Katırcıoğlu: Hükümet ya istifa etmeli ya da demokratik adımlar atmalı

HDP Milletvekili Katırcıoğlu, Türkiye’de özerk ve bağımsız olması gereken tüm kurumların tek bir adama bağlandığı bir ortamda, krizin ekonomikten çok siyasi olduğunu vurgulayarak, “Hükümet ya istifa etmeli ya da demokratik adımlar atmalı” dedi.

Enflasyonun yükselmesiyle halkın iyice yoksullaştığı Türkiye’de, iktidarın yanlış ekonomik politikalarının yarattığı yıkım giderek artıyor.

HDP Milletvekili Erol Katırcıoğlu, bütçenin birinci kaleminin içeride ve dışarıda savaş ve güvenlikçi politikalar haline geldiği bir ülkede, ekonomik çöküşün sadece ekonomiyle değil siyasi sebeplerle de açıklanabileceğine dikkat çekti.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile devletin ortadan kaldırıldığına, yerine hükümetin koyulduğuna dikkat çeken Katırcıoğlu, bağımsız olması gereken kurumların hepsinin tek adama bağlandığına işaret etti.

Bu durumun böyle sürdürülemeyeceğini, önümüzdeki yıl bir erken seçim beklediğini belirten Katırcıoğlu, ekonomik açıdan gelinen noktayı ANF’ye değerlendirdi.

‘KURUMLARIN BAĞIMSIZLIĞINI KABUL EDEMİYOR’

Faiz indirildiğinde enflasyonun düşmeyeceğinin bilinmesine ve daha önce de bu yöntemin denenmesine rağmen neden iktidar hâlâ bunda ısrar ediyor?

Tayyip Erdoğan’ın bazı inançları var. Bunlardan biri, kurumların bağımsızlığını kabul edememesi. Bu konuda hatırlarsanız, Merkez Bankası ve tüm bağımsız kurumlar ile ilgili ‘Davul benim boynumda, tokmak onların elinde, bu olmaz’ diyordu. Bu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistemin de kaçınılmaz gereklerinden biri esas olarak. Bu söylemle, Merkez Bankası’ndan, SPK’ya, BDDK’ya, Tütün Kurumu’na bütün kurumların, ki bunların yasalarında bağımsız ve özerk oldukları yazar, onun idaresi altında olması gerektiğini açıkça beyan ediyor. İkincisi ise, faizin sebep, enflasyonun ise sonuç olduğu inancı. Dolayısıyla faizi düşürerek enflasyonu ortadan kaldıracağını düşünüyor. Bunu da bir iktisatçı olduğunu söyleyerek yapıyor. Her iki aksiyomun ve inancın da karşılığı yok. Ekonomist Daron Acemoğlu, ki önümüzdeki dönemde muhtemelen Nobel alacak, çok değerli bir iktisatçıdır, gelişmenin kurumlar ile ilgili olduğunu söylüyor mesela. Bir ülkede kurumlar ne kadar gelişir ve farklılaşırsa, ekonomik gelişmenin de öyle sağlanacağını belirtiyor. Bu dünyada genel kabul görmüş ve kabul edilmiş bir perspektif. Ama Sayın Erdoğan’ın bununla hiçbir ilgisi yok. Bu bence bir çeşit numara. Çünkü faiz enflasyonun sebebi olabilir mi? Olamaz tabii ki. Nasıl olur peki? Faiz eğer işletme faaliyetlerinde önemli bir husus ise ve sürekli bir artış halindeyse bu kaçınılmaz olarak maliyete, yani fiyatlara yansır denilebilir. Dolayısıyla faiz sebep olur, enflasyon da sonuç olur. Ama faiz yükseldiği zaman, insanları daha az tüketmek zorunda bırakır. Faizler arttığı zaman insanlar gelirlerinin çoğunu tasarrufa ayırırlar. Daha az tüketim harcaması yaparlar. Dolayısıyla da talep düşer, talep düştüğünde ise fiyatlar düşer. Peki şu anda ne oluyor? Şu anda insanlar COVİD-19 salgınından çıktı ve dolayısıyla taleplerini artırdılar. Talep artışı kaçınılmaz olarak fiyatları da yükseltmeye başladı. Sadece Türkiye’de değil, bakıyoruz bütün dünya neden bugün enflasyondan söz ediyor? Çünkü bütün dünya salgında tüketimi kısmıştı ve salgının etkisi azalınca da insanların talepleri arttı. Bu durum da iş dünyasının fiyatları yükseltmesine neden oluyor.

Bu durumu normal mi karşılamamız gerektiğini söylüyorsunuz?

Bütün dünya bugün enflasyonla karşılaşıyor diyorum ve enflasyonla mücadeledeki en önemli silah faizleri indirmek değil artırmaktır.

‘İTHALATI İKAME EDEBİLECEKLERİNİ DÜŞÜNÜYORLAR’

TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesinin ihracat üzerinde olumlu etki yapacağı söyleniyor. Sizce bu mümkün mü?

TL’nin dolar karşısında değeri düşerse ihracat artar, bu doğrudur. Yabancıların gözünden bakarsan eskiden 100 dolara aldıkları malı, şimdi 10 dolara alacaklar. Dolayısıyla tabii ki ihracat artar. Fakat aynı zamanda ithalat da artar. Çünkü ithalat nedir? Dışardan aldığımız mallardır. Ama şimdi senin malın ne oldu? 1 dolar, 11 TL oldu. Şimdi 1 dolara karşılık 11 TL vereceksin. Halbuki geçmişte, mesela 2 TL, 4 TL veriyordun. Dolayısıyla da ithalat azaldı. Çünkü ithal malların fiyatları görece daha da pahalılaştı. Bu adamların bunu bilmemeleri mümkün değil. Yani, Türk lirası değersizleşirse, ki şu an olan durum tam da bu, ihracat artar tamam ama Türkiye ekonomisinde en önemli sıkıntı üretimin ithalata bağımlılığıdır. Aşağı yukarı ihracatın yüzde 70’i ithalatla yapılıyor. Dolayısıyla senin ihracatın artıyor ama aynı zamanda ithalat ihtiyacın da artıyor. Şimdi bu iktidar şöyle bir ikilik yapıyor; geçen gün Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın konuşmasında bunu gördük. Elvan, Türkiye’nin salgından çıkış sürecinde bazı yatırımcıların, ara ve yatırım mallarına yatırım yapmak üzere iştahlarının kabardığını söyledi. Merkez Bankası Başkanı da geçenlerde, ithalat pahalılaştığını ama bu ithalatın yerli üreticiler tarafından ikame edilebilmesi için 30 milyar destek vereceklerini açıkladı. Bunlar, Türk lirasının değerinin azaldığını, malların yabancıların gözünde ucuzladığını ve dolayısıyla da ihracatın artacağını, ithalatın ise pahalılaştığını, buna karşılık kredi vererek ithalatı ikame edecek üretimi teşvik edeceklerini düşünüyorlar. Ve buradan giderek cari açığın azalacağını ve fazla vereceğini sanıyorlar.

Yürüttükleri bu mantığın karşılığı var mı? Bu böyle devam edebilir mi?

Dolara müdahale edememekten dolayı, petrol gibi temel ürünlerin fiyatları artacak. Bunlar da zam olarak topluma yansıyacak. Şu anda yansıyor zaten. Benzine 50 kuruş zam yaptılar mesela, bu az bir şey değil. Bu politikanın 5-6 ay gibi, bir süreliğine bir karşılığı olabilir. Bir iyileşme sağlayabilir. Nedir bu? Şimdi 2021 yılının büyüme oranı yüzde 10 civarında bitecek. Ki, bu çok yüksek bir oran. İkincisi, ihracatımızın artmaya devam edeceğini ve cari açığın kapanacağını, fazla vermese bile cari açığın kapanmasının ülke riskini azaltacağını ve yabancı sermayenin yatırım yapmasını teşvik edebileceğini düşünüyorlar. Benim anladığım bu. Ama ben bunu bir seçim yatırımı olarak görüyorum. Bu politikayı çok uzun vadeli sürdüremezler. Çünkü bu politikanın en önemli kısmı, ithalatın ikame edilebilmesi kısmı. Eğer ithalatı ülke içinde ikame edecek hale gelirlerse, o zaman ancak dışa bağımlılık azalır ve dışa bağımlılık azaldıkça da cari açık dengeleri pozitif hale gelir, o zaman da kurlar düşer.

‘FAİZ ORANLARI YÜKSEK DİYEMEYİZ’

Türkiye’de faiz oranları yatırım açısından bakıldığında gerçekten yüksek mi?

Hayır, yüksek diyemeyiz. Çünkü Türkiye’de enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 20. Faiz de yüzde 15. Bu, reel faiz eksilerde demek. Batı’da mesela neredeyse 0 faiz var. Reel faiz oranı negatif olduğu için zaten yabancılar da Türkiye’den paralarını çekiyorlar. Mesela Amerika’da yüzde 1 kazanıyor olsa bile, Türkiye’de bu oran eksi 5. Niye buraya getirsin parasını adam? O yüzden reel faizler burada yüksek değil. Faizin yüksekliği tamamen Tayyip Erdoğan’ın kafasında oluşmuş olan, bence inanç dünyasının bir yansıması. Diyor ya, Nas suresi diye. İş dünyasına mesela kızdı, kredi faizlerini düşürdük, neden yatırım yapmıyorsunuz diye. Ama sadece faizler değil ki, insanların yatırım yapmasını sağlayacak şey. Eğer ortada bir talep yoksa, ortada güvenilmeyen bir hükümet varsa, ortada insan hakları ihlalleri varsa, ülke riski 400’lerin üstüne çıkmışsa, niye yatırım yapsın insanlar? Aptallar mı? Kaldı ki, yüksek enflasyonda insanların satın alma gücü düşüyor. İş insanları bunu görüyor. Dolayısıyla da ürettiği malı satamayacağını düşünüyor ve yatırım yapmıyor.

‘TÜİK VERİLERİ GERÇEĞİ YANSITMIYOR!’

Dediğiniz gibi burada halkı esas vuran enflasyonun yükselmesi. Peki bu konuda Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri gerçeği yansıtıyor mu?

TÜİK’in verilerinin gerçeği yansıtmadığına dair kanıtlar var. Hatta dünyaca ünlü iktisatçı Steve Hanke, Türkiye'deki enflasyonun açıklanan resmi verilerin 3 katı olduğunu söyledi. Yani şu anda yüzde 20 gösteriliyorsa, demek ki yüzde 60. Zaten bağımsız iktisatçılar da hesap yapıyorlar ve yüzde 40’tan aşağı değil diyorlar. Dolayısıyla burada da bir manipülasyon olduğunu düşünüyoruz. Bunun tersini de açıklayamıyorlar. Çünkü hesaplar ortada.

TÜİK de bağımsız değil o zaman?

Bağımsız değil tabii. AKP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile devleti ortadan kaldırdı yerine hükümeti koydu. Halbuki devlet denilen mekanizmanın, bütün vatandaşlara eşit mesafede davranması lazımdır. Ama burada böyle bir eşitlik yok. Mesela geçen gün Kültür Bakanlığı bütçesi tartışılıyordu ve RTÜK Başkanı da bakanın arkasında oturuyordu. RTÜK başkanına orada oturmaması gerektiğini söyledim. Çünkü kanunda özerk ve bağımsız bir kurum olduğu yazıyor. Oysa, RTÜK Başkanı, bakanın hemen arkasında oturuyordu. Bakan adeta kendisinin disiplin amiri gibiydi. Bana cevap veremedi. Bağımsız kurumların siyasi çıkarlardan da özel çıkarlardan da uzak durması lazım. Bu, piyasa ekonomisinin olmazsa olmazı. Hiçbir hükümet aygıtı, Tayyip Erdoğan’ın onayını almadan hareket edemiyor. Lütfü Elvan’ın iki defa istifa ettiğini duyduk ama kabul edilmiyor. Yani bunlar bağımsız kurumların hepsini bağımlı hale getirdiler. Zaten Tayyip Erdoğan 2011 yılında bir kanun çıkarttı ve tüm bağımsız kurumlar bakanlıklara bağlanmış oldu.

‘HÜKÜMET İNANDIRICILIĞINI KAYBETMİŞTİR!’

Peki sizce bu durumda enflasyon nasıl düşürülebilir?

Bu hükümet istifa etmelidir. Hükümet artık inandırıcılığını tamamen kaybetmiştir yabancı ülkeler ve yabancı sermaye açısından. Bu açıdan dışarda kredimiz çok düşük. CDS primleri (kredi risk primi) diye bir kavram vardır ve ülke risklerini ifade eder. 400’ün üzerinde CDS primi olan ülkeler, borçlarını ödeme zorluğu çekme olasılığı yüksek ülkeler olarak kabul edilir ve bu sebeple onların kredi taleplerinin faizi daha yüksek olur. Türkiye’nin şu andaki durumu budur. Ülke riskinin düşürülmesi ve ülkeye güvenin sağlanabilmesi için ya hükümet istifa edecek, ya da ilk önce Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi insanların tutsaklıklarını sona erdirecek. Yine aynı şekilde KHK’lerle haksız yere ihraç edilen akademisyenlerin işlerine geri dönmesini sağlamak gibi demokrasiye doğru yönelen adımlar attığını göstermesi lazım. İkincisi ise, faizleri yükseltmesidir. Bu faizlerle bu durumu sürdürmek mümkün değildir. Faizi yükseltirsin, tüketimi kısarsın, fiyatlar düşmeye başlar, o zaman insanların alım gücü görece iyileşir. Bizim ülke ekonomimizin bu kadar dar duruma düşmesinin sebebi sadece ekonomik sorunlardan değil, aynı zamanda siyasi sorunlardan dolayıdır. Siyasi olarak AKP yönünü kaybetmiştir çünkü; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistem doğrudan doğruya tek adam yönetimi anlamına geliyor ve tek adamın 85 milyon insanın hayatıyla ilgili kararları alabilme iddiası zaten sorunlu bir iddiadır, almaya kalktığında da hatalı karar alma olasılığı çok yüksek.

Siz erken seçim bekliyor musunuz?

Kesinlikle. Artık Haziran mı olur yoksa Kasım mı olur bilmiyorum ama önümüzdeki yılın erken seçim yılı olacağını düşünüyorum doğrusu. Çünkü bunu böyle sürdüremezler.

‘BU BÜTÇE GÜVENLİKÇİ BİR BÜTÇE!’

Bütçe tartışmalarına birebir katılıyorsunuz. Sonuç olarak burada, halkın parasının neye harcanacağına karar veriliyor. Bu konuda hükümetin yaptığı tercihleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçen senelerde olduğu gibi bu bütçe de güvenlikçi bir bütçedir. Güvenliği sadece askeri harcamalar açısından söylemiyorum, İçişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı gibi güvenlik kurumlarıyla ilgili harcamalar bütçenin birinci kalemi gibi gözüküyor. 246 milyar civarı gibi bir rakam bu. Geçen sene 200 milyar kadardı, şimdi 50 milyar kadar artış görünüyor. Bu, şu anda iç ve dış politikada görülen gerginliklerin bir yansıması olarak düşünülebilir. Çünkü bir ülkede gerginlik varsa eğer, kaçınılmaz olarak güvenlik harcamaları da artar. Dolayısıyla insanlardan toplanan vergilerin büyük bir kısmı buralara harcanıyor. Bunlar silaha vs yatırılan paralardır. Personel giderlerini bir kenara bırakırsak, mal alımı olarak bakarsak, bu durum gerçek kalkınmamızı sınırlayan bir etki de üretiyor diye düşünüyorum. Çünkü, 246 milyar buraya verileceğine, tarım, ihracat teşvikleri gibi başka alanlara kaydırılsa, çok daha yüksek gelir elde etmemiz mümkündür ülke olarak. Ama güvenlik meselesi var gerekçesiyle bu harcamaları meşrulaştırıyorlar. Kısaca bütçe savaşa gidiyor. Şu anda bizim Suriye ile kavga etmemizin gereği nedir? Türkiye başından beri Kürtlere veya Suriye ile çevre ülkelere daha dost yaklaşsaydı, siyasi pozisyon olarak muhtemelen daha güçlü olurdu. Emevi Camisi’nde namaz kılacağız diyerek değil de daha barışçıl bir yol izlenseydi başka sonuçlar çıkardı. O zaman Türkiye halkları bu kadar yoksullaşmazdı.

‘KENDİ SERMAYELERİNİ YARATTILAR’

Bütçenin aynı zamanda sermaye yanlısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Sermaye yanlısı derken, kendi sermayelerinden yana demek daha doğru olur. Çünkü Türkiye’de cumhuriyet döneminden kalan Koç, Sabancı gibi sermaye gruplarının dışında bir sermaye oluşumu daha gerçekleşti. Bu inşaatlarla başladı. 5 müteahhitle başladı. Fakat o müteahhitler artık müteahhit değiller, Türkiye’de bu konu hâlâ yanlış anlaşılıyor çünkü bunlar beyaz eşyadan, başka alanlara kadar her konuda iş yapıyorlar. Dolayısıyla kendi sermayelerini yarattılar. Tabii ki kendi sermayelerini düşünerek davranıyorlar. Zaten bütün kredileri kendilerine bağlı olan insanlara veriyorlar.

Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın görevden alınacağı söylentisi çıktı. Elvan görevinden alınırsa bu ne gibi sonuçlar doğurur?

Dolar yükselir. Lütfi Elvan kişisel olarak da yakından tanıdığım bir insandır. Devlet ve ekonomi çarkının nasıl çalıştığını bilir. Geçen gün kendisine Garo Paylan ‘Enflasyon sebep, faiz sonuç mudur?’ diye sordu. Elvan güldü ve bunu sonra açıklayacağını söyledi. Tayyip Erdoğan’ın bir fotoğrafı çıktı ya, Elvan alkışlamıyor, bence affetmez öyle bir fotoğrafı. Görevden alınıp alınmayacağı konusunda bir şey söylemem çok zor. Bu iddiayı ortaya atan Durmuş Yılmaz ile biz yan yana oturuyoruz. Evet, böyle bir laf etti. Onun üzerine Ömer Gergerlioğlu bir tweet attı, ortalık karıştı. Yılmaz’a sürekli telefonlar gelmeye başladı. Bir olasılıktan söz ettiğini, kesin bildiği bir şey olmadığını söyledi ama insanları inandıramamış olacak ki akşam Resmi Gazete’nin sayfası kilitlendi. Sonra kendisiyle konuştum. Üzülmüştü. Bana her cuma akşamı piyasalar kapanır kapanmaz ekonomiyle ilgili bir değişiklik yaptıklarını, öyle bir olasılık olarak bu lafı ortaya attığını söyledi.

‘KRİZİN SEBEBİ EKONOMİK OLMAKTAN ÇOK SİYASİ!’

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye 2018’den beri ekonomik krizdeydi ve bu krizin sebebi aslında ekonomik olmaktan çok siyasiydi. Buradan çıkış aranırken, salgınla karşı karşıya kalındı. Salgın koşulları da hem arzı hem de talebi vurdu. Fakat Tayyip Erdoğan ve arkadaşları sorunu sadece arz cephesinden görmek istediler. Halkın ne yaşadığıyla pek ilgilenmediler; kredi verirlerse, düşük faiz uygularlarsa üretim artar diye düşündüler. Ama üretim artmadı, insanlar yoksullaştı. Sonuçta gelinen yer istihdamın düşmesi, enflasyonun yükselmesi oldu. Buna da çözüm olarak, dini inançlarından ötürü olduğunu düşünüyorum, faizlere vurgu yapan bir politikayla faizleri düşürmeyi ön plana aldılar. Faizin düşürülmesi ise, Türkiye’ye yabancı sermaye getirmiyor. Çünkü yabancı yatırımların pozitif bir gelir elde etmesi lazım ama enflasyonun TUİK rakamlarıyla yüzde 20’lere geldiği bir ülkede, faiz yüzde 15’se eğer gelmezler. Var olan yabancı sermaye de çekti gitti, dolayısıyla da doların TL karşısında değeri çok arttı. Bu gelişmenin önünü kesmek için, demin de ifade ettiğim gibi, ülke yönetiminin siyasi olarak güven verici bir adım atması gerek, ekonomik olarak da bilimin işaret ettiği bir çerçevede davranarak faizleri yükseltmesi lazım.