İZLENİM

Halepçe’nin ardından...

Yaşanmışlıklardan mı bilinmez ama Halapçe şehrine girişte kişiyi, dikkat çekici bir sessizlik karşılar. Güney Kürdistan’daki diğer kentler daha ‘canlı’ ve seslidir. Hatta gürültülüdür...

Yaşanmışlıklardan mı bilinmez ama Halapçe şehrine girişte kişiyi, dikkat çekici bir sessizlik karşılar. Güney Kürdistan’daki diğer kentler daha ‘canlı’ ve seslidir. Hatta gürültülüdür... Fakat Halepçe şehir merkezi ve sokakları esrarengiz bir sessizlikle karşılıyor gelen herkesi... Sadece sessizliği değil, temizliği de tüm diğer Güney Kürdistan şehirleriyle kıyasladığımızda da örnektir.

Kuzeybatısına düşen Süleymaniye’den gelirken yaklaşık 90 km’lik yolun tümünü neredeyse düz bir ovadan geçiriyorsunuz... Halepçe’nin batısına ve güneybatısına ise Darbandixan gülü düşüyor... Doğu’da İran 15 km, Güneybatı tarafında ise Bağdat yaklaşık 240 km uzaklıkta... 

Halepçe sırtını Doğu ve Güneydoğu’da Hawraman dağ silsilesine yaslanıyor... Sarp, kuru ve yüksektir bu dağlar… 16 Mart 1988’de karla kaplamıydı bilmiyorum ama 28. yıldönümünde karla kaplıdır zirveleri. Ve Halepçe’de üzerinde esip geçen baharın serin yelleri gelir bu dağları okşar durur... Kah serin kah soğuk yellerdir Halepçelileri şimdi aradan geçen zaman içerisinde hep okşayıp duran... Çünkü diğer tüm teselli girişimleri, göstermelik davranışların ve anmaların güncel bir ‘okşamanın’ ötesine geçmediğini söylüyor, Halepçeliler... Tıpkı 16 Mart 2016 günü gerçekleşen 28. yıldönümü anmalarında olduğu gibi… Peki nedir Halepçe’den arda kalan?

Saddam Hüseyin’in Baas Rejimi 1987-1988 yıllarında Güney Kürdistan’da ‘El-Enfal Harekatı’ adlı bir soykırım operasyonu yürüttü. Kürtlerin yürütmüş olduğu özgürlük mücadelesini bastırma amacı ile 200 bine yakın insan katledildi. Bu soykırım harekâtının son halkalarından birisi olarak Halepçe ve çevre köylerine kimyasal atılarak en az 5000 insanı katledildi. 7000’den fazla insan ise yaralandı. 

Halepçe katliam kurbanlarını sembolü haline dönüşen; evin kapısının önünde ölmüş yaşlı adam ile kucağındaki bebeğin ‘canlı’ fotoğrafını çeken gazeteci Ramazan Öztürk, o günü şöyle anlatmış: “Cesetlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı insanlara aitti. (...) Şehrin dışındaki boş tarlalarda ise, toplu halde ölmüş yüzlerce insan vardı. Uzaktan bakıldığında, sanki tarlalarda ot yerine insan bedenleri biçilmişti. Bu açık hava mezarlığında, yine kadın ve çocuklar çoğunluktaydı. Hepsi birbirlerine sokulmuş, korkunç ölüme teslim olmuşlardı. (…) bomba isabeti almış birkaç binanın dışında her şey yerli yerindeydi, ama bütün canlılar ölmüştü.”

Halepçe yeni yeni uyanıyor yaşamış olduğu kabustan... Şehirde sessizliğin yanı sıra yeni inşaatlar ve koşuşan çocuklar dikkat çekiyor. “Bu iyi” diyorum kendi kendime. Kalmaya ve burada yaşamaya karar kılmışlar... Bunca yaşanan acıya rağmen bırakmamaları topraklarına olan bağlılığını gösteriyor.

Halepçe güzel bir şehir. Yolları da düzgün... Çukur yok denecek kadar az... Sokaklar, şehir ve yol kenarları temizdir. Güney Kürdistan ve Irak’ın tüm diğer kentlerine örnek olacak bir temizliktir bu... Çöp atmıyor Helepçeliler yerlere... Şehirde dolaşırken dikkatimi çekti; bir genç kadın yürürken, ayağı yerdeki çöpe takıldı, döndü, yerdeki çöpü aldı ve yakınındaki çöp kutusuna bıraktı... “İlginç” dedim, beraber dolaştığımız Ferhat Doski arkadaşa... O da, “Halepçeliler temizliğe çok önem veriyorlar. Bir kültür olarak herkes çevresini temiz tutmayı içselleştirmiş burada. Kimyasallar ile kurutmaya ve kirletmeye çalıştıkları bu güzel şehrin ruhunu koruyorlar adeta. Topraklarını temiz tutmaları yurtseverliklerinin de aynasıdır adeta” diyor.

Halepçe iki yıl önce il statüsüne kavuşmuş. “Şimdi 105 bin insan yaşıyor burada” diyor Zakaria Mohamed. Kendisi Halepçe’de siyasi çekişmelerden ötürü ‘işlemeyen’ valinin yardımcısıdır. Zakaria Mohamed Halepçe’nin nüfusuna ilişkin şu bilgileri paylaşıyor; “1500 Arap yaşıyor, diğerleri Kürttür. Kürtlerin ise yüzde 60 Hewrami (Gorani) konuşuyor. Yine nüfusun yüzde 60 gençtir. Gençlerin bir kısmı yurt dışına ve diğer şehirlere göç ediyor ama kalmalarının gerekçeleri daha fazla olduğunu düşünüyorum.”

İran sınırına yakın olduğunda “kaçakçılık” önemli bir geçim kaynağı... Tarımcılık ve küçük esnaflık ise diğer önemli gelir kaynaklarıdır... Halepçe sınırlarını aşan bir ününü ise narlarıdır. Halepçe narları kış mevsiminde Güney Kürdistan’ın her pazarında satılır. Irak’ın diğer kent pazarlarında da satıldığı söyleniyor.

Halepçe’nin her yerinde görülen katliam anıtı kentin merkezindedir. Dışardan gelen herkesin uğradığı bir yer burası... Burada yapılmış olan bir müzede değişik sergiler bulunuyor. Katliam sonrası uluslararası gazetelerin yayınladığı haber kupürlerinin yanı sıra değişik sembolik eşyalardan bir sergi oluşturulmuş bir bölümünde. Bu bölümde ilginç üç şey dikkatimi çekti. Birinci, katliamın baş sorumlu olarak bilinen “Kimyasal Ali” lakaplı kişinin ‘insanlığa karşı suç işlemek ve soykırım suçundan’ 2007’de aldığı idam kararının imzalanmasında kullanılmış olan kalemdir. İkincisi ise Ocak 2010’da“Kimyasal Ali’nin” idamının gerçekleştirilmesinde kullanılan ‘idam ipidir’. Üçüncüsü ise, katliamı gerçekleştirmesine onay veren Saddam Hüseyin’le bağlantılı bir ‘terlik’. 2003’te ABD’nin Irak işgali sırasında Bağdat’ta, Saddam heykelinin suratına vurulan “terlik” getirilip, sergilenmiş... Sergilenen bu terlik, o terlik midir bilinmez ama yüzleşme bu olmamalıdır diye düşünüyorum. Daha farklı bir sonuç çıkarıla bilinirdi. Yani “katliamı yapanlar cezalandırıldı, cezalarının sembolik eşyalarını da sergiledik ve bitti” diyemeyiz elbette. Gelecekte, benzer bir şey yaşanmaması için Arap ve Kürt kuşakların bu gibi katliamlara izin vermemelerini sağlayacak bir yüzleşme sağlanmalıdır. Olup bitenleri iyi bilen ve fakat buna takılmadan da geleceği halklar arası barış ve kardeşliğin sembolüne dönüştürebilecek bir şeyler olsa da sonuç alıcı olabilir...

Müzenin başka bir yerinde ise katliam öncesi Halepçelilerin yaşamını gösteren bir sergi var. Kadınlı, erkekli, yaşlı ve genç insanların bir arada yaşadıkları, katıldıkları kutlamaları, kültürel etkinlikleri ve sportif faaliyetlerini gösteriyor. Bugün açısına bu görüntüler mazide kalmış... Şimdilerde ise daha kapalı bir topluluk yaşıyor şehirde ve Güney Kürdistan’da... “Neden?” diye soruyorum. Müzeyi bize tanıtan Halepçeli genç kadına anlatıyor: “60’lı yıllarda Halepçe’de Komünist Parti etkindi. Bu dünyada olup bitenler ile bir etkileşimi sağlıyordu. Kültür ve sanat etkinlikleri, edebiyat çalışmaları, spor aktiviteleri toplumun tümünü kapsıyordu. Halepçe’de o zamanlar açık bir toplum yaşıyormuş. Katliamdan sonra kendi kaderine terk edilince ve hakim olan diğer siyasi unsurlar kapalı bir toplumu yaratmış.”

Şehir merkezinde yer alan mezarlığın girişinde “Baas Rejim yanlıları giremez” yazılı bir tabela asılmış. Tüm kurbanlar burada toprağa verilmiş... Tek tek olanların yanı sıra 1400, 440 ve 24 kişiden oluşan üç toplu mezar bulunuyor. 

Katliamdan sonra derin bir acı ve yas çökmüş Halepçe’nin üzerine... Halepçeliler uluslararası yardım kuruluşlarının ‘göstermelik’ ilgilerine maruz kalmışlar... Yaşanan katliam için Saddam’a kimyasal silah sağlamış olan Almanya ve Hollanda gibi devletler konuyu örtbas etmek için bol keseden para dökmüş olsalar da, yaşanan soykırımcı katliama olan ortaklıklarını üstlenmekten uzak durmayı bugüne kadar ‘tercih’ etmişler... 

Güney Kürdistan’daki Kürt etkin siyasi partiler (PDK ve YNK) ise iç çekişme ve çatışmalarından kaynaklı, katliamdan sonra Halepçe’yi kendi kaderine terk etmişler. Nasıl ki, kimyasallar Halepçe’nin fiziki yapısını değiştirmişse, bölgede 90’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında hâkimiyetini geliştiren radikal İslamcı gruplar ise toplumsal dokuyu ve kültürü değiştirmişler... Müzede asılı siyah beyaz fotoğraflardaki o rengarenk yaşam katliamdan sonra siyah ve beyaza büründürülmüş olsa da, Halepçe’de gördüklerimiz, o rengarenk yaşamın tüm acı ve kayıplara rağmen yeniden yaşanabileceğini gösteriyor bize... Bu umut verici… Sadece Halepçe için değil, Güney Kürdistan için de bir umuttur eğer dikkatle izlene bilinirse...

Ayrılacağımız zaman kentten tanıştığımız herkes bizi misafir etmek için bir yarış içine girdi adeta... “Kalın”, “misafirimiz olun” ve “bir dahaki sefere geldiğinizde mutlaka misafir olacak zamanı hesaplayın” diyor Zekaria Mohamed. Bu misafirperverliğin kaynağını biraz daha anlamak için sorduğumuzda öğrendik ki, Halepçe’nin son yıllarda yapılan tek bir hoteli var. Eskide kente gelen herkesi Halepçeliler misafir ediyorlarmış... Hotel sormak ayıplanırmış… Şimdilerde de öyle… “Çünkü şehrimize gelen herkes için her evimiz bir konukevidir” diyor Zekaria... El sallıyor ve ayrılıyoruz Halepçe’den...

...