Kürt sorunu ve Türkiye’nin geleceği

Önümüzdeki yüzyılın belirleneceği bu kritik dönemde, Kürtlerle savaş halinde olan Türkiye, ancak Kürt sorununu demokratik çözüm iradesi göstererek Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını yakalayabilir. Aksi durumda savaşta ısrar, onu yıkımın eşiğine getirecektir.

KÜRT SORUNU

Kürdistan, tarihte hep hegemon güç olma iddiasında olan güçlerin rekabet alanı ve geçiş güzergahı olmuştur. Sümerlerden Asurlara, Pers-Yunan çekişmesinden İskender’e, Roma-Sasani rekabetinden Osmanlı-Safevi çekişmesine kadar bazen sınır, bazen tampon bölge, en nihayetinde sürekli istila ve işgale uğramıştır. Bu güçlerin savaşımında Kürdistan, tam anlamıyla talan, sömürü, kan ve gözyaşı içinde savaş arenasına dönüşmüştür.

TARİHTE CEREYAN EDEN KÜRT- TÜRK İLİŞKİLERİ

Kürdistan’ın jeostratejik konumu, bugün de küresel emperyal güçler ve bölgesel güç peşinde koşanların iştahını kabartmaya devam etmektedir. Bu nedenle, tarihten bugüne Kürdistan hep işgalin ve savaşın alanı olmuştur. Kürtler, günümüze kadar devam eden bu işgale karşı savaş durumunda kalmışlardır. Süren savaş, Kürtler istediği için değil, Kürdistan’ın işgal ve ilhakından dolayı devam etmektedir.

Bu durum, esasta kendi topraklarında varoluş mücadelesinin savunması olarak gelişmiştir. Bugün de ticaret yolu, enerji ve doğal su kaynaklarının paylaşım savaşlarında Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması söz konusuyken, Kürdistan yine gündemden düşmeyeceğe benziyor. Tarihte cereyan eden Kürt-Türk ilişkileri, ittifakla başlayıp sonrasında egemenliklerinin yok sayılması nedeniyle karşı karşıya gelme şeklinde gerilimli olagelmiştir.

KÜRT-SELÇUKLU İTTİFAKI

İlk, 1071 Malazgirt Savaşı’yla Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Kürt-Selçuklu ittifakı, esasta karşılıklı çıkarlar gözetecek temelde gelişmiştir. Safevilerin Kürdistan üzerinde hakimiyet kurmak için gelişen saldırıları ve Osmanlıyla olan rekabetlerinde ise Kürt emirlikleri, egemenliklerini koruma yaklaşımıyla Şah İsmail ile ilişki geliştirmeye çalışmışlardır. Şah İsmail’in olumsuz tutumu karşısında, Kürt beyleri saray bürokrasisinde yer alan İdris-i Bitlisi aracılığıyla gelişen Safevi hanedanlığı tehlikesine karşı Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile ittifak yapmışlardır.

Kürtler, o dönemin gerçekliğinde kavimciliğin etkin olduğu sosyo-kültürel dokuda ağırlıkta olan Sünni kimlikleri ve Safevilerin Kürdistan’a dönük saldırıları nedeniyle Osmanlı ile ittifak yapmaya yönelmişlerdir. İdris-i Bitlisi, Kürtler için kritik bir tarihi süreçte mevcut durumun gerçekliğiyle oynayabileceği rolün gereği olarak, koşulların belirleyiciliğinde az zararla karşılıklı fayda üzerinde bir uzlaşıda rol oynamıştır.  Bu ittifak ile hem Osmanlı hem de Kürt beylerinin çıkarları korunmuştur. Osmanlı Padişahı, bu ittifakın gelişmesi için göndermiş olduğu boş senete Kürt beylerinin taleplerini yazmalarını ve kendi aralarında bir beylerbeyi belirlemelerini istemiştir.

Ancak, Kürt beylerinin kendi içlerindeki anlaşmazlık sonucu padişah tarafından beylerbeyi atanması talepleri olmuştur. Bu durum, aynı zamanda Kürtlerin kendi içlerinde birliklerini oluşturma konusunda uzlaşmamalarıyla oluşmuştur. İçteki çatışma ve rekabet, geleneksel dar aşiretsel çıkarlarının olumsuz etkisiyle birleşmiştir. (Bugün de benzer bir handikap, Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen kişi ve güçlerde görülmektedir. Demokratik Kürt birliğinin sağlanmasını ve ulusal çıkarların korunmasını, kendi dar çıkarlarına kurban ederek düşmanlarına hizmet etmektedirler.)

KÜRT EMİRLİKLERİ İLE OSMANLI İLİŞKİLERİ

Osmanlı ile yapılan ittifak sayesinde, 1514 Otlukbeli Savaşı’nda Şah İsmail’in yenilmesinde Kürt emirlikleri başat rol oynamışlardır. Bu başarı, aynı zamanda 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye Savaşları sonucu Memlüklerin yıkılmasını ve Mısır’ın, dolayısıyla hilafetin Osmanlı hakimiyetine geçmesinin yolunu da açmıştır. Osmanlı ile bu kazan-kazan ittifak politikasıyla, Kürt emirlikleri ile Osmanlı ilişkileri 1514-1639 arası döneme kadar sorunsuz yaşanmıştır. Osmanlı’nın merkezileşmesiyle, Kürt emirliklerin özerklikleri ve egemenliklerinin kısıtlanması sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Kürt-Türk ilişkileri, Birinci Dünya Savaşı sonrası gelişen Kurtuluş Savaşı’nda, ortak vatan ve ortak gelecek üzerinden ilişki ve ittifak olarak gelişmiştir. Kürtlerin egemenlik ve kimliklerinin kabulüne dayalı olarak bu ilişki gelişmiştir. Bu ittifak sayesinde Osmanlı yıkılırken, geriye yeni cumhuriyetin kuruluşunun yolu açılmıştır.

Bu durum, Türk ulus devletinin kuruluşunu garantiye aldıktan sonra, cumhuriyetin kurucuları tarafından yok sayılmıştır. O dönemde Dersim mebusu olan Diyap Ağa’ya Kürt yöresel kıyafetleri giydirilerek, Millet Meclisi’nde Kürtçe konuşma yaptıranlar, sonrasında aynı gerekçelerle onu idam etmişlerdir.

LOZAN GÖRÜŞMELERİ

Osmanlı sonrasında, yeni TC ulus devletinin kurulmasında uluslararası antlaşma olan Lozan görüşmelerinde, Kürt Şerif Paşa, Kürtlerin fiili temsilcisi olarak Kürt-Türk halkının ortak gelecekte kader birliği yaptıklarını belirterek Türk heyetinin elini güçlendirmiştir. Ancak bu ittifak, Lozan Antlaşması ile TC kuruluşu güvence altına alındıktan sonra yok sayılmıştır. 1924 Anayasası ile Kürt kimliğinin inkârı ve imhası temelinde Kürdistan’da soykırım siyaseti izlenmiştir. Bu soykırım savaşı, günümüze kadar Kürdün yokluğu üzerine Türkün varlığını inşa etmek olarak devam etmektedir.

TC, şimdi de cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt soykırım savaşını başarıya götürmek için yoğun bir savaş diplomasisi geliştirmektedir. Soykırım politikalarını hayata geçirme üzerinden Kürt düşmanlığı temelinde, özellikle Rojava özelinde saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Bununla birlikte Kürtler, Rojava’daki tarihi kazanımlarını kalıcılaştırmak ve geleceklerini inşa etmek için mücadelelerini sürdürmektedirler.

Yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı gerçekliğinde, her koşulda tekli seçenekten fazlasının olmadığı hiçbir durum yoktur. Her amaca uygun düşen veya belli koşullarla sınırlanmış hedeflerin tek taraflı yapıda olması ve buna göre ayarlanması mümkün olmamaktadır. Günümüz gerçekliğinde, çıkarlara dayalı ilişkiler baki olmayıp, her şey belli bir kullanım değeriyle geçerlilik kazanmıştır.

TARİHİ İYİ OKUYARAK DERSLER ÇIKARMAK

Sonsuza dek dost ve düşman olmadığı gibi, yeri doldurulmayacak ilişki de yoktur. Salt çıkarlara dayalı eğilimlere hizmet eden geçici ve ucuz ilişkiler, tarafları her an oyun dışına itebilmektedir. Buna karşı mücadelede, fark edilmesi zor ancak önemsiz görülmeyecek olan, andaki gelişmeleri doğru okuyarak stratejik akılla çözüm üretebilmektir. Bu temelde tarihi iyi okuyarak dersler çıkarıp, anı örgütleyerek geleceği inşa edebiliriz.

Doğru tarih bilinci, doğru özümüzü açığa çıkarır. Kendini temellendirici bir kullanımla itaatkâr olarak üreten ve araçsallaştıran insan-toplum varlığını yitirmiştir. Bununla birlikte, tarihi yaşamına büyük kavgaları sığdıran ve yaşamı özgürlüğün isyan ateşinde tutuşturarak zafere taşımanın iddiasıyla direnerek mücadele edenlerin kutsallığı belirlemiştir.

Kendi hakikatini yaşamayan, savunamayan ve örgütleyemeyen birey ve toplum, başkalarının hakikatine boyun eğer. Bir toplum kendi hakikatini açıklayamazsa, hakikatiyle yaşayamazsa, burada kölelik, asimilasyon ve hatta soykırım vardır. Bu yüzden tarih bilincinden yoksunluk, hafızasızlaşma, anlamsızlaşma sonucu özünü yitirme, iradesizleşme ve kendi olmaktan çıkma gerçeğidir.

Derin bir tarihsel bilinçle yaşanan sorunların aşılmasında ve bugünü anlamada ön açıcı olacaktır. Yaşanan tıkanma ve sorunlar karşısında tarihi doğru tahlil ederek kapsamlı ele almak, çözümleyici olabilir. İnsan geleceğini kendisi çizer. İnsanlığın önceden çizilen kaderi yok. Yeter ki tarihle bağlarını doğru ve güçlü kursun. Kürtler bugün, geleceklerini kazanmada eski Kürtler değildir. Demokratik ulus perspektifiyle sadece kendileri için değil, tüm halklar için çözümün sahibidir.

ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILIN BELİRLENECEĞİ KRİTİK DÖNEM

Rêber Apo’nun demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasıyla geleceklerini inşa etmede kazanacak taraftır. Bugün, Ortadoğu merkezli gelişen ve Kürdistan’da derinleşen Üçüncü Dünya Savaşı’nın kaos ortamı, önemli fırsat ve imkanları içerisinde barındırdığı gibi büyük tehlikeleri de taşımaktadır. Yaşanan gelişmeler ışığında belirsizlik, aynı zamanda risk ve fırsatı iç içe taşıyan eylemlerin ayrılmazlığını taşımaktadır.

Önümüzdeki yüzyılın belirleneceği bu kritik dönemde, Kürtlerle savaş halinde olan Türkiye, ancak Kürt sorununu demokratik çözümden yana bir irade göstererek Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını yakalayabilir. Aksi durumda, Kürt soykırım savaşındaki ısrarı, onu yıkımın eşiğine getirecektir.  Savaştan ve kandan beslenerek ayakta kalan olmamıştır. Türkiye ikinci yüzyılını inşa ederken, Kürtlerle demokratik bir cumhuriyetle yenilenerek yola çıkma dışında bir tercihte, kendi için sonun başlangıcı olacağı gerçekliğini görebilmelidir. Rêber Apo’nun, koşullar oluşursa, süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahip olduğu çözüm perspektifini iyi değerlendirmekle ayakta kalabilir.

Tarihi kazan-kazan politikası, demokratik bir çözümle halklara kazandıracak olandır. Türk ulus devleti, inkâr, imha ve soykırım siyasetiyle bir yüzyılı kaybetmişken, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında demokratikleşme dışında bir tercihinin, kendi sonunun başlangıcı olacağı ortadadır. Bugün, küresel sermaye güçleriyle bölgesel statükocu güçler arasındaki çatışmada bölge yeniden yapılandırılırken, Türkiye yol ayrımındadır. Tarihten bugüne kurulan ilişki ve ittifaklar kazandırmıştır. Çözümden yana doğru tercih, halklara kazandıracak olandır.