 gün önce bırakıyorlar. Bunu da bir baskı aracı olarak kullanmak için yapıyorlar. Bir psikolojik savaştır, özel savaştır. Özel savaş tutsakları bilerek böyle ölüme sevk ediyor. Kurdistan’da zaten bir özel savaş yürütülüyor. Tipik Kürt soykırımına dayalı bir özel savaş yürütülüyor. Zindandaki de bir soykırım politikasıdır. Eğer Kürt olarak var olacaksak, herkes Kürt’üm diyorsa, o zaman zindandaki direnişe sahip çıkacaklar. Yoksa Kürtlüklerini kaybederler. Bu bakımdan onları bir daha saygıyla selamlarken bütün herkesin de daha fazla sahiplenmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

İNSANLIK TARİHİNİN EN BÜYÜK DİRENİŞİ

En başta şehit düşen bütün yoldaşları sevgiyle, saygıyla, minnetle anıyorum. İnsanlık tarihinin en büyük direnişi orada veriliyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; bugün o dağlarda gerillanın verdiği mücadele, insanlık tarihindeki en zorlu mücadeledir. Bunu herkesin böyle görmesi gerekiyor. İnsanlık tarihinde böyle bir mücadele, böyle bir irade, böyle bir direniş kararlığı görülmemiştir. Bu kesin böyledir. Zaten bilanço onu gösteriyor. Ne kadar uçaklar bombalamış, ne kadar helikopterler bombalamış, ne kadar top atışları olmuş, ne kadar kimyasal silah kullanmış, ne kadar zehirli gaz kullanmış. Bunların bilançosu bile bu savaşın nasıl keskin biçimde sürdüğünü, sert biçimde sürdüğünü ortaya koyuyor.

İşte Cemal arkadaş gerillanın yıkanamadığını bile söylüyor. Evet, zor koşullarda. İçecek suyu buluyorlar önce. Bu yönüyle aç, susuz, her türlü zorluğa rağmen orada büyük bir direniş gösteriyor, büyük bir irade ortaya koyuyor. Bu Kürt yiğitliğinin nasıl olduğunu ortaya koyuyor. Kürtler tarih boyunca savaşçıdır, savaşçı olmuşlardır fakat bu yiğitlik, PKK’ ile birlikte zirve yapmıştır. Zirvenin zirvesini yapmıştır. Bundan daha ötesi yoktur. Bunu herkesin böyle görmesi gerekiyor.

Keşif uçaklarıyla havadan sürekli yer gözetleniyor ama buna rağmen fedaice işgalci güçlere karşı direniyorlar. Tünellerle, hareketli birimlerin, koordineli ve bütünlüklü bir savaş konsepti, savaş doktrini yaratarak bu saldırılara karşı koyuyorlar. Gerçekten çok zorlu mücadele. Herkes bunu böyle görecek, hissedecek. Bütün halk hissetmeli. Yemek yerken, uyurken, yatarken, yürürken, bu Kürt gençlerinin, genç kadın ve genç erkeklerin nasıl bir mücadele içinde olduğunu görmeleri gerekiyor. Gerçekten büyük bir direniştir.

DÜNYANIN HER TÜRLÜ SİLAHINA KARŞI DİRENİŞ

Dünyanın her türlü silahına karşı direniyorlar. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Türkiye'nin elindeki silahların yüzde biri gerillanın elinde olsa o Türk askeri durmaz, hemen kaçar, gelemez bile oraya. Herkesten silah alıyorlar; ABD'den, Almaya’dan, İngiltere'den alıyorlar. Hele kessinler bu savaşı yürütmezler. İsveç'le niye bu kadar kavgalılar? İsveç bir ambargo uyguladı, silah ambargosu uyguladığı için İsveç'in, Finlandiya'nın, NATO'ya girişine engel oluyor. Esas nedeni silah ambargosudur. Yoksa şu kişinin, bu kişinin verilmesinden ötedir yani. Evet onu da söylüyorlar ama esas amaç silah almaktır. Dışarıdan silah alıyorlar. ABD’den aldıkları uçakları işte şimdi yine yeniden alacaklar. Deniz Kuvvetleri de öyledir, Kara Kuvvetleri de, Hava Kuvvetleri de öyledir. Hepsi dış güçlerin aldığı silahlarla oluyor, dışa bağımlıdır. Bir de utanmadan bilmem bizi neredeyse ABD den silah almak, AB'den şey etmek vs. gibi şeylerle suçlamaya çalışıyorlar.

KÜRT, BU DİRENİŞLE AYAKTADIR

Rojava'da bireysel silah vermişse DAİŞ'e karşı, kendileri için vermiştir. O silahlar nedir ki? Fedaice direniyorlar. Rojava'da fedaice direniyorlar. Gerilla da öyledir. Gerçekten büyük direnç gösteriyor. Bunun büyük siyasi anlamı var. Yani bugün Kürt ayakta ise bu direnişledir. Bu direniş, sadece Kürt’ü ayakta tutmak için değil, Türkiye'deki faşizmi yıkmak için de Türk halkı için de direniyor, Ortadoğu halkları için de direniştir. Bu direniş olmasa sadece Kürt soykırımı değil, Türkiye'de büyük bir gerici diktatörlük, Ortadoğu’da büyük bir gericilikle halklara nefes aldırmayacaklar.

BU MÜCADELENİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ ANLAYACAKLAR

PKK’nin direnişi olmasaydı, Başûr’da kazanımlar elde edilemezdi. PKK ortaya çıkmasaydı şimdi hepsi yok olmuştu, tasfiye olmuştu, ismi bile okunmazdı. Evet, onlar da belli bir direniş göstermiştir ama PKK tarih sahnesine çıkmasaydı bu mücadele başlamasıyla ezilmiş, yok olmuşlardı. 74'te bırakıp gittiler ama PKK’nin başlattığı mücadele, geliştirdiği mücadele nefes aldırdı onlara. Onları, hatta değerli hale getirdi uluslararası güçleri karşısında. Bütün Kürtler PKK’nin etkisine girmesin diye değer buldular. Nasıl ki Türk devleti şimdi PKK'ye karşı mücadelede onlara değer veriyorsa, uluslararası güçler de benzer bir biçimde onlara belli bir değer verdiler, destek verdiler. Bu yönüyle bu mücadeleyi, büyüklüğünü herkes anlayacak. Zorlu bir mücadele veriyoruz. Bu mücadeleyi yürüteceğiz. Sonuna kadar yürüteceğiz.

KİMSE BAŞARMASININ ÖNÜNÜ ALAMAZ

Önder Apo çizgisinde, PKK çizgisinde ortaya çıkmış bir düşünce var, bir mücadele var, 50 yıllık bir gelenek var. Bu, mutlaka başarıya götürecek. Mutlaka sonuç alacak. Kimse bunun önünü alamaz. Yani öyle bilmem tankıyla, topuyla, SİHA’sıyla önünün alınması mümkün değil. Yeni bir bakış, yeni bir yaklaşım getirildi. Ölçü getirildi. Fedailiğin zirvesi getirildi. Bunlardan geriye düşünülemez. Artık Kürt’ün ölçüsü budur. Bu ölçüyü de alacak, mutlaka sonuç alacaktır. Bunu herkesin böyle bilmesi gerekiyor.

ROJAVA’YA YÖNELİK SALDIRILAR

İstanbul’daki patlamayı, Rojava’ya saldırının gerekçesi gösteriyorlar. Bu patlamayı gerçekleştirdiği söylenen, iddia edilen, tutuklanan kadının üç kardeşi DAİŞ saflarında ölmüş. Şu anda bir kardeşi de çetelerin komutanı. Böyle bir gelenekten gelen birisi. Zaten İdlib'den gitmiş. Buralar nereler? Kimin denetiminde? Türk devletin denetimde. Biz zaten şimdi yakın zamanda bazı haberler duyduk. Türk devleti biraz kendi üzerinde kuşkuları kaldırmak için ‘işte İdlip’de DAİŞ’li yakaladık’ diyor. Evet, şu anda DAİŞ'in üstlenme yerleri Türk devletinin askerlerinin işgal ettiği yerlerdir. Şu anda DAİŞ’liler orada örgütleniyor, örgütleniyor. DAİŞ ile Türkiye ilişkisi çok güçlüdür. Şimdi Türkiye'nin işgal ettiği yerlerde kimler yok ki? Herkes orada. DAİŞ gibileri ve diğer çeteler örgütleniyor. Herkes orada serbesttir. Türk devletinin işgal ettiği yerlerde onlarca örgüt var. Bunların motivasyonu nedir? Bir Kürt düşmanlığı, bir de işte Suriye devleti karşıtıdır. Bu bakımdan oradaki çeteler, oradaki insanlar, hepsi kullanılmaya müsaittir. Kullanılabilir. Çetelerin içinde MİT örgütülüdür. Onları yönlendiriyor, istediği gibi yönlendirip parmağında oynatıyor. Bir zamanlar DAİŞ'in askerlik şubeleri vardı MİT'in kontrolünde. MİT onları Rojava'ya gönderiyordu. Rojava Devrimi’nin ortadan kaldırılması için DAİŞ asker gönderiyordu. Niye bütün dünyadaki DAİŞ’lilerin otobanı oldu Türkiye? Kürt düşmanlığından dolayı. İşte Suriye'de Kürtler bir şey elde etmesin, hak elde etmesin. Amacımız Esad değil, Suriye değil, oradaki terör, terörizm, diyor. Evet, başından beri öyle. DAİŞ’e bu kadar yol vermesinin, destek vermesinin nedeni Kürt düşmanlığıdır, Kürt’e düşmandır. Onun için kullanıyor oradaki çeteleri.

BUNA SESSİZ KALMAK, UTANMAZLIKTIR

Şimdi Rojava'ya bu kadar saldırıya sessiz kalıyorlar. Utanmazlık bu. Gerçekten utanmazlık. Rojava'da, Kuzey Suriye'de; Kürtler, Araplar yani şu anda orada Süryaniler ile birlikte bu güçler, 12 binden fazla şehit vermişler. 20 bin de yanlıları var. Bunlar DAİŞ'e karşı niye mücadele verdi? Ne için? Bütün insanlık için verdi. Bunu herkes biliyor. Buna rağmen Türk devleti, DAİŞ'in yenilgisini başaşağı gidişinin yeri olan Kobanê’yi işgal etmek istiyor. Buna sessiz kalıyorlar. Yani bu gerçekten utanmazlıktır. Bu, “bizde hiçbir değer yoktur” anlamına geliyor. Avrupalıların eskiden değerleri vardı. Şimdi kapitalizmin geldiği bu aşamada; bu tüketim, bu küreselleşmiş aşamada Avrupa'da da değer kalmamış, değersizlik var. Onun için Rojava bu kadar saldırıya uğruyor, altyapı yıkılıyor, insanların yaşam imkanları tümden ortan kaldırmaya çalışılıyor ama buna rağmen sessiz kalınıyor. Aslında şu anda Türk devletinin uyguladığı politika, Rojava'da soykırım politikasıdır. Nasıl ki Bakur’da soykırım politikasıysa Rojava'ya yönelik politikası da soykırım politikasıdır. Başka bir gerekçesi yok. Başka bir neden yok. 30 kilometre bir koridoru temizleyeceğim, diyor. Ne demek 30 kilometreye girmek, hakim olmak. Kürt’ü ortan kaldırmaktır. Zaten Kürtler sınır bölgelerde. Kürt şehirlerinin hepsi Türkiye sınırındadır. 30 kilometrelik bölge demek, Kürtlerin olduğu bütün bölgeyi kontrol edeceğim, çeteleri yerleştireceğim. Bu soykırımdır, amacı bu. Bütün Kürtlerin bunu bilmesi gerekiyor. Bu kadar Suriyeli mülteciyi Urfa'ya, Antep’e, bilmem nerelere yerleştirmesi de bu amaçladır. Bu o alanda Kürt nüfusunu bozmaktır yani. Nüfus oranını bozmak, Kürtleri azınlığa düşürmek. Bu bakımdan sessizlik, Kürt soykırımına onay vermektir. Bu ABD için de böyledir, Rusya için de böyledir, Avrupa için de böyledir.

SURİYE DE ŞANTAJ VE BASKI YAPIYOR

Türk devleti, AKP-MHP iktidarında Kürt soykırım politikası izliyor. Tek nedeni buradaki Kürtlerin iradesini kırmak, özgür Kürt’ü yok etmektir. “Burada bir özerklik olursa bize örnek olur” diyor. Hatta Suriye üzerinde kurduğu baskı da öyledir. Suriye üzerinde kurduğu baskı da “Aman ha Kürtlerle anlaşma, Kürtlerle uzlaşma” şeklindedir.  Suriye rejimini de öyle tehdit ediyor. Eğer Suriye rejiminin, Kuzey-Doğu Suriye ile ilişkilerindeki bir engel de Türk devletinin dayatmalarıdır. Sen Kürtlerle sorunu çözersen ben işgal ettiğim yerlerden çıkmam, diyor. Bu dayatmada bulunuyor. Şimdi bu soykırım politikası karşısında ne diyorlar? Türkiye'nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz, diyorlar. Ne güvenlik kaygısı var? Eğer güvenlik kaygısı anlaşılacak ise Rojava'daki halkın güvenlik kaygısı anlaşılmalı. Onların sadece güvenlik değil, varolma kaygısı anlaşılmalı. Böyle dersen zaten o da girer. Ne güvenlik kaygısı varmış? Rojava'nın böyle bir yaklaşımı mı var? Kuzey-Doğu Suriye halkının böyle bir yaklaşımı mı var? Onlar sadece kendi bölgelerinde demokratik, özgür yaşam istiyor. Başka bir şey istemiyorlar. Türk devleti buna düşman. Bu durum karşısında ‘anlıyoruz’ demek, suç ortaklığı yapmaktır, teşvik etmektir. “Evet, Türkiye'nin söylediklerini kabul ediyoruz” demektir.

TÜRK DEVLETİNİN SUÇ ORTAĞI OLUYORLAR

İsveç ve Finlandiya, NATO'ya girecekti ve Türkiye “teröre karşı işbirliği yapmazsak kabul etmeyiz” dedi. Ne yaptılar? Hemen silah ambargosunu kaldırdılar. İsveç, silah ambargosunu kaldırdı. Ondan sonra bazı kişileri vermeye başladı. Bunlar nedir? Bunlar, tamamen Türk devletiyle suç ortaklığı yapmaktır. Sadece Rojava'da değil, Bakur’da Kürt soykırımında suç ortaklığı yapmaktır. Medya Savunma Alanları’ndaki saldırılarda suç ortaklığı yapmaktır. Türk devleti kimyasal silah kullanıyor Medya Savunma Alanları’nda. Bunlar güya demokrasiden bahsediyor. Kimyasal silahlara karşıyız, diyorlar ama kimyasal silahlar kullanan Türk devletinin “kaygılarını anlıyoruz” diyorlar. Bu bakımdan bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Avrupa'nın, uluslararası güçlerin yaklaşımının gerçekten teşhir edilmesi gerekiyor. Herhangi bir özgürlük, demokrasi değeri yok, sadece çıkar. Çıkardan başka bir şeyi gördükleri yok. Politikalarını belirleyen budur. Özelikle de Türk devleti ve politikalarını belirleyen budur.

Burada şunu belirtmek istiyorum. Türk devletinin yüzü, gerçeği en iyi nerede belli oluyor? Kürt sorununda belli oluyor. Kürtlerle mücadele deyince Türkiye'nin bütün gerçeği ortaya çıkıyor, bütün yüzü açığa çıkıyor. Bugün işte dünyada diyorlar ya adaletsizlikle de, baskıda da, zulümde de, şunda da bunda da Türk devleti en sonlarda. Nedeni, Kürt düşmanlığıdır. Kürt düşmanlığı, Türk devletini bu noktaya getiriyor. Yani Kürt mücadele edince Türkiye'nin bütün maskesi düşüyor, teşhir oluyor. Aynı şey Avrupa için de geçerli. Kürt’ün mücadelesi, Avrupa'nın maskesini düşürüyor. Avrupa'nın ne kadar demokratik olup olmadığı Kürt’e yaklaşımda netleşiyor yani. Evet, Avrupa'nın ne kadar demokrat olduğunu, ne kadar özgürlükçü olduğunu, ne olduğunu görmek için Türk devletinin Kürt soykırım politikalarına karşı tutuma bakmak lazım. Öyle KDP’yi destekliyoruz, diyerek vicdanlarını rahatlatamazlar. Zaten Türk devleti biraz da işte KDP'nin politikasına bakarak kendisini meşrulaştırıyor. Kürtlere karşı değilim, diyor. İsveç'te yine KDP ile ilişkisine veyahut Avrupa'da KDP ilişkisine dayanarak “biz Kürtlere dostuz” diyerek, bu Türk devletiyle Kürt soykırım politikasındaki ortaklığını gizlemeye çalışıyorlar. Gizleyemezler. Türk devletinin bütün politikalarının suç ortaklarıdır. Tarih de bunu böyle yazacak. Kürt halkı zaten bunu biliyor. Avrupa'nın halkları da bunu böyle öğrenecek. Bunun hesabını onlardan soracaklar.

TÜRK DEVLETİ İLE DAİŞ İŞBİRLİĞİ

Türkiye’nin eski Musul Konsolosu Öztürk Yılmaz'ın açıklamaları çok ilginç ve çarpıcıydı. Musul işgal edilip Türk Konsolosluğunu da DAİŞ’liler ele geçirdiği zaman defalarca açıkladık. Türk devleti DAİŞ'le iş birliği yaptı, dedik. O hikayedir. Bu sadece Türk devleti ile DAİŞ ortaklığını gizlemek için yapılmış mizansendir. Bunu böyle değerlendirdik o zaman. Daha sonra oradaki işte güya esir almışlar konsolosluk görevlilerini. Onlar bırakıldı. Anlaşıldı, bu zaten danışıklı dövüştü. Bir süre sonra DAİŞ onları bıraktı. DAİŞ, orayı (konsolosluğu) gerçekten bir merkez olarak kullanıyordu. Bunu söyledik o zaman. Şimdi Öztürk Yılmaz çarpıcı açıklama yaptı. Tüm açıklamasını noktası, virgülüyle hatırlamıyorum veya hepsini söyleyemem ama özünü belirtebilirim. Musul Konsolosluğunun işgal edilmesinde MİT ile DAİŞ arasında iş birliği olduğunu söyledi. Oraya güvenlik vermişlerdi, onlar DAİŞli çıktı, dedi. Musul Konsolosluğunun işgal edilmesinde hatta Musul’un DAİŞ tarafından ele geçirilmesinde Türk devleti içinde bazı güçlerle DAİŞ arasında iş birliği var, dedi. İlginçtir, bunun üzerinde kimse durmadı. Bizim basın da durmadı. İlginçtir. Halbuki adam DAİŞ ile Türk devletinin iş birliğini açıkladı. Güvenlik için verilenler DAİŞ’li çıktı, dedi. Tabii bu çok önemli bir olaydı. Öztürk Yılmaz, devletini tanıyor ama herhalde az tanımış. Bu açıklaması bile ona saldırılması için yetti. Bıçakladılar, öldürebilirlerdi de. Nedeni bilmem bir konuşmada AKP şuna buna şunu söyledi için değil. Musul Konsolosluğunun DAİŞ tarafından işgali sırasındaki durumu, Türk devleti içindeki bazı kesimlerin DAİŞ ile ilişkisinin olduğunu söylemesi tabii ki onu hedef haline getirdi. Herkes görsün. Öztürk Yılmaz’ın açıklamasını Avrupa da bir daha dinlesin. AB de dinlesin. Rusya zaten biliyor, herkes biliyor aslında. Rusya’nın Türk devletiyle ilişkisi gelişmeseydi Rusya her gün Türk devletinin DAİŞ'le ilişkisini deşifre edecekti.

Bu konun üzerine gidilmesi lazım. Öztürk Yılmaz'ın o açıklaması çok önemlidir. Türk ile DAİŞ ortaklığının çok somut itirafıdır. Musul Başkonsolosuydu adam. Esas sorumlu oydu. Onun için oradaki durumu biliyor. Bu bakımdan zaten DAİŞ'le Türkiye arasındaki iş birliği biliniyor. Şu anda da devam ediyor bu. Şu anda DAİŞ’lilerin sempati duyduğu devlet, Türkiye'dir. DAİŞ’lilerin hala kendini örgütlemek için imkanlarını kullandığı ülke Türkiye'dir. Türkiye zaman zaman birkaç DAİŞ’li yakalayarak bunun üstünü örtmeye çalışıyor. O yakalama nedeni de bunun üstünü örtmek içindir. DAİŞ ilişkisinin üstünü örtmek içindir. Yoksa DAİŞ'in nefes borusu arka bahçesi mi, ön bahçesi mi Türkiye’dir.

YA KÜRTLÜKTEN VAZGEÇECEK YA DA DİRENECEK

Türk devletinin Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye politikası, Kürt soykırım politikasıdır. O zaman Rojava halkı bunu bilmeli. Kürt soykırımı uygulanacak. Oralar Kürtlükten arındırmak isteniyor. Kürtlükten koparılmak isteniyor. Özgür Kürt tasfiye edilmek isteniyor. Kürt soykırım politikasıysa o zaman Kürtlerin de soykırıma karşı nasıl tepki gösterilir, soykırıma nasıl karşı konur, bunu ortaya koyması gerekiyor. Evet halk tepki koyuyor. Halk şunu gördü; Efrîn'de Türk işgali oldu Kürtler sürüldü. Çünkü soykırım var. Efrîn'de, Serêkaniyê’de Kürt soykırımı var. Yani Türk devletin işgal ettiği yerlerde Kürt soykırımı gerçekleşiyor. Şimdi bu işgali genişletmek istiyor. Buna da bilinçli halk şu anda tepki koyuyor. Direneceğini söylüyor. Ya Kürtlüğünden vazgeçecek, Kürtlüğünü bırakacak ya da direnecek. Babasının, dedesinin atalarının topraklarını bırakabilirler mi? Onların bir anlamı yok mu? Atalarının, analarının, dedelerinin, babalarının emek vererek yurt haline getirdikleri bu toprakların bir değeri yok mu? Var. O zaman direnmeleri gerekiyor. Sonuna kadar direnmeleri gerekiyor. Bir savaş olacaksa, Türk devleti saldırdığında her yerde bütün işgale karşı direnişin ortaya konulması gerekiyor. İşgalcilerin söküp atılması gerekiyor. Savaşın sürdürülmesi gerekiyor. Halkın savaşçılarla birlikte sürdürmesi gerekiyor. Sadece savaşçılarla bu mücadele yürütülemez. Burada halk var. Milyonlarca halk var. Birlikte savaş yürütmeleri gerekiyor. Birlikte olmazsa o zaman Türk devleti amacına ulaşır. Tamam orada savaşçılar fedaice direnir ama halkla birlikte direniş olmazsa tabii ki sonuç alınamaz. Yani sonuç almak zordur. Bunu böyle görmeleri gerekiyor. Onun için halkın katılması gerekiyor. Evet, halkın şu andaki tutumu, yansıyan tutumu iyidir, olumludur. Tüm toplum tutum koyuyor. Rojava’daki halkın hepsinin zaten özgür Kürt bilinci var. Demokratik ulus anlayışı var. Rojava'nın bu sefer direneceğini anlıyoruz. Efrîn, Serêkaniyê tecrübesi var. Artık gideceği başka yeri yok. Gemileri yakması lazım. Gidecek başka yeri yok. Böyle yaklaşırsa zaten halk başarıya ulaşır ve orayı Türkiye’ye bataklık haline gelebilir. Evet, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye Türkiye için bataklık haline gelebilir, getirilebilir. Dünya halkları da destekler. Dünya halkları Rojava’ya bir yönüyle minnettardır. Duygusal bağları var. Halkların var, devletler çıkarcı ama halklar bir Rojava direnişinin yanında yer alır. Halkların desteğiyle Rojava direnişçileri bütünleştiğinde orası Türkiye için bataklık haline gelir.

KADIN VE ÇOCUKLARA YÖNELİK SALDIRILAR

Türkiye'de Kürtler yok edilmek isteniyor. Her türlü hakaret yapılıyor Kürt’e. Her türlü zulüm yapılıyor. Kürt’e yapılmayan kalmadı. Bu kimin gözünün önünde yapılıyor? Türkiye halklarının gözü önünde yapılıyor. Yani bu Kürt soykırımı, Kürtleri yok etme normalleştirilmiş. İşte böyle bir toplum çürür yani. Vicdan ortadan kalkar, ahlak ortadan kalkar, insanlık duygusu ortadan kalkar. Çünkü her türlü zülme, baskıya göz yumuyor, sessiz kalıyor. Normalleşmiş. Böyle bir toplum çürür. Ahlakın, vicdanın olmadığı bir toplumda her türlü kötülük gelir.

Türkiye toplumunun şu anda çürümüşlüğünün nedeni, Kürtler üzerinde uygulanan soykırım politikasıdır. Bir halka, komşusuna, binlerce yıl birlikte yaşadığına bu zülüm yapılıyorsa… İşte cenazelerine, mezarlarına, tutsaklarına, kadınlara nasıl davranılıyor? Bunlara sessiz kalan bir toplum, kirlenir, vicdansızlaşır, ahlaken çöker. Öyle bir yerde de her türlü çirkinlik ortaya çıkar. Öte yandan zaten şu da var; kim PKK’ye düşmanım, Apo’ya düşmanım derse o her şeyi yapabilir, her türlü kirli iş yapabilir. İşte daha Önder Apo yakalanmadan ‘Apo rantı’ vardı. PKK düşmanlığı yaparak, Apo düşmanlığı yaparak her türlü ahlaksızlığı yaptı, rantçılığı yaptı. Şimdi Türkiye’de durum böyledir. Böyledir işte. Bazıları şimdi PKK düşmanılığı yapıyor, Apo düşmanlığı yapıyor. Hepsi rant elde etmek içindir, imkan elde etmek içindir. Türkiye, böyle çürüyen bir toplumdur. Ahlakını, vicdanını kaybetmiştir.

Öte yandan işte kız çocuklarına tecavüz, taciz; bunlar kadına yaklaşımla ilgilidir. Türkiye’de kadın insan yerine konulmuyor. Genelde her türlü kötülüğün kaynağı kadın üzerinde egemenliktir. Sömürü de öyle başlamış, iktidar da öyle ortaya çıkmış, devlet de ortaya çıkmış. Yani kadın üzerinde erkek egemenliğinin olduğu yerde, tabii ki ne kadının değeri ne de kız çocuğun değeri olur. O kız çocuğuna da kadına da, her türlü çocuğa da her türlü kötülük yapılabilir. Neden budur. Türkiye’deki erkek egemen zihniyet kadını yok sayıyor. Kadını değersiz görüyor. Kadını sadece işte çocuk doğuracak makina olarak görüyor, insan yerine koymuyor. Bir cinsel obje olarak görüyor. Bu bakımdan niye çocuk tacizleri oluyor, kadınlara taciz oluyor, 6-7 yaşındaki çocuğu evlendiriyorlar. Nedeni genel kadın politikasıdır. Zaten faşizm var. Diktatörlük var. Faşizmin kaynağı, diktatörlüğün kaynağı, her türlü egemenliğin kaynağı, her türlü baskının kaynağı kadın üzerindeki egemenlikten kaynaklı. Bu nedenle burada bu kadar faşizm var diyeceksiniz, otorite var diyeceksiniz, baskıcı anlayış var diyeceksiniz. O zaman bu eşittir kadın düşmanlığıdır. Kadın üzerinde zulümdür. Bunların ortadan kalkmasının yolu özgürlüktür, demokrasidir. O egemenlik kaynağının, otoriter anlayışının, o baskıcı anlayışın ortadan kalkması gerekiyor. O kalkmadan kadın üzerindeki anlayış değişmez. Bu kadar zulüm, baskı, faşist zihniyet varsa orada kadın düşmanlığı vardır.

Muhalefet de gerçeği böyle görmediği için nereden kaynaklanıyor, göremiyor. Otoriteye karşı değiller, gerçek demokrat değiller. Gerçek özgürlükçü olmadıkları için kadınlar üzerindeki bu tür uygulamalara karşı da tutarlı bir mücadele vermiyorlar. Onlar da bir propaganda malzemesi, bir seçim malzemesi olarak görüyorlar.

Bu siyasi bir sorundur aynı zamanda. Bu tür uygulamalar, bir siyasetin sonucudur. Bu işte ekonomi politikadır, toplumsal politikadır, kültürel politikadır. Şu politika bu politikanın sonucudur. Bu bakımdan kadın konusunda muhalefet de tutarsızdır.

Türkiye'de şimdi biraz duyarlık gelişmişse bunu yaratan da bizim mücadelemizdir. Kürt kadının özgürlük mücadelesidir. Sadece Türkiye için değil, dünya açısından da böyledir. Türkiye'de biraz kadın sorunu gündeme girdiyse özgürlük mücadelesinin sayesindedir. Kürt kadının mücadelesidir. Dağda direnen kadın gerillanın mücadelesinin sonucudur. Dağda direne kadınların mücadelesi olmasaydı şu anda Türkiye'de de Kürdistan'da da kadına değer verilmezdi. Kürdistan'daki kadın özgürlük mücadelesi, Önder Apo'nun kadın özgürlük çizgisi bütün bunları doğurmuştur. Bu da iyidir.

SERHILDAN SADECE İRAN’I DEĞİL DÜNYAYI ETKİLEYECEK

Artık 21. yüzyıldayız. Yeni yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı olacak. Kadın özgürlük mücadelesi bu 21. yüzyıla damga vuracak. Hiç kimse bundan kaçamaz. Artık bu uyanış başlamıştır. Öyle bir uyanıştır ki binlerce yıllık tarihteki o zülme, o baskıya duyulan öfkeyle yine binlerce yılın baskı ve zulmü altında özgürlüğe duyulan özlemle bu mücadele öyle gelişecek ki, öyle etkili hale gelecek ki; bunun önünde kimse duramaz. Bugün İran'daki halkın ayağa kalkışı, önceki kalkışlar gibi kesintili olmayıp üç aydır sürüyorsa nedeni kadın öncülüğünde dayanmasıdır. Kadın özgürlük isteğinin bu ayağa kalkışın özü olması, temeli olmasıdır. Kadın özgürlük istemi, kadının demokrasi istemi en kapsamlı özgürlük sistemidir, en kapsamlı demokrasi sistemidir. Bu bakımdan İran'daki bu ayaklanmayı idamlarla, cezalarla durdurmak mümkün değil. Bu yanlış bir değerlendirmenin, bakışın sonucudur. İşte idam edersek, ceza verirsek toplum susar. Bu daha büyük patlamalara zemin hazırlar. Bunun başka bir sonucu olmaz. Bu bakımdan herkesin, her toplumun, her siyasi anlayışın artık kadına yaklaşımı değiştirmesi gerekiyor. Değiştirmeyenlerin geleceği yoktur. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu bizim bir öznel niyetimizin, subjektif niyetimizin sonucu değildir. Bu, tarihsel toplumsal gerçekliğin, objektif durumun ortaya çıkaracağı bir sonuçtur.

Bu yönüyle İran'daki mücadele çok şeyi değiştirecek. İran'daki siyaseti de değiştirecek. Kesin değişecek. İran'da siyaset, toplum değişiyor. Bu üç ayda toplum değişti. Artık şu andaki İran toplumu, üç ay önceki İran toplumu değildir. Şu andaki İran kadını, İran gençliği, üç ay önceki İran kadını ve gençliği değildir. Yeni bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkmıştır. Tabii bu da İran tarihine dayanıyor. İran, tarih boyu çok farklı düşüncelerin de ortaya çıktığı alandır. Felsefi ve düşünce olarak çok zengin bir coğrafyadır. O bakımdan çok üretken bir coğrafyadır. İşte onların hepsi bugün kadın özgürlüğü şahsında ayağa kalkıyor, Özgürlük istiyor, demokrasi istiyor, değişim istiyor.

Bu sadece İran'ı değil, Ortadoğu'yu da etkiliyor, değiştirecek, dünyayı da değiştirecek. İran'da kadının yarattığı değişim ya da düşünce, fikir, eylem, İran'ın sınırını aşıp Ortadoğu'yu da dünyayı da etkileyecektir. Böyle bir direniş sürüyor. Böyle bir uyanış sürüyor. Bu mutlaka sonuçlara ulaşacaktır. Nasıl ulaşır? Bunun için tam net bir şey söyleyemeyiz ama mutlaka İran değişecek. Bu direnişin sonuçları olacaktır. Sonuçları olacak derken olumlu anlamda özgürlük ve demokrasi gelişmesi anlamda önemli sonuçlar mutlaka gerçekleşecektir.