'Yaşananlar; kışkırtılmış erkekliğin iplerinden boşandırılması'

Artan saldırılar karşısında 29 Temmuz’da eyleme gidecek kadınlar ‘Kıyafetime Karışma!’ diyecek. Öncesinde kadınlara bu saldırıların sebebini sorduk, ortak kanı, iktidarın bu olayları cesaretlendirdiği yönünde...

Medyada ve özellikle de sosyal medyada bir süredir, giydikleri şort ya da etek yüzünden toplu taşıma araçlarında veya sokakta saldırıya uğrayan kadınların haberlerini okuyor, izliyoruz. Öte yandan bu olaylar iktidar tarafından ‘münferit’ olarak tanımlanırken; gün geçtikçe bu tarz saldırıların daha cezasız kaldığı ya da gelen tepkiler üzerine bazı cüzi uygulamalar yapıldığı ise gün gibi ortada.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen kadınlar, 29 Temmuz Cumartesi akşamı saat 19.00’da Kadıköy Süreyya Operası önünde buluşarak ‘Kıyafetime karışma’ yürüyüşü gerçekleştirecek. Yürüyüş öncesi İstanbul Feminist Kolektif’ten Avukat Diren Cevahir Şen, Filmmor’dan Melek Özman ile Evrensel Gazetesi yazarı Sevda Karaca artan saldırıları ve bunun nedenlerini ANF’ye anlattı.

BUNLAR SADECE BİLDİKLERİMİZ

Avukat Diren Cevahir Şen, kadınlara yönelik bu tür saldırıların son zamanlarda arttığı kanısında. Öte yandan bunun sadece OHAL döneminde değil, son birkaç yıldır sistematik bir şekilde yaşandığını düşünüyor. Şen’e göre devletin, yaşanan bu saldırılara çanak tutan ve bunu cesaretlendiren açıklamaları var: “Bu açıklamalar kimliğimize ve bedenimize de yönelik açıklamalar aynı zamanda. Aslında ta ‘Hamile kadın sokağa çıkmamalı’ lafından ‘Mini etek giyersen tecavüzcüye de cesaret verirsin ve hatta bunu hak edersin’ imasına dayanan bir süreç bu yaşadıklarımız.”

Diren Cevahir Şen, son olarak İstanbul’da dolmuşta bir kadına yapılan saldırının yine geçen yıl da Ayşegül Terzi’ye yönelik yaşandığını hatırlatıyor. Şen’in bu konuda altını çizdiği bir şey de bunların sadece basına yansıdığı kadarıyla bildiğimiz olaylar olduğu: “Belki bilmediğimiz birçok benzer vaka yaşanıyor. Bu dönem kadınlar kendi imkanları ve sosyal medyanın da desteğiyle bunu teşhir ediyor. Bu saldırılar, cesaretlendirici açıklamalar ve uygulamalar devam ettiği sürece şüphesiz ki artacak.”

CEZASIZ KALACAKLARINI BİLİYORLAR

“Toplumdaki erkeklerin şiddete eğilimi olduğu su götürmez bir gerçek” diyen Şen, saldırganların cesaret aldıkları yerin devlet organları olduğunu yineleyerek faillerin ifadelerine dikkat çekiyor: “Bu saldırıların failleri kendilerine mikrofon uzatıldığında ve ‘neden yaptınız?’ diye sorulduğunda ‘Bu giysi beni tahrik etti. Ahlakımıza, örf ve adetlerimize uygun değildi. Zaten devlet büyüklerimiz de bu tarz kıyafetlere karşı çıkıyor’ gibi hiçbir pişmanlık göstermeyen cevaplar veriyor. Çünkü cezasız kalacağını biliyor. Kadın düşmanı bir iktidar var, bunlar sitemli ve tasarlanarak yapılan eylemler. Rastgele ve öylesine uygulanan politikalar değil.”

Diren Cevahir Şen, son olarak Melisa Sağlam’a yönelik saldırıda bulunan tutuklu Ercan Kızılateş hakkında istenen 11 yıla kadar hapis cezasının onanırsa, emsal bir nitelikte olacağını vurgulayarak “Erkekler en azından ayaklarını denk alabilirler diye düşünüyorum” diyor.

KENDİLİĞİNDEN BİR DİRENİŞ VAR

Melek Özman öncelikle yakın çevresinden de buna benzer bir sürü olay duyduğunu, kısa etek giyenlere ‘cehennemde yanacaksınız’ diyenlerden saldıranlara birçok olay olduğunu ifade ediyor. Özman’a göre böyle düşünenler hep vardı; ama bu cezasızlık ve meşrulaştırma artıkça bu saldırılar da aynı oranda ilerledi. Özman da bu artışta ve saldırganları cesaretlendirmede iktidarın büyük payı olduğunu düşünüyor.

Ama Melek Özman bir yandan da kadınların (bununla ilgili bir araştırma ya da veri olmadığını da belirterek) muhafazakârlığa karşı, gündelik yaşamları içerisinde bir eylemlilik gösterdikleri kanısında: “Kadınlar bu dönemde şortlarını da kısalttılar eteklerini de. Burada kendiliğinden bir direniş görüyorum ben. Kaldı ki bunlar örgütlü kesim ya da inadına ‘şort giyeriz’ diyen kadınlar da değil. Bu ikili süreci de görmek lazım.”

KİŞİSEL OLARAK SAKINIYORUZ

Özman, kişisel hayatında yaşananların kendisinde bıraktığı etkiyi ise şöyle anlatıyor: “Ben de biraz daha kapalı çıkıyorum sokağa ya da ne giyeceğime dikkat ediyorum. Ki böylesi bir dönemde hiç yapmamamız gerekiyor ama bunun böyle bir sonucu da var. Misal çok yakın zamanda Taksim’de camiye giren bir adam, bir kadına giyiminden dolayı laf söyleyip üzerine tükürmüş. Dolayısıyla böyle saldırılarla karşı karşıya gelmemek için sakındığımı söyleyebilirim. Bu anlamda iki tür tepkiden bahsedilebilir biri benim gibi siyasal alanda bu meselelerle uğraşıp gündelik hayatında bundan sakınan, bir diğeri ise demin bahsettiğim ve bu olanlara inat daha kısa şort ile etek giyen kadınlar.”

YAN YANA GELİRSEK BU DURUM DEĞİŞİR

Sokağa çıkmanın her zaman önemli olduğunu vurgulayan Özman, bu eylemliliğin ve dayanışmanın gündelik hayattaki her alanda örgütlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor: “Kamusal alanda kadınların daha çok var olamaması, gece geç saatlerde şiddete uğrama riskini daha da azaltıyor. Biz o sokaklarda da apartmanlarda da birbirimizi yalnız bırakmamalıyız. Nasıl kadına karşı şiddet için de bunu söyleyebiliyorsak bu tarz saldırılara karşı da aynısını geliştirebiliriz. Bu tür eylemler buna vesile olacaktır. Daha çok yan yana gelebilirsek o zaman bu durum değişir.”

KENDİ İSTEDİKLERİ GİBİ OLMAYI DAYATIYORLAR

Sevda Karaca, bu yaşananları; kışkırtılmış erkekliğin iplerinden boşandırılması olarak tanımlıyor. Bu kışkırtılmış erkekliğin yaşamın her alanında kadınlara ‘kendi istediği gibi olmayı dayatma ve bu yönde muamele etme hakkını’ kendinde gördüğünü ekleyerek şunları söylüyor: “İstanbul’da bir adam şort giyen bir kadına ‘Sen şeytansın, açık giyinenler ölmeli’ diyerek otobüste tekme atıyor, ifadesinde ‘Her şey İslam hukukuna uygun oldu’ buyuruyor. Hatta ‘Olay sırasında benim milli ve manevi duygularım üst düzeydeydi. Ülkemizde bazı manevi değerler her gün aşındırılıyor. İslam hukukunda seksi giyinen bayana kırbaç vurulur. Devletimizden İslam’ı resmî din olarak benimsemesini istiyoruz’ diyebiliyor.

İzmir’de işten eve dönen bir kadına tacizde bulunanlar, kadın tepki gösterince ‘Bize kimse hayır diyemez’ diyerek feci şekilde darp ediyorlar. Saldırganlar gazetelerde ‘Dekolteden tahrik olan erkekler’ cümlesiyle aklanıyor. Etraf, yaşanan saldırıyı ‘karı-koca kavgası’ sandığı için görmezden geliyor. Adamlar hâlâ sokakta...”

MUHAFAZAKÂRLIĞIN ETKİSİ DE BÜYÜK

Karaca da erkek şiddetinin iç içe geçtiği bir siyasal zemin olduğu görüşünde. Öte yandan, bu yaşananlarda politik içeriğin yanı sıra dine dayalı baskıcı muhafazakârlığın etkisinin de büyük olduğu kanısında: “Bu şiddet, muhafazakâr toplum projesi için kadınları hizaya çekmek isteyen iktidarın tüm devlet aygıtlarını kullanarak meşrulaştırdığı, kışkırttığı bir şiddet. Erzurum Adliyesinin şiddet gören kadının tayt giymesi nedeniyle faile utanmadan ‘Tayt indirimi’ verebilmesinde de bu var. Muhterem Göçmen’in katilinin kendini ‘Başını örtmediği için öldürdüm’ diye savunup, iyi hal indirimi alabilmesinde de. Öte yandan saldırılar karşısında ‘mırıldanabilirsin’ diye daha da beterine kapı aralayanların, ‘Kadın-erkek fıtratları gereği eşit değildir’ diye buyuranların, ‘Anayasa’dan laiklik ilkesi çıkarılmalı’ diyenlerin de rahatlığı var saldırganların üstünde...”

KENDİLERİNİ AKLAMAYA ÇALIŞIYORLAR

Karaca, bu sistematik şiddettin ‘münferit vaka’ olarak tanımlanmaya çalışıldığını da ifade ediyor ve Yeni Şafak Yazarı Özlem Albayrak’ın kadınların kıyafetleri, görünümleri üzerinden saldırıya uğramasının 28 Şubat dönemiyle kıyaslayışını anlatıyor. Karaca’nın aktardığına göre Albayrak’a için bügünkü olaylar, başörtülü kadınların yaşadığı şiddetin yanından bile geçemeyecek durumda. O dönemde devlet zoru varken, bugün yaşananlar ise kendini bilmez meczupların işi. Sevda Karaca bu söylemle mevcut iktidarın kendisini aklamaya çalıştığını düşünüyor.

İKTİDAR TÜM KADINLARI HEDEFE KOYUYOR

Karaca, AKP hükümetinin tüm kadınları aynı şekilde hedef tahtasına koyduğunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Biz kadınlar çok iyi biliyoruz ki böylesi bir iklim, ister başı kapalı olsun ister açık, ister şort giysin ister türban taksın; ister üniversite mezunu olsun, ister ilkokul, ister Türkiyeli olsun ister Suriyeli, ister AKP’li olsun ister muhalif, hepimizi birden hedef tahtasına koyuyor, kim ve ne olduğumuza bakmadan hepimizin hayatını zindana çeviriyor. Bunu daha çok göstermek, bu yaşananların hepimizi bir cendereye soktuğunu anlatmak, paylaşmak, ortaya çıkarmak kadın hareketinin boynunun borcu.

Erdoğan’a tek adam olma gücü siyaseten sağlanmışken ‘Hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var’ dedirten şey kadınların var olma mücadelesinin, yaşamdan vazgeçmeyişinin ve bilinçli ya da bilinçsiz saldırıları geriletme çabasının halen sosyal ve kültürel alanın en önemli dinamiklerinden biri olmasında gizli.”