Jin TV’de yayımlanan Xwebûn programına katılan PAJK Üyesi Viyan Leyla, liberalizmin, kendisini inşa ettiği bilimcilik, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik olgularını ideolojik araçlar olarak nasıl kullanıldığını değerlendirdi.
Bilimcilik, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik sistem için neyi ifade ediyor?
Bilimcilik, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik, sistemin temel unsurlarıdır. Sistem, bu unsurları, yönetiminin kabul edilmesini sağlamak veya toplum içinde bunlara karşı herhangi bir itiraz olmaması için ideolojik araçlar olarak kullanır. Herhangi bir sistem veya kurum, ideolojisiz işleyemez. Kendi hegemonyalarını kurmadıkça, yönetimlerini de hegemonik bir şekilde sergileyemez. Tüm kentsel gelişmeler bu yaklaşıma dayanır. Devletçi sistem ve kapitalist kent yaşamı, ki bu ideolojik faaliyetler Sümer rahipleriyle başlamıştır. Sümer rahipleri Zigguratları inşa etti, orada entelektüel çalışmalar yürüttü ve bu zihniyet doğrultusunda bir sistem geliştirdi. Nasıl bir sistemdi bu? Üstte tanrılar, altta da onların temsilcileri olan rahipler. Altta kalanlar ise tümüyle kölelerdir. Peki alt tabakada kimler var? Kadınlar, gençler, işçiler, yani sistem dışında kalanlar. Devletin gelişimi de benzerdir. Devlet de kendisini hükümdar zihniyetine göre şekillendirir. Kendisini kabul ettirmek için yoğun emek ve çalışmalar yürütür. Devlete karşı direniş ve kabul etmeme durumları olduğunda, sistem bu fikirleri bu ideolojilerle bastırır ve şekillendirir. Devlet, ideolojisini akademiler, okullar aracılığıyla geliştirir. Tüm kurumlarını bu ideolojiye göre düzenler. Amaç nedir? Neden ideolojik bir yaklaşım benimsenir? Çünkü toplumda bazı insanların üstün, bazılarının ise altta olmasını sağlamak içindir. Bazıları egemenken, diğerleri köle olur. Yani üst ve alt sınıfları oluştururlar. Üst sınıftakiler kimlerdir? Devlet, erkekler, egemen uluslar, yönetici sınıflar. Peki alt sınıftakiler? Toplumun kendisi. Alt sınıftakilerin, üst sınıftakilere baş kaldırmaması, kendi yerlerini kabul etmeleri için yöneticiler, bu ideolojilerle onları yönlendirmek zorundadır. Günümüzde bu temel araç, liberalizmdir. Liberalizm, din, bilim, ulusalcılık ve cinsiyetçilik gibi unsurları kullanarak toplumu bu şekilde yapılandırır. Böylece, bu unsurlara dayalı bir politika geliştirmek için özel bir çaba sarf edilir. Sistemin gelişimi için okullar, akademiler, üniversiteler özellikle bu yönde şekillendirilir. Tüm medya, kendi amaçları doğrultusunda şekillendirilmektedir. Dört bir yandan toplumu kuşatarak, bu yöntemlerle toplumun bu kalıplardan çıkmaması için onu adeta uyuşturur.
Bilimcilik nasıl şekillendiriliyor? Pozitivizmin analizi ne anlama geliyor?
Bilim başka bir şeydir, bilimcilik başka. Bilimle bir sorunumuz yok. Bilim, insanın temel bir faaliyetidir. Kapitalizm, bilimcilik kavramını kendi lehine çarpıtıyor. 'Ben olmadan bilim ilerlemez, insan aklı gelişmez' diyor. Ama bu çok büyük bir yalandan ibaret. Doğal toplumda da bilim vardır. İlk çark, kaşık, çekiç, çivi gibi teknik ilerlemeler, toplumun yaşamını kolaylaştıran teknik ilerlemeler ve bilimsel çalışmalar örnek olarak verilebilir. Bu yüzden kapitalist sistem tarafından sunulan bilime inanmamalıyız. Şu anki bilim, toplumun ahlaki ve ihtiyaçlarıyla bağlantılı değildir. Pozitivist bilim nedir? Kapitalist bilimde her şey maddidir. İnsanın maneviyatına yer yoktur. Her şey deneylerle kanıtlanmalıdır. Ne hissettiğiniz, ne düşündüğünüz, iç dünyanızın nasıl olduğu sistemin umurunda değil. Bu alanlar, sistem için boş bir alan olarak görülür. Ya da ne tartışırsanız tartışın, neye inanırsanız inanın, sistem için bu bir masal gibi bir şeydir. Yani her şeyi kendi gözlerinizle görmelisiniz. Gördüğünüz şeyler de deneylerle kanıtlanmalıdır.
Bu durumun sebebi, bilimin kendi içinde aşırı derecede parçalanmış olması mı?
Evet. Gerçekten de tüm olayları parçalayarak sunuyor. Pozitivist mantıkta ne var? Her şey neden ve sonuç ilişkisine dayanır. Mesela, toplumsal ilişkiler de bu şekilde işler. Toplumda erkek aktif rolde, her şeyi yapma hakkına sahiptir ve kimse ondan hesap sormaz. Kadın ise pasif rolde, etki altında kalır ama bunu kabul etmek zorundadır. Çünkü pozitivizme göre erkek aktif, hakimdir. Ya da hükümet hakimdir, yönetir, her şeyi gerçekleştirir. Ama toplum pasif rolde, sesini çıkarmamalıdır. Günümüzde insan aktif, doğa pasif rolde. İnsan doğaya her türlü zararı verebilir. Yani aktif olan her zaman haklıdır.
Bilim, toplumsal zihniyeti ve akıl yapısını belirler. Örneğin, otoriter zihniyet, toplumun zihniyetini ve aklını ele geçirir, kendini gösterir ve bu durumu topluma sunar. Kadınlar için de aynı şey geçerli. Kadınların akılları, üretimleri ve tarihsel süreçte gerçekleştirdikleri ilerlemeler yağmalanmış, küçümsenmiş ve sanki onlar tarafından yaratılmış gibi topluma sunulmuştur. Tüm bunlarda cinsiyetçilik önemli bir rol oynar. Günümüz bilimi, erkek aklıyla hareket eder. Dolayısıyla, toplumsal ahlak, insanlık çıkarları veya doğanın korunması yoktur. Genel olarak baskı hakimdir.
Bilim, kadınlar için nasıl bir durum yaratıyor?
İnsanlar, kadınların bu konularda akıl kapasitelerinin yetersiz olduğunu, üretimde mantıklı olmadıklarını ve akıllarının kısa olduğunu söyleyebilirler. Kadınlar, bilimsel çalışmalarda sadece bir araç olarak kullanılabilir. Örneğin, tıbbi ilerlemeler için kadın bedenleri kadavra olarak kullanılmıştır. Deneylerde bir nesne olarak kullanılmışlardır. Kendi seslerini duyurmak isteyen kadınlar tabii ki var. Ancak, bazen gizli, korku içinde veya erkeklerin gölgesinde çalışıyorlar. Tarihte, bilimde ilerleme kaydeden kadınlar, çalışmaları görmezden gelindiği için erkeklerin adı altında yayınlamak zorunda kalmışlar. Kadınlar, kendi sınırları içinde tutulmuş ve sınırların dışına çıktıklarında farklı zorluklarla karşılaşmışlardır. Örneğin, cadı olarak yakılan şifacı kadınlar olmuştur. Peki suçları neydi? Bilimsel çalışmalarla ilgileniyorlardı. Kötü kadınlar gibi gösterilrerek bilimin dışında tutuldular. Günümüzde de cinsiyetçi yaklaşımlar devam etmektedir. Dil kullanımında bile 'bilim insanı' yerine 'bilim adamı' denilmekte ve bu, erkek egemenliğinin bir göstergesidir. Erkek egemenliği, kadınlar, insanlar ve doğa üzerinde ve iktidar sahiplerinin toplum üzerindeki egemenliğini özel olarak sürdürmeleri bu şekilde devam etmektedir.
Kadın ve toplumun yok edilmesinden bahsediyoruz, ancak doğanın yok edilmesini de görmeliyiz. Bilimcilik doğanın yok edilmesinde nasıl bir rol oynuyor?
Toplumun başlangıcında, insanın analitik aklının toplumsal çıkarların dışına çıkmadığı, toplumsal ahlak vardı. Toplumsal ahlak her şeyi belirliyordu. Günümüzde toplumsal ahlak adına hiçbir şey bırakılmadı. Şu anda teknolojik gelişmeler sınırsızdır. Bu sınırları kim belirliyor? İktidar sahipleri. Toplum kendi ihtiyaçları için karar vermiyor. Örneğin, toplumun nükleer silahları herhangi bir ihtiyacı yoktur. Ya da sınırsız üretimle karşılanmıyor. İnsanlar açlıktan ölüyor, hala kendilerini doyuramıyorlar ama milyarlarca dolarlık uzay turizmi yapılıyor. Bu bir ihtiyaç değil. Teknolojik üretimler toplumsal ahlakın dışına çıktığında, tek taraflı yönetildiğinde bir felakete yol açıyor. Şu anda birçok yerde fabrikalar kuruluyor, ama geri dönüşümleri yapılmıyor. Doğamız bu şekilde talan ediliyor. Ormanlar yakılıyor, içme suları tükeniyor. En önemli örnek Efrîn. İhtiyaçları yok ama tüm ağaçları kesiyorlar, ormanları yok ediyorlar. Bu bir felaket. Tüm ağaçlar kendilerine hizmet etmek için kullanılıyor. Tarım bu şekilde değiştiriliyor.
İktidar sahiplerinin istekleri ne olursa olsun, bilimsel ilerlemeler ona göre şekilleniyor. Bu, büyük çaplı ekolojik felaketlere yol açıyor, bir nevi doğaya S.O.S sinyali gönderiyor. Ekolojik bir bilim nasıl geliştirilebilir? Bu konuda daha fazla tartışmalıyız.
Alternatif olarak Jineoloji'yi öneriyorsunuz. Jineoloji, bilimcilik karşısında ne tür bir alternatif sunuyor?
Jineoloji, tüm bilimcilik anlayışlarına meydan okuyor ve teknik ilerlemelere kadınların bakış açısıyla yaklaşıyor. Sadece kadınlarla ilgili konuları ele almıyor. Neden kadın gözüyle? Çünkü kadının gerçekliği, doğaya karşı daha hassas, topluma karşı sorumlu ve toplumun ihtiyaçlarına öncülük eden bir güce sahip. Günümüzde bilimcilik sorunlarına karşı Jineolojik bir yaklaşım sunuyor. Her durumda kendimizi ifade edip özel politikalar geliştireceğiz.
Din konusuna gelelim. Ama tartışmaya başlamadan önce açıklayalım. Din nedir, dincilik nedir?
Genel olarak tanımladığımızda eleştirdiğimiz şeylere karşıyız; bilime, dine, millete, cinsiyete değil. Bilim, toplumun ihtiyaçları için bir gerçekliktir. Din, toplumun inançları ve maneviyatı için bir ihtiyaçtır. Ulus, toplumun kimlik ve statüsüdür. Cinsiyet de toplumsal bir gerçekliktir. İnsanlar, bir toplumu bilimden, ulustan veya dinden yoksun bırakamaz. Bizim sistemin dinciliğine karşı olduğumuzu düşünenler olabilir. Sosyalizmin ortaya çıkışına katkıda bulunan bazı düşünürler de vardır. Örneğin, kendi zamanlarında dinin afyon gibi insanları uyuşturduğunu söylemişlerdir. Anarşist fikirler de olmuştur. Biz bir hareket olarak hiçbir zaman inançları tartışmaya açmıyoruz veya insanların inançlarına göre yaklaşmıyoruz. Sosyalizm, tüm insanların nasıl bir arada yaşayabileceğinin pratiğidir. Bu nedenle din, toplum tarafından oluşturulan ve kutsal görülen bir şeydir. Neolitik dönemde toplum, kadını kutsal görüyordu, Yıldız inancı vardı, kadına göre inançlarını şekillendiriyorlardı. Sonra tek tanrılı dinler ortaya çıktı. Dinler arasında farklı tartışmalar oldu. Kendi içlerinde anlaşamadılar ve bölündüler. Toplum, otoriter sistem ortaya çıkmadan önce tüm bu inançları içinde barındırıyordu. Bir düzen vardı, herkes neye inanırsa inansın saygılıydı.
Günümüzde durum artık böyle değil. Dinler arasında çok şiddetli savaşlar yaşanıyor. Bunu dinciliğin mantığıyla ilişkilendirebilir miyiz?
Her devlet, kendi çıkarları doğrultusunda bir din seçer ve bu dini toplum üzerinde bir araç olarak kullanır. Toplum devlete karşı çıktığında, aynı zamanda dine karşı çıkmış gibi görünür. Bugüne kadar hiçbir devlet dinsiz işlememiş ve bundan sonra da işlemeyecek. Devlet mantığında din ile çatışma yoktur. Birçok Avrupa devleti kendini laik olarak tanımlar. Laiklik nedir? Din ve yönetimin ayrı olduğu bir kavram. Ancak bu bir yalandır. Örneğin, Türkiye laik bir devlet olarak tanımlanıyor. Ancak tüm hükümetler din üzerinden politika yapmıştır. AKP hükümeti, İslamiyet'i nasıl kullandığını gösteriyor. Devlet ve İslamiyet'i birleştiren yaklaşımlar Ortadoğu'da çok yaygındır. Devlet kendini tanrının temsilcisi olarak görür. Mezhepler üzerinden politikalar yapılır. Hangi mezhep hakimse ona göre savaşlar yapılır. Örneğin, Alevilere yapılan katliamlar, İslamiyet'in radikal yorumlarına dayanır. Devlet, İslamiyet'i çeşitli şekillerde yorumlar. İmparatorluk, kendi İslamiyet yorumunu kabul ettirmeye çalışır. Örneğin, El Kaide, El Nusra, DAİŞ gibi örgütler bu yorumların birer örneğidir. Diğer yandan AKP gibi daha yumuşak bir İslamiyet yorumu da var. AKP, İslamiyet'i temsil ettiğini iddia eder çünkü Ortadoğu'da İslamiyet genel olarak kabul görür. İmparatorluk, kendi çıkarları doğrultusunda halkın inançlarını kullanır. Sert ve radikal politikalarla kendini kabul ettiremez. Bunun yerine daha yumuşak bir yaklaşım benimser. AKP, Ortadoğu'da bir rol model olarak gösterilir ve devlet modellerinin yeniden düzenlenmesi için bir örnek teşkil eder.
Dinlerin kökenine bakalım, tüm dinler ve inançlar basit şeyler öğretiyor ve uyarıyor. Hepsi aynı temelde ve ahlaki değerler üzerine kurulu. Ancak günümüzde siz de AKP faşizminin yeşil İslam’ından bahsettiniz. Kendi terzilerini yaratmaya başladılar. Giyimden yemeğe, komşuluk ilişkilerine kadar her şeyde bir değişiklik var.
Zaten dincilik tam da bu. İktidar sahiplerinin çıkarlarına göre dini şekillendiriyorlar. Örneğin, AKP İslam'ı nasıl kullanıyor? Kendi mantığına göre tarikatları yükseltiyor, Sünni mantığıyla kendi kurum ve organizasyonlarını toplum içinde tarikatlar, vakıflar, dernekler, okullar adı altında oluşturuyor. Bazı cemaatlere öncelik veriyor. Şimdi dışarıdan bakıldığında kendini bu cemaatlerden ayrı gösteriyor ama FETÖ, Menzil gibi cemaatlerle ilgileniyor. Yaşam tarzlarını ve kadın modellerini yaratıyorlar. Açık başlı ya da kapalı başlı olmaları önemli değil ama bu, AKP'nin yarattığı model. Ortadoğu'da birçok kadın başını örtüyor ama AKP kendi modelini yaratıyor. AKP'nin istediği kadın, bu modele göre başını örtmeli, ev kadını olmalı, Allah’a nasıl ibadet ediyorsa eşine de öyle ibadet etmeli. Ayrıca birkaç çocuk doğurmalı ve bu, kadınlara dayatılan bir modeldir. AKP'nin olumlu ve iyi kadın modeli bu. Dinciliğe karşı çıkanlar tabii ki var. Örneğin, Rojhilat (Doğu Kurdistan) ve İran'daki Jin Jiyan Azadî isyanı buna verilebilecek en iyi örnektir. Ahlak polisleri İslami kuralları uygulamaya çalışırken Jina Emînî öldürüldü. Toplum da dinin ağır bir bedeli olabileceğini gördü. Toplum bu gerçeği, dini ve dinciliği birbirinden ayırıyor. Kadın, dinin gözünde bir cinsel objedir. Erkeği memnun etmek için çalışıp didinmelidir. Kadın direniş gösterdiğinde, onlar için birçok söz söylenir. Örneğin, "Cennet annelerin ayakları altındadır, kadın sizin toprağınızdır; istediğiniz gibi kullanın. Kadın çırılçıplaksa, bir saç teli bile görünse bu günah sayılır." Kadınların korkularını ve endişelerini bu şekilde kullanıyorlar. Bu dinci kurumlarda, her türlü sömürü, cinsiyetçi ve rüşvet ilişkilerini görüyoruz. Örneğin, tarikatların kurulduğu yerlerde çocuklara tecavüz ve istismar olduğu ortaya çıktı. Küçük yaşta kız çocuklarının evlendirilmesi, gençlerin taciz ve tecavüzü var. Birçok çocuk intihar etti. Üzerlerine gidilmedi ve olayların üzerleri örtüldü. Doğu'da zorla evlilik politikası var. Bunu kim yapıyor? Mollalar, onların erkekleri yapıyor. Birçok yerde fetva veriyorlar, ama bu fetvalar dinin değil, iktidar sahiplerinindir. Türkiye'den bir molla, "Eğer bir kadın açık giyinirse, ona yapılan tecavüz suç sayılmaz" veya "Eğer bir kadın kocasının sözünden çıkarsa, ona şiddet uygulamak caizdir" gibi ifadeler kullanmış. Türkiye'deki seçim süreçleri sırasında aile kanunları tartışmaya açılmış, ki bu kanunlar kadınların kazanılmış hakları olarak görülüyordu. Ancak bazı kesimler bu hakları dini inançlar dışında görüyor ve günah olarak nitelendiriyor. Bu yaklaşımı Refah Partisi, Hizbullah ve AKP gibi partiler benimsemiş. Ulusalcı partiler de zaten dincilikle bağlantılı halde.
Toplumsal yasaları değil şeriat yasalarını kabul ediyorlar ancak şeriatın da gerçek İslam ile alakası yok.
İslamiyet'in başlangıcı Medine Sözleşmesi ile olmuştur. Medine Sözleşmesi, toplumsal bir anlaşmadır. Burada tartışılan, farklı inançlar, mezhepler ve toplulukların bir arada nasıl yaşayacağıdır. Camiler, halk meclisi gibidir. Kadınlar ve erkekler gider, toplumsal sorunları tartışırlar. Ancak İslamiyet'in yönetim tarafından ele geçirilmesiyle her şey tersine dönmüştür. Şimdi İslamiyet, herkesle savaş halindeymiş gibi gösteriliyor. Filistin durumu bunun bir örneğidir. Bu sorun, dini değil, yönetimsel bir sorundur. Mezhep savaşları da aynı şekilde yönetimsel sorunlardır. Ermeni, Süryani gibi topluluklara karşı tutumlar da bu yönetimsel anlayışın bir parçasıdır. Yönetimsel mantık tek renk, tek tip, tek din üzerinedir. Bu din, yönetim altındaki İslamiyet'tir. Türkiye'de bu Sünni İslam, İran'da ise Şii İslam olarak kendini gösterir. Yani toplumun birbiriyle savaş halinde, birbirine zarar veren, kadın ve erkeklerin birbirlerine düşman olduğu bir ortam için çabalıyorlar.