Suriye yeni gelişmelerin eşiğinde

"Bölgenin dinamiklerine dayanan bir Suriye çözümü, bölgedeki halkların çıkarına olacaktır. Çok aktörlü Suriye’nin, her haliyle yeni gelişmelere yönelmesi kaçınılmazdır. HTŞ ile Suriye’deki mevcut durum sürdürülebilir değildir."

KUZEY VE DOĞU SURİYE

Esad rejiminin İran ve Rusya desteğiyle, onların koltuk değnekleriyle zor bela ayakta durduğunu defalarca yazdık, çizdik. Yatalak bir rejimin ölmüş halinden zafer türeten Türkiye, bindiği kanatlı savaş atı Pegasus’u (Yunan mitolojisinde bir at) koşturmaya devam etmektedir. Şimdi ise farklı bir Suriye tahayyül etmektedir. Düşman bellediği Kürtlerin varlığına olan tahammülsüzlüğü nedeniyle savaş tehditlerinin dozajını artırarak Özerk Yönetim’i tamamen ortadan kaldırmaya odaklanmıştır. Rojava öz savunma birliklerinin tasfiyesini istemektedir.

HTŞ’nin Alevilere yaptığı ortadayken, işlediği cinayetler, yaptığı işkenceler ve sokak infazları her geçen gün artarak devam ederken ve Rojava tehdit altındayken, YPG ve YPJ birliklerinin silahsızlandırılmasını dayatmak, zaten tasfiye anlamına gelmektedir. “Suriye hal etmezse, ben operasyon yaparım” demesi de aslında basit bir gerekçedir. HTŞ’yi, Özerk Yönetim’e karşı savaşa sürmenin gayreti içine girmiştir. “HTŞ yapmazsa, ben yaparım” demeye getiriyor.

Şam’ın yeni sahibi HTŞ’nin beklenmedik iktidarının ne kadar ayakta kalabileceği ve Türkiye’nin isteklerine ne kadar boyun eğeceği bilinmez. HTŞ’nin, Türkiye’nin her isteğini yerine getirecek gücü ve mecali yok zaten. Emevi Camii’nde namaz kılmak, Kasyun Dağı’nda çay içip Şam’ı tepeden seyretmenin keyfini çıkarmak, iyi bir gösteri olabilir; ama HTŞ ile Türkiye’nin cicim aylarının hep bu minvalde yürümeyeceği de ortadadır. Bal tadındaki bu ilişkinin zehirlenmesi, çok uzak bir ihtimal değildir.

Türk devletinin sıklıkla saldırı tehditlerini yinelemesi ve HTŞ ile DAİŞ’e karşı mücadele eden Koalisyon’a rağmen Rojava’ya askeri bir operasyon girişiminde bulunma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Özerk Yönetim’i ortadan kaldırmak, askeri güçleri silahsızlandırmak, Suriye vatandaşı olan Rojavalı PKK kadrolarını Suriye’den çıkmaya zorlamak ve tampon bölge oluşturmak akıl karı değil, aklından zoru olduğunu göstermektedir. HTŞ’nin yabancı cihatçılarının resmen ordu komutanlıklarında ve geçici Suriye hükümetinde yer alması gayet normal karşılanırken, Suriye vatandaşı Kürtlerin Suriye’yi terk etmesini istemek absürt bir istek gibi görünse de Erdoğan’ın temel gerekçelerinden biri olmuştur.

Suriye pastasından Türkiye’ye düşen payın ne kadar olacağını şimdiden kestirmek pek mümkün değil. Çünkü ABD, AB, İngiltere, İsrail’in yanı sıra Suudi, Mısır başta olmak üzere diğer Arap ülkelerinin yakın markajı altında olan bir Suriye var. Türkiye’nin, Şam’ın yeni sahipleriyle ne kadar iş kotaracağını kestirmek pek mümkün olmasa da bir öngörüde bulunmak mümkündür. Türkiye’nin kendi tekelinde bir Suriye arzuladığı açıktır. Bu, İslami ve selefi cihatçı örgütlerin iktidarında olan bir Suriye olacaktır. “Müslüman Kardeşler”in bir versiyonunu inşa etmeyi, havada beklerken yerde bulmuş oldu. Mısır’daki Muhammed Mursi Yönetimi’ni kaybetti ama Suriye’de yeni ve daha tehlikeli bir Mursi’ye (Ebu Muhammed el-Colani’ye) kavuştu.

Türkiye’nin ve Türkiye dışında Colani’ye yatırım yapan diğer ülkelerin beklentileri oldukça farklı, hatta taban tabana zıttır. DAİŞ ile demokrasi nasıl mümkün değilse, Şam’ın yeni sahiplerinden demokrasi beklemek de boş bir beklenti olacaktır. Batı’nın arzu ettiği bir Suriye’nin HTŞ ile kurulması kulağa hiç de hoş gelmiyor. Azınlıkların haklarına saygı, farklılıklara hoş görü, kadın-erkek eşitliği gibi kavramlar, HTŞ’nin fıtratında olmayan taleplerdir.

Alevilerin uğradığı insanlık dışı uygulamalar ve sokak ortasında infaz edilen kadın görüntüleri, bizlere yeni Suriye’nin ne olacağı hakkında yeterince kanıt sunmaktadır. İşin garip tarafı, Colani’yi meşru bir yönetim olarak kabul ederek kendisiyle görüşen bütün güçler, bu olup bitenin farkındadır. Buna rağmen, Colani ile bir yerlere varmak isteyenler, beklentilerini karşılayana kadar onu bir araç gibi elde bulundurup kullanmaya çalışıyorlar. Fakat bu insani bir yöntem değildir, çünkü katliamlara göz yumuyorlar.

Kürt varlığına, silahlı gücüne ve Özerk Yönetim’in mevcut yapısına karşı çıkan Türkiye’nin Suriye’deki rengi bellidir. Türkiye dışında, Suriye için yeni senaryolar çizen dış güçlerin ise tek favorisi Kürtlerdir. Bu güçlerin, Kürtler ve kökten dinciler arasında seçim yapmaları gerekmektedir. Aralarında bir tercih mi yapacakları, bir uzlaşı mı arayacakları ya da Türkiye’nin Kürtleri tasfiye etme planına mı uyacakları henüz netleşmemiştir. Mesele, ABD’nin yeni yönetimine kilitlenmiş gibi duruyor.  

Bölgedeki gelişmelerin genel seyrinde, Trump’un Suriye politikasına endekslenmiş bir bekleyiş söz konusudur. Türkiye, ABD’nin yeni başkanı göreve gelmeden önce “ne yaparsam kârdır” mantığıyla savaşı tırmandırmak için elinden geleni yapmaktadır. Rojava’ya dönük saldırıları artarak devam ediyor. Karakozak Köprüsü ve Tışrin Barajı’nı ele geçirerek Raqqa’ya kadar inen bir cep oluşturmak ve Kobanê’yi de düşürmek istiyor. Erdoğan, elinde sarıya boyadığı Rojava haritasıyla çizdiği senaryoyu adım adım hayata geçirmekle meşguldür.

Tabii, hesaba katılması gereken bir diğer seçenek ise, henüz başlangıç aşamasında olan Türk devleti ile İmralı arasında yapılması düşünülen muhtemel barışın Suriye’ye etkileridir. Bölgenin dinamiklerine dayanan bir Suriye çözümü, bölgedeki halkların çıkarına olacaktır. Çok aktörlü Suriye’nin, her haliyle yeni gelişmelere yönelmesi kaçınılmazdır. DAİŞ zihniyetiyle demokrasi bir arada olamayacağına göre, HTŞ ile Suriye’deki mevcut durum sürdürülebilir değildir. HTŞ ile ya da HTŞ’siz olsun, Rojava’ya saldırı planları devrededir. Uluslararası güçler Rojava’ya yönelik saldırıları durduramazsa, HTŞ-Türkiye ile Kuzey-Batı Suriye Özerk Yönetimi arasında tercih yapmak zorunda kalacaklardır.