Tecrit İmralı’da başlayıp adım adım yayıldı

İmralı ada hapishanesinde uygulanan tecridin zamanla tüm topluma ve cezaevlerine nasıl yayıldığını anlatan Avukat Özgür Erol, burada uygulanan özel hukukun hiçbir gerekçeyle açıklanamayacağını vurguladı.

Cezaevlerinde yaşanan tecridin ve insan hakları ihlallerinin Türkiye’deki son dönem açısından en önemli milatlarından biri de İmralı Cezaevi süreci oldu. İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve diğer mahpusların tecridi, sonraki yıllarda diğer hapishanelere ve topluma yayılmaya başlayan tecridin ilk önemli ayağını oluşturuyordu. Türkiye ve Kürdistan’da her ne kadar cezaevleri 70’lerden 80’lere işkenceler, ölümler ve direnişlerle gündeme gelse de İmralı Ada Hapishanesi, sürecin artık farklı bir boyuta evrilmesine yol açacaktı. Bunun en önemli ayağı ise tutsakları toplumdan tecrit etmekti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Özgür Erol ile dosyanın son bölümünde İmralı Ada Hapishanesi’nin nasıl tecridin modeli haline getirildiğini konuştuk.

BİR PROTOTİP OLDU

Bugün yaşanan sürecin özetini İmralı’nın özel konuma getirilmesiyle açıklayan Avukat Özgür Erol şunları söyledi: “İmralı Cezaevi Türkiye'de hem cezaevlerindeki genel yaygın uygulamanın hem de oradan bütün toplumsal yapılara, kurumlara doğru genişleyen bir yönetme pratiğinin, uygulama biçiminin prototipi haline geldi. 1999’da kurulduğunda bütün bunlar planlanmış mıydı, hesaplanmış mıydı bilemeyiz. Ama öyle bir uygulama biçimi olarak kuruldu ki 99’da mevcut, olağan kanuni rejimin dışında kendine özgü yönetme biçimleriyle, kurallarıyla oluşturuldu.”

İMRALI İLE SINIRLI KALMADI

Avukat Erol, İmralı’da oluşturulan özel yönetme biçimlerinin orayla sınırlı kalmadığını tüm cezaevlerine ve de topluma yayılma aşamalarını ise şöyle anlatıyor: “Sonrasında orada 23-24 yıl boyunca devam ede gelen uygulamalar -zaman içerisinde gördük ki-, hiçbir zaman İmralı'yla sınırlı kalmadı. Yani tecrit sisteminin bir bütün olarak topluma yayılımından kastımız esasen bu. İmralı 99’da tam tecrit sistemiyle uygulamaya açıldıktan hemen bir yıl sonra Türkiye'deki siyasi mahpusların büyük bir kısmına da F tipi cezaevlerine geçiş bir katliamla dayatıldı. Tecrit hemen bir yıl sonra F tipi cezaevleriyle başladı.”

UYGULANANLAR NORMALLEŞTİRİLDİ

Avukat Özgür Erol, tüme yayılan tecridin yanı sıra diğer cezaevlerinde uygulanmayıp İmralı'da uygulanan bazı kısıtlamalara da dikkat çekti.

Erol’un dikkat çektiği başka bir husus da İmralı’nın özel statüde görünüp toplumda buna çok da büyük tepki verilmemesiydi: “Görüş kısıtlamaları, avukat yasakları, avukat müvekkil görüşmelerinin kayda alınması vs. bu uygulamaların hiçbirisi yasal değildi. Ama yıllar içerisinde İmralı olağanüstü bir cezaevi olduğu için bu durum, olağanüstü durumun gereği olarak görüldü ve çok da tepki gösterilmedi. Bu durumun normalleştirilmesi uygulamaların sessizce ve sadece oraya özgü olarak devam etmesine yol açtı.

Ta ki 2016’da Türkiye'de bir darbe girişiminden sonra OHAL ilan edilmesine kadar. OHAL ile beraber gördük ki sadece İmralı'da yapılan uygulamalar esasen merkezi devlet sistemince o kadar önemli ve o kadar ciddi not alınmış ki, hemen darbe sonrası ilk çıkardıkları KHK'larla bu uygulamaları hızla bütün cezaevlerine ve gözaltı merkezlerine yaydılar. Bu da İmralı'daki hiçbir uygulamanın çok da istisnai olmadığının göstergesidir. Avukat görüşmelerinin yasaklanmasını, sınırlandırılmasını içeren hükümler çıkarttılar, cezaevlerinde avukat görüşmelerini kayda alan bir kararname yayınladılar ve bunu belirli gruplara hemen uygulamaya başladılar.

Biz İmralı’daki uygulamayı anlatırken, bu durum sanki Türkiye'deki tek bir cezaevine mahsus uygulamalarmış gibi değerlendirildi. Haliyle bu görmezden gelme yaklaşımı çok kısa bir süre içerisinde bütün toplumun ya da en azından bütün mahpusların buna maruz kalmasına yol açtı.”

GÖRÜŞME İÇİN AÇLIK GREVİ YAPMAK ZORUNDA KALINDI

İmralı'da uzun zamandır uygulanan görüş yasaklarını aktaran Erol, bu durumun artık hiçbir argümanla açıklanamayacağının altını çizdi: “İmralı özelindeki tecrit uygulamasının ne hukuki, ne insani, ne siyasi, ne de sosyal açıdan kabul edilebilir olmadığını açıkça söylemek gerekir. Bunun artık hiç de farklı farklı argümanlarla açıklanmaya çalışılacak bir yönü kalmadı. 2011’den bu yana yaklaşık 11 yıldır bu cezaevine avukat girmedi. Sadece bir yıl 2019’da beş avukat görüşmesi gerçekleşti. Onun haricinde 11 yıl Türkiye sınırları içerisindeki, Türkiye bir Avrupa Konseyi üyesidir, dolayısıyla Avrupa Konseyi sınırları içerisinde bir cezaevine avukat girişi yasak. Avukat girişinin ötesinde aile girişi yasak.

2016’dan bu yana düzenli ve periyodik disiplin cezalarıyla, avukat, aile görüşleri de engelleniyor. Bir cezaevindeki mahpusa ulaşabilmek, görüşebilmek için bu ülkede beş yıldır insanlar her defasında açlık grevi, ölümü orucu yapmak zorunda kalıyor. 2019’daki görüşmelerin gerçekleşmesinin sebebi o dönem Sayın Leyla Güven, diğer mahpusların, dışarıdakilerin ve siyasetçilerin yürüttükleri eylem ile oldu. Hatta hayatını kaybeden çok sayıda insan da oldu. Bu dönem kaldırılan avukat görüşme yasakları bir yıl sonra hiçbir sebep yokken yeniden getirildi. Mesele Abdullah Öcalan'ın özel şahsi konumundan, politik konumuyla ilgili bir şeye indirgenmiş durumda.”

1 YILDAN FAZLADIR HABER ALAMIYORUZ

Avukat Özgür Erol son bir yılın durumunu anlatırken 25 Mart 2021’den beri İmralı Ada Hapishane’nden haber alınmadığını da vurguladı

Erol ayrıca uluslararası kuruluşların tutumuna da dikkat çekti: “Açlık grevlerinden sonraki süreçte iki kere telefonla konuşma şansı bulabildiler çok kısa sürelerle. Daha öncesinde örneğin yılda bir kez bile olmasa en azından aile ziyarete giderdi. Şimdi en son 25 Mart 2021’den bu yana bir yıl bir ay aydır hiçbir haber almıyoruz. Ne telefon, ne aile görüşü, ne avukat görüşü ne de bağımsız bir heyetle görüşme gerçekleşti. Bu durumu mutlak iletişimsizlik olarak tarif ediyoruz. Bu da cezaevleri ve gözaltında tutulanlar açısından en ağır muamele.

Bu arada şunu da not düşelim. Bu mutlak iletişimsizlik içerisinde 14-15 aydır hiç kimse oraya giremiyorken CPT heyeti Türkiye'yi ziyaret etti ve İmralı’nın bu durumda olduğunu çok iyi biliyorlar. Düzenli raporlar ediyorlar ve buna rağmen de İmralı’ya gitmemeyi tercih ettiler. Gidebilecek, görebilecek, temas edebilecek tek kurum da onlardı ama gitmemeyi tercih ettiler.”

SUDAN SEBEPLERLE DİSİPLİN CEZASI VERİLİYOR

Telefon, aile ve avukat yasaklarına gerekçe olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve diğer mahpuslara verilen disiplin soruşturmalarını sorduğumuz Avukat Özgür Erol şunları ifade etti: “Bir cezalandırma sistemi mevcut. Bu cezalandırma sisteminin temel amacı dışarıyla toplumla olan bağlantıyı tamamen kesmeye yönelmiş durumda. Disiplin cezaları şöyle örneğin haftada bir gün spora çıkma olanakları var. İki gün sohbete bir gün spora. Spora çıktıklarında spor süresi bir saat. Orada voleybol ya da basketbol oynayabilecekleri bir havalandırma mevcut bu alanda 20 dakika, yarım saat diyelim ki spor yapıyorlar. Kalan sürede de ya oturarak ya da volta atarak sohbet ediyorlar. Cezalar da ‘Siz neden son yarım saat spor yapmıyorsunuz da sohbet ediyorsunuz diye’ veriliyor. Hatta gerekçe şu: ‘Birbirinizin spor yapma hakkını engelliyorsunuz.’ Oysa bu insanların her biri en az 60-70 yaşlarında. Yani yarım saatlik bir spor zaten fiziken onların karşılayabilecekleri olağan durum. Ondan sonrasında ister oturarak, ister temiz hava alarak o saati değerlendirebilir.

Bu gerekçeyle veya örneğin böyle bir gerekçeyle disiplin cezası verdiniz, bunun cezası da diyelim ki bir ay spora çıkarmamak olur. Yani cezanın sebebiyle cezanın arasına bağlantı kurulmalı. Ama öyle olmuyor. Cezanın sebebi bu ama cezanın kendisi aile görüşmelerinin yasaklanması. İçerideki gerekçe buldukları bahane her ne olursa olsun onun karşılığında verdikleri ceza toplumla olan iletişimi kesmeye dönük. Bu sebeple verdikleri yedinci sekizinci disiplin cezası oldu. Ve her defasında aile görüş yasağı veriyorlar.

Buna ilişkin hem Abdullah Öcalan hem diğerleri başlangıçta birkaç itirazda bulundu. Fakat onların itirazlarını da bu disiplin dosyalarının tamamını da bizden saklıyorlar. Avukatlardan saklıyorlar ve bizim itiraz etme olanağımızı ortadan kaldırıyorlar. Dosyaları size vermeyeceğiz diyorlar. Dediğim gibi Abdullah Öcalan ikinci itirazdan sonra itiraz etmeyi de bıraktı ve artık itiraz da etmeyeceğim diyor. Şimdi artık öğrendiğimiz kadarıyla diğerleri de itiraz etmiyor. Çünkü bunun bir hukuk komedisi, hukukla alakası olmayan komik bir durum olduğunu farkındalar.”

BM MEKANİZMALARINA GİDECEĞİZ

Bu iletişimsizlik halinin sadece aile ve avukatla görüşme sağlanmasıyla çözülemeyeceğini söyleyen Avukat Erol, uluslararası kuruluşlara başvurularının da süreceğini ekledi: “Tabii biz bu tip iletişimsizlik olarak tanımladığımız hali asla kabul etmiyoruz. Ama öte yandan bunun alternatifinin de sadece iki avukat görüşmesi ya da üç aile görüşmesiyle sınırlı olmadığının da bilincindeyiz. Nihayetinde Abdullah Öcalan şahsında orada 23’üncü yılına giren bir mahpusluk durumu var. Özellikle ağırlaştırılmış müebbetlerde infaz rejiminin insanlık dışı bir infaz rejimi olduğu gerçeğinden de hareketle tek alternatif kesinlikle İmralı sisteminin tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. Burada öyle iki avukat görüşü ya da üç aile görüşüyle düzelecek, yoluna girecek bir durum yok. Fakat öncelikli ve acil olarak tabii ki bir haber alma iletişim kurma zorunluluğu da mevcut.

Biz bu sebeplerden dolayı ulusal ve uluslararası bütün başvuru yollarını değerlendirmeye çalışıyoruz. Fakat bu dönem itibarıyla AİHM ve CPT’nin meseleyi daraltan yaklaşımının da biraz ötesine geçerek Birleşmiş Milletler mekanizmalarında kullanmaya ve değerlendirmeye başlayacağız.”