Dilzar Dîlok: Öz savunma olmazsa devrim olmaz
Öz savunma olmadan, en iyi düzeyde örgütlenmeden devrimin olamayacağını belirten PKK Merkez Komite Üyesi Dilzar Dîlok, öz savunmanın başkasına da bırakılamayacağını vurguladı.
Öz savunma olmadan, en iyi düzeyde örgütlenmeden devrimin olamayacağını belirten PKK Merkez Komite Üyesi Dilzar Dîlok, öz savunmanın başkasına da bırakılamayacağını vurguladı.
PKK Merkez Komite Üyesi Dilzar Dîlok, KJK ve PAJK’ın ortak yayınladığı ‘Öz savunma Deklarasyonu’nun, özgür kadının nasıl yaşamasına dair bir kadın manifestosunun ön ışıkları olduğunu söyledi. Dîlok, “Salt güncel değildir, şu dönemi de iyi ifade eden, ancak çağın karakterinin nasıl olması gerektiğine ışık tutan tarzdadır” dedi.
PKK Merkez Komite Üyesi Dilzar Dîlok, KJK ve PAJK Koordinasyonlarının yayınladığı ‘Öz Savunma Deklarasyonu’yla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.
Hegemon erkekliğin adım adım geliştirdiği 3. Dünya Savaşı’nın toplumsal, siyasal, ekonomik, hukuk vs. boyutta kadınlara yansıması nasıldır? 3. Dünya Savaşı’nı kadınlara karşı açılmış bir savaş olarak değerlendirebilir miyiz? Durumun vahametini nasıl ortaya koymak gerekir?
En başta kadın olarak varlığımızı bilince kavuşturan, adeta cesede can veren, maddeye mana katan, Önder Apo’ya sevgi ve saygılarımı, özlemlerimi sunuyorum. Bu değerleri yaratan yüce şehitlerimize bağlılığımı ve layık olma sözünü yineliyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Öz savunma bilincini en zirvede yaşayan, Önderlik çizgisinde uygulamayı esas alan, bunun için anı anına özgürlük mücadelesini en zor koşullarda ve zamanlarda yürüten YJA Star komuta ve savaşçılarını saygıyla selamlıyorum. Kadın komutasında özgürleşeceği inancında olan, erkeklerin başlattığı savaşı kadınların bitireceğine inanan ve bu inançla savaşan özgürlük savaşçısı yoldaşlarımızı da selamlıyorum.
Şunu net söyleyebiliriz: Bu savaşın kazananı kadınlardır. Kadınlar, bu zorlu yaşam ve özgürlük sınavlarından geçerken büyük bir irade-savaşma gücü kazandılar. Yeni bir toplumsallığın adımları atıldı. 3. Dünya Savaşı’nın en yoğun olduğu Kurdistan ve Ortadoğu’da savaştılar, savaşın en kızgın zamanlarında en güzel hislerle-fikirlerle, en temiz özgürlük duygularıyla bu savaşa katıldılar, kendi özlerini kattılar. Mutlaka başaracağımızın da kanıtı oldular.
Kuşkusuz dünya insanlığı şehir, devlet ve sınıf üçlüsünün oluşturulduğundan beri savaşlara sahne oldu. Bugün içinde olduğumuz 3. Dünya Savaşı da kadınlara ve toplumlara karşı yürütülen bir savaştır.
KJK ve PAJK, Nisan’da ortak bir deklarasyon yayınlayarak tüm kadınları, kadın örgütlerini öz savunmayı örgütlemeye, kadın devrimini büyütmeye ve başarmaya çağırdı. Bu bağlamda değerlendirebiliriz.
3. DÜNYA SAVAŞI’NIN ÇALIŞMA MANTIĞI
3. Dünya Savaşı süreci, kriz üretme, toplumlara bu inşa edilen krizlerin bedelini ödetme ve hegemonyayı yerelde kurumsallaştırma sistematiğidir. Kriz yaratıp çözme söyleminde bulunmadır. ABD’nin “demokrasi getirme” amacıyla Irak’a, Afganistan’a gidişi böyledir. Aslında güncel bir örnek vermek daha iyi olur. Soykırımcı Türk devleti kurumlarıyla birlikte sistematik faşist uygulamalarıyla Kürt halkına karşı soykırım uyguluyor. Kurdistan doğasından, enerji kaynaklarından üretilen enerji Kürtlere verilmiyor, elektrik direklerinden kaynaklandığı rapor edilen yangını çıkaran kendisi, yangını söndürmeye gelmeyen kendisi, -ki bir hafta önce Çanakkale orman yangını için çok fazla güç/imkan devreye konulmuştu- yangını söndürmeye gelenleri alana almayan, yolları kesen kendisi, insan-hayvan-canlı ölümlerini seyreden kendisiyken üstüne bir de gidip taziyede oturmak isteyen de kendisi. Kuşkusuz Kürtler, kurtla yiyip çobanla ağlayan kılıf değiştirmiş kurtları artık tanıyor. Halkımız bir güzel valiyi, jandarmayı taziye yerinden kovdu, kapıdan son kişi de çıkana kadar tüm öfkesini ortaya koydu. 3. Dünya Savaşı bu mantıkla çalışıyor, kriz çıkarıp istikrarsızlık yaratıp kendini istikrar yaratıcısı-mimarı gibi gösteriyor. Sonra da çekildiğinde ortada enkaz kalıyor. Afganistan’dan ABD çekildikten sonra ortaya çıkan insan manzaraları dünya insanlık tarihinin, özgürlük hareketlerinin unutamayacağı bir tablo açığa çıkardı. Ki bedelini de en fazla kadınlar çekiyor.
Yaşamın her alanı bu krizlerin kendini var etme alanına dönüştürüldü. Doğa talanı ekolojik sorunları büyütüyor. Zenginlerin daha zengin edilmesi, sınıfsal uçurumları derinleştiriyor.
Sanal medya ve iletişim dünyası “bilgiye ulaşma” sihirli sözü ardında tüm insanlığa verdiklerinden daha fazlasını alarak ahlaki bir çöküntü olarak döndü. İnsan beyninin yapısını değiştirmeye başladı. Kuşkusuz özünü, kendini, gerçeğini kaybetmeyen toplumlar, kadınlar böyle sistemlerle yaşamayı kabul edemezler. Bundan dolayıdır ki giderek sistem karşıtı mücadeleler çeşitlenerek sürüyor.
KURDISTAN ATEŞİN TAM ORTASINDA
3. Dünya Savaşı, 90’larda başladıysa da 2023’te ivme kazandı. Suriye savaşı bitirilemedi, dünya devlerinin koz paylaştıkları bir sahaya dönüştü. Kurdistan bu ateşin tam ortasında yer alıyor. Rusya-Ukrayna savaşı tüm şiddetiyle ve aslında anlamsızlığıyla sürüyor. Yine HAMAS’ın başlattığı ve İsrail’in de gökte ararken yerde bulduğu ve taş devrini yaratma iddiasını dillendirdiği korkunç savaş sürüyor. Ermenistan-Azerbaycan savaşı var. Afganistan’da kadın ve toplum düşmanı Taliban’ın iktidara getirilmesi, Afrika kıtasında sürekli yaşanan saldırılar- askeri darbeler… Abya Yala ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde aşırı sağ çizgideki partilerin iktidarlara taşınması. Lübnan, Irak, Yemen, Sudan gibi ülkelerde bitmeyen savaşlar… Savaşın olduğu yerde katliam vardır, yoksullaşma vardır, ekolojik yıkım vardır, doğa katliamı vardır, emek katliamı vardır; savaşın olduğu yerde tecavüz, fuhuş, sistem dışılık vardır. Tüm bunlar kadınların en fazla katledildiği, ezildiği, ikinci sınıftan daha geri konuma sürüklendiği dönemler olmaktadır. Hepsinin odağında kadın vardır.
Bu kadar yaşamın merkezinde olan bir varlık, tür, gerçek, yani kadın, neden kendini savunmalıdır?
Çünkü kadına karşı sistemli ve örgütlü bir saldırı var. Saldıran kimdir? Erkek egemenlikli sistemdir. Sınıflı-devletli iktidardır. Bu saldırının binlerce yıllık bir tarihi var, geçmişi var, deneyimleri var. Bu saldırı, bu katliamlar, bu şiddet, bu vahşet yokmuş gibi davranamayız. Yokmuş gibi davranmak, ölü taklidi yapmaktır ama yaşıyoruz, varız. Ölmemişiz. Ölmemişsek yaşam için kendimizi en iyi, doğru ve yeterli düzeyde savunmayı öğrenmek durumundayız.
“Bir insan kendi acısını hissederse canlıdır, başkasının acısını hissederse insandır” şeklinde bir söz var. Bu tespit kadınlar için değişiyor, aslında daha da kapsamlılaşıyor. Biz kadınlar salt başkalarının değil, başka mekanlardaki değil başka zamanlardaki canlıların da acısını paylaşıyoruz, hissediyoruz.
Bu, bizi müthiş bir yeni oluşa taşıyor. Daha biz oluyoruz, çoğalıyoruz, bir çokluk içinde biz/ben oluyoruz. Bu, bizi büyük duyumsamalarla dolu yaşama potansiyelinin ve tabii ki beraberinde pratikleşme şansının-imkanının sahibi kılıyor. Şöyle de diyebiliriz: Bir kadın sadece ve sürekli “ben” olgusuyla düşünmeye başladığı zaman, ben olabildiği duygu devinimiyle biz olamıyorsa erkekleşiyor, erkek aklının esiri oluyor. Ben olgusuna çakılıp kalma aklın ve yüreğin donmasıdır. Bu da iktidar yapılarının, dolayısıyla erkek egemenlikli zihniyetin tezahürüdür.
ERKEK EGEMEN SİSTEM DOĞAL AKIŞA ENGEL OLUYOR
Bugün doğan bir insan yavrusu ile 7 bin yıl önce doğan bir insanın yaşamları nasıl farklılaşıyor? İnsan doğarken bir varlıktır. Bedensel ve ruhsaldır. Her ikisi de naiftir. Muhtaçtır. En çok anneye muhtaçtır. İlk nefes alışı ardından, büyük bir can havliyle annenin memesine tutunup sıkarak anne sütünü emer. Hem istemleri, arzusu gerçekleşir, hem varlığı süreklileşme olanağına kavuşur. İlk yudum sütü içtiğinde ilk yaşam dersini almıştır. Yaşam anneyle garantidedir. Arzular, varoluş arzuları anneyle gerçekleşebilir. Anne olgusu, yaşamın garantiye alınması ve arzuların gerçekleşmesi demek olur. Tabii bu algı ve algıya bağlı oluşan ruhsal yapılanmanın böyle sürmesi, varlığın doğal yaşam akışına katılması da mümkün. Ancak içine doğulan sistem, erkek egemenlikli sistem olduğundan doğal akış mümkün olmaz.
KENDİN OLMAKTAN UZAKLIK
Yaşamın engellenişi, arzuların gerçekleşmemesi, ihtiyaçların karşılanmaması, ihtiyaçların yerine başka şeylerin ikamesi, şiddet, baskı gelir. Yine arzu, yerine getirilince haz veren bir hakikat olmaktan çıkarak acı veren bir hakikate dönüşür. İlk algı, bellekteki ilk anlam sekteye uğrar. Güven duygusu paramparça olur. Uykular kaçar. Bu insan yavrusu erkek ise büyüdükçe ve erkek oldukça kendisi bu edilgen-paramparça ruhsal varlığın sahibi olan insan olmaktan çıkan bir yeni varlık olur. Acı veren, acıyı, güvensizliği yaratan olur. Bu insan yavrusu kadın ise büyüdükçe ve kadın oldukça daha bir edilgen, daha paramparça olur. Çünkü haz almaktan onu alıkoyan sistem giderek daha fazla acı verir, daha güvensiz bir yaşamın içine onu iter, daha fazla zarar verir ve tümden kendini ana kucağından giderek uzaklaşan ve acı çeken bir varlığa dönüştürür. Kadın olmak, kendini bilmeye başlamakla acı çekmeye başlamanın özdeşleşmesi demektir bu çağda. Hangi coğrafyada olursanız olun böyledir. Kimi farklar olsa da özü böyledir. Avrupa kıtasındaki şekli ile Arap yarımadasındaki şekli şüphesiz aynı değildir, ancak özünde yaşanan kendin olmaktan uzaklık benzerdir. Her iki kıtada da kadın olmak sürekli bir saldırıya maruz kalma durumudur.
VAR OLMANIN ŞARTLARI
Saldırı erkek egemenlikli sistemin varoluşsal arzulara, doğal yaşamsal gereksinimlere ket vurmasıyla-duvar koymasıyla başlayan, bastırmasıyla süren ve giderek insan olma konumundan çok öteye sürüklemeyi hedefleyen bir iktidardan geliyor. Aile içi şekillendirme, bunun adı gelenek-töre-kültür-çevre faktörü vs. oluyor, içine girilen toplumsal çevrenin baskılaması, nihayet devlet kurumlarının yarattığı görünmez kafes kadın için adeta ölüm demek olur.
Tüm bunlar karşısında var olmanın şartı; farkındalık, bilinçlenme, öz savunma ve örgütlenme geliştirmektir. Bu anlamda KJK-PAJK’ın ortak yayınladığı ‘Öz savunma Deklarasyonu’, özgür kadının nasıl yaşamasına dair bir kadın manifestosunun ön ışıklarıdır. Böyle okumalıyız. Salt güncel değildir, şu dönemi de iyi ifade eden, ancak çağın karakterinin nasıl olması gerektiğine ışık tutan tarzdadır. Sorunuzun cevabı biraz uzun oldu, ama böyle genel bir cevap verebiliriz.
Kapitalist modernitenin yaşadığı kriz ve kaos ortamından kadınlar nasıl yararlanabilir?
Kapitalist modernitenin kendisi, bir sürdürülemezliktir. Sömürülecek şeyler bir süre sonra biter. Yeni sömürü alanları yaratmak için kriz yaratması, kapitalist modernitenin en karakteristik özelliğidir. Bu nedenledir ki kapitalist modernitenin sahipleri “çoklu kriz”, “kriz yönetimi” gibi kavramlar geliştirip krizleri normalleştirmek, yaşamın bir parçası haline getirmek, böylelikle mücadele ve devrim potansiyelini eritmek ister. Gizli ya da açıktan faşist iktidar biçimleri “kriz yönetimi” denilerek servis ediliyor, toplumun hafızasına zararsız bir söylem gibi yerleştirilip meşrulaştırılıyor. Bu biçimiyle de toplumsal devrimlerin, isyanın önü alınmak isteniyor. “Krizi çözme” ya da “krizi ortadan kaldırma” değil “krizi yönetme” söylemi ve stratejisi, hegemon güçler için muazzam bir hareket alanı oluşturuyor.
SINIF MÜCADELESİ VE KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Toplumu yoksullaştırmak, toplum içinde aileleri sisteme muhtaç hale getirmek, dahası sistemin dilencisi haline getirmek, aynı şekilde aile içinde de kadını daha fazla sistemin ve erkeğin dilencisi haline getirmek, egemen sistemin temel yöntemlerinden biridir. Bu yoksullaşma kendiliğinden değildir. Yeterli su, gıda ve sağlıklı yaşama koşullarına ulaşımın olmaması, mevcut sistemin politikalarının sonucudur.
Kadın yoksulluğunun kadın örgütleri tarafından gündeme getirilmesi çok önemlidir, çünkü kadının yoksullaştırılması fuhuşu yaygınlaştıran ve meşrulaştıran bir yöntemdir. Bir yandan dünya zenginleri diye sanal dünya yaratanlar var, bir yandan zenginleşerek ne yapacağını şaşırdığını gösterip paraları çiğneyip yutanlar var. Diğer yandan aç insanlar var. Bu dengesizlik-bu cinnet hali, sistemin sonucudur. Hayat bir ırmak gibidir. Hayatın insanlara, hayvanlara tüm canlılara sunduğu imkanlar da ırmak gibidir. Herkes bu ırmağın kenarında ihtiyacı kadar su içebilir. Eğer içemiyorsa ve kimileri suyu kovalara doldurup başka taraflara döküyorsa, kirletiyorsa, kimileri de susuzluktan çatlıyorsa bu normal değildir. Yoksulluk normal değildir. Sınıfsal uçurumlar asla kabul edilmeyecek bir durumdur. Bugünün sınıf mücadelesi işte bu yoksulluğu yaratan sistemi ortadan kaldırmakla ilgilidir. Bu sınıf mücadelesinin kökeninde de kadın özgürlüğü vardır. Önderliğimiz Kadın Kurtuluş İdeolojisini, sosyalizmde açılım olarak öngörmüş ve geliştirmiştir. Sınıflaştırmanın, 21. yüzyıl alt sınıfları yaratmanın, toplumu yoksullaştırmanın kökeninde de kadın düşmanlığı vardır.
Tüm bunlarla birlikte kimi zaman bu çok yoğun, çok başlıklı ve karmaşık akışın kenarında durup bakabilmek, kendini yeniden tanımlamak, ilk anlamları unutmadan tanımı hatırlamak gerekir.
Bu krizli sistem içinde kadın olmak nedir, kadın olma bilinci nasıl geliştirilebilir?
Kadın olmak zor, kadın olmanın bilincinde olmak ve bu bilinçle yaşamak çok daha zor. Bir o kadar da çetrefilli, karmaşık, krizli, anlam yüklü, anlam arayışına olanak sağlayan bir hissiyat… Kadın olma bilinci kuşkusuz yaşamın anlamına varmakla ilgili. Kadın olma bilinci, analık bilincinin tarihsel anlamını kavramış, güncelleşmiş, yaş sınırlarının ve biyolojik sınırlara hapsolmayı reddetmiş bir anlamdır. Önderliği anlayan, hisseden, onunla yaşama arzusunu yüreğinin en derininde duyumsayan her kadın böyledir. Bugün bu anlama ulaşmak için kadınlık bilincine ulaşmak dediğimiz düzeyi yaratmak için anı anına gelişen erkek egemenlikli saldırılar karşısında bilinçli olmak, örgütlenmek ve kendini savunmayı, yönetmeyi başarabilmek gerekir.
Öz savunma, salt söylemde bir savunmaya ikna olma durumu değildir. Öz savunma, örgütlülüğüyle, en geniş kadın kitleleri içinde çalışarak kendini örgütleyerek, her türlü saldırıya karşı savunmayı planlayarak, ihtiyaç olduğunda en profesyonel şekilde kendini örgütleyip en amansız savaşa hazırlanarak gerçekleşebilir. Diğer türlü salt söylem olarak kalması yeterli olmaz. Söylem kuşkusuz önemli. İşin fikrini oluşturmak ve zikrini de yaratmak lazım. Ancak icra olmazsa, yani pratik olmazsa, önceki ikisi, yani fikri ve zikri sonuç almaya yetmez. İyi koşmak yetmez, bitiş çizgisini göğüslemek gerekir. Ki bu yaşam ve özgürlük savaşını kazanabilelim.
ÖZ SAVUNMA ERTELENEMEZ
Özgürlük mücadelemiz açısından da ele alırsak şunu söyleyebiliriz. Öz savunma olmazsa devrim olmaz. Devrim mücadelesinin her alanında örgütlenilebilir, eksiklikler de olabilir, yetersiz kalınabilir, bazı işler ertelenebilir. Ancak öz savunma olmadan devrim olmaz. Öz savunma ertelenemez. Öz savunma en iyi düzeyde örgütlenmeden devrim olmaz. Kadın özgürlük mücadelesi olarak örgütlü olduğumuz tüm alanlarımızda öz savunmanın da mutlaka örgütlenmesi gerekir. Bir grup kadın bilinçlenip özgür demokratik siyaset yapma zemini yaratıyorsa, orada öz savunmanın da zemini var demektir.
ÖZ SAVUNMA DEVREDİLEMEZ
Bir diğer önemli başlık da öz savunma başkasına devredilmeyeceğidir. Öz savunma kimseye devredilmez, hele erkeğe hiç bırakılmaz. Kadının kendini savunmayı salt erkeğe bırakması, sisteme teslim olmak anlamına gelir. Her canlı kendisine yönelen fiziki saldırıya karşılık vererek kendini korumak durumumdadır. Bundan dolayı “Gerilla vur, Kurdistan’ı kur” demek de olmaz. Gerilla öncüdür, her zaman da öncülüğünü yapacaktır, ancak tüm öz savunmayı gerillanın omzuna bırakmak olmaz.
DEVRİMİ HALKLAR GERÇEKLEŞTİRİR
Kurdistan dediğimiz bir ülke bilincidir ama ondan daha fazla, içinde özgür yaşayabileceğimiz bir yaşamdır, nasıl yaşamalı sorusuna vereceğimiz anlamlı bir cevaptır. Her insanın, kendini inşa ettikçe mümkün olan bir hakikattir. Bu inşa, herkesin işidir. Herkesin amacı, hayali, özlemi ve görevidir. Gerilla bu işin, Kurdistan’ı kurma işinin öncüsüdür ama tek yapıcısı değildir. Bu yanılgıdan kurtulmak gerekir. Kurtulmamak ve salt işi gerillaya -başka bir üst güce bırakmak- bir süre sonra devletten beklemek durumunu da yaratır. Özde halkın öz gücünün açığa çıkmasını engeller. Halkımızı ve halkımızın kazanımlarını korumak elbette ki bizim en asli görevimizdir ama devrim gerçekleştirmek halkların eseridir.
Özgürlük Hareketi büyük değişimler yarattı. Bir yandan gerilla gücünü, kendisinin öncü olduğu kadar devrimi yapacak yegane güç olmadığını, halkla birlikte bunu yapacağını, gerillanın ancak halka öncülük yapacağını anlatmaya, buna ikna etmeye, bunun eğitimini vererek gerillayı Devrimci Halk Savaşına yöneltmeye çalıştı/çalışıyor. Diğer yandan da halkı salt gerilladan bunu beklememeye, kendisi öncünün ardından gidecek ancak daha ziyade devrimin temel kitlesel gücü, devrim yapısının gövdesi olmaya gidecek bir güç olduğunu anlatmaya, halkı bu temelde eğitmeye çalışıyor.
KAZANILAN DEĞERLERİ BÜYÜTME GÖREVİ VAR
Kuşkusuz bu salt bir dönemin çalışması, planlaması değildir, bir zihniyetin bir kuşakta, bir halkta bir çağda ve dünya insanlığının tümünde yaratılması çalışmasıdır. Zihniyet devriminin kendisidir. Bu anlamda Kadın Özgürlük Hareketi olarak bugün gelinen düzey, yayınlanan deklarasyonda da yansıdığı gibi özgürlük devrimimizin önemli bir aşamasında olduğumuzu gösteriyor. Ulaşılan düzey önemli, anlamlı ve büyük, ancak kazanılan değerleri daha da büyütmek, kalıcılaştırmak, sistemleştirmek de yapılması gereken görevler arasındadır.
Örneğin Rojavayê Kurdistan’da devrimi nasıl kalıcı hale getirebiliriz. Kuşkusuz halkı devrimci inşa örgütlenmelerine katarak, halkın kurduğu inşa çalışmalarına daha fazla katılmasını sağlayarak ve oluşturulan sistemi daha güçlü sahiplenerek, resmileştirerek, yaygınlaştırarak, yeni kuşakları bu sistemin zihniyeti temelinde eğiterek…
HER KADIN KENDİNİ SAVUNABİLMELİ
Halkın savunmasını salt örgütlü ordu kurumlarına bırakmak da doğru ve yeterli değildir. Kadın açısından, YJA Star gücü temel savunma gücüdür. Kurdistan ve Ortadoğu kadın özgürlüğünün garantisidir. Her parçada kadının örgütlü öz savunma güçleri olması da gereklidir, zaten vardır. Bununla birlikte her kadının kendini savunmayı öğrenmesi, bunun için örgütlenmesi, yerel sivil örgütlenmeler oluşturması gerekir. Bir mahallede yaşayan genç kızlar, kendilerine yönelik taciz, tecavüz girişimi ya da milliyetçi saldırılar olduğunda herhalde YJA Star’ın gelmesini beklemeyecektir. Mutlaka her mahalledeki genç kızlar örgütlü olmalı, birlikte hareket etmeli ve kendilerini korumalıdır.
Öz savunmasını başka güçlere teslim edenler özgürleşemezler. Bunun dünyada örneği çoktur. Mesela Afganistan kadınlarını ne ABD savunabilir ne de Taliban. Afganistan kadınları da bunun bilincinde kendi örgütlülüklerini büyütüyor, Taliban gerici saldırganlığına rağmen mücadelelerini sürdürüyorlar.
ÖZGÜR KADIN BASININA GÖREV DÜŞÜYOR
Öz savunma bilincini geliştirme konusunda bir başlık da bu konuda tüm kadınlarda yaygın bilinçlendirmenin geliştirilmesidir. Örneğin biz 50 yıllık bir hareketiz, 40 yıllık örgütlü kadın yapılarımız var, ancak hala ulaşamadığımız kesimler var. Yine önemli bir bilinçlenmenin, siyasal anlamda kimlik sahibi olmanın geliştiği, ancak bir sınırda durduğu kesimler var. Halkımız yoktan var olup devrimler içinde devrimler yaşadı, ancak daha yapacak devrimler de var. Bunu anlatamadığımız kesimler var. Bundan dolayı özgür kadın basıncılığına da önemli görevler düşüyor. Özgür kadın basıncılığı, öz savunmayı gündeme almalıdır. Biz özgür basın çalışması yürüten kadınların fiziki yapılarından sözlerine, yaşam tarzlarından yaptıkları işe kadar her şeyin erkek egemen sistemin saldırısı altında olduğunu, tehdit altında olduğunu biliyoruz. Yine büyük zorluklarla bu işlerin yapıldığını biliyoruz. Bu durum da öz savunmayı gündemde tutmayı daha da gerekli kılmaktadır.
MUTLAKA ‘BİZ’ OLGUSU GELİŞMELİ
Bu konuda önemli çalışmalar yapılıyor, konu gündeme alınıyor, tartışılıyor. Yine kimi televizyonlarda öz savunma konulu kimi animasyonlu anlatım dosyaları izledik. Taciz/tecavüz için bir kadına yaklaşan, şiddet uygulayan kişilere karşı kadın kendini nasıl savunmalıdır sorusuna cevap niteliğindeydi. Basit, sade ve iyiydi. Bu tarzda daha derinleştirilerek, daha ayrıntılandırarak ve daha yaratıcı yöntemlerle sürdürülmelidir. Her kadın kendini fiziksel olarak korumayı öğrenmelidir. Bunun için kendini korumanın taktiklerini de öğrenmelidir. Bir yandan da örgütlü kadın yapılarının dillendirdiği gibi kadınlar birlikte hareket etmeli, örgütlü olmalı, erkek egemen sistemin donanmışlığı karşısında donanımsız ya da tek başına olmamalıdır. Mutlaka biz olgusu gelişmeli, öyle hareket edilmelidir.
BİLİNÇLENME, ÖRGÜTLENME, GÜÇLENME
Başka örnek aile içi şiddete verilebilir. Bu konu toplumların en büyük yarasıdır. Aile içi şiddet karşısında kendini savunma konusu çok önemlidir. Bilinçlenme, kısa yoldan çözme mümkün değildir. Bilinçlenmek, örgütlenmek ve güçlenmek gerekir. Toplum olamamanın, özgür kadın ve erkek olamamanın en büyük etkenidir. Son dönemlerde eşini öldüren, boşanma aşamasındaki eşini öldüren, eşinin akrabalarını, babasını vs. öldüren, öldürüp sonra kendini öldüren erkeklere dair haberler duyuyoruz. Egemenlikli sistemin adeta tükettiği erkek, kadını da öldürüp hayattan çekiliyor. Aslında erkek egemenlikli sistem erkeklerden tetikçi ordusu yaratıyor ve sonra tetikçileri ortadan kaldırıyor. Adeta köleliğin kısır döngüsüdür bu. Faşizmin en temel yöntemlerindendir. Bu kısırdöngüden erkekleri çıkarmak çok önemlidir. Bunun için aile olgusunu tartışmak lazım. Kadınlar, örgütlü alanlarda aile olgusunu tartışmaya açmalıdır. Küçük burjuva tarzında birliktelikler ya da kendince bir düzeyde ilişki tutturmuş olanların bu sorunu kendi sorunu olarak görmemesi yanlıştır. Yine bu sorunu bir gelişmemişlik durumu olarak görmek yanlıştır. Her sınıftan erkek, egemenliğini aşmadığı sürece ‘erkeği öldürmek’ kapsamında ele alınması gereken erkektir. Aile, kadın ve erkek konularında bilinçlenmek gerekli, önemli. Yine kiminle neyi nasıl yaşayacağına dair başta kadınların karar vermesi gerekecektir. Kadınların da doğru karar verebilmesi için bilinçlenmesi ve çıtayı özgürlük anlamında yükseltmesi gerekecektir. Kapitalist modernite sınırlarında yaşam ve ilişki ölçüleri, beğeniler, yaşam hedefleri çok fazla aşağı çekildiğinden, kadınlarda ret ve kabul ölçüleri zayıflatılmaktadır.
MEVCUT ERKEKLE YAŞANMAZ
Tüm Kurdistan parçalarında ve örgütlü olduğumuz alanlarda kabul ret ölçülerini yaratma eylemleri, etkinlikleri, atölyeleri olmalıdır. Neyi kabul edeceğim, neyi etmeyeceğim… Hangi erkekle yaşanabilir, neyle yaşanabilir, nasıl yaşamalı, erkekle hangi koşulda yaşamalı…. Tüm bu konular tartışılarak eğitimlerde ele alınmalıdır. Mahallelerde köylerde tartışılmalıdır. Aslında mevcut durumda şunu söylemek mümkün. Mevcut erkekle yaşanamaz. Bunun için de erkeği öldürme eylemliliğini geliştirmek, erkeği dönüştürmek ve erkekte özgürlük ölçüleri yaratmak konusunda da girişimler olmalıdır.
ÖZGÜRLÜK DEĞERLERİNİ KORUMA ZORUNLULUĞU
Bireysel savunma, örgütlü savunma, kolektif bilinçlenme ve örgütlenmeyle geliştirilecek savunma, yine başkasını savunmanın bilinci, taktik ve teknikleri de öğrenilmelidir. Bunun için cins bilinci, kadınlık bilinci, anlamı ve değerini öğrenmek, daha da önemlisi hissetmek gereklidir. Bugün erkek aklıyla hareket eden faşizmin elindeki kadınların dünya insanlığına vereceği zararı azımsamamak gerekir. Bundan dolayı kadın olmak, kadın aklı ve yüreğiyle, ortak kadın duygusuyla yaşamı inşa etmek özgürlüğün temel şartlarındandır.
Bunlar önemli konulardır. Ancak daha önemli ve yaşamsal olanı yaratılan özgür kadın değerlerini, özgürlük değerlerini, önderliksel değerleri koruma zorunluluğudur.
BU SİSTEMDE EVLİLİK KÖLELİĞE ADIMDIR
Yine bilinçsizce yapılan saldırılar vardır. Aslında toplumsal deyişle ciddi cehalet örnekleri vardır. Önderliğin özgür eş yaşam fikrini doğru anlamak gerekir. Önder Apo, özgür eş yaşam fikrini, Prometheuslara bedel savaşları vererek yarattı. Kolay ve basit olmadı bu değerin yaratılması. Böyle bir gerçeklik varken, kapitalist modernite sistemi içinde klasik evlilik yaparak, bunu da çok özel ve özgür sanmak/sunmak büyük yanılgıdır. Bu konuda kimi alanlarımızda ciddi yanılgılar vardır. Arayış içinde olunabilir, ancak bugünkü sistem içinde her gün binlerce insanın yaptığı tarzda evliliklerle özgürlüğe adım atacağını sanmak büyük yanılgıdır, doğrusu köleliğe adım atmaktır, başın/beynini bağlamaktır. Sistem içinde gerçekleşen her gün yapılan ve hızla bozulma aşamasına giren evliliği özgür eş yaşam olarak tanımlamak, büyük yanılgı olmakla birlikte, özgür eş yaşam değerlerini-paradigmasını büyük bedeller pahasına İmralı’da yaratan Önderliğimize de büyük saldırıdır. Zaten bin yıllardır tekrarlanıyor, insanlar kölece ilişkiler geliştiriyor, hakim sistemlerin kullanım sahasına böyle giriyor ve bu kısırdöngü birçok değerli özgürlük arayışçısını de çiğneyip yutuyorken, evliliği böyle tanımlamak, Önderlik tanımlarını çarpıtmak ciddi eleştirilmesi ve önlenmesi gereken bir durumdur. Evliliğe yönelme, özgür ilişki yaratamamanın bireysel ilişkilere koşmanın sonucudur.
KÜRT HALKIN ÖNDERİ’NİN DEĞERLENDİRMESİ
Burada Önder Apo’dan bir kısa paragraf okuyabiliriz: “Kadın ile erkeğin en ideal özgür eş yaşamı günümüz koşullarında, toplumsal gerçekliğimizde, demokratik ulusun zorlu inşa çalışmalarında büyük başarılar sağlandığında yaşanabilir. Günümüz Kurdistan’ında Kürt toplum gerçeğinde anlamlı bir aşk diyalektiği büyük oranda platonik olmak, yaşanmak durumundadır. Bu aşk değerlidir. Platonik aşk fikir ve eylem aşkıdır. Bunun için değerlidir. Dünya güzeli bir kadınla her an beraber yaşamak aşk değildir. Zaten aşk olmadığı için kısa bir birleşme döneminden sonra ikiyüzlülükler sergilenecektir. Çünkü anlamsız kurulmuş veya biyolojik temelli bir ilişki ihtiyacından kaynaklanmıştır. Buna karşılık PKK ve KCK pratiğinde hiç bir arada, birlikte olmamış dünün kölesi birçok genç kadın ve erkek, kendi halklarının demokratik ulus inşasında birlikte platonik bir aşkla büyük işler başararak ne kadar güçlü kişilikler olduklarını da kanıtlamışlardır. Bu konuda yüzlerce kahraman şehit değerimiz vardır. Bunlar Mem û Zîn olmayı başarmış büyük kahramanlardır.”
ÖNDERLİK DEĞERLERİNİ SAVUNMALIYIZ
Önderliğimiz bizim her şeyimizdir. En değerlimiz, en büyük değerimizdir. Önderliğimize ve önderliksel değerlerimize yapılacak doğrudan ya da dolaylı saldırılar karşısında duyarlı olmak, bu değerleri ne pahasına olursa olsun savunmak, varlık yokluk gerekçemizdir. Bu değerleri savunamamak, baştan kapitalist modernite sistemine yenilmek ve soykırım sisteminin posası olma yoluna girmek olur. Önderlik değerlerini savunmak, kendi öz benliğini, kadın olma değerlerini, özgürlük ölçülerini de savunmak olacağından bu temelde yaklaşmak değerlidir.
Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik gibi faşizmi besleyen politikalar, kadının varlığını ve kimliğini ne şekillerde etkiliyor?
Milliyetçilik nasıl ortaya çıktı, millet bilinci nasıl oldu da bir silaha dönüştürüldü… yine din nasıl ortaya çıktı, nasıl insanların kabul edeceği bir düzeyde sistemleştirildi, ne oldu da sonra bu bir silaha dönüştürüldü; hem mensuplarını köleleştirdi hem de karşıtına koyduklarını yok etmeye başladı. Bunlar kuşkusuz insanlığa karşı, en başta da kadın özgürlük değerleriyle oluşturulan toplumsallığa karşı yapılan operasyonların sonucu gelişti. Bu operasyonlar birikerek dünya insanlığının kırılma noktalarını oluşturdu. Kadın, bu kırılma noktalarının en hassas yerinde bulunduğu için hem kırıldı hem de kırılmaların başından beri o kırılma noktasında ebedi bir acı içinde durmaktadır. Kadının krizliliği biraz da budur.
ÖZ SAVUNMAYI GELİŞTİRMEMEK TESLİMİYETTİR
Şimdi biz öz savunma diyoruz, kimileri karşımıza barış sözcüğünü çıkarıyor. Kuşkusuz insanlığın barış içinde yaşaması herkesin istemi. Ancak bugünkü gibi egemenlikli bir sistem varken, kadınlar üzerindeki köleleştirme, anlamdan düşürme operasyonları hız kesmeden sürüyorsa, sistemin her adımı kadına bir saldırı olarak geliyorsa, savunmayı düşünmemek, kendimizi savunmak için örgütlenmemek herhalde düşünülemez. Böyle bir çağda ve sistem karşısında kendini savunmamak, öz savunmayı geliştirmemek teslimiyettir. Barış söylemi altında özsavunmayı geliştirmemek teslimiyettir. Aksatmak, savsaklamak, ertelemek ya da yüzeysel yaklaşmak gaflettir.
Erkek devlet sistemi, sistemlerin inşa aklıdır. Bir yandan bireysel silahlanmanın önlenmesi adı altında hukuksal kılıflar oluşturuyor, hatta hümanist söylemler geliştiriliyor, insanlar savunmasız hale getiriliyor; bir yandan ordular, düzenli ordular, silah sanayileri, büyütülüyor; bir yandan da çete orduları türetilip her yana salınıyor, güvenlik şirketleri adı altında paralı ordular tüm dünyaya adeta savaş robotları gibi sürülüyor. Erkeklerden bir dünyayı yıkma ordusu devşiriliyor. Kuşkusuz erkekliğin de kendini bu savaş robotu olma halinden çıkarması gerekiyor. Ordulara paralel güvenlik şirketleri, çete grupları kuruluyor. İşsiz bırakılan erkek, savaştırılarak iş sahibi kılınıyor, açlık böyle bastırılıyor.
İNSANLIĞIN BAŞINA BELA DÖRTLÜ ÇETE
Dünya insanlığının başına bela olmuş bir dörtlü çete diyebileceğimiz ideolojilerdir sözünü ettiğimiz; milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik… Bugün Türkiye’ye bakalım, çete oluşumlarını nasıl yaratıyor, yaratılanları kullanıyor ve bu oluşumların MR tahlillerine bakalım. Milliyetçidirler. MHP bugün Türkiye’deki çetelerin ilk kimliğidir. Kürt olsa bile mafya vs.ler Türk MHP çetelerinin eteğinden tutmak zorundadır. Onların elini eteğini öpmek zorundadır. Adeta Türklük karşısında tövbe getirmiş bir Kürtlük kabul edilir olmuştur çete dünyasında. Yine dincidirler. DAİŞ’in dini nasıl kullandığını, bir ideolojik-siyasi araç haline getirdiğini, nasıl dincilik yaptığını tüm dünya bilmektedir. Kimi Avrupa ülkelerinde İslamofobik yaklaşımlar-eğilimler olduysa da tüm dünya insanlığı İslami karakterinden dolayı değil, dincilik eksenli kadın düşmanı, toplum düşmanı yaklaşımından dolayı DAİŞ karşısında ortak mücadele yürüttü. İnsanlığın uzun zaman sonra ortak değeri oldu DAİŞ karşıtlığı, bu anlamda da olumlu oldu.
AKP-MHP, BİLME SEVGİSİNİ ÖLDÜRDÜ
Yine çetelere dönersek… bilimcidirler. AKP-MHP siyasetinin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük bilim, bilme sevgisini kökten öldürmesi oldu. Soykırım sistemi diyoruz ya, önce insanlardaki anlamı öldürüyor. Türkiye insanında bu kadar terörize olma korkusu, bu kadar Kürt düşmanlığı nasıl yaratılıyor, kuşkusuz bunu yapabilmek için önce bu insanlardaki anlamın ölmesi gerekiyor. Bilmeye, doğaya, bilgiye, anlama dair sevgi, mana, ruh öldürüldü önce. Düşünen insan aşağılandı, hakarete uğradı, saldırıya uğradı, tukaka edildi. Nihayetinde bilim insanları ya zindanlara konuldu ya da ülke dışına sürüldü. Şimdi bir başka akademisyen tabaka var Türkiye’de. Öyle bir tabaka ki, adeta hepsi terör uzmanı, güvenlik uzmanı, okçuluk profesörü… bunların etrafında bir sahte bilmeler sistemi inşa edildi. İşte bu çeteciliğin bilme tarzıdır, çeteciliğin pazarında geçer akçe olan bilimciliğin en düşmüş halidir.
Bu üç çeteci oluşumun kesiştiği-buluştuğu nokta ise cinsiyetçiliktir. Cinsiyetçilik tek başına hiçbir şey gibi görünür. Ancak cinsiyetçilik olmadan bilimcilik hiçbir şeydir. Cinsiyetçilik olmadan dincilik hiçbir şeydir. DAİŞ’in en fazla kendini ifade ettiği eylemi, kadın düşmanlığı, tecavüzler, hatta erkeklere tecavüz etmesi, Êzidî kızları kaçırarak cinsel köle olarak kullanmasıdır.
Milliyetçilik de cinsiyetçilik olmadan naif kalıyor adeta. Ermenilere yönelik soykırımın izlerinden nasıl tecavüzcülüğün katliamla yerinden yurdundan etmeyle iç içe yürütüldüğünü görüyoruz. Yine tüm soykırım saldırılarında kadınlara-çocuklara yönelik tecavüzler de saldırının temel bir parçası olarak rol oynamış. Milliyetçilik özünde bir erkek ideolojisi, çünkü cinsiyetçilikle birlikte var olabiliyor, ancak o zaman gerçek anlamı ortaya çıkıyor. Cinsiyetçilik adeta, tüm egemen ideolojilerin varlığının son sınavı oluyor.
KENDİMİZİ, ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ VE GELECEĞİMİZİ SAVUNMA ZAMANI
Sıkça söylediğimiz gibi 21. yüzyılı kadın yüzyılı yapmak, kadınların kendilerini savundukları, inşa ettikleri, özgür varoluşlarını kolektif irade haline getirdikleri bir çağı-toplumsallığı yaratmakla mümkündür. Bundan dolayı tam da şimdi, kadın katliamlarına, erkek ve ulus devlet şiddetine, kadın emeğinin değersiz görülmesine ve sömürülmesine, adeta anlık olarak kadınların-anaların emeğinin çalınmasına karşı kendimizi savunma zamanıdır. İş-emek alanlarında kadınlara yönelik geliştirilen mobbing uygulamalarına, emek sömürüsüne, sanal-dijital baskı-taciz ve şiddete, aile içinde gelişen şiddete, geleneklere dayandırılarak sürdürülen baskı ve zorbalıklara, çocukların evlilik adı altında soykırımdan geçirilmesine ve tecavüze uğramasına karşı kendimizi, geleceğimizi, özgürlüğümüzü savunma zamanıdır.
Bunun için ne gerekiyorsa onu yapmak, bilinçlenmek, örgütlenmek ve kendimizi yönetecek düzeye getirmek gerekiyor. Örneğin kadın sünnetine karşı kendimizi savunalım diyoruz. Bunun için bu sünneti yapmaya ikna edilmiş kadınların dönüştürülmesi, değiştirilmesi lazım. Sünnet varsa orda yaşlı kadınlara yaptırılıyor. Kadınlar eğitilmeli, ikna edilmeli, bunun yanlışlığı yeterince anlatılmalı ki bunu yapanlar bundan vazgeçirtilebilsin. Yoksa bebek yaştaki kız çocuğunun kendini savunması beklenemez. Kuşkusuz kadın sünneti, dinciliğin bir sonucudur. Tek tanrılı dinlerin erkek egemenlikli yanını kadına tek taraflı dayatmasının, eksik kadınlık üzerinden istenen erkekliğin yaratılmasının istenmesinin bir sonucudur.
Dünya kadın örgütleri bu politikaların ne kadar farkında? Bu politikalar karşısında öz örgütlülük ve savunma anlamında tedbirleri ya da arayışları ne düzeydedir Ya da var mı? Kürt Kadın Hareketi’nin yıllardan beri kadınların jineoloji, demokratik konfederal sistemini dünya çapında yaymaya dönük çabaları var. Bu çabaların kalıcı bir örgütlenmeye, ortaklaşmaya dönüştüğünden söz edebilir miyiz?
Bu soru önemlidir ve cevaba da basit bir önerme sunarak başlayabiliriz. Doğrular evrenseldir. Önderlik paradigması ekseninde ortaya çıkan doğrular için bu daha fazla geçerli. Önderlik paradigmasına dayalı doğrular salt Kürtleri, Kürt kadınlarını değil, tüm dünya kadınlarını ilgilendiriyor. Tüm halklar, tüm milletlerden/inançlardan vs. kadınlar kendini Önderlik felsefesinde görebiliyor. Şimdi bizim paradigmamız, kadın özgürlük mücadelemizin ulaştığı düzey ve yaratılan deneyimler, Ortadoğu ve dünya kadın hareketleriyle belli kısımlar halinde de paylaşılıyor. Zeminlerini yaratmak, zemin oluşturmak kadar ortak dil-yürek dili-akıl dili yaratmak da önemli ve biz bunu yapmaya da çalışıyoruz. Kadına yönelik saldırganlık, erkek egemenlikli dünyanın kadın düşmanlığı kuşkusuz salt Kurdistan’da olan bir durum değil, salt Ortadoğu’da da değil. Tüm dünyada erkek egemenliğinin kadına, kadın değerlerine, kadın tarihine kadın anlamına yönelik saldırısı var. Kadın diye öne çıkarılan bir şekil var, bir de vurulan, katledilen, anlamdan düşürülen bir kadın var. Ne yazık ki öne çıkarılan kadın modeli, şeklen ve fiziken öne çıkarılan bir model ve belli oranda etkisi de oluyor. Bunlar karşısından yaptığımız en temel çalışma bilinçlendirme çalışması. Tabii bilinçlendirme çalışmasının temeli de bugün jineoloji ekseninde gelişiyor. Yine bu kapsamda kadın olmak, kadın değerlerini korumak, kadın konfederal sistemimizi dünya kadınlarına anlatmak ve ortak değerler yaratmak da bizim önemli amaçlarımız arasında. Belli adımlar da atıldı, sonuçlar da alındı. Kuşkusuz ortaya çıkan değerleri salt devletçi sistemdeki gibi mekanik ya da kalıplar halinde düşünemeyiz. Ortak örgütlenmeler, ortak kampanyalar, ortak amaçla oluşan hamleler de vardır. Yine en fazla önem verdiğimiz konu da dünya kadın hareketlerinin kendi ülkelerinde, yaşam alanlarında kadın bilincini yükselterek kadın eksenli bir yaşam-dünya sistem yaratmaya yönelik adımlar atmasıdır. Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni, tüm ilkeleriyle anlam-yaşam bağlamında ele almalarıdır. Bu temelde çalışmalarımız sürüyor. Ortadoğu ülkelerinden Kuzey Afrika ülkelerine, Afganistan’dan Abya Yala dediğimiz Güney Amerika’ya, Avrupa kadın örgütlenmelerine kadar geniş bir coğrafyada önemli bir düzeyde ortaklaşmalar da yaratılmıştır. Kuşkusuz kalıcı örgütlenmelerden ya da ortaklaşmalardan benzeşme ya da aynılaşmayı anlamıyoruz. Her halkın, her ülkedeki kadınların kendi kültürel, inançsal gerçekleri içinde kendilerini var etmeleri, öz savunmalarını yapmaları ve özgür geleceğe dair de yeni ortak değerler yaratmayı hedefliyoruz.
ORTAK DERT VE DÜŞMANLARIMIZ VAR
Zorlukları vardır. Çünkü halkların inanç-kültür farklılıkları bir zenginlik olarak görülmekten ziyade parçalanmışlık olarak ortaya çıkmakta, farklılıklar geliştirilmek yerine derinleştirilerek kışkırtılmaktadır. Yine ortak sorunlarımız da vardır. Erkek egemenliği yanında devletçi yapıların kadın üzerindeki baskıları, yine sınıfsal uçurumların kadın üzerindeki hegemon politikaları yönetmesi, halkların alt sınıflaştırılarak kadınların da daha da alt tabakaya dönüştürülmesi/yoksullaştırılması ve fuhuşa sürüklenmesi, kadın katliamları gibi ortak dertlerimiz, ortak düşmanlarımız da var. Örgütlenmek için engeller de var, uzak coğrafyalarda olmanın getirdiği dezavantajlar da var, ancak çok fazla gerekçemiz de vardır. Dahası yolumuzu aydınlatan Önderlik paradigmamız vardır. Bu alanı daha da geliştireceğiz.
Kadınların maruz kaldığı emperyalist savaşlar, kadın işçilerin sömürülmesi, emek hırsızlıkları, kadınların ekolojik mücadeledeki büyük etkileri ve karşılaştıkları zorluklar, aile konusu etrafında yaşanan kıyım düzeyindeki zorluklar başka başka ülkelerin başka başka sorunlarda odaklanan durumları vardır. Hepsiyle bir şekilde alakadarız. Paradigmamız bize böyle geniş bir yelpazede mücadele yürütme olanağı sağlıyor.
KJK ve PAJK Koordinasyonlarının yayınladığı öz savunma deklarasyonunda var olma mücadelesi veren tüm kadınları, 3. Dünya Savaşı’na karşı kadını, toplumu, yaşamı, doğayı savunabilmek amacıyla öz savunma mücadelesini geliştirmeye ve ortaklaştırmaya çağrı var. Böyle bir ortaklaşmanın zemin ve koşulları nasıl, hangi yöntemlerle yaratılabilir?
Yarım yüzyıla yakın bir mücadele tarihi olan bir kadın hareketi olarak bizim tüm dünya kadınlarına öz savunma mücadelesini taşıma sorumluluğumuz var. Bu anlamda yapılması gereken görevler de var. Dünya kadınları bilinçlendikçe ve özgürlük mücadelesini büyüttükçe, erkek egemenlikli sistem zayıflamaktadır. Paralel olarak da kapitalist modernite yerine demokratik modernite yaşamın belirleyeni olmaktadır. Şunu belirtmek gerekir; nasıl ki dünyamızda, dünya gezegeninde yaşam varsa, evrenin başka noktalarında farklı yaşamlar var demektir. Şimdi bunu görmeden savunabiliriz. Görüp savunabileceğimiz bir doğru da var ki, o da dünyanın her yerindeki kadınların öz savunma mücadelesini geliştirme istem ve çabaları vardır. Bizim dünya kadın hareketlerinden öğreneceklerimiz çoktur. Aynı şekilde kendi deneyimlerimizden vereceklerimiz de çok fazladır. Tüm bunlar mücadele zeminidir. Dünyanın bize en uzak köşesindeki kadınların kazanımları demokratik modernite gelişiminin önemli adımıdır ve demokratik modernite bizim de yaşam paradigmamızdır, bizi yakından ilgilendirmektedir. Bunları buluşturmak kuşkusuz gerekli, ancak her şeyi mekanik bütünlük-birlik içinde görmek de yeterli ve doğru bir bakış açısı olmayabilir. Elbette bu ortaklaşma zeminlerine gerek olmadığı anlamında değildir.
SIRF ORTAK ZEMİN ARAMIYORUZ
Bugün erkek ordularında kadınlar vardır, erkek eksenli hegemonik sistemler kadınların eline teslim edildiği Avrupa’da kadını faşist partilerin başına, onları da toplumun başına getirerek toplumlar, kadın eliyle köleleştirilmek, demokratik değerlerden uzak tutulmak istenmektedir. Ülkemiz kadar, bölgedeki ve dünyadaki gelişmeleri de takip ediyoruz. Aslında ortaklaşmanın zemini çoktur, çünkü sorunlar ortaktır. Dünya aynı dünya, hava aynı hava, sorunlar aynı sorunlar. Önderliğimiz dünya sistem çözümlemeleri üzerine değerlendirme yaparken bunu güçlü şekilde ortaya koydu. Demokratik moderniteyi ortaya koyarken de Kurdistan’dan Amerika’ya kadar coğrafi ayrım gözetmeden çözüm önerilerini ve perspektiflerini ortaya koydu. Bundan dolayı sırf ortak zemin arar pozisyonda değiliz ama bu var olan ortak zeminleri ortak akılla anlama, bunu birbirine duyurma ihtiyacı da vardır.
BİR KADIN DEVRİMİ İHTİYACI VARDIR
Tabii hepsinin kaynağında da kendi ülkesinde, kendi zemininde, örgütlü alanlarında kendini özgürleştirme, örgütlenmeyi derinleştirme gereksinimi vardır. Dört parça Kurdistan’da kadın örgütlenmesini geliştirme, varolan örgütlenmeleri derinleştirme, kadını içine sürüklenen erkek egemenlikli dünyanın çarklarından çıkararak bilinçlendirme, örgütlü ortamlarda kendi seçeceği yaşam alanlarında yaşar hale getirme, kendini yönetir hale getirme ihtiyacı vardır. Yani kısacası bir kadın devrimi ihtiyacı vardır. Kadın devrimi, anı anına devrimsel gelişmeler yaratmak demektir. Bunları yaptıkça-başardıkça dünya kadınlarıyla da ortaklaşmamız gelişecektir. Örneğin Rojava Devrimi nasıl ki kadın eksenli bir devrim oldu, kendi öz topraklarındaki gelişme kadar, belki de daha fazla dünya kadınları arasında bir gelişme ortaklaşma yarattı. Aslında şu doğruya dönüyoruz. Önderlik “Yerel olan evrenseldir” demişti.
Kadının kendi varlığını başkalarına teslim etmemesi, tuzaklara düşmemesi için öz savunma sistemini yaşamın her alanında geliştirmesi gerekiyor. Kurdistan’ı ele alırsak; kuşkusuz siz her parçada ideolojik, askeri, toplumsal alanlarda örgütlülük sağlamış bir hareketsiniz. Yetersiz bırakıldığını düşündüğünüz bir alan var mıdır? Zira “Sesimizle, sözümüzle, siyasetimizle, örgütlülüğümüzle, sanatımızla, adaletimizle, eğitimimizle, ekonomimizle kendimizi savunmalıyız” diyorsunuz. Bu boşluklar, yetersizlikler nasıl giderilebilir?
İnsanlığın, devrime ihtiyacı olduğu belli ama doğrusu şu; insanlığın, dünyanın, gezegenin bir kadın devrimine ihtiyacı var. Ekolojik mücadele de özünde kadın mücadelesidir. Doğaya duyarlılık, canlıcılık anlayışı, hissetme… Demokratik mücadele de kadın mücadelesidir. Başkasının varlığının garantisini kendi varlığının sürekliliği ve güvenliği olarak görme demokrasiyse bunu ancak kadın yüreği/beyni gerçekleştirebilir.
Devrimsel inşa çalışmalarını örgütlerken yetersiz alanımız var mı sorusu çok önemli. Tabii ki var… Önder Apo, konfederal sistemi ortaya koyarken, demokratik ulus sistemini oluştururken ‘boyutlar’ diye bir başlık açtı, yine ihtiyaç temelinde boyutların artırılabileceğini de ortaya koydu. Biz de sistemimizi inşa ederken bu boyutları oluşturmayı ve bu temelde toplumsal inşa çalışmalarımızı yürütmeyi esas aldık. Henüz boyutu oluşturulmayan alanlar da var, boyutu olan ancak içeriği yeterli doldurulamayan alanlarımız da var. Yani sistemimizi oluşturduk, birçok alanda örgütlüyüz, ancak bunlar demokratik konfederal sistemini inşaya yetmemektedir. Şöyle bir durum var; bir yandan 5 bin yılın tortularıyla uğraşıyoruz, bir yandan kendimizi inşa etmeye, kendimizde, tek tek bireylerde, halkımızda, kadınlarda zihniyet devrimi yapmaya, kadınların örgütlülüğünü geliştirmeye çalışıyoruz, bir yandan da günlük anlık olarak kapitalist modernite saldırılarıyla, soykırım saldırılarıyla uğraşıyoruz. Bunlar etkendir kuşkusuz, ancak tümden gerekçe değildirler. Bununla birlikte yetersiz olanlar var. Örneğin eğitim çalışmalarımız önemli boyuttadır. Toplum eğitimi var ancak yeterli değildir. Her alanın da özgünlüğü, her parçanın ayrı bir durumu var. Yine kültür çalışmaları var ancak her alanda aynı değil, üretimler de var. Kadın aklını oluşturma, kadın aklıyla kadın yüreğiyle üretim yapma sorunu var. Estetik anlayışında ciddi devrim ihtiyacı var. Kadına saldırı alanına dönen bir estetik alanı var. Bunu biyolojik anlamda belirtmiyorum. Estetik algısında hakim sistem etkisinde kalış var. Aslında yeni estetik anlayışının tam olarak oluştuğu da söylenemez. Bundan dolayı tarz yaratamama, ekol yaratamama da var.
Yine demokratik siyaset alanında kadın önemli aşamalar kat etti. Eşbaşkanlık sistemi zaten biliniyor. Önderlik geliştirdi, bugün sosyalist örgütlerin esas aldığı bir sistem yaratıldı. Ancak içini doldurmada eksiklikler var. Ayrıca erkek egemenliğinin saldırıları var. Hazmedememe var. Kadında kadın aklını geliştirme problemleri de var, ancak her şeye rağmen önemli bir demokratik siyaset alanı oluşturulmuş durumdadır.
YOLDA ZORLUKLAR, ENGELLER, PUSULAR ÇOKTUR
Son olarak şunu belirtmek isterim; KJK-PAJK’ın yayınladığı öz savunma deklarasyon için, biraz önce de dile getirdim, öz savunma deklarasyonu yürünecek yolda bir ışıktır. Yolda zorluklar, engeller çoktur, pusular da olacaktır, ancak önemli olan ışığını kaybetmemektir. Egemen sistemler, DAİŞ örneğinde görüldüğü gibi karanlıktır, karanlık zihniyetler yaratmakta, gözleri kör, kulakları sağır etmektedir. Binlerce yıllık egemenliğin yanıltan nimetlerinden erkekleri vazgeçirtmek de kolay olmayacaktır. Bunlara karşı özgürlüğe, kadınların öncülüğündeki ışığa ihtiyaç var. Bunun için de deklarasyonda belirtildiği gibi; Önderliği esas almak, Önderliğin özgürlüğüne odaklanmak gerekir. Kendi özgürlüğünü sağlamanın da Önderliğin fiziki özgürlüğü için çalışmak ve başarmakla olacağını bilmek gerekir. Önderlik kadın özgürlüğü için Prometheuslara bedel bir kavgayı göze aldığını belirtmişti. Bu kavgayı anlamak, bu kavgayı hissetmek ve Önderliğin anı anına bu kavganın en kızgın yerinde olduğunu bilmek, bir an dahi bu gerçeği unutmamak gerekir. Bu bilinç ve pratikle özgür kadın olmanın adımlarını atabilir, insanlığın özgür kadın öncülüğünde özgür yaşamasının olanağını yaratabiliriz.
ÖZ SAVUNMASI OLMAYANLAR KATLEDİLMEKTEN KURTULAMAYACAK
Temmuz ayına giriyoruz. 2 Temmuz Sivas/Madımak Katliamı’nın yıl dönümüdür. 2 Temmuz 1993 günü yakılan ateş, hala sönmemiştir. Bugün de insanlar yakılıyor, ormanlar yakılıyor, köyler yakılıyor, tarlalar yakılıyor. Kurdistan’da Kürde ait olan bağ bahçeler yakılıyor. DAİŞ’in tekil olarak yaptığını AKP-MHP faşizmi kurumsal olarak yapmaktadır. Bugün vesilesiyle Sivas’ta katledilen tüm aydınları, gençleri, kadınları saygıyla anıyorum. Hasret Gültekin, Metin Altıok gibi insanları yetiştirmek Türkiye ve Kurdistan için de kolay değildir, kolay da olmadı. Sivas Katliamı’nın suçluları yargılanmamış, aklanmış ve zaman aşımı adı altında faşist AKP rejimince affedilmiş, hatta asıl cezalandırılması gerekenler ödüllendirilerek, bugün siyaset alanında yer verilmiştir. Bugün de kültürüne, inancına sahip çıkan, kendini inkar etmeyen, hakim ideolojiye, dine ve ulusa tabi olmayan Türkmen ya da Kürt Aleviler, aydınlar, sanatçılar cezalandırılmaktadır. Tüm Kürtler cezalandırılmaktadır. Bu katliamlar da bize bir kez daha şunu göstermektedir; Öz savunması olmayan toplumlar faşist egemen soykırımcı sistemler tarafından katledilmekten kurtulamayacaklardır.