Kadınlar birbirinden güç aldı
Kadınlar kendilerini taciz eden erkekleri açıklamaya başladıkça birbirinden güç aldı. Failler ise olayı “linç” olarak tartışıp tacizin konuşulmasının önüne geçmeye çalıştı.
Kadınlar kendilerini taciz eden erkekleri açıklamaya başladıkça birbirinden güç aldı. Failler ise olayı “linç” olarak tartışıp tacizin konuşulmasının önüne geçmeye çalıştı.
Kadınlar dünyanın hemen hemen her yerinde adalet arayışlarını sosyal medyadan duyurup örgütleniyor. Medyanın tekelleştiği ülkelerde ve de Türkiye’de birçok kişinin sesini duyurmaya çalıştığı bu alanlarda oluşturulan kamuoyu baskısı, birçok kez mekanizmaları harekete geçiriyor ya da geri adım atılmasını sağlıyor.
Geçtiğimiz hafta yazar Hasan Ali Toptaş’ın TRT’ye verdiği bir röportaj üzerine sosyal medya kullanıcısı bir kadın, kendisinin bu yazar tarafından taciz edildiğini yazdı. Bunun üzerine birçok kadın kendi başına gelen tacizleri anlatmaya başladı.
Bunlar olurken bir yandan da, “kadının beyanı neden esas alınıyor? Bu yazılanların doruluğuna nasıl inanacağız” şeklinde başka tartışmalar yaşanıyordu. Diğer yandan başta “farkında olmadan eril faillik” yaptığını söyleyen yazarlar, “linç, cadı avı” gibi suçlamalarda bulunmaya başladı.
Tüm bu gelişmeleri ve tartışmaları kadın davalarını ve hareketini de yakından takip eden gazeteci Sibel Yükler ile konuştuk.
'BİRİKMİŞ BİR ÖFKE VAR'
Kadınlar neden tacize uğradıkları haksızlıkları sosyal medyadan paylaşıyor?
Çünkü kadınlar başvurabilecekleri bir adalet sistemi olduğunu düşünmüyor. Bugüne kadar kadınların adalet istediği mekanizmalardan bir şey çıkmadığı; her toplumsal yapıda olduğu gibi kendilerine inanılmayacağı, harekete geçilmeyeceği ve faillerin korunacağı düşüncesi kadınları baskılıyor. Bu da haliyle son yaşananlardaki gibi kadınları sosyal medyadan ifşaya getiren bir süreç oluyor. Aslında bu bir neden değil sonuç. Kadınlar artık çok öfkeli hem İstanbul Sözleşmesi tartışmalarından hem TCK 103'ten hem de cezasız bırakılan birçok kadın cinayetinden dolayı.
'KADINLAR ÖRGÜTLENDİ KAMUOYU YARATTI'
Birikmiş bir öfke diyebiliriz o zaman...
Elbette, bugün pat diye çıkan bir ifşa sürecinden bahsetmiyoruz, toplam bir bütünün sonucu olarak görmek lazım bunu. O mekanizmalar işlevsiz kaldığında kadınlar oluşturdukları kamuoyu ile birlikte adaleti söke söke elde ettiler. Örneğin Şule Çet davasında. Şule'nin intihar ettiği haberleri yayınladı, hatta onu yaralayacak çeşitli iddialar da haber olmuştu. Fakat Şule'nin arkadaşları bunun bir intihar değil, cinayet olduğunu söyleyerek duyurmaya başladı. Bununla birlikte kadınlar örgütlendi ve bir kamuoyu gündemi oldu. Dava sürecinde de böyleydi, kadınlar orayı asla da terk etmedi. Davayı takip etti, destek oldu. Şunu gördük ki birçok kez olan ve “intihar” diye üstü kapatılabilecek bu dava sonucunda öldüren kişiler cezasız bırakılmadı. Kadınlar baskı oluşturduklarında adalet elde edebileceklerini görüyor. Ya da işlemeyen adalet mekanizmalarını harekete geçirebileceklerini. O dönem hem Şule Çet hem de Ceren Damar davasındaki sanıklar kadınların kamuoyunu etkilediği konusunda şikâyette bulunmuştu hatırlarsanız.
'FAİL KONUMUNDAN BAKARSANIZ LİNÇ GÖRÜRSÜNÜZ'
Evet, ayrıca hem verdiğiniz bu örnek hem de yakın zamanda yaşanan taciz ifşalarında kadınların kamuoyu oluşturması “linç” olarak tanımlandı. Bunun hakkında ne diyeceksiniz?
İfa edilen kişilere baktığımızda genellikle korunaklı, itibarlı konumdaki isimler. Kadınların önüne hep şu duvar çıkıyor: "Ben tanırım aslında öyle bir insan değil, nereden biliyorsunuz yaptığını? Buradan ifşa etmek doğru mu? Gerekli mekanizmalara gitseydiniz keşke" gibi. Bu da aslında öfkeyi büyütüyor bir de şunu gördük, sosyal medyada bu ifşalarla birlikte kadınlar birbirinden güç aldı. Yıllarca bu kadınlar bekledi çünkü en başta saydığım birçok sebepten dolayı sonra biri çıkıp ben "bu adam tarafından tacize uğradım" dediğinde kadınlar teker teker kendini uğradıkları tacizi de anlatmaya cesaret buldu. Kadınlar o faillerin bir suç aletine dönüştürdükleri itibarlarının yıkılabildiğini deneyimledi. Demek ki bunlar sarsılabilecek ya da araştırılabilecek dediler. Son olayda da gördük ki tek bir isim üzerinden değil, tacize maruz kalan kadınlar farklı birçok ismi ifşa etti. Kadınların bu hareketine linç, cadı avı dendi ama bunlar faili koruyan kollayan ifadeler. Kadınların yıllarca bunun travmasını yaşamasını, yüzleşme sıkıntılarını ve bunu anlatana kadar 40 kere düşünmesini tartıştık mı peki? Ya da bu ifadeleri kullananlara sormak lazım bugün ifşa edilen isimlerin kadınlara “sana kimse inanmaz, ben güçlüyüm itibarlıyım, bana bir şey olmaz” dediklerini de konuşuyor muyuz? Hayır konuşmuyoruz! Bu biz saldırı ya da linç girişimi değil. Çünkü böyle tanımlamak zaten kadınların tacizi konuşmasını engellemektir. Çünkü kadınlar taciz anlatıyor neye uğradıklarını ve kim olduğunu söylüyor. Mesela 10 tane kadın “şu erkek bizi taciz etti” diye suç duyurusunda bulunduğunu da buna linç diyebiliyor muyuz? Hayır. Çünkü suç duyurusunda bulunulmuş oluyor ama bunca zaman toplumsal birçok baskı yüzünden susmuş kadınlar konuştuğunda buna linç deniyor. Kadının bu yaptığını öncelikle suç duyurusu olarak algılamak gerekiyor. Ama fail konumundan bakarsanız bunu linç olarak görebilirsiniz.
Bu süreçte en çok tartışılan başka bir şey ise kadının beyanının esas alınması. Nedir kadın beyanın esas alınması?
Kadının beyanı esastır meselesi defalarca Yargıtay kararlarında olan ve onanan bir durum. Kadınlar cinsel saldırı ve taciz gibi yaşadıkları duruma dair beyanda bulunduklarında; bunlar da çoğu kez kapalı kapılar ardında, neredeyse ispat edemeyecekleri durumlardan kaynaklı olduğu için soruşturma ve mekanizmaların harekete geçmesi bu beyanla sağlanıyor.
Yani siz savcılığa bir suç duyurusunda bulunduğunuzda, savcılığın harekete geçmesinden bir farkı yok aslında. Kadının beyanı üzerinden faile dair soruşturmanın açılması, kovuşturmanın genişletilmesi söz konusu. Bu şekilde uygulanan bir ilke. Mağdurum verdiği beyan esas alınır ki bu çocuk için de geçerlidir ondan sonra gereken yapılır.
Peki, neden bu kadar hedefe konuluyor kadın beyanı?
Şöyle ki kadının beyanı esastır ilkesi, hüküm verilmiştir ya da konmuştur gibi bir durum değil. Sadece gerekli mekanizmanın işletilmesi için öncelik tanıyor. Bakın yakın zamanda bunu şöyle yaşadık Yeni Yaşam Gazetesi yazarlarından Şaban İba'nın için bir kadın küçükken kendisini taciz ettiğini açıkladı. Trans bir kadındı bu ve Yeni Yaşam Gazetesi kadının beyanı esastır ilkesini baz alarak bir soruşturma yürüttü ve bunun sonucunda da “biz her türlü cinsel saldırıya ve tacize karşı tavır alıyoruz” diyerek İba ile yollarına devam etmeyeceklerini kararını açıkladı. Bu onlara ait bir karar isterlerse yapmayabilirlerdi. Çünkü yine sol gelenekten başka gazetelerde bunun örneği var. Örneğin BirGün Gazetesi yazarı Güven Gürkan Öztan'ın eski eşi onu ifşa etti ama gazete herhangi bir adım atmadı. Hatta kadınlar aradı gazeteyi 'bu kişinin yazılarına son verecek misiniz' diye ama herhangi bir karar açıklanmadı. Burada harekete geçirmesi ve bir süreç yönetilmesi için önemlidir kadın beyanı. Erkek egemenliğinin toplumsal cinsiyet normlarında baskın olduğu bir dünyada kadınların görmezden gelindiği, çoğu suçun cezasız kaldığı bir sistemde kadının ve çocuğun beyanının yanında durmak ve tavır almak adetin gerçekleşmesini sağlamak ve de önleyici adımlar atmak çok önemli. Bugün Yeni Yaşam’ın attığı adım önleyici bir adımdır. Hasan Ali Toptaş'ın ifşalarından sonra PEN International da bir metin yayınladı ve orada gibi önleyici adımlar atmak önemli. Sadece şu insanla ilişkinizi kesin, bu insana yer vermeyin meselesi değil, böylesi bir durumda ne yapacaksınız meselesi bu. Nereden yana tavır alacaksınız? Örneğin tacizci ya da şiddet uygulayan erkekler kendilerine istedikleri yerleri edinebilecekler mi? Üzerlerinde taciz suçlaması varken ellerini kollarını sallayarak gezebilecekler mi? İtibarlarının korunmasına devam edilecek hiçbir şey yapılmayacak mı? Bu durum özü itibariyle kadınlara adalet sağlanması meselesi.