GÖRÜNTÜLÜ

‘İşgale karşı topyekün direnişle Kuzey Suriye statü kazanacak’

Türk devletinin Irak, Güney Kürdistan ve Kuzey Suriye’ye bir işgal ve fetih hareketi başlattığını ifade eden Huseyin, Irak halklarının, Kürtlerin ve Kuzey Suriye halklarının bu işgal hareketine karşı direneceğini belirtti.

 

Kuzey Suriye’de yaşayan bütün halkların, yine Güney Kürdistan ve Irak’ta yaşayan halkların Türkiye’nin işgal ve fetih stratejisine karşı topyekün direnmesi gerektiğini belirten TEV-DEM Koordinasyonu üyesi Hanife Huseyin, “Türkiye’nin bu planının boşa çıkarılması için silahlı, siyasi, kültürel, diplomatik her alanda bu direnişin geliştirilmesi gerekiyor. Direnişle bölgemizde huzurlu yaşayabiliriz. Yine direnişle Rojava’nın, Kuzey Suriye’nin ve Güney Kürdistan’ın statüsünün belirlenmesinde söz sahibi olabiliriz. Eğer bu tarihsel direnişi sergilemezsek Türk devleti hedefine ulaşır. Bu da bölgenin istikrarı için çok büyük tehlikedir” dedi.

TEV-DEM Koordinasyonu üyesi Hanife Huseyin, ANF’nin sorularını yanıtladı…

Uzun bir dönemdir gündemde olan Musul operasyonu başladı. Türkiye tüm çabalarına rağmen bu operasyonda yer alamadı. Siz bu operasyonunun önemini ve Türkiye’nin yer alamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Musul operasyonu gerçekten stratejik bir öneme sahip. Uluslararası ve bölgesel güçler bölgedeki iktidarını yaşatmak için özellikle 3 önemli alanı kontrol altına almak istiyor. Bu alanlardan biri Halep, ikincisi Musul ve üçüncüsü Rakka. Bu alanlarda her ne kadar DAİŞ’a karşı mücadele adı altında bir mücadele yürütülse de amaçlarının sadece DAİŞ’i temizlemek olmadığı kesin. Bu da bir amaç olabilir ama özellikle DAİŞ’i Musul’dan temizledikten sonra nasıl bir sistem kurulacağı ve kimin Musul’u yöneteceği, Irak’ta nasıl bir yönetim olacağı hem uluslararası hem de bölgesel güçler açısından önemli.

Uluslararası güçler uzun bir zamandır BOP adı altında Ortadoğu’da yeni bir dizayn kurmak yani genelde dünya ve özelde Ortadoğu açısından yeni bir dizayn oluşturmak için bir sistem geliştirme çabasındalar. Bu çaba doğrultusunda 2003’te Irak’taki müdahaleden sonra Irak’ta halen sistem ve istikrar oluşmuş değil. Her ne kadar parlamento, merkezi sistem, şekilsel olarak bir bölgesel yönetim, otonomi oluşturulmuş olsa da Irak’ta bir sistem oluşmadı. Merkezi hükümet Irak genelinde bir kontrol oluşturmuş durumda değil. Zaten DAİŞ çetelerinin saldırıları ardından Irak’ın önemli bir kısmı DAİŞ’in kontrolü altına girdi. Bu nedenle, hem bölgeyi yeniden dizayn etmek hem de Irak’ta çözüm inşa etmek ve Irak toprakları üzerinde hakimiyet kurmak için Musul operasyonu büyük bir önem teşkil ediyor.

Uluslararası koalisyon da operasyona katıldı. Rusya katılmadı. İran’da bir şekilde katıldı. Türkiye’de katılmak istedi ama tıpkı İran gibi ama tecrit edildi. Neden reddedildi? Türkiye uzun bir süredir bu operasyona katılma hazırlığını da yapıyordu. AKP hükümeti özellikle Ortadoğu’da devrim rüzgarları, halkların baharı esmeye başladıktan sonra Suriye’deki gelişmelerin de ardından mezhepçilik geliştirmeye başladı. Türkiye Mısır’a müdahale etti. İhvanı Müslim’i hem Mısır’da hem Suriye’de öne çıkararak Sünni Araplar üzerinden mezhep politikası yürütmeye başladı. Sonrasında görüldü ki; Türkiye bir NATO ülkesi olarak hareket etmiyor. Daha çok bağımsız olarak Sünni mezhep politikası ile bölgede kendi hegemonyasını oluşturmak istiyor. Bu amaçla Sünni güçlerle ve kalıntılarıyla ittifak yaparak askeri güç oluşturdu ve operasyona böyle dahil olmak istedi. Ama uluslararası koalisyon bunu fark etti ve katılmasını engelledi. Tabi uluslararası güçler bunu tamamen demokratik bir zihniyet çerçevesinde mi yaptı, yoksa kendi çıkarlarına uygun mu hareket etti, ya da Türkiye’ye ders mi vermek istedi? Tüm bunlar tartışma konusu.

Suriye’deki devrim sürecinin başlangıcında Türkiye muhalefet adı altında Sünni mezhepçilik çerçevesinde kimi grupları topladı, askeri ve siyasi eğitim verdi son olarak DAİŞ’i de kucakladı, DAİŞ ile ittifak yaparak amaçlarını gerçekleştirmek istediği herkesçe görüldü. Türkiye Barzani ile olan ittifakı sonucu peşmergelere eğitim verileceği bahanesi ile Irak’ın içine Başika’ya girdi, karargah kurdu. Sonrasında burada eğittiği güçle “Heşdi Vatani” ile peşmergeleri kullanarak operasyona katılmak istedi. Şimdi çok fazla iddia var, peşmergelerin arasında Türk subayları olduğu söyleniyor, Türkiye’nin kendi silahlarıyla operasyona katılmak istedi. Ama başaramadı. Irak’ta Türk güçlerinin varlığının hiç bir meşruiyeti yoktur. Türkiye neden Suriye’de neden Irak’ta? Bu sorulması gereken bir soru. Türkiye PKK karşıtlığı üzerinden Barzani’nin talebiyle Irak topraklarına girdi, Şengal’e Kerkük’e girdi. DAİŞ bahane edildi. AKP’nin amacı farklıdır. Türkiye’nin Cerablus’a girişi de bununla bağlantılıdır. AKP kendine bir strateji belirlemiştir. Bunların altında yatan asıl strateji Kürt karşıtlığıdır. Özellikle özgürlükçü demokratik Kürt güçlerinin, Ortadoğu’da ve 4 parça Kürdistan’da proje sahibi varlığına karşı bir hamledir, bu kesim hedef alınmıştır. Buralardaki onların ifadesi ile “PKK ve Kürt varlığına karşı” bir çaba içerisindeler.

Bir fetih projesidir. Erdoğan bir Osmanlı sultanı rüyası içerindedir. Osmanlı’nın hakimiyet kurduğu toprakları alarak bu yeniden dizayn projesinde yer almak istiyor. Uluslararası ve bölgesel güçler bu amacın farkında. Özellikle Irak’ın Türk devletine ve Irak halkına karşı duruşu onurlu bir duruştur. Türkiye’nin Irak’taki varlığı işgalcilik olarak tanımlandı. Suriye’de de işgalci pozisyonundadır. Türkiye “PKK ile mücadele” adı altında Irak’ta işgale kalkışmak istiyor. Türkiye aslında Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı savaş ilanı yapmıştır. Kuzey’de de Medya Savunma Alanları’nda bunu yapmaktadır.

Musul operasyonunun başlamasının hemen ardından Kerkük’e DAİŞ saldırıları gelişti. Sağ yakalanan bazı çete üyeleri Türk devleti tarafından Kerkük’e helikopterlerle indirildiğini itiraf ettiler. Kerkük saldırıları da bu işgal ve fetih planının bir parçası mıdır?

Şüphesiz Kerkük ve Musul bölgesi petrol ve enerji alanlarıdır. Türkiye zaten Misak-ı Milli çerçevesinde Musul ve Kerkük’ü kendi toprakları olarak görüyor. Bu bölgedeki Türkmenlerin varlığını da bahane ederek buraları alacaklarını açıkça söyledi. Bölge halkları da Türkiye’nin DAİŞ kılıfı ile Kerkük’teki saldırılarında nasıl rol oynadığını, Türk özel kuvvetlerinin, MİT’in de bu saldırılardaki rolünü gördü. Türkiye Musul operasyonunda yer alamadığı için Kerkük’teki saldırılarla sürece dahil olmak ve Kerkük’ü işgal etmek istedi.

Ama bu amacı da HPG gerillaları, YNK peşmergeleri ve bölge halkı tarafından boşa çıkarıldı, savunma hattına çarptı. Tüm dünya buna karşı gözünü kapatsa ve ses çıkarmasa da Erdoğan kendi ağzıyla Kerkük’teki işgal planlarını itiraf etti. Saldırılar esnasında yakalanan çeteler de kendilerini Türklerin getirdiklerini belirtti. Amaç ne? Amaç Kerkük üzerinde hâkimiyet kurmaktı. Yıllardır Kerkük’ün statüsü tartışılıyor, Kerkük Başur Kürdistan kenti olarak görülmüyor, Türkmenler bahanesi ile büyük paralar karşılığında araziler satın alınıyor, Araplar da kullanılıyor. Türkler buradaki işgal konusunda gözünü karartmış durumda. Kerkük saldırıları kesinlikle Türkiye tarafından organize edildi.

Türk devletinin iki haftalık süreçte Efrîn ve Şehba bölgesinde açıktan uçakları, tankları ve toplarıyla bir saldırısı ve sivil katliamları gelişiyor. Daha öncede “Fırat Kalkanı Operasyonu” adı altında Cerablus’u işgal eden Türkiye neden bu bölgeye saldırıyor, amacı nedir?

Türkiye’nin ilk baştaki amacı Cerablus’tan Ezaz’a kadar olan 90 km’lik alanı, QSD denetimde olan Minbic’in arkasında kalan genişlikteki alanı kontrol altına almaktı. Özellikle Minbic hamlesi öncesinde de hedef buydu. Sonrasında Minbic’i, Bab’ı, Dabık’ı, Halep’i, İdlib’i almak ve Rakka’ya yönelmekti. Kendi medya organlarında Rakka’ya girmek istediklerini belirttiler. Fakat görüşmelerde Rusya ile Bab konusunda, Minbic için de uluslararası güçlerle de anlaşamadıkları görülüyor. Öte yanda Efrîn’de bir statü ve bir kanton yönetimi var. Şehba halkı da bir kanton ilan etmiş durumda. Şehba halkı, yerel güçler, Şehbalı devrimci güçler ve gençleri de bu saldırıları ve işgali kabul etmiyor, öz savunma temelinde buna karşı savaşıyor.

Minbic’ten sonrada Minbic yoluyla Rakka’ya doğru, Rakka yoluyla Halep’e ilerlemek istiyor. Tabi hedefinde İdlib’de var. Bu şekilde Şehba, Efrîn ve Şex Magsud ve o bölgeyi Türk ordusunun denetiminde Türkiye’ye bağlı çete gruplarına teslim etmeyi hedefliyorlar. Fakat uluslararası koalisyon güçleri özellikle Minbic’e doğru gelişlerini kabul etmediler.

Fakat DAİŞ’e karşı uluslararası koalisyon güçlerine eleştiri olarak bunu da söyleyebiliriz. Türkiye’nin Cerablus’a girişi kaolisyon güçlerinin bilgisi dışında gerçekleşmedi. Biz bunu eleştiriyoruz. Türkiye’nin bu bölgeye girişi bir işgal hareketidir ve Amerika’nın bilgisi ve izni dâhilinde gerçekleşmiştir. Her ne kadar “Türkiye’ye sözümüz yeterince geçmiyor” deseler de bu işgal onlardan habersiz gelişmedi.

Biz bu yaklaşımı bir işgal hareketi olarak değerlendiriyoruz. Ve Rojava ve Kuzey Suriye halkı olarak hiçbir şekilde Türk devletinin Kuzey Suriye’deki varlığını kabul etmiyoruz. Çünkü Türk devletinin amacı Kuzey Suriye’nin coğrafik olarak birleşmesini engellemektir. Kardeşlik içinde yaşayan ve iradesini Kuzey Suriye demokratik federasyonu içinde barışçıl ve özgür bir biçimde yaşamaktan yana belirleyen Kuzey Suriye halklarına iradesini kırmak istiyor. Yani bu projeyi boşa çıkarmak ve Kuzey Suriye’deki istikrarı bozmak istiyor.

Bunun içinde Türkiye’nin işgaline karşı Kuzey Suriye’nin tüm halkları yüksek bir sesle itirazını dile getirdi. Her türlü eylemi ve savaşmak açısından bu tavrını haklar açıkça ortaya koydular. QSD içinde yer alan gruplar; Şehba bölgesinde Devrimciler Ordusu, Efrîn’de YPG, Cerablus ve Minbic bölgesinde ise QSD güçleri tümden Türk devletinin işgaline karşı bir duruş ortaya ve Hiçbir şekilde Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki varlığını kabul etmediklerini gösteren bir direniş kararlılığını ortaya koydular.

Şehba bölgesinde Türkiye, Şêx Meqsûd mahallesinde da kendisine bağlı çeteler sivil katliamları yapıyorlar ama uluslararası alanda ciddi bir sessizlik var. Neden Şehba ve Şêx Maqsud’da katliamlar olunca ses çıkmıyor da Halep’te aynı durum yaşanınca herkes ayaklanıyor? Yaşanan katliamlarda uluslararası güçlerin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda uluslararası güçler Türkiye’nin işgali ve yaptığı bu katliamlara karşı neden sessizler? Gerçekten eğer insan genel anlamda bir cevap verirse, ezilenlerin kolay kolay dostu olmaz. Bu bir gerçeklik ve hakikattir. Siyasi anlamda uluslararası güçler demokratik federalizm projemize hangi gözle bakıyorlar? Yani işte “bu proje uzun zaman için bütün Suriye için iyidir. Fakat siz yalnız yaptınız ve erken yaptınız” diyorlar. Bu şu anlama geliyor. Siz federalizm ilan ettiniz, saldırıların hedefi oldu. O zaman biz sizi koruyamayız. Neden Türkiye’nin cevabını veremiyorlar, ya da onun ve ona bağlı grupların saldırıları önünde engel oluşturmuyorlar? Nedeni bizim federalizm projemizi siyasi anlamda kabul etmiyorlar, edemiyorlar.

Yani Türkiye’nin saldırılarına göz yumuyorlar ki biz ve Türkiye baş başa kalalım, savaşalım ve her iki tarafta zayıf olsun ve uluslararası güçlerde bundan fayda sağlasınlar. Bu bir gerçekliktir. Eğer bu şekilde değilse farklı davranmalılardı. Uluslararası güçleri de Şêx Maqsud ve Şehba’da yaşanan katliamlardan sorumlu görüyoruz. 3-4 gündür Efrîn’de Raco Nahiye’sinde halk direnişte. Sınırlarımız ihlal ediliyor, angajman kuralları ihlal ediliyor. Şêx Maqsûd’da füzeyle sivil halkı vuruyorlar. Şehba’da katliam gerçekleştiriyorlar. Ama kimse sesini çıkarmıyor. O zaman uluslararası güçlerin sessizliği Kürt katliamını ve Kuzey Suriye halklarının katledilmesini onaylamaktır.

Bununla bize “Sizin oluşturduğunuz bu proje makul ve bütün Suriye için uygun bir proje değildir” demek istiyorlar. Bizim daha fazla güçlenmemizi istemiyorlar. Onlara tabi olan, ek olan yedek bir güç olmamızı, yine bazılarının askeri olmamızı ve kullanılmamızı istiyorlar. Bu temelde bir yaklaşım var.

Tabi ki biz bu yaklaşımı kabul etmiyoruz ve doğru bulmuyoruz. Halep genelinde de katliamlar oluyor. Herkes ayaklanıyor. Bu gün dünya alem Halep için diplomasi yapıyor ki savaş dursun ve insani yardım için bir koridor açılsın. Ama sanki Şêx Meqsud sanki Halep’in bir parçası değil. Katliamlar oluyor ve kimse sesini çıkarmıyor. Angajman kuralları ihlal ediliyor ve kimse sesini çıkarmıyor. Dün 10 insan mermiyle Efrîn sınırında yaralandı. Bunlardan birisi demokratik federasyon örgütleme komitesi üyesi Rojhilat Arif’tir. Ama kimse sesini çıkarmıyor.

Eğer uluslararası güçler böyle sessizse biz de Kuzey Suriye halkları olarak kendi öz gücümüzle Türkiye’nin işgali ve bu katliamlarına karşı direnip kendimizi savunmalıyız. Bu saldırıları sert bir şekilde cevaplayacağımız bir direniş içinde olmalıyız.

Erdoğan geçen hafta içinde "Putin benden Nusra'nın Halep'ten çekilmesini rica etti, arkadaşlara talimat verdim, üzerinde duracaklar" dedi. Peki, Erdoğan’ın bu sözlerine rağmen El-Nusra cephesi neden Halep’ten çıkmadı?

Aslında insanın El-Nusra ve DAİŞ’in Erdoğan’ın savaşçılarıdır” değerlendirmesini yapması için çok da kendisini zorlamasına gerek yok. Yine şahide de gerek yok. Herkes biliyor ki Türkiye DAİŞ’i eğitiyor, donatıyor, takviye ediyor. Yine El-Nusra içinde böyle. Ama neden bunun karşısında sessizler. Herhalde Türkiye’yi bununla hizaya getirmek istiyorlar. Erdoğan’ın kendi ağzıyla El-Nusra’ya talimatını ifade etmesi uluslararası alana bir itiraftır.

Fakat El-Nusra Erdoğan’ı dinlemedi. Bu dinlememe durumu Rusya’ya karşı yürütülen politikayla bağlantılı olabilir. Çünkü özellikle Türk devletinin Rusya uçağını düşürmesiyle birlikte Türkiye ve Rusya ilişkileri çok fazla bozulmuştu. Son süreçte Türkiye ve Rusya arasında gelişen ilişkiler için bunlar sadece ekonomik ilişkilerdir” deniliyordu. Ama bu son süreçte Erdoğan BAB’a gidişi için ve Halep meselesi için Rusya’nın tam desteğini almak istiyor. Bundan dolayı da Rusya’ya karşı politika yapıyor. Esasta Rusya’yı kandırmaya çalışıyor. Rusya’da bu durumu iyi biliyor ki El-Nusra Cephesi ve DAİŞ’in yarısı Çeçenlerdir. Ve Rusya içinde Rusya’ya karşı savaşıyorlar. Rusya bu durumu biliyor. Yani El-Nusra’nın Erdoğan’ın sözleriyle kendisini Halep’ten ne kadar çekeceği tartışılır bir durumdur.

Fakat Erdoğan’da bu yönlü ciddi bir talimat verdiğine inanmıyorum. Bunu sadece basın önünde Rusya’yı kandırmak için ve Rusya’ya, “El Nusra elimin altında. Onu ne zaman, nasıl istersem karşında kullanabilirim. Buna göre anlaşmamız çerçevesinde hareket et” mesajını vermek istiyor.

Son birkaç günde hem Amerikalı yetkililerin hem de TEV-DEM Koordinasyonu üyesi Aldar Xelîl’in çok yakında Rakka’ya dönük bir operasyonun başlayacağı ve Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen QSD ve YPG güçlerinin de bu operasyona katılacağı noktasında mutabakata varıldığı açıklamaları oldu. Bu operasyona ilişkin nasıl bir mutabakata varıldı ve tüm ısrarlarına rağmen Türk devletinin değil de QSD güçlerinin katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rakka operasyonu da Musul operasyonu kadar önemli. Esasta Musul ve Rakka operasyonunun birlikte yapılması planı vardı. Fakat hem Rakka operasyonu üzerinde uzlaşmanın çok ağır geçmesinden hem de Rakka’ya girip savaşacak güçlerin geç hazırlanması, Suriye üzerinde uluslararası güçlerin yaşadığı çelişkiler, Türkiye’nin Rakka operasyonuna katılma çabası ve dayatmalarından dolayı geç kaldı. Bir taraftan bunlardan dolayı diğer taraftan da Kuzey Suriye ve Rojava demokratik yönetim olarak bizim içinde Rakka operasyonu bölgemizin özgürleştirilmesi gibi olamaz. Çünkü şimdiye kadar özgürleştirdiğimiz tüm alanlar olmazsa olmaz kabilindendi ve buraların özgürleştirilmesi bizim için bir öz savunmaydı. Kimsenin hiçbir desteği de olmasa biz bunu yapacaktık. Kobanê’yle başladı ve Minbic’e geldi ve şimdi Şehba’yla devam ediyor.

Ama Rakka büyük bir operasyon. Rakka operasyonunun gerçekleştirilmesi ve başarılması için hem büyük bir güç hem de büyük bir destek gerekli. Yine Rakka ve Kuzey Suriye’nin siyasi statüsünün nasıl olacağının tartışmaları uzun süre devam etti. Bazı taleplerimiz vardı. Biz şartlarımızı belirlemiştik. Bütün bu konuların hepsini kapsayan geniş tartışmalar yapıldı. Sonuç olarak bir mutabakata ulaşıldı. Bu mutabakatta Rakka’nın izole edilmesi şeklindedir. Şimdi Rakka’nın izole edilmesi süreci başlayacak. İnsan bunu tam Rakka’nın özgürleştirilmesi operasyonu olarak değerlendiremiyor. Rakka üzerine tam bir operasyon geliştirilebilmesi için Rakka’nın tümden kuşatılması gerekir. Ama şimdi izole etme süreci başlayacak.

Rakka’nın izole edilmesinden sonra tümden kuşatılması ve geniş bir operasyon başlatılabilmesi için netleştirilmesi gereken konular var. Silah desteği konusu, Kuzey Suriye’nin statüsü, koalisyon güçlerinin ittifakları ve Suriye politikası, Cenevre konuları var. Bunlar hepsi tartışma konuları olarak gündemde. Böyle bir süreç başladı. Başlama ve pratikleşme sürecinde bütün bunlar hepsi yavaş yavaş netleştirilecek. Bundan dolayı insan diyebilir ki Rakka operasyonu bir izalasyon süreci olarak başlayacak. QSD güçleri kendilerini hazırlıyorlar. Gerçekten özelde Arap halkı olmak üzere bölge halkları ve çocukları Türkmeni, Çerkeziyle hazırlık yapıyor. Binlerce savaşçı bu doğrultuda QSD güçlerinden eğitim alıyorlar ve hazırlık yapılıyor. Bu süreç başladığında zaten savaşçıları hazır olacak.

Tabi Türkiye bu durumdan rahatsız. Türkiye kendini öyle bir duruma getirdi ki koalisyon güçleri ve Amerika bu operasyon için QSD’nin alternatifi üzerine tartışılsın. Yine kendini QSD’nin alternatifi olarak göstererek QSD yerine bu operasyona kendisi katılmak istedi. Şüphesiz bu Amerika ve uluslararası koalisyon güçleri tarafından kabul edilmedi. Çünkü Türkiye dışarıdan bir güç olarak Suriye’ye müdahale etmek istiyor. Ama QSD bir Suriye gücüdür. Onunla adım atmak çok önemli. Bunun dışında da QSD ile birlikte hangi hamle gerçekleştirildiyse başarıyla sonuçlandırıldı. Bunun içinde uluslararası koalisyon güçleri seçimini QSD’den yana yaptı. Bu temelde şu anda Rakka’nın izole edilmesi sürecine girilme kararına ulaşıldı. Bu temelde hazırlıklar sonuçlanmak üzere ve Kuzey Suriye yönetimi tarafından bu karar onaylandı.

Türkiye’nin Kürdistan ve Kuzey Suriye’yi işgal hareketine dönük hem Irak, Güney Kürdistan hem de Kuzey Suriye halklarının ciddi bir tepkisi gelişti. Kürtlere ve Kuzey Suriye halklarına bu konuda neler belirtmek istersiniz?

Daha önce de belirttiğim gibi Türk devletinin stratejisi fetihtir ve işgaldir. Tüm Suriye ve Irak için bir işgal sürecini başlattı. Bu vesileyle şunu da söylemek istiyorum ki Erdoğan kendi ağzından “Ben ve Barzani Güney Kürdistan’da bir tampon bölge oluşturmak üzerine uzlaştık” dedi. Şimdi biz buradan Barzani’ye açıkça soruyoruz: “Sen hangi hesapla Erdoğan’la güvenli bölge kararını kurma kararı verdin? Gerilla güçleri Kerkük’te her gün DAİŞ’e karşı bedenleriyle savaşıyor. Sende ‘gerilla Kerkük’ten çıksın’ diyorsun. Yine gerilla Şengal’de yüzbinlerce Êzîdî’yi katliamdan kurtardı. Yine gerilla Şengal’den çıksın’ diyorsun.

90 yılından başlayarak parça parça Türk ordusunu Güney Kürdistan topraklarına yerleştiriyorsun. Kanimasi’den başla, Amediye, Başika’ya kadar Türk ordusunu getirmişsin ve şimdide güvenli bölgeden bahsediyorsun. Bütün bunları hangi hesapla yapıyorsun?”

Güney Kürdistan’da Türkiye ile güvenli bölge kurmak Güney Kürdistan’ın bir parçasını Türkiye’ye teslim etmek demektir. Biz bu soruyu soruyoruz. Her 4 parçada yaşayan halkımızın da bu soruyu Sayın Mesut Barzani’ye sorması ve onunda cevaplaması gerekiyor. Bu yapılması gerekenlerden birincisidir.

İkincisi de Kuzey Suriye’de yaşayan bütün halkların, yine Güney Kürdistan ve Irak’ta yaşayan halkların Türkiye’nin işgal ve fetih stratejisine karşı topyekün direnmesi gerekiyor. Türkiye’nin bu planının boşa çıkarılması için silahlı, siyasi, kültürel, diplomatik her alanda bu direnişin geliştirilmesi gerekiyor. Direnişle bölgemizde huzurlu yaşayabiliriz. Yine direnişle Rojava’nın, Kuzey Suriye’nin ve Güney Kürdistan’ın statüsünün belirlenmesinde söz sahibi olabiliriz. Eğer bu tarihsel direnişi sergilemezsek Türk devleti hedefine ulaşır. Buda bölgenin istikrarı için çok büyük tehlikedir.

15 güne yakın bir süredir Şehba’da yaşanan direniş vesilesiyle 2 önemli mesaj verebiliriz. Her kes bilmelidir ki güçlerimiz, devrimci güçler her türlü saldırıya karşı şu anda tarihi ve kesintisiz bir direniş yürütüyor. Tanklara ve toplara karşı topraklarını savunuyorlar. Şu anda yürütülen tarihsel direnişin bir örneği yok. Hiçbir güç böyle ağır bir saldırıya karşı direnemez.

Efrîn ve Şehba için tüm dünyanın bir çaba içerisine girmesi gerekiyor. Çünkü buralarda katliamlar, fiziki ve kültürel kırım yaşanıyor. Bunun için dünya sesini çıkarmalıdır. Eğer bunu yapmazlarsa onları da bu katliamın ortakları olarak görüyoruz.

Biz o inançtayız ki Kuzey Suriye’de bir istikrarın ve huzurun gelişmesi hem tüm Suriye, hem komşuları hem de uluslararası güçler açısından faydalı olacaktır. Biz siyasi ve askeri açıdan doğru çizgi izlediğimize inanıyoruz ve direnişten başka çözüm olamayacağını bir kez daha ifade ediyoruz.