Kimyasal insanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisinde

Avukat Sezin Uçar, kimyasal silah kullanımının bağımsız kurullarca araştırılması gerektiğini, çünkü bunun insanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisinde olduğunu vurguladı.

Türk devleti tarafından Kürt Özgürlük Gerillasına karşı kullanılan kimyasal silah tartışmaları kapsamında Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı gözaltına altındı. Kimyasal tartışması devam ederken, yapılan baro seçimlerinde aday olmadığı halde Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Sezin Uçar, OdaTv tarafından hedef gösterildi.

Avukat Sezin Uçar’a hem hedef gösterilmesini hem de hukuki anlamda kimyasal silah kullanımı yasağının mevzuatını konuştuk.

Öncelikle uluslararası mevzuat kimyasal silah kullanımı ile ilgili ne diyor? Bunlar Türkiye içtihadına nasıl bağlıyor?

Türkiye'nin taraf olduğu pek çok uluslararası metin kimyasal silah ve biyolojik silah kullanımını yasaklıyor. Özellikle Birleşmiş Milletler (BM) Cenevre kimyasal silahların kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin bir sözleşme var, kimyasal silahlar sözleşmesi. Bu da esas olarak 2006 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan bir sözleşme. En başta durum buna aykırı. Yani devletlerin silah kullanmasını sınırlandıran bir şey olmasının yanı sıra bu tarz silahların geliştirilmesi, üretilmesi toplanması ve kullanılması da yasak. Tamamını yasaklayan bir uluslararası metin. Bir de iç hukuk metni var; 5564 sayılı bir yasa. Bu da Türkiye'nin 1974 yılında taraf olduğu bir sözleşme ve zehirli, biyolojik silahların üretimini yasaklıyor. Yine Türkiye'nin 2005 yılında taraf olduğu belirli konvansiyonel silahların kullanımının yasaklanması ve sınırlandırılmasına dair bir metin daha var.

Birden fazla yani…

Evet. Ve buna rağmen çeşitli tarihlerde, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından dönem dönem böyle iddialar gündeme geldi. Bu dönemde karşılaştığımız iddia ilk değil aslında. Türkiye sınırları dışında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içerisindeki bir bölgede, bu silahların kullanıldığına dair görüntüler var. Bunun karşısında pek çok hukuk kurumu, pek çok uluslararası kurum, pek çok siyasi parti de devlet yetkililerini bu konuda bir açıklama yapmaya zorladı. Çünkü görüntüler buna dair esaslı şüpheler oluşturuyor. Ancak takip edebildiğim kadarıyla Türkiye'nin kimyasal silah kullanmadığına dair açıklamalar dışında doğrudan “somut” olaya dair resmi bir açıklama yok.

Bu iddiaların özellikle bağımsız kurullar tarafından mutlaka araştırılması gerek olay yerinden verilerin toplanarak, tanıkları dinlenerek. Çünkü bu insanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisinde. Yani sadece o silahı kullanan kişiyi ya da devleti bağlayan bir şey değil. Çünkü tüm insanlık üzerinde, tüm doğa üzerinde, iklim üzerinde, canlılar üzerinde uzun süreli tahribatlara yol açan silahlar bunlar. Zaten uluslararası olarak bu kadar yasaklanmasının altında yatan şey de bu ya da sadece bir suç maddesi değil de insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görülmesinin mantığı da bu. Bu iddiaların gerçekten bağımsız kurullar tarafından mutlaka araştırılması ve somut belgelerin, raporların oluşturulması lazım. Bu iddialar ve görüntüler doğrulandığı takdirde de ilgili kişilerin de mutlaka cezalandırılması gerekli.

Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) devletler istemedikçe araştırmıyor. Fakat devlet zaten bunu inkâr ediyor. Peki, bu uluslararası sözleşmenin ya da kurulun bir şekilde kendi inisiyatifini alma gibi bir durumu var mı?

Bu iddiaları araştırmaya yetkili uluslararası merciler var. Çünkü örneğin HDP, Hulusi Akar'ın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi. Bu önergeye hiç yanıt verilmeyebilir ya da bir Cumhuriyet Savcısı ola ki -olmaz da- hani bu iddiayı araştırmak istedi ve takipsizlik kararı verdi sonunda, yine de yeterli değil. Bağımsız kurulların ve Birleşmiş Milletler nezdindeki kurumların orada bir araştırma yapması gerekir. Sadece Birleşmiş Milletler de değil, uluslararası çalışan ve aslında bağımsız kurullar da söz konusu. O kurullar da inceleme yapıp bir açıklama yapabilir. Bir rapor yayınlayabilir, bunun önünde herhangi bir engel yok.

Peki bağımsız kurumların bağlayıcılığı var mı bu konuda?

Daha çok siyasi bağlayıcılığı oluyor. Mesela diyelim uluslararası korumlar böyle bir açıklama yaptığı zaman devlet de bir açıklama yapmak ya da birilerini yargılamak zorunda kalıyor. Yoksa Uluslararası Ceza Mahkemesi de var elbette ama Türkiye bakımından böyle bir durum söz konusu olmadı bugüne kadar. Ve yine Birleşmiş Milletler nezdinde bir yaptırım söz konusu olabilir. Bu sözleşmeyi ihlal etmiş olmak BM’den çıkartılmakla bile sonuçlanabilir.

TTB Başkanı Şebnem Koru Fincancı gözaltına alındı. Siz de Oda TV tarafından baro seçimlerinde hedef alındınız. Bu politik ortama dair ne söyleyeceksiniz?

Türkiye'de gerçekler gizlenmeye çalışılıyor ve bu gerçekleri söylemek isteyen her toplumsal kesim hem kişisel olarak hem de kurumsal olarak çok ciddi bir baskı altına alınıyor. Gözaltına alınan gazetecilerin alınma sebepleri de böyle. Türk Tabipler Birliği gibi çok saygın bir kurumun başkanı bu kimyasal silahlarla ilgili yapmış olduğu açıklamadan dolayı elbette hem kişisel olarak hem de bir kurumsal kimlik anlamında baskı altına alınmak isteniyor.

Devletten bağımsız, devletin açıklamalarını desteklemeyen, onaylamayan, onaylamak zorunda da olmayan kurumlar bu biçimde baskı altına alınıyor. Benim de kimyasal silah kullanımıyla ilgili sanal medyadaki paylaşımım benzer bir baskı, hedef gösterme biçiminde bir şiddete maruz kalıyor. İzmir'deki meslektaşımız Aryen ile ilgili de bir soruşturma başlatıldı vs.

Oda TV'de benim yapmış olduğum paylaşım sanki bu seçimlerde ben İstanbul Barosu'na başkan ya da herhangi bir kurulda adaymışım gibi değerlendirdi. Hâlbuki ben bir önceki dönem İstanbul Barosu başkanlığına adaydım ama bu son genel kurulda herhangi bir listede yer alma gibi bir durumun söz konusu değildi. Ama Özgürlükçü Demokrat Avukatlar gerçekliğini çarpıtmak bakımından paylaşım bir argüman olarak kullanıldı ve son derece seviyesizce “Kimyasalcılara karşı Kemalistler kazandı” gibi bir manşet atıldı. Bu da hedef göstermenin başka bir yolu.

Özellikle kimyasal silah kullanımıyla ilgili zaten tepkiler çok sınırlı. Sınır ötesi operasyonlarda ya da Suriye'deki savaşta devletin orada konumlanışı söz konusu olduğunda tepkiler son derece azalıyor. Ama bugün iş cinayetlerinde metan gazıyla orada işçiler zehirleniyorsa burada da kimyasal silahla bunu yapıyor. Sonuçta devlet aynı devlet ve o tepkilerin de aslında aynı biçimde güçlü olması gerekiyor ama maalesef bazı sözleri söylemenin karşılığı daha ağır olabiliyor. Ama baskısı, basıncı daha fazla olsa da bu, gerçeklerin üstünün örtülebileceği anlamına gelmiyor. Gerçekten, bilimden, etikten yana olan pek çok kişi ve pek çok kurum, pek çok toplumsal kesim bu duruma karşı çıkıyor, bunu da hatırlatmak lazım.