Lice’den Rakka’ya PKK’nin ateşten tarihi – V-

Komplonun amaçlarından olan Öcalan’ı etkisizleştirme, hareketi tasfiye etme bir türlü gerçekleşmez ve PKK her geçen gün daha fazla halklaşır, Öcalan daha da güçlenir, kendisinin etkisi artar. 

PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ın başlattığı bu süreçle bir taraftan devleti Kürtleri tanır ve sorunu çözer bir aşamaya getirmeye çalışırken, diğer taraftan hareketi de belli bir değişime tabii tutar. PKK de Öcalan’ın bu yaklaşımına yanıt olmak, 6. kongrede çözümlenmeyen sorunları çözmek ve sürece cevap olmak için 2000’de 7.kongreyi toplar. Bu sorunları çözüp Öcalan’ın istediği doğrultuya girmek için önemli adımlar atılır. Bu anlamda 7. Kongre bir düzeltme kongresi olur.                                                                                  

7.kongre sonrası PKK’nin yarattığı değerleri gasp etmeyi, ele geçirmeyi bir politikaya dönüştüren YNK, harekete karşı savaş açar. YNK beklemediği çok güçlü bir direnişle karşılaşır ve denetimindeki bir çok yeri gerillaya kaptırır ve bugün özellikle uluslararası alanda gerillayı sembolize eden dağ pozisyonundaki Kandil alanı tümüyle PKK’nin kontrolüne geçer. Bu sonuç, PKK’nin savaşma kapasitesini bir kez daha herkese göstermiştir.

KADEK VE İÇ TASFİYECİLİK

PKK lideri Abdullah Öcalan, 2002 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) açtığı davaya “SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA” adlı savunmayı sunar. Bu savunmayla dış alanda tümden kriminalize edilen hareket kendinde isim de dahil kimi değişimler gerçekleştirir.

Parti örgütlenmesinden kongre örgütlenmesine geçiş sağlanır. ‘Kürdistan Özgürlük Ve Demokrasi Kongresi’ (KADEK), PKK’nin kendini feshetmesiyle bu temelde kurulur. Ancak bu dönem aynı zamanda PKK’nin içten çok ciddi sorunlar yaşadığı bir döneme tekabül eder.

YNK savaşıyla amaçlarına ulaşamayan güçler, PKK’yi içten ele geçirme planlarını devreye sokarlar. Savaşta iradesi kırılan, savaşma gücü kalmayan, yorgun düşen bu kesimler, en fazla da PKK’nin yaşam tarzını ve kültürünü aşındıran bir şekilde hareket edeceklerdir. Bu güçlere en büyük konjonktürel destek de kendisini özgürlüklerin ve demokrasinin havarisi ilan eden ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali olacaktır. Sömürgecilik, hegemonik güçler ve Güneyli işbirlikçi güçler bu tasfiyeci ekip üzerinden hareketin içine el atmış olurlar. Bu açıdan 2003-2004 yılları hareket açısından son derece kritik bir dönemi ifade eder. 

Öcalan ise yeni bir durum değerlendirmesine giderek, PKK’nin daha başından beri esas aldığı çizgi olan bağımsız olma, özgüce dayanma pozisyonunun sürmesi gerektiğini belirtir. Bu bağımsızlıkçı ve anti-emperyalist çizginin ihlali hareketi bölgesel güçler nezdinde de zorlar. Bu süreçte Öcalan’a yönelik tecrit de ağırlaştırılır, zaten çok sınırlı olan ilişkisi önemli ölçüde sekteye uğratılır.

Örgüt içindeki bu ayrışma giderek kadrolara, oradan halka yansır. Büyük bedellerle, şehitlerin kanıyla yaratılan PKK mirası bu güçler tarafından çarçur edilmek istenir. Bu ayrılıklar yılsonunda yapılan 1.Kongra Gel kongresinde su yüzüne çıkar. Kongrede örgüt fiilen ikiye bölünür. Bu tasfiyeci kesimler önemli ölçüde harekete hakim olduklarını düşünmektedirler. Ancak sınırlı imkanlarla gelişmelerden haberdar olan Öcalan ve hareketin soy damarlarını temsil eden kadronun tutumu sonucu bu tasfiyeci kesim daha fazla tutunamayarak kaçıp KDP ve YNK’ye sığınırlar.

Bu tasfiyecilik, PKK tarihindeki tasfiyeci gruplar içinde hem sayı hem etki bakımından daha büyüktür. Adeta hepsinin toplamıdır. Öcalan çizgisini tasfiye etme amaçlı bu girişim belki bunu başaramaz, ama hem çok büyük tahribatlara neden olur.

TARİHİ 1 HAZİRAN HAMLESİ

Hareketin bu tasfiyeci kesimlerden kurtulmasının ardından tarihi 1 Haziran hamlesi geliştirilebilir ancak.

PKK tarihinde ‘ikinci 15 Ağustos Atılımı’ olarak değerlendirilen bu hamleyle 1998 yılından beri sürdürülen tek taraflı ateşkes de sonlanmış olur. Gerilla 1999 yılında çekildiği alanlara tekrar geçer ve savaş yeniden tırmanır.  Bu dönemi PKK’nin kurucularından Duran Kalkan, “30. Yılında PKK Dersleri” adlı kitabında şöyle çözümler: ‘PKK’nin kendini, uluslararası komploya karşı mücadele ederek, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirecek bir hareket haline getirmiş olmasını içeriyordu.

Bu stratejik değişimin, yeniden yapılanmanın, ideolojik yenilenmenin başarıldığını gösteriyordu. Böylece Üçüncü Partileşme Hamlesinin yeni bir direniş ve örgütlenme hamlesiyle başladığını, geliştiğini, gerçekleştiğini, PKK’nin değişimi ve yeniden yapılanmayı başardığını ifade ediyordu. Bunu böyle anlamak, değerlendirmek gerekiyor. Dikkat edilirse PKK, 1984 15 Ağustos Atılımından yirmi yıl sonra, bu sefer uluslararası komploya karşı 1 Haziran 2004’te yeni bir direniş sürecini başlatmış oluyordu.

Yirmi yıl önce 12 Eylül rejimine karşı 15 Ağustos Atılımını geliştirirken, yirmi yıl sonra 2004’te de uluslararası komploya karşı 1 Haziran Atılımı temelinde geliştirmeyi başarıyordu.

DEMOKRATİK KONFEDERALİZM VE KCK

Yine yirmi yıl önce Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi ERNK’nin ilanı gerçekleştirilirken, yirmi yıl sonra 2005 Newroz’unda bu kez meşru savunma direnişi temelinde ortaya çıkacak gelişmeleri, halkın özgür ve demokratik yaşamını örgütlemek üzere Demokratik Konfederalizm sistemi dediğimiz KCK’nin ilanı gerçekleştirilmiş oluyordu. Bütün bunlar hareketin bir yenilenme, değişim ve yeniden yapılanma sürecini gerçekleştirdiği ve yeni bir mücadele süreci başlattığı anlamına geliyordu.

6 yılın ardından yeniden hem de önceden boşaltılmış alanlarda NATO’nun kapitalist modernite destekli ikinci en büyük ordusuna karşı savaşmanın zorlukları olsa da kısa sürede gerillanın gösterdiği performans seksen yıllık inkar ve imha politikasında çok büyük gedikler açacaktır. Çok büyük gelişmeler sağlanacaktır.

Değişik çevrelerin ve hükümet çevrelerinin talebi üzerine barışın gelişebilmesi için 2006 yılında tekrar tek taraflı ateşkes ilan edilir, ancak kısa bir sürede bu taleplerin de zaman kazanmak ve oyalamak amaçlı olduğu anlaşılır.

OREMAR EYLEMİ VE SINIR ÖTESİ OPERASYON

2007 sonbaharından itibaren de gerilla çok büyük eylemlere imza atar, Türk silahlı güçleri çok büyük kayıp verir. O güne kadar operasyonlarını daha çok Kuzey Kürdistan’da yapan Türk devleti 5 Kasım 2007 Erdoğan-Bush görüşmesinin ardından artık Güney Kürdistan’a operasyon düzenleyecektir.

En gelişmiş tekniklerin kullanılması suretiyle gerçekleştirilen hava saldırılarının yanı sıra, 22 Şubat 2008’de karadan da burayı işgal etmek isteyecektir. ZAP Savaşı bunun ifadesidir. Altı gün boyunca çok yoğunluklu bir şekilde süren bu savaşın sonucunda Türk ordusu kırıma uğrar ve geri çekilmek zorunda kalır. Bu savaşta gerilla kaybı toplam 9 olurken, düşmanın kaybı birkaç yüzü bulur.

YEREL SEÇİMLER VE KCK OPERASYONLARI

Komplonun amaçlarından olan Öcalan’ı etkisizleştirme, hareketi tasfiye etme bir türlü gerçekleşmez ve PKK her geçen gün daha fazla halklaşır, Öcalan daha da güçlenir, kendisinin etkisi artar. 

2009 yerel yönetim seçimlerinin ardından halk yüzü aşkın belediyeyi bin bir hile, oyun ve baskıya rağmen alır. Türk devletinin ve arkasındaki destekleyici güç olarak kapitalist modernitenin buna cevabı, ‘KCK operasyonları’ adı altında mevcut durumda aralarında parlamenter (5), belediye başkanları ve BDP’ninen aktif üyelerinin de yer aldığı tutuklamalar olur.

Bir taraftan hareket tasfiye edilmeye çalışılırken öte yandan hareketle görüşmek durumunda kalınır. Bu çerçevede 2008 yılında devlet hem Öcalan’la hem de Oslo’da PKK yönetimi ile görüşmeler yapar. 2010 yılına kadar da bu görüşmeler sürer ancak bunlardan herhangi bir sonuç çıkmaz. Mücadele ve savaş daha da keskinleşir, tırmanır.

2012 yılı bu açıdan çok önemli bir yıl olur ve gerilla alan tutma taktiği neticesinde düşmana çok büyük darbeler indirir. Türk devleti bir kez daha PKK’nin gücünü ve Öcalan’ın sorunun çözümündeki belirleyiciliğini görür ve yeni politikalar geliştirmek zorunda kalır. 

DEVRİMCİ HALK SAVAŞI VE ROJAVA DEVRİMİ

Öcalan, Rojava ve Suriye’de uzun yıllar çalışmalar yürütür. 31 Ekim 1990 tarihli konuşmasındaki analiz ve öngörüsü ise 19 Temmuz 2012’de Rojava’nın Kobane kentinde kendisini dışa vuracak devrimin ayak seslerini daha o yılllarda duyar ve şöyle çözümler: “Partinin olgunlaştığı bir aşamanın hakkı verilirse en azından yarı yarıya bir halk iktidarının kazanılacağı kesindir. Sadece ulus olarak imhadan kurtulma, halkın kimliğini edinme, bağımsızlıkta ve özgürlükte ileri bir aşamayı tutturmakla yetinmeyeceğiz.

Daha fazlası Ortadoğu’nun halklar mozaiğinde, çok zengin tarihi uygarlıklarında ve günümüzün o çok zayıf düşürülmüş halklarının kurtuluşunda mümtaz bir yer tutacak ve kendi kurtuluşunu, bu tarihin ve halkların kurtuluşunun öncü gücü, temel üssü olarak geliştirecektir. İnsanlık tarihinde o en büyük devrimler kadar bir etkiyi de biz bu çalışmaların temelinde sağlayabiliriz. İnsanlığın her zaman en çok düşürüldüğü yerlerde büyük devrimler olur. (İslam, Fransız ve Ekim devrimi örnek veriliyor.)“

2012 yılı PKK’nin mücadele tarihinin en önemli yıllarından biri olur. Devrimci Halk Savaşı ile gerilla, Bakur Kürdistan’da Türk ordusuna ağır darbeler vurur. AKP faşizminin kendini kurumsallaştırmak istediği, Türk sömürgeciliğini yeniden Kürdistan’da inşa etme politikasına, gerilla bu büyük direnişle yanıt verir. Alan hakimiyeti gelişir. Çukurca, Şemzinan, Beytülşebap vb ilçeler ve bazı kentler kuşatılır. Gerilla alan hakimiyetine dayalı savaş taktiğinde üstünlük kurar. Zindanlarda binlerin katıldığı ölüm orucu eylemi, halkın kitlesel gösterileri, sürgündeki

PARİS SUİKASTİ, GEZİ DİRENİŞİ, TARİHİ 2013 NEWROZU

Kürdistanlıların durmak bilmeyen eylemleri, Rojava devriminin etktisi ile sömürgecilik çıkmaza girer. Öcalan ile görüşmeler doğrudan hal alır. Bir yandan kıyasıya süren savaş, bir yandan devletin Roboski ve 9 Ocak 2013’te Paris’te aralarında PKK’nin kurucusu, kadın hareketinin önderi olan Sakine Cansız ve iki genç devrimciyi katledilir.

Öcalan, bütün bu gelişmeleri değerlendirir. Türkiye toplumu da bu süreçte faşizme karşı Gezi Direnişi diye tanımlanan kitlesel eylemler geliştirir. Milyonların katıldığı 2013 Newrozu’nda Öcalan’ın tarihi çağrısı büyük karşılık bulur. Süreç 2014 yılında ise 6-7 Ekim Kobane serhildanları ile farklı bir boyuta gelir. Çünkü TC, hem demokratik siyaset alanında, hem gerilla karşısında hem de serhildanlar karşısında paniğe kapılır.

30 Ekim 2014 tarihindeki MGK toplantısında Kürtlere karşı topyekün savaş kararı alır. 2015 Nisan’ında Öcalan ile son görüşme yapılır. Öcalan tutum koyar. 7 Haziran 2015’te AKP seçimde de kaybeder. DAİŞ eliyle Amed, Ankara, Suruç’ta kitlesel katliamlar yapar. Çöktürme planı ile 24 Temmuz 2015’te onlarca uçakla gerilla alanlarına bombardımanlar düzenler. Savaş boyutlanır.

PKK artık sadece Bakur’da değil, Rojava’da Şengal’de Kerkük’te cephe savaşı yürütür. Rojava’da PKK’nin öncülük ettiği süreçte YPG-YPJ ve Demokratik Suriye Güçleri Kobane, Minbiç, Tıl Ebyad, Haseke, Tabka, Ceza alanlarında ve en önemlisi de 2017 yılında DAİŞ’in başkenti Rakka’da tarihi zaferler kazanır. Şengal’i DAİŞ’ten kurtarır. Ve askeri hamleler ile PKK küresel güç dengelerini değiştirecek bir noktaya varır.

ÖZYÖNETİM DİRENİŞLERİ VE RAKKA ZAFERİ

TC ise her alanda saldırılarını yoğunlaştırır. Şırnak, Gever, Nusaybin, Amed-Sur, Varto, Silvan ve daha değişik yerlerde Özyönetim Direnişleri gelişir. TC, Kürdistan şehirlerini, ilçelerini tanklar ve uçaklarla bombalar. Kürt siyasetçileri kitlesel olarak tutuklanır. Ama devlet de bu direniş karşısında başarısız kalır, darbe mekaniği bu kez devletin içinde iktidar çatışması olarak kendisini gösterir.

15 Temmuz 2016 darbesi gelişir. AKP ve Erdoğan, MHP ve Bahçeli ekibini yanına çeker, diktatörlüğünü kurumsallaştırmak ister. Ama PKK, diz çökmez. Direnir. Her alandaki direniş karşısında AKP ve DAİŞ faşizmi büyük darbeler yer.  Ve PKK’nin 22 kişi ile 26-27 Kasıl 1978’de kuruluşunu gerçekleştirdiği kongresinden tam 39 yıl sonra Portekiz’den, Kanada’ya, İspanya’dan ABD’ye, İngiltereye kadar kendisini büyütecek savaşçıları önderlik ettiği Rojava devrimine katar.

Türkiye devrimci hareketleri ile Halkların Birleşik Devrim Hareketinin kurulmasına öncülük eder. Türk sömürgeciliği ise dünyadaki önemli desteklerini yitirir. Yani Lice’nin Fis köyünde Öcalan’ın önderliğinde bir araya gelen yoksul aydın devrimci gençlerin başlattığı PKK yürüyüşü Rakka Zaferi ile 21. Yüzyılın gidişatını değişterecek bir harekete önderlik ettiğini bütün insanlığa kanıtlamış olurlar.

PKK’DE DEĞİŞİM SÜRECİ

PKK doğduğu 1970’ler dünyasında pek çok benzeri gibi, döneme damgasını vuran reel sosyalist yaklaşımı esas aldı. 20. yüzyıldaki ulusal kurtuluş hareketlerinin yaptığını Kürdistan’da yapmak istedi.  Yani ‘her ulusa bir devlet’ formülasyonuna uygun olarak hareket etti ve o da Kürtler için ‘bağımsız birleşik, demokratik Kürdistan’ dedi.

Buna göre dört parçadan oluşan Kürdistan her parçada sömürgecilikten kurtarılacak ve sonuçta bir Kürdistan devleti kurulacaktı. Programını böyle şekillendirdi. Bu, Marksizm’in ulusal sorunların çözümü için öngördüğü devletçi paradigmaya göre davranmak anlamına geliyordu. Yani PKK de diğerleri gibi devletleşerek başta Kürt sorunu olmak üzere, tüm toplumsal sorunları çözecekti.

Yıllar geçtikçe reel sosyalizmin yaşadığı açmazlar daha da belirginlik kazandı, nihayetinde içte yaşanan çürüme sonucu yıkım gerçekleşti, PKK önderliğinde de ideolojik-teorik derinleşme yaşandı ve bu beraberinde yeni arayışları getirdi. Öcalan’ın ‘dogmalarım’ diye tanımladığı şeyler aşıldıkça yeni ufuklar belirmeye başladı.

Öcalan, Kürt sorununun çözüm yöntemi olarak 1988 yılında Türk basınına verdiği ilk röportajda sorunun çözümünü ille de ayrı bir devlette görmediğini belirtti. Sonrasında devletle dolaylı bir şekilde geliştirilen ilişkiler bu yönlü oldu. Bunun sonucunda 1993 yılında ilk ateşkes de ilan edildi. Ancak bu arayışlar siyasi çözüm yönü önde olan arayışlardı. Öcalan’ın özellikle reel sosyalizmin yıkılmasından sonra teorik-kuramsal arayışları daha da gelişti.

1995 yılında yapılan 5. Kongre Politik Raporu’nda ‘Bazı ideolojik, teorik sorunlar’ başlığı altında sorunların çözümüne farklı bir açıdan eğilmeye çalışır. Bu arayışlar bir sonuca bağlanmadan İmralı esaret süreci başlar. Önderliğimizin burada da ilk yaptığı şey, komplonun boşa çıkarılması olur. Daha aciliyet arz eden hususlar vardır, bunlar üzerinde durulmaktadır. Siyasi çözüm için öngörülen temel çerçeve ‘demokratik cumhuriyet’ perspektifi temelinde Kürt sorununun çözülmesidir.

İmralı süreci aynı zamanda Öcalan’ın çok büyük bir derinleşmeyi yaşadığı dönem olacaktır. Bu çerçevede Öcalan’ın AİHM için yazdığı savunmalar dizisi klasik bir savunmanın ötesinde dünya-sistem analizleri halini alır. İşte bu kuramsal yoğunluk içinde PKK hareketi 2003 sonrası süreci yeni paradigmal dönemi olarak adlandırır. Bu yeni paradigmanın adı ‘demokratik-ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigma’ olarak tanımlanır.

Böylelikle devletçi paradigmadan kopulmuş oluyor. ‘Genelde devlet odaklı, özelde de kapitalist modernist yaşamdan kopuş’ bu yeni paradigmanın özünü oluşturan cümle oluyor. Toplumun komünal ve demokratik olan özünden, doğasından kopmanın sonucu bir sapma olarak yaklaşık yedi bin yıl önce gelişen hiyerarşik devletçi sistemden kopuş bu yeni paradigmaya göre, tüm toplumsal sorunlardan kurtulmanın yegâne yoludur. Zaten oluşma nedeni de budur.

Bu paradigmaya göre, devletçi zihniyetle ve devletleşerek toplumun sorunlarını çözmek mümkün değildir. Çünkü devlet egemenlerin zihniyetinden çıkmıştır ve onların en örgütlü kurumudur. Hiçbir toplumda devletli kesimler %10’un üzerine çıkmazlar, devlet birilerinindir, herkesin değildir. Yeryüzünde ve tarihte tüm toplumun olan bir devlet yoktur, olmamıştır. Devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi ‘Ne kadar çok toplum o kadar az devlet, ne kadar çok devlet o kadar az toplum’ formülasyonu verir. Tarihi böyle okuma, devleti kanserli hücreye benzetir. O nedenle ezilenler açısından gerekli olan devletleşerek sorunları çözmek yerine, devletleşmeyerek, ona karşı direnerek toplumsal doğaya uygun örgütlenmelerle sorunların çözümünü esas almaktır.

Tüm bu tespitler çerçevesinde PKK 2003 yılından itibaren devlet kurabilme gücünün olup olmadığına bakılmaksızın ve sadece Kürtler için değil, tüm toplumsal kesimler için devletleşmeyi bir tuzak olarak görür. Ahlaki ve politik toplum diye tanımladığı doğal toplumu, organik toplumu insan türünün var oluş koşulu, eko-sistemi olarak görür.

DEMOKRATİK, EKOLOJİK, KADIN ÖZGÜRLÜKÇÜ PARADİGMA

PKK toplum için gerçek kurtuluşu merkezi uygarlık sisteminden ve onun günümüzdeki temsilcisi kapitalist moderniteden kopuşta görür. 

İşte yeni paradigma ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı’ olarak tanımlanırken, devletçi sistemin kendisini üzerine kurduğu üçlü ayağı yıkarak, yerine yaşamı kurmayı öngörür. Bu yönüyle her üç olgu da öylesine belirlenmiş hususlar değildir. Her üç ayağın da kesinlikle özüne (toplumsal doğaya) uygun olarak yeniden örülmeye ihtiyacı vardır. Gerçek kurtuluş ve eşitlik-özgürlük mücadelelerinin başarıya ulaşması da ancak böyle olur. 

Yeni paradigma bu zihniyete dayalı bedenleşmeyi de demokratik konfederalizm olarak adlandırır. Demokratik konfederalizm toplumun devlet dışı örgütlenmesidir. Komün ve meclislere dayanır. Komünü hem yaşam tarzı olarak değerlendirir hem de bir örgütlenme biçimi olarak görür. Komün köy ve sokaklarda doğrudan demokrasinin işletildiği yerdir. Yaşı 16 ve üzeri olan herkesin direkt üyesi olduğu ve söz, tartışma ve karar hakkını kullandığı en küçük örgütlenme birimidir. Buradan kent meclislerine, oradan eyalet-bölge meclislerine ve oradan da demokratik ulus meclisine kadar bir örgütlülüğü esas alır.

En genel anlamda da Dünya Demokratik Konfederalizmini egemenlerin küresel imparatorluğuna alternatif olarak inşa etmeyi hedefler. Bu gerçek anlamda bir doğrudan demokrasidir. Demokrasiyi de devlet dışı toplumsallığın yönetim ve yaşam tarzı olarak görür. Yani demokrasi algısı da sistem içi olmayıp, tamamen devlet dışıdır.

Demokrasiyi devletin bir rejimi veya biçimi olarak görmez. Devletin ve Demos’un (halkın) özünün farklı olmasından kaynaklı da hiçbir devletin demokratik olamayacağını belirtir. Devletlerin ancak demokrasiye (topluma ve onun iradesine) duyarlı olabileceğini söyler.