Perex Katliamı, KDP ve asıl plan

Perex Katliamıyla Türk devleti, KDP ve Irak merkezi hükümeti, Heftanîn’den Kandil’e, Kandil’den Şengal ve Maxmûr hattına, oradan da Rojava’ya topyekun bir ‘ezme harekatı’ başlatacaklardı.

Heftanîn alanında bulunan Perex köyü, 20 Temmuz 2022’de 5 top mermisiyle üst üste planlı ve koordineli bir şekilde vuruldu. Saldırı biçimi bir hayli ilginçti. Uzun bir vadi olan Perex bölgesi kuzeyindeki tepelere 2019-2020 tarihlerinde Türk ordusu; güney tarafına ise KDP ve bazı bölgelerde Irak merkezi hükümetine bağlı müşterek sınır güçleri konuşlanmış. Bu sınır güçleri de hali hazırda KDP’ye bağlı güçlerdir, dolayısıyla sadece Irak merkezi hükümetinden maaşlarını alıyorlar. Tüm talimatlar ve alınan kararlar, KDP ve Irak merkezi hükümeti tarafından ortak veriliyor. Yani KDP’nin, Irak merkezi hükümeti üniformasını giymiş ve şapkasını takmış başka bir askeri gücüdür. Bundan dolayı Irak merkezi hükümetinden ziyade KDP demek daha isabetli olacaktır.

PEREX’İN KONUMU VE İLK ALGI OPERASYONU

Katliamın yapıldığı Perex köyü, hem Türk ordusunun hem de KDP güçlerinin konumlandığı yerlerden adeta dört taraftan 7/24 gözetlenen bir konumdadır. Dolayısıyla burada bir istihbarat hatası veya yanlışlıkla yapılmış bir katliamdan söz edilemez. Eğer arka kapı diplomasisinde söylendiği gibi bir yanlışlık olsaydı mevcut tepelerin her iki tarafında anlık istihbarat değerlendirme ve sıcak takip merkezleri var. İlk top, zaten köy ortasına değil, biraz ilerisine düşüyor. Belli ki yukarıdaki tepelerden ikinci toplar koordine edilmiş, öte yandan havada Türk ordusuna ait birden fazla İHA olmasına rağmen. Söylendiği gibi bir yanlışlık olsaydı ilk veya ikinci top atışında fark eder, bombardımanı durdurabilirlerdi fakat tam tersine ikincisi tam kalabalığın ortasına isabet ettikten sonra devam ediliyor. Buradan da çok açık bir şekilde anlaşılıyor ki; hem KDP hem de Türk devleti bu katliamı planlı bir şekilde uygulamışlardır. Katliam sırasında ve öncesinde KDP’ye ve özelde Mesrur Barzani’ye bağlı medyanın orada hazır olduğu tesadüf değil, yine canlı yayın araçları götürülmüş ve hazırda bekliyorlar, hatta ses amaçlı kısa bir canlı yayın bile yapılıyor. Bunların hepsi tesadüf değil. Katliam haberini ilk paylaşan da yine bu medyaydı, tabii ki bilindik özel savaş medyası taktiği son dakika acil koduyla geçen ilk bilgi ‘PKK ile Türk ordusu arasında çıkan çatışmada aralarında bebek ve çocukların da olduğu onlarca sivil hayatını kaybetti’ şeklindeydi. Bu ön ‘bilgi’ kilit önemdeydi, bundan sonra bu iki güçten birisi mutlak suçlu demektir. Devamında PKK’nin suçlu ilan edileceği şüphesizdi. Kısacası ilk olarak sıcak bilgilerle algı oluşturuluyor, sonrasında gelen bilgiler zaten ne söylense kabul görecekti.

KURBANLARIN IRAKLILAR OLMASI

Burada bozucu birkaç faktör olduğunu altını çizmek gerek. Hayatını kaybedenler, Irak’ın iç kesimlerinden pikniğe gelmiş insanlardı ve bu durum, KDP’nin tüm algı oluşturma çabalarını boşa çıkaracaktı. Çünkü KDP medyasından önce oradaki siviller çektikleri videoları sosyal medyada paylaşmışlardı ve Irak genelinde kısa sürede infiale neden oldu. Burada da önemli bir faktör daha devreye girmişti, Sadr bu durumu ilk önce gündemine alan kişiydi ve Irak’ta Sadr demek sokak demekti, ancak burada asıl mesele Türk devletinin suçunu ifşa etmek değil, kendi tabanını konsolide etmek ve KDP’ye göz dağı vermekti. Sadr, istediği sonuca birkaç günde ulaştı, bu protestoları asıl amacından çıkartıp yönünü parlamentoya verdi. Türk devleti ve iş birlikçisinin planları boşa çıkmıştı, suçüstü yakalandılar.

TOPYEKUN BİR EZME HAREKATI İÇİN

Burada Kazımi hükümetinin olayın üzerini örtmede ciddi payı olduğu kanaatindeyim, KDP’li Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin bir yandan güya tepki gösterirken aynı gün kendi partisine bağlı güçler Amediyê tepesinde bulunan Türk askerlerine erzak taşımakla meşguldü, sadece buradan bakılsa bile ne kadar ahlaksızca davrandıkları anlaşılıyor. Olayı kısa özetlemeye çalıştım ve biraz detaylandırmamın sebebi günümüzdeki olası Rojava’ya yönelik saldırılarla çok ciddi bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Bu katliamla Türk devleti, KDP ve Irak merkezi hükümeti, Heftanîn’den Kandil’e, Kandil’den Şengal ve Maxmûr hattına, oradan da Rojava’ya topyekun bir ‘ezme harekatı’ başlatacaklardı. Yapılan katliam affedilmezdi, biri bebek çoğu çocuk olmak üzere hepsi sivil insanlardı. Bundan daha iyi bir bahane olur muydu? Bu aynı zamanda KDP’yi PKK’ye karşı aktif bir saldırıya çekmek için de inandırıcı ve KDP’nin elini güçlendiren zaten yıllardır propagandasını yaptığı tüm olumsuzlukların sebebi olarak gösterilen PKK’ye haddini bildirecek nitelikteydi. Bundan daha mükemmel dramatik bir hikaye olamazdı. İşler, ne KDP ne de Türk devleti açısından istenilen sonucu verdi. Ters tepti. Bundan sonra Mesud Barzani başta olmak üzere diğer Barzaniler, Iraklı güçlerle Türk devleti adına ikna turlarına başladı ve kısa zamanda üzeri kapatılıp unutuldu. Sahada saldırılar hız kesmeden devam etti. Türk devleti girdiği çıkmazda bocalanmaya, kan kaybetmeye devam etti. Çok değil, daha bir ay önce güya resmi olarak Türk devletinin katliamına tepki gösteren KDP, bu sefer aynı Türk devleti için Amediyê’de karayolu ve üs inşa edecekti.

KÖRDÜĞÜME DÖNÜŞEN İŞGAL HAREKATI

KDP, Ağustos’un sonunda Amediyê tepesinde çakılan Türk ordusunun imdadına yetişmek için kolları sıvadı. Hulusi Akar’ın en seçkin askerlerinin cenazeleri gerillanın elinde çürüyordu. İki helikopteri kısa bir zaman içinde üst üste burada Amediyê tepesinde düşürülmüştü. Bir tanesini açıklamak zorunda bile kaldı. İşler öyle bir noktaya geldi ki; Türk ordusu için sürdürülemez durumdaydı. Gelen helikopterler anında darbeleniyordu, yani Türk ordusu için artık Amediyê tepesine her bir hava nakli veya tahliye, ölümcül riskler barındırıyordu. Bundan dolayı karadan bir nefes borusu açmak hayatiydi. İşte böyle bir dönemde KDP, Türk devleti için birkaç günde Amediyê arkasında bulunan parka kadar giden yolu tepeye çıkardı ve bir hafta bile sürmeden karayolu Amediyê tepesine ulaştırıldı, Türk devletinin karargah olarak kullandığı Saha Komando mıntıkasına bir üs yapımına başlandı. Halen KDP güçleri ile Türk askerleri iç içe inşa ettikleri askeri üste faaliyet gösteriyor. Diğer üç mevzideki askerler ise her gün beş dakikalık bir yürüyüşle üs noktasına gelip erzak ihtiyaçlarını giderdikten sonra mevzilerine geri dönüyor. Burada KDP, fiili olarak savaşa dahil olmuş durumda ve halen ilk fırsatta Türk devleti işaret ediyor, KDP hemen öne atlıyor. Bir nevi önden tehlikeyi bertaraf eden bir konumda. Sadece fiili olarak savaşa dahil olmakla kalmıyor, aynı zamanda dışarıdan gelen heyetleri engelleme, basın mensuplarının bölgeye gitmelerinin önüne geçme ve diğer tüm manipülasyon/algı oluşturma yöntemlerini Kürtler adına, Kürtçe yapmakta. Türk devletini uluslararası alanda rahatlatma görevlerini layıkıyla yerine getirmekten geri durmuyor. Tüm bunlar, savaşın büyüklüğünü ve boyutunu gözlerden ırak tutmaya yetmiyor. Savaş, geniş çaplı ve büyük. Öte yandan Türk devleti büyük insanlık suçları işliyor savaş sahasında. Gerilla da boş durmuyor. Esas hakikati ortaya koyan belgeleri kamuoyuna sunuyor; Türk devleti ve KDP’nin tüm manipülasyonları boşa düşüyor. Çıkmaz giderek belirginleşiyor.

ÇIKMAZDA BOCALANDIKÇA SALDIRILARI GENİŞLETİYOR

Türk ordusu bocaladıkça harekatı genişletmekten başka çare bulamıyordu. Bu süre zarfında Zap’ın doğusunda bulunan Çemço ve Sida hattına yoğunluk verdiler, aynı zamanda iş makinalarıyla Avaşîn’in Werxelê, Zap’ın Şikefta Birîndara ile Karker savaş tünellerini tahrip etmeye devam ediyor. Önemli bir detay olarak gördüğüm ve özellikle üzerinde durulması gereken bir noktada şu ki; bu bölgelere iş makinaları getirilmeden önce hemen hemen her gün defalarca taktik nükleer bombalarla büyük patlatmalar gerçekleştiriliyordu. Yine aynı sürede HPG’nin açıklamalarında net verileri bulunmaktadır o da kullanılan kimyasal gazlar ve silahlar. Tüm bunlar sonucu gerilla direnişini kıramayan Türk ordusu, son bir çare olarak tanklar ve zırhlı araçlar eşliğinde iş makinalarıyla Zap’a girdi. Ancak bu da büyük maliyet ve büyük riskler zinciri demekti, çünkü her zırhlı araç ve tank, hareketli gerilla timlerinin hedefiydi. Yaz sonuna kadar gelinen savaş hızından hiçbir şey kaybetmedi, tersine giderek şiddetlendi. Ne KDP’nin girişimleri ne de Türk devletinin taktik nükleer ve kimyasal silahlara ağırlık vermesi işgal harekatında istenilen sonucu vermedi. Türk ordusu gitgide derine saplandı. Böyle bir sürede HPG’nin art arda yayınladığı görüntü ve belgeler, savaşın nasıl bir tarz ve boyutta yaşandığını su kadar berrak bir şekilde gösterdi.

BELGELER VE NETLEŞEN SAVAŞ KARAKTERİ

Yaz sonuna doğru HPG tarafından yayınlanan ve Kimyasal gazlardan etkilenen iki gerillanın son anlarına dair görüntüler, savaşın karakteri ve boyutu hakkında önemli ve tarihi bir belge niteliğindeydi. Öncelikle HPG ve yine Kurdistan Özgürlük Hareketi yönetimi bir bütün olarak bu görüntülerin paylaşıp paylaşılmaması konusunda belli bir süre tartıştı ve yayınlanmasından yana değildi. Nihayetinde Kürt soykırım savaşını finanse ve teşvik eden asıl güçlerin her fırsatta tüm belgelere ve defalarca ilgili uluslararası kurumlara gönderilen DNA testlerine rağmen Türk devletinin suçlarını açığa çıkmasını engellemeleri ve işlediği insanlık suçlarını örtbas etme konusundaki sessizlik, hakikatin anlaşılması için bu görüntülerin yayınlanması kaçınılmaz oldu. İnsanların izlemekten çekindiği bu görüntülerin tüm dünyaya sunulması, HPG gerillaları açısından hiç kolay değildi. Elbette Kürt halkı özellikle şehit olan iki gerillanın ailesi için sarsıcı bir olaydı. Ancak dediğim gibi hakikatin anlaşılması ve Kürt halkının gencecik kızları ve oğullarının ne tür kahramanca bir savaş verdiklerinin, nasıl bir vahşete karşı canlarını siper ettiklerinin anlaşılması gerekiyordu. Yine başta KDP olmak üzere uluslararası ve bölgesel suç ortaklarının ortaya çıkması, Kürt halkı tarafından bilinmesi gerekiyordu. HPG’nin açıkladığı bu tarihi belgeler, aynı zamanda şöyle bir hakikati bize gösterdi; uluslararası güçler, başta BM olmak üzere sadece sessiz kalmakla kalmıyor, aynı zamanda bu olanakları Türk devletine sunan ve sessiz kalınmasını sağlıyor. Bu gerçek de ortaya çıktı. Kürt soykırım savaşını yürüten esas güç NATO’nun kendisiydi. Yıllardır türlü komplolarla bertaraf edemedikleri Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni, bu şekilde faşist Türk rejimi eliyle ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Diğer bir tarafta Barzanileri Kürt halkına yegane temsilci olarak dayatma ısrarındaydılar.

Tüm bu olup bitenler, Kürt halkı tarafından gerek siyasi gerek vicdani muhasebesi yapılıyor elbette. Bir yüzyılı soykırımlarla, komplolarla ve iç ihanetlerle geçirmiş bir toplumsal hafıza söz konusudur. Birileri sermaye gücüne ve iletişim araçlarına güvenerek hakikati çarpıtmaya, görmezden gelinmeye çalışıyorsa çok ciddi yanılıyordur. Yıllar değil, yüzyıllar geçse bile yapılan katliamların, zulmün, haksızlığın ve ihanetin hesabı sorulacaktır, bunlar Kürt halkın hafızasına kazınıyor, dayanılmaz acılar eşliğinde. Unutulmayacak.

GERİLLA DAHA ÇOK BİLENDİ

Gerilla güçleri iki yıldır çelikten bir iradeyle belki de dünyada eşi benzeri olmayan bir savaşı yürütüyor. Her türlü imkana rağmen bu denli soysuzca insanlık dışı yöntemlerle yoldaşlarının katledilmesi, intikam duygusunu ve mücadele azmini bir o kadar biliyor. Bu soysuz ve ahlaksız yöntemlerle gerillanın direnci kırılmak istendiği açıkça ortadadır. Ancak bu adımlar, gerilla güçlerinde kırılma değil, daha keskin bir mücadeleye yönelmesine, daha çok bilenmesine neden oluyor. Bu çerçevede son günlerde gelişen devrimci operasyonlar, kimyasal silahlara karşı intikam içindi. Buradaki gerilla performansından ve manevra kabiliyetine özellikle son iki yıllık savaş deneyiminde ulaştığı düzeyi daha iyi görmemiz için önemli detaylar var. Öte yandan Türk devletinin, gerillanın devrimci operasyonlarına karşı ABD ve Rusya’nın onayıyla Rojava’ya yaptığı harekatla nasıl bir algı operasyonuna giriştiğini de görüyoruz. Tüm bu gelişmeleri birbirinden bağımsız ele almak mümkün değil ve kamuoyunda haklı olarak böyle bir algı var. Ancak buradaki önemli detay, NATO’nun Kürt halkına karşı nasıl bir soykırım savaşını teşvik ettiğini ve gırtlağına kadar Zap’a çakılan faşist Türk rejimine nasıl can simidi olduğunu, bu hamleyle bir yandan faşist rejime suni teneffüsle nefes aldırırken diğer yandan doruğa çıkan gerillanın devrimci operasyonlarını gölgelemek olduğunu açıkça göreceğiz.

YOĞUNLAŞAN DEVRİMCİ OPERASYONLAR

Türk ordusundaki tedirginlik, Ağustos ve Eylül’de artık belirgin hale geldi. Karşısındaki gerilla gücünü en iyi tanıyan belki de Türk ordusunun kendisidir, gerillanın büyük bir vahşetle kimyasal silahlarla katledilen yoldaşlarının intikamını alacağını hesaplıyordu. Sonbaharda yağışların başlamasıyla hareketli gerilla timlerinin daha kapsamlı ve koordineli devrimci operasyonlar düzenleme fırsatı oluştu. Bu durumda Türk ordusu biran önce birçok bölgeye karayolu ulaştırma telaşındaydı fakat tek başına karayolu, iş makinaları ve zırhlı araçlarla alan hakimiyetini sağlayacak durumda değildi. Tersine Türk ordusunu tüm imkanlarıyla arazi derinliğine girmesi, gerilla güçleri için hedef çoğalttı, sahadaki duruma da bakılırsa başkada çare gözükmüyor. Çünkü artık gelinen noktada iki seçenek kalmıştı; ya Türk ordusu tüm birliklerini geri çekecek, harekatın başarısız olduğunu itiraf edecekti ya da büyük maddi ve manevi kayıplara rağmen devam edecekti. Böyle bir rejim karakteri de dikkate alınırsa bunda ısrar edileceği ve bu durumdan iç siyaseti dizayn ederek kendi rejimini mutlaklaştırmaya çalışacağı açıktı.

Sahadaki savaşın topluma yansıması bambaşka oluyor. Ağustos ve Kasım’da bu çıkmaz durumun daha da belirginleştiğini gösteren olaylar oldu. Bunlardan birincisi Zap’ın batısındaki Girê Cûdî bölgesinde yaşandı. Hareketli gerilla timlerinin gerçekleştirdiği devrimci operasyonda ağır kayıplar veren Türk ordusu, buralardan söküldü ve gerilla denetiminde kalan asker cenazeleri vardı. Burada ilk defa insanın kanını donduran bir gerçeklikle karşı karşıya kaldık. Ordu bir hamle yaparak kendi cenazelerinin üzerine geldi fakat cenazeleri götüreceklerine üst üste yığıp ateşe verdi. Buradaki bir detay daha dikkat çekiciydi, bu detaya başka bölgelerde de gerillalar şahitlik etmişti; bazı askerlerin cenazeleri alınıyor, diğerleri ya arazide bırakılıyor ya da ağır bombardımanla tahrip ediliyor. Bana göre esas ve önemli olan bu detaydır. Neden bazı askerlerin cenazeleri özellikle alınıyor? Bunlar üst düzey rütbeli askerler mi? Yoksa sadece arada bir cenaze töreni düzenlemek için tabutu doldurmak için mi? Mesele sadece tabut doldurmaksa daha önce cenazesi gerilla elinde olan asker için cenaze töreni düzenlendi ve muhtemelen boş tabut taşındı. O zaman büyük ihtimal bunlar yüksek rütbeli askerlerdir ve bazı bölgelerde ısrarla almak istedikleri ve alamadıktan sonra ağır bombardımanla tahrip ettikleri cenazelerde yine rütbeli askerlerdir.

Diğer bir olay ise 3 Kasım günü Metîna ile batı Zap arasında bulunan Girê FM bölgesinde yaşandı. Gerilla güçlerinin yaptığı eylemden sonra bir askerin cenazesine ve askeri malzemelerine el koydu. Daha sonra HPG bu askerin kimlik bilgilerini de açıkladı ve anlaşıldı ki; Türk ordusu bu askerin ismini kamuoyuna açıklamamış. Bu olay, Türk ordusu açısından durumun ne kadar kontrolden çıktığını gösteren bir olaydı, asker cenazelerinin gerilla eline geçmesin diye yakacak kadar kendince işini sıkı tutmaya çalışan ordu. Kısa bir sürede yine aynı rezaleti yaşaması, başka türlü izah edilemezdi. Burada önemle belirtmem gerekir ki; sadece özel bazı olayları burada örnek göstermeye çalıştım, HPG’nin yıl boyunca yaptığı açıklamalara detaylı bakılırsa ve Gerîla TV aracılığıyla yayınlanan videolar izlenirse Türk ordusunun nasıl büyük bir hezimet yaşadığını tüm çıplaklığıyla görmek mümkündür. Dolayısıyla burada sadece özetliyor ve önemli kırılma noktalarını işaret eden bazı olaylara değiniyorum.

APAR TOPAR SINIRA KOŞTURDU

Metîna’nın Girê Hekarî ve Zap’ın Girê Cûdî bölgesinde Kasım sonunda gerilla güçlerinin gerçekleştirdiği devrimci operasyonlar, faşist rejimde deprem etkisi yarattı. Hulusi Akar, apar topar sınır bölgesine geldi ve yaptığı açıklamalardan nasıl şoke olduklarını açıkça hissettirdi. Buradan da anlaşılacağı ve görüleceği gibi gerilla, her mevsim ve arazi koşullarına göre taktik ve hareket tarzı geliştiriyor. Ancak her yıl daha zengin ve farklı sonuç alan taktiklerdir. Çünkü savaş sahasındaki duruma baktığımızda Türk ordusunun birkaç temel taktik dışında tüm harekat taktiği sabittir, örneğin bir tepeye asker indirir ki bu esnada özellikle helikopterleri büyük oranda darbe alır veya düşürülür. Daha sonra burada varsa gerillaların savaş tünelleri tasfiye etmeye çalışır ve burada da ekseriyetle kimyasal ve taktik nükleer silahlar kullanır. Bu durumda gerilla güçleri, mümkün mertebede savaş tünellerinde direnir, öte yandan arazi derinliklerinde konumlanan hareketli gerilla timleri etrafta sürekli bir şekilde düşman birliğine darbe vurur. Burada daha fazla detaylandırmak belki şimdilik doğru olmaz, ancak şu kadarını belirtirsek belki sahadaki durum anlaşılır; hareketli gerilla timleri, onlarca askeri branşta uzmanlaşmış timler halinde hareket eder ve arazi ile düşman konumlanmasına göre taktik uygular. Ağustos’t Avaşîn’in Mamreşo alanında gerilla güçlerinin yaptığı eylemi örnek olarak göstermek daha aydınlatıcı olacak. Mamreşo bölgesi, 24 Nisan 2021 günü başlatılan bu harekatın ilk cephelerinden biriydi. Dolayısıyla buradan da görüleceği gibi Türk ordusunun güya tam hakimiyet sağladığı, üs kurduğu ve ileriye Werxelê ve Çemço hattına yürüdüğünü özellikle hatırlatmak yerinde olacaktır. Anlaşılan faşist rejimin savaş bakanı, bir süre sınırda çadır kurmak zorunda kalacaktır, zira kış ve ilk bahar aylarında gerilla güçleri devrimci operasyonlarını yoğunlaştıracak ve Türk ordusu daha ağır kayıplar verecektir.

TÜRKİYE HALKLARI KARAR VERMELİ

Önder Apo’nun geliştirdiği paradigma ve sistemin, tüm baskılarına karşı İmralı’da gösterdiği direniş ve yine İmralı direnişe paralel olarak Kürt halkının ve özellikle gerillanın direnişi, bölge ve giderek dünya halkları için umut kaynağına dönüşmeye başladı. Günümüzde devletler düzeyinde Türk faşizmine yol verilse bile dünya halkları ve insanlık vicdanı artık bu soykırıma sessiz kalmıyor. Burada önemli olan; Türk halkının nasıl bir karar vereceğidir. Ya yıllardır devletin aşıladığı ırkçılık refleksleriyle hareket eder Kürt halkıyla arasındaki tüm bağları koparır ya da artık bu ırkçı zehirlenmenin farkına varıp inkar ve soykırım politikalarında vazgeçer Kürt halkıyla eşit bir gelecek kurarlar. Türkiye’deki aydın ve demokrat güçleri, bu savaşın yıkıcı etkisini doğru değerlendirmeli.