Sansür yasası: İfade hürriyetine vurulmuş birer kelepçe

AKP-MHP iktidarının dezenformasyon dediği sansür yasası mecliste kabul edildi. Yasa artık sadece basın kuruluşlarını değil kişilerin de sanal medyadaki paylaşımlarına ceza öngörüyor.

Sansür yasasının meclisten geçmesinin üzerinden kısa bir süre sonra Bartın Amasra’da yaşanan maden patlaması sonrası yasanın ilk uygulamaları hayata geçirildi. TTK patlama sonrası Sayıştay’ın 2019’da maden için hazırladığı ‘risk’ raporunu dezenformasyon olarak nitelendirdi. Bazı sanal medya kullanıcıları ise maden patlaması paylaşımları nedeniyle emniyet tarafından soruşturmaya tabi tutuldu.

Sansür yasası ilk uygulamasını çok geçmeden gösterirken ÖHD’den Avukat Ahmet Baran Çelik yasanın bazı dikkat çekici maddelerini ve genelini ANF’ye değerlendi.

Sansür yasası olarak bilinen yasa TBMM genel Kuruldan geçti. AKP-MHP dezenformasyon yasası diyor fakat yapılan birçok düzenleme sansürün daha net halini gösteriyor. Bir hukukçu olarak bu yasanın neden sansür yasası olduğunu nasıl özetlersiniz?

Yeni değişikliklerle birlikte yasa artık dezenformasyonu (!) yeni bir suç olarak tanımlıyor. Söz konusu Türkiye olunca İfade özgürlükleri adına endişe verici olduğunu belirtmem gerekir. Anılan bu yasa sanal medya kullanıcıları, internet gazetecileri, tüm basın/medya mensupları ve sanal medya platformlarının tümünü ilgilendiriyor. Bu yasanın benzerini son yıllarda batılı devletlerin de yaptıklarını gözlemliyoruz. Amerika, Almanya, İngiltere ve Fransa bu devletlerden. İktidar bu devletlerin de benzer düzenlemeler yaptıklarını belirten bir savunma ile yasayı sahipleniyor. Öncelikle bu devletlerin de benzer yasaları yapmaları yasayı haklı çıkarmaz.

Bir de bu yasayı Türkiye koşullarında düşünmek gerekir. Zaten henüz bu yasa yokken toplum ve basın sürekli olarak baskılanıyordu. Sanal medya kullanıcıları attıkları twit nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanıyor. Onlarca gazeteci ise hapishanelerde. Bu yasa ile birlikte artık eski kanunları çok eğip bükmeye gerek duymadan kişiler, kurumlar ve basın mensupları baskılanabilir ve yargılanabilirler. Bu haliyle bu yasanın dezenformasyon yasası olarak nitelemek yerine sansüre zemin hazırlayan bir yasa olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Yani evet bu bir sansür yasası.

Siz de dediniz yasa kapsamında artık haberi yapandan ziyade, paylaşanın hatta sanal medyada beğenenin bile ceza alabileceği koşulların yaratıldığı yorumlar arasında. Siz ne düşünüyorsunuz?

Bu yasa sadece basın mensuplarını değil her bir bireyi etkiliyor. Günümüzde sanal medya, basın kuruluşlarından belki daha da etkili bir mecra. Yurttaş (veya seçmen) eğilimlerini gösteren, bu eğilimi değiştiren/değiştirebilen, buna yön verebilen bir mecra. Aynı zamanda insanların siyasete ve demokratik hayata aktif katılım gösterdikleri bir mecra. Hükümet ve siyaset eleştirilerini paylaştıkları ve bu eleştirilerin takip edilip dikkate alındıklarını bildikleri bir mecra. Bu yasa vatandaşı yargılamalar yoluyla baskı ve sindirebileceği gibi kişinin bu çekincelerle kendini sansürlemesine de neden olacaktır. Bu otosansür ise kişilerin düşünce ve ifade hürriyetine vurulmuş birer kelepçedir.

Yine yasadaki 29’uncu maddede getirilen “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” kim tarafından belirleyecek? Bu suç anayasadaki hangi ilkelere ve değerlere göre belirlenecek?

Bilginin yanıltıcı olup olmadığına veya bunun suç olup olmadığına karar verme yetkisi yargı makamlarındadır. Teorik olarak böyle en azından. Ancak uygulamada buna karar veren siyasi irade ve siyasettir. Türkiye’de yargı uzun yıllardır siyasi iradenin emrinde maalesef. Haliyle buna karar verecek olan siyasettir, iktidardır. İktidar kolluk ve yargı mensupları eliyle kendi aleyhine olan fikirleri, kişileri yargılayacaktır. Bu durum siyasetçilerin söylemlerine, sosyal medyaya, halka, sokağa, seçim propagandalarına, hatta meclise bile yansıyacak. Zaten yasanın metninde ve konu itibariyle bir muğlaklık var. İktidar ve iktidarın yönlendirdiği kolluk ve yargı mensupları bu belirsizlikten yararlanacak ve iktidara muhalif olan kişi ve siyasileri yargılayacak. Bu yasadan önce de bunun örneklerini gördük zaten. Aynı yazıyı yazan iktidarı hedeflemiş ise yargılanırken, benzer mahiyette ve hatta daha ağır nitelikte olanlar muhalefeti hedef aldığında ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildi.

Bunu hakaret dosyalarında, halkı kin ve düşmanlığa sevk suçlarında sıklıkla gördük. Başbakan veya cumhurbaşkanına yapılan eleştiriler yargılama konusu yapılırken, muhalefet vekillerine ve siyasetçilere yapılan hakaretler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildi. HDP’li vekil ve siyasetçilere ve ailelerine yapılan hakaret ve ölüm tehditleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildi. Burada sorun olacak olan zaten uygulayıcılar olacaktır. Yoksa siyasete destek/alet olmadan işleyen bir yargı sisteminde bu yasa bu kadar korkutucu olmaz. Ancak Türkiye’de yargının bu konudaki geçmişi-pratiği karnesi kötü.

Yakın zamanda 16 Kürt gazeteci tutuklandı. Yine bir o kadar Kürt medya çalışanı benzer gerekçelerle içeride. Daha yasa çıkmadan Kürt basını bu anlamda cendereye alınmışken, yasa ile tablo ne olur?

Elbette sadece Kürt gazeteciler ve Kürtler için hazırlanan bir yasa değil bu. Mevcut yasalarla da bu kişiler zaten yargılanıp tutuklanıyordu. Gazete ve televizyonları kapatılıp malvarlıklarına el konuluyordu. Eğer Kürtler ise söz konusuysa bu yasaya gerek yok zaten hepsi ve daha fazlası yapılıyor. Aynı şekilde Kürt yurttaşlar da zaten verdikleri demeçler, attıkları twitler yüzünden zaten yargılanıp tutuklanıyor. Bu yasanın asıl hedefinin Türk medyası ve Türk seçmenlerinin/yurttaşlarının olduğu kanısındayım. Elbette Kürtler de bu yasadan fazlası ile etkilenecektir. Ancak bu yasanın olması ile olmaması arasında Kürtler bakımından en azından uygulamada çok fark olduğunu düşünmüyorum.

Yasaya dönecek olursak basın kartının, komisyonun vs. hep Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi söz konusu. Hâlihazırda Basın kartı kriteri ne olacak, basın ilan kurumundan ceza alan gazeteler varken yasa tabloya bu açıdan ne katacak?

Kanun ile basın kartı başvuruları, İletişim Başkanlığı’na yapılacak. Basın kartı Basın Kartı Komisyonu tarafından düzenlenecek. Kartı talep edenlerin buna hak kazanabilmeleri için ise “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçunun da dahil olduğu “Kamu Barışına Karşı Suçlara” karışmamış olması gerekecek. Bu mahkûmiyetler adli sicil kaydından silinmedikçe veya yasaklanmış hakların geri verilmesine karar verilmedikçe basın kartı düzenlenmeyecek.

Buradan da anlaşılacağı üzere birçok kişiye siyasi kararlarla davalar açılıp bu kanun kapsamında cezalar verilebilecek ve alınmış Basın Kimlik Kartları iptal edilebilecek. Belki de bir süre sonra Basın Kimlik Kartı sahibi muhalif bir basın mensubu kalmayacak. En nihayetinde suçun oluşup oluşmadığına siyasetten oldukça etkilenen bir kolluk ve yargı mensupları karar verecek. En azından bugüne kadar bu izlenimi verdi Türkiye’deki yargı.

Son olarak yasanın 34’üncü maddesinde daha önce de gündeme gelen Sanal medya ya da sosyal ağ sağlayıcılarının temsilci atama şartları ağırlaştırılıyor ve buna dair yaptırımlar da artıyor. Bu durumda sadece medya çalışanları değil halk da etkilenir. Bu maddeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanal medya platformları tarafından kullanıcının kimlik bilgileri halihazırda adli makamlarla paylaşılıyor. Bu kanun teklifinin yasalaşması ile birlikte bu platformlarda bulunan kullanıcıların kişisel bilgileri BTK’nın talebi halinde, eğer sosyal ağ sağlayıcıları (Twitter, Instagram, Tiktok, Youtube vb.) tarafından paylaşılmaz ise, söz konusu ağ sağlayıcıları yüzde 90’a kadar erişim kısıtlamasına götürülebilir. Yani neredeyse bu platformlar yasaklanabilir diyebiliriz. Bu yasa maddesi kullanıcıları otosansüre zorlayacak bir madde. Sanal medya kullanıcıların birçoğu açık kimlikleri ile bu platformlarda yer almıyor. Devletin zorlayıcı gücüne takılmadan düşüncelerini paylaşma adına bu yöntemi seçen milyonlarca insan var. Sanal medya platformları tarafından bu bilgilerin istenmesi halinde kurumlar ve yargı makamları ile paylaşılacağını bilmesi halinde düşüncelerini açıkça yazamayacakları kesin. Yine söylemekte fayda görüyorum; yargıya güven duyulan bir ülkede belki çok sorun olarak görülmeyebilirdi. Ancak yargıya güvenin haklı olarak olmadığı böylesi ülkeler için bu yasa metni ciddi manada sansür ve otosansüre neden olacak.