Kürt Siyasetçi Nadir Yıldırım, seçim sürecini ANF'ye değerlendirdi.
"Seçimler bitti fakat tartışması çok kapsamlı, çok yönlü devam etmektedir. Her kesim, her çevre bu sonuçları değerlendiriyor tabii. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli seçimi olduğu dile getiriliyor" diyen Yıldırım, şunları söyledi:
'KÜRTLER HARİÇ CİDDİ BİR DAĞILMA YAŞANDI'
"Temel önemi şudur: Türkiye Cumhuriyeti yüz yılı geride bıraktı. İkinci yüzyılına giren bir devlet olma gerçekliği var. İkinci yüzyıla girerken Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yeni yüzyıl paradigması ne olacak, hangi paradigma üzerinden yeniden kendisini kurgulayacak, inşa edecek? Bu açıdan 14 Mayıs seçimleri önemliydi. Çünkü ilk yüzyılın son çeyreğinde özellikle Erdoğan'ın iktidarıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni bir paradigma geliştirme sürecine girdi. O paradigma üzerinden yeniden devleti kurgulama, rejimi inşa etme sürecini başlattı. paradigması da kesinlikle siyasi İslam ve Türk milliyetçiliği üzerinden kurgulandı. Siyasi İslam ve milliyetçilik üzerine kurgulanan yeni rejim en başta Kürtler olmak üzere Türkiye'deki tüm toplumsal kesimleri, tüm farklı inanç kesimlerini, özellikle kadınları ve en önemlisi de geleceği temsil eden gençler açısından bir tehlike ve tehdit arz etmekteydi. Bu anlamda 14 Mayıs seçimleri toplumsal mücadeleye sahne olan bir süreç yaşadı. Açığa çıkan sonuç şu; Türkiye'deki hemen hemen tüm toplumsal kesimler, siyasi aktörler, siyasi çevreler, Kürtler hariç 14 Mayıs seçimlerinde ciddi bir dağılma ve mücadelesizlik durumu yaşadı. Niye Kürtler hariç? Çünkü Kürt halkı ve hareketine özellikle son çeyrek yüzyılda çok kapsamlı saldırılar gelişti. Farklı yol ve yöntemlerle saldırılar geliştirildi, kültürel asimilasyon ve soykırım dayatıldı. Çok sık bir şekilde siyasi soykırım saldırılarına maruz kaldı. Özellikle fiziki toplumsal kırımlar, katliamlar Kürt halkına tüm Kurdistan sathında dayatıldı. Sebebi de şuydu: Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni yüzyıla girerken Erdoğan'ın yıllar önce ifade ettiği 2023 hedefleri buydu yeni yüzyıla girerken, yeni yüzyılı şekillendirirken ilk yüzyılda Kürt isyanlarıyla gelişen tarihini değiştirmek istiyordu. Kürtleri bastırıp işte çöktürme eylem planı olarak kamuoyuna yansıyan planı gerçekleştirip Kürt hareketini, Kürt halkının özgürlük taleplerini yok ederek yeni yüzyılda, yeni bir devlet, yeni bir rejim, yeni bir sistem inşa etmeye çalışıyordu. Bu anlamda çok kapsamlı saldırılar yaşandı, hâlâ bu saldırılar devam etmekte. Kurdistan'ın tüm alanlarına, mahallelerine, dağlarına, kentlerine köylerine yayılan birçok yönlü saldırı durumu söz konusu ve bu 14 Mayıs seçimleriyle birlikte aslında Erdoğan-Bahçeli rejiminin hedeflediği, Kürtleri Türkiye siyasi arenasında bir aktör olmaktan çıkartmaktı. Önder Öcalan'a dönük geliştirilen tecrit, gerillaya dönük başlatılan çok kapsamlı her türlü kirli silah ve yol yöntemin denendiği saldırılar, yoğun tutuklamalarla, siyasi soykırıma varan saldırılarla Kürt halkı ve Kürt halkının özgürlük hareketi aslında Türkiye siyasal tarihinden silinmek isteniyordu. Yerel yönetimler bu anlamda kayyum marifetiyle ele geçirilmişti. Fakat buna rağmen toplumun direnci ve direnişi çok yönlü devam ediyordu."
'KÜRT HALKI BELİRLEYİCİ OLDUĞUNU DOSTA DA DÜŞMANA DA GÖSTERDİ'
AKP-MHP iktidarının, özellikle özgür Kürt'ün, demokratik Kürt'ün temsilini parlamento dışı bırakıp sonuca gitmek istediğine dikkat çekerek, şunları belirtti:
"Bu amaç için Erdoğan-Bahçeli, dikkat ederseniz son beş yıl resmen satranç oynar gibi, başta seçim kanunu olmak üzere Türkiye'deki bütün yasal mevzuatı aslında Kürt hareketinin ve halkının özgürlük mücadelesinin tasfiyesi üzerine kurguladı. Saldırılar bu temelde gelişti. Fakat gelinen aşamada 14 Mayıs sürecine geldiğimizde açığa çıkan gerçeklik şuydu; Erdoğan-Bahçeli rejimi Kürtleri çökertmeye çalışırken, Kürt hareketini tasfiye etmeye, bitirmeye çalışırken kendisi muazzam bir çöküş yaşadı. Sadece Erdoğan-Bahçeli iktidarı değil kendisiyle birlikte bu zihniyet, bu rejim, bu siyaset, kendisiyle birlikte aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de bütün kurumlarıyla bir çökme aşamasına getirdi. Bu anlamda değerlendirdiğimizde 14 Mayıs seçim sonuçlarının aslında Türkiye'de devlet ve devlet eksenindeki siyasi yelpaze bilinçli olarak maniple etmeye çalışıyor, adeta 14 Mayıs seçimlerini Kürt toplumunun, Kürt halkının, Kürt özgürlük mücadelesinin, demokrasi mücadelesinin bir hezimeti olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Kesinlikle bu bir manipülasyondur ve bilinçli bir siyasettir, bilinçli geliştirilen çöktürme eylem planının bir aşamasıdır, bir yöntemidir. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki Erdoğan-Bahçeli rejimi her şeyden önce bir özel savaş rejimidir. O açıdan Kürtlere karşı yürütülen tüm fiziki saldırıların saldırıları katbekat aşan özel savaş saldırıları söz konusudur.
14 Mayıs seçimleri Kürt halkı açısından güçlülüğünü ispat etme süreciydi. Ve halkımız büyük bir gururla, büyük bir direnişle, büyük bir başarıyla bu rüştünü dosta da düşmana da ispatladı. Aslında Türkiye siyaset arenasının temel aktörü olduğunu, rejim yeniden şekillenirken ikinci yüzyılda yeni bir paradigma arayışı toplumda ve sistem içerisinde varken, bu konuda var olduğunu, bu konuda aktör olduğunu, belirleyici olduğunu göstermiştir. Bu anlamda gerçekten biz halkımızın bu onurlu, dirençli duruşunu selamlamak istiyoruz. Çünkü bu halkımız açısından büyük bir başarı, büyük bir sonuçtur. Bütün saldırılara rağmen halkımız teslim olmadı.
'ERDOĞAN-BAHÇELİ SADECE KÜRTLERİ VE DOSTLARINI TESLİM ALAMIYOR'
Dikkat edin; Erdoğan-Bahçeli rejiminin Türkiye'de teslim alamadığı neredeyse muhalif kesim kalmadı. İçine sızmadığı, satın almadığı neredeyse kendi dışındaki güçlerden kimse kalmadı. Erdoğan'ın temel rakibi olarak bugün öne çıkan ana muhalefet partisi CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun bile sağı solu, etrafındaki herkes bir şekilde ya teslim alınmış ya satın alınmış. 14 Mayıs seçimleri bu anlamda herkesin gerçekliğini, herkesin hacmini, gücünü bir kez daha göstermiş oldu. Aynı zamanda 14 Mayıs seçimleri kimlerin gerçekten demokratik, özgürlükçü bir paradigma inşası için mücadele ettiğini, var olduğunu bir kez gösterdi.
Türkiye'de şu çok açık görüldü 14 Mayıs seçimlerinde; milliyetçilik en sahte haliyle yaşanıyor. İslamcılık en sahte haliyle yaşanıyor. Sosyal demokratlık en sahte haliyle yaşanıyor. Ulusallık en sahte haliyle yaşanıyor. Bunu çok net herkes gördü. Türkiye toplumunun gerçekliğini yansıtan özgürlük, demokrasi ve değişim talebinin temsiliyetini sağlayan Kürtler ve dostları olmuştur. Bu Kürtlerin ne kadar hakiki, ne kadar gerçek ve dirençli olduğunu, teslim alınamadığı, alınamayacağını gösterdi. Bu anlamda Kürt halkı ve onun demokratik temsili olan partiyi ve ittifak güçlerini bu anlamda selamlıyoruz. Bu gücü daha fazla mücadeleye kanalize etmenin yol ve yöntemlerini bulmak, bunu başarıyla sonuca götürmek tabii ki yönetimlerimizin sorumluluğundadır."
'HALKIN DİNLENMESİ GEREKTİĞİ BİR KEZ DAHA GÖRÜLDÜ'
Halkın başardığını ancak yönetimlerin eksik kaldığını söyleyen Yıldırım, şöyle devam etti:
"Yani şu çok açık bir şekilde görüldü ki halkımız üzerine düşeni yapmıştır. Başarıyla bu var olma ve kazanma stratejisini başarıyla tamamlamıştır, yürütmüştür. Bu anlamda hiçbir ve kaygıya yer bırakmayacak düzeyde apaçık bir başarı yaratmıştır.
Bunun yanında yönetimlerimizin, bizlerin, kurumlarımızın kesinlikle eksik ve başarısız kaldığını bizim kabul etmemiz gerekiyor. Bu anlamda şu sonuç açığa çıkıyor: Özellikle Türkiye'de siyasetin, demokratik siyasetin gelişebilmesinin yolunu da 14 Mayıs seçimleri göstermiştir. O da şudur; kesinlikle halkımızı dikkate almalıyız. Kesinlikle halkımızı dinlemeliyiz. Yani Kurdistan halkı Önder Öcalan'ın paradigmasıyla politikleşmiş aydınlanmış bir halktır. O açıdan dayatmaları, merkezi yaklaşımları, üstenci yaklaşımları, antidemokratik tutumları, hizipçi, grupçu, kendine göre yaklaşımları kabul etmez, buna refleks gösterir. Nasıl ki düşmana karşı bir tutum geliştirdiyse, yok etme siyasetini alaşağı ettiyse, içeriden doğru da gelişen yanlış, eksik, hatalı tutumları affetmez, affetmiyor. Bu anlamda 14 Mayıs seçim sonuçlarının hepimiz açısından da halkımızın bize dönük bir eleştirisi, güçlü bir eleştirisi olduğunu görmeliyiz. Bu anlamda özellikle aday belirleme süreci, seçim kampanyasını yürütme süreci, ittifak siyasetini yürütme tarzında ciddi sorunlar olduğunu halkımız bize göstermiştir. Yani şimdi Türkiye'de demokratik ve özgürlükçü güçlerin ittifak geliştirilmesi bir stratejidir. Bu ittifakı daha fazla genişletmek de doğru olan bir siyasetti, bir stratejiydi. Fakat öyle göründü ki süreci izlediğimizde, özellikle HDP yönetimi bu anlamda ittifak sürecini ve stratejisini doğru ve güçlü yürütemedi. Bu süreci doğru yönetemedi. Aslında büyük sinerji ve avantaj oluşturacak olan doğru bir strateji iken...
'POPÜLİZMİN TOPLUMSAL KARŞILIĞI GÜÇLÜ DEĞİL'
Bunu da şöyle değerlendirmek lazım... Stratejin yanlışlığında değil, stratejinin, yani ittifak stratejisinin yürütülmesinde bir problem olduğunu, bir sorun olduğunu aslında doğru ve etkili yönetememe sorunu olduğunu görmek lazım.
Diğer bir husus, 14 Mayıs seçimleri şunu gösterdi; popülizmle siyaset yapmanın toplumsal karşılığı çok güçlü değil. Bu egemenler açısından, ultra milliyetçiler açısından, radikal dinciler açısından geçerli olabilir. Fakat demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüten toplum açısından veya siyasi güçler açısından bunun çok karşılığı yoktur. Onun için daha doğru bir muhasebe yapma ihtiyacı var.
Diğer belirtmek istediğim husus da şudur; birçok kesimden eleştiriler var, 14 Mayıs seçim sonuçlarına dönük özellikle aday belirleme yöntemi ve sürecine dönük eleştiriler var. Haklı tepkiler var. Yerinde tepkiler var. Abartılı, yanlış manipülatif tepkiler de var. Örgütlendirilmiş, örgütlendirilmek istenen tepkiler de var. Dediğimiz gibi özel savaş yöntemiyle geliştirilen süreçler var. Ama bütün bunlardan bağımsız olarak eksik ve hata yaptığımız durumları bizim doğru tespit etmemiz ve sonuçlar çıkartmamız lazım. Halkımız 14 Mayıs'ta şu mesajı vermiştir bize: Eğer biz doğru bir muhasebe yapıp, doğru sonuçlar çıkarmazsak bundan sonra bize karşı da daha sert tutumlara gidecektir yani. Bizim bu mesajı almamız lazım. Bir örnek vermek istiyorum. Örneğin; Türkiye'de tüm toplumsal ve inanç kesimlerinin parlamentoda veya siyasi arenada temsilini sağlayan ilk parti HDP'dir. Önder Öcalan'ın bu anlamdaki perspektifiyle yeni bir aşama yaratıldı Türkiye siyasetinde. Yok olmayla yüz yüze kalmış Ermeni toplumunun, Süryani toplumunun, Êzidî toplumunun ve benzeri kesimlerin temsiliyetinin sesinin duyulması, temsiliyetinin sağlanması Önder Öcalan'ın perspektifiyle, paradigması temelinde gelişen bir yaklaşım. Ve bu büyük bir sinerji yarattı. Fakat 14 Mayıs seçimlerine baktığımızda sadece AKP listesinde Ermeni temsiliyeti var. Bu çok vahim bir durum. Bir HDP, Yeşil Sol parlamento grubuna baktığımızda, maalesef Êzidî temsiliyeti yok. Ermeni temsiliyeti yok. Bunlar ciddi eksiklerdir. Aslında eksikliğin ötesinde diyebiliriz ki politik sapmalardır. Bunların özellikle dikkate alınması gerekiyor yeni dönemde.
'YERELİN TEMSİLİ DAHA İYİ GÖZETİLMELİYDİ'
Diğer bir husus, yerelin yerel yönetimlerde, parlamentoda temsilini sağlamak çok önemli. Bu yerel ve genel dengesini gözetmek çok önemli. Bu anlamda da çok isabetli tercihlerin yapılmadığını gerçekten görmek mümkün. Bir örnek vermek gerekirse, örneğin Mehmet Emin Aktar, Amed'de iki dönem baro başkanlığı yapmış, kanaat önderi pozisyonunda bir kişi, bir yurtsever. Yüzlerce avukat başvurmuş milletvekili olmak için. Şimdi bu toplumun, toplumsal kesimin temsili olarak bir kanaat önderini öne çıkartmak varken aslında dikkate alınmadı. Bu büyük bir hataydı, yanlıştı. O kentteki tüm toplumsal ve sınıfsal kesimlerin temsiliyetini sağlamak yönetimlerin göreviydi. Toplum kendi temsiliyetini görmek istiyor. O açıdan özellikle bazı kesimleri bu anlamda tepkiye çeken yanlış kararlar oldu. Bunları niye belirtme gereği duyuyorum? Çünkü bu tür süreçleri hep yaşayacağız. Bu tür süreçler hep önümüzde olacak. Eğer doğru noktadan sonuçlar çıkaramazsak, biz hatalarımızı tekrar etmeye devam edersek dediğim gibi toplum daha sert tepkiler, eleştiriler geliştirecektir. Bu anlamda var olan eleştirilere tüm yönetimlerimizin, hepimizin anlam vermesi, değer vermesi, özel savaş yaklaşımı olan karalama kampanyalarının dışında halkımızın, parti emekçilerimizin, dostlarımızın bu anlamdaki eleştirilerine gerçekten büyük değer vermek ve sonuç katmak lazım. İleri süreçte tekrarlanmaması için bu tür ihtiyaçları bir sisteme kavuşturmak temel gündemimiz olmalı, en temel yaklaşımımız olmalı."
'ELEŞTİRİ-ÖZ ELEŞTİRİ MEKANİZMASI DOĞRU YARATILMALI'
Nadir Yıldırım, "Siz eğer doğru temelde eleştiri, öz eleştiri mekanizmalarını yaratmazsanız gelinen aşamada sanal medyada, dijital medyada, bazı platformlarda manipülatif ve özel savaş teşebbüsüyle daha farklı yıpratma kampanyaları açığa çıkar" vurgusunda bulunarak, "Olması gereken en kısa sürede en sağlıklı temelde toplumun ve toplumsal mücadelenin emekçilerinin en güçlü şekilde eleştirilerini yapabileceği imkanlar ve zeminler sunmamız lazım. Bu bizim olmazsa olmazımız durumundadır. Bu husus önemliydi" dedi.
'HALKIMIZ 28 MAYIS'TA ERDOĞAN'I GÖNDERMEYE KARARLI'
Kürt Siyasetçi Nadir Yıldırım, "Kürt halkının direnişiyle, tutumuyla faşist Erdoğan ilk turda seçilemedi" diyerek, şu değerlendirmeleri ekledi:
"28 Mayıs'ta ikinci tur seçimleri olacak. Bu anlamda da özel savaş araçları çok yoğun bir faaliyet yürütüyor. Kürtleri Türkiye'de yaşanan sistem içi kamplaşmaya entegre etme yaklaşımları var. Halkımız şu konuda rahat olsun. Kürt özgürlük mücadelesi, demokratik siyaset hiçbir zaman sistem içi kamplaşmanın tarafı, parçası olmamıştı. Bellediği bir strateji var. Siyaset var. Bu doğru olan bir strateji ve siyasettir. Yeni yüzyıla giderken aşırı güçlenmiş faşizm aşamasına varmış uygulamaları halkımıza dayatan yeni rejimin aktörlerini yenilgiye uğratmaktır temel hedefimiz. Çünkü mevcut halihazırdaki aktörler Kürtlere rağmen yeniden bir yüzyıl şekillendirmeye çalışıyor. Kürtlere rağmen derken Kürt tasfiyesi ve katliamı üzerinden bunu geliştirmeye çalışıyorlar. O anlamda bizim bunu bu anlamda palazlanan faşizmi darbelememiz demek, sistemi bütün olarakn tüm kurumlarıyla aslında zayıflatmak ve darbelemek demektir. Bu anlamda halkımızın ve hareketimizin mücadelesi mevcut sistemi, sistem içi güçleri, sistemin çevresini, çeperini ciddi anlamda hırpalamıştır, zayıflatmıştır, Güçten ve takatten düşürmüştür.
Erdoğan sadece sağlık açısından bir problem yaşamıyor, fiziki bir çöküş, bir zorlanma yaşamıyor; siyasi ve zihni olarak da ciddi bir zayıflama yaşıyor. Emin olun ki bu halkımızın mücadelesiyle yaşanan bir sonuçtur. Emin olun ki bu hareketimizin muazzam direnişiyle gerçekleşen bir sonuçtur. Erdoğan şahsında can çekişen bir rejim durumu yarattık, işte bunu tamamlamak lazım. Bunu yapmak, faşizmi devirmek kendisiyle birlikte yeni mücadele imkanları, yeni mücadele alanları yaratacaktır halkımız açısından. Son sürat yeni yüzyılda rejimi Kürt imhası üzerinden şekillendirmeye çalışan sistemi darbelemek, Kürtler açısından yeni yüzyılın şekillenmesine müdahil olmak için yeni bir şans, yeni bir imkan yaratacaktır. Önemli bir şans, önemli bir imkan yaratacaktır. Fakat şunu da belirtmek fayda var. Halkımız, yoldaşlarımız, hepimiz bu konuda netiz. Net olmalıyız. Yani Erdoğan kazanır, diğeri kazanır, başkası kazanır. Bizim açımızdan esasta çok fazla bir şey bu anlamda değişmeyecek. Nasıl değişmeyecek? Erdoğan kazanırsa işte her şeyin sonu gibi özel savaşın geliştirdiği bir psikolojik hat durumu var. Bu anlamda söylüyorum. Kazanırsa da mücadelemiz devam edecek. Direnişimiz devam edecek. Kılıçdaroğlu kazanırsa da mücadelemiz ve direnişimiz devam edecek.
Halkımız bu anlamda 14 Mayıs'ta tutumunu ve iddiasını çok net bir şekilde gösterdi. Bu hepimize büyük bir moral oldu. Hepimize büyük bir güç oldu. Bizim de yetersizlikleri güçlü bir şekilde giderip özellikle 28 Mayıs sonrasında şekillenecek siyasi duruma göre mücadeleye hazırlanmamız, mücadeleyi büyütmemiz lazım.
Bu anlamda tabii halkımız Erdoğan faşizmine tutum olarak onu devirme stratejisini geliştirdi ve ilan etti. Bu anlamda doğru bir tutumdu. 28 Mayıs'a kadar da bu tutumunda ısrar ediyor, edecektir. Öyle görünüyor. Bu da doğru bir tutumdur. Fakat sonuç ne olursa olsun 28 Mayıs'tan sonra şöyle bir tabloyla karşı karşıya olacağız. Her yönüyle dökülen bir rejim, ekonomisi çökmüş, siyaseti iflas etmiş. Bütün toplumsal ve tarihsel değerleri yerle bir olmuş, ahlaki anlamda çökmüş, sistem olarak mafyalaşmış, hırsızlar çetesine dönüşmüş bir devlet gerçekliği olacak. Yani mücadele ve saldırı potansiyeli zayıflamış bir sistem gerçekliği olacak. İster bu Kılıçdaroğlu olsun, ister Erdoğan olsun. Bu anlamında bizim bir hamle yapmamız, mücadeleyi bir aşama öne getirmemizle birlikte kesinlikle inkarcı, imhacı, katliamcı, sömürgeci Türk sistemini dağıtma, ikinci yüzyılda daha demokratik, özgürlükçü tüm toplumsal kesimlerle barışık bir rejim inşası için ana aktör olma potansiyelimiz var, durumumuz var, imkanımız var. Bu anlamda tüm halkımıza, başta Serhat halkı olmak üzere tüm halkımıza sonuç ne olursa olsun mücadeleyi büyütme, 14 Mayıs sürecinde açığa çıkan, yakalanan heyecan, direnç, direniş düzeyini daha ileriye taşıma, özgür önderlikle, özgür ülkede daha özgürce, demokratik yaşama imkânını yaratma çağrısı yapmak istiyorum."