Kalkan: İmralı tecrit sistemine karşı mücadele topyekûn olmalı!

Duran Kalkan: İmralı Tecrit sistemine karşı mücadele topyekûn olmalı, bütün aydınlar, sanatçılar, siyasetçiler, partiler, herkes tavır koyabilmeli, İmralı tecrit ve işkence sistemine karşı Önder Apo'nun direnişini sahiplenen, dünyaya yayan konumda olmalı.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber'in özel programında değerlendirmelerde bulundu...

Kalkan, sorulara şu yanıtları verdi:

İMRALI TECRİDİ

Birinci gündem maddemiz tecrit... Son dönemlerde yeni gelişmeler oldu, avukatların hukuki başvuruları oldu, açıklamaları oldu, Aydınların açıklamaları oldu. Tecrit ve tecride karşı mücadelenin durumu nedir?

Tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için eylemleri selamlıyorum, başarı dileklerini ifade ediyorum. Evet tecrit ağırlaştırılarak devam ediyor, yani işkence ve tecrit sistemini ortaya çıkaranların politik duruşlarında ve zihniyetlerde herhangi bir değişiklik görünmüyor. Bu açık bir gerçek. Uluslararası komplonun güncellenmiş hali ve günümüzde devam ettirilmesi 15 Şubat sürecinde değerlendirildi, eleştirildi.

15 Şubat komplosu kendisini sürdürüyor. Tecride karşı hukuki mücadelede gelişmeler var. En önemlisi 2021 raporuydu. Rapor birçok gerçekliği ortaya koydu. İmralı'da ortaya konulan sistemi, TC'nin hukuki sisteminin ne kadar uygulanıp uygulanmadığını, küresel sistemin tutumunun ne olduğunu ortaya koyan, çok somut bilgileri, belgeleri içeren rapordu. İşte TC devletinin, AKP-MHP hükümetinin demokrasi ve insan hakları karnesiydi. Aynı şey Avrupa sistemi için de söylenebilir. Kendisini çok demokratik gören Avrupa'nın aslında demokrasi ve insan hakları karnesi Asrın Hukuk Bürosu'nun 2021 raporudur. Bunu herkes net olarak bilmeli. Kimin ne kadar demokrat olduğu, ne kadar insan haklarından yana oldukları orada görünüyor. Onun dışındakiler boş laftır. Başkalarını kandırmak için uydurulan hususlardır. Geçerli olan o rapordur.

Bazı uluslararası kurumlara dönük girişimler var. BM'ye başvuru oldu, Avrupa Konseyi'ne zaten sürekli başvurular oluyor, AİHM ile diyaloglar var. İyidir, bir şey demiyoruz, girişim iyidir, mücadele etmek lazım, her yolu denemek lazım bu mücadelede, en azından sorumlu olan güçlerin sorumluluklarını ortaya getirmek gerekir ama çok da beklentili olmamak lazım uluslararası kurumlardan. Yıllar önce işlevlikleri bitti onların. Egemen güçlere ve küresel imparatorlara hizmet etmekten başka rolleri yok. Kuruluş amaçlarını da yerine getirmiyorlar. Aslında kuruluş amaçları da böyleydi ama farklı hususlar, kılıflar da vardı, şimdi onların hepsi ortadan kalkmıştır. İçleri boşalmış. Sadece isimleri kalmış. Bunu da bilmek lazım. Onlardan çok beklentili olmak yerine maskelerini düşürmek, onların dayandıkları siyaseti zorlamak açısından önemli. Yoksa esas olan komploya, tecride karşı onu sürdüren, inkâr ve imha siyasetine, faşist soykırımcı siyasete karşı mücadeledir, bunu önemsememeliyiz. Önemli bir mücadele var uluslararası alanda. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için mücadele ediliyor. İmralı tecrit sistemine karşı çıkılıyor. Bunları önemli ve değerli buluyoruz, daha çok geliştirmek lazım. Kürdistan parçalarında da oldu, aydınlar, siyasetçiler, açıklamalar yapıyorlar. PKK'nin yasaklar listesinden çıkarılması ve Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için. Saygıyla selamlıyoruz. Ama şunu eklemeliyiz; Kürdistan parçalarında olanlar yetersizdir. Başur'da, Rojhilat'ta üç aydın, on aydın bir araya gelmiş, açıklama yapmış. Bu ayıp durumdur. Neden hepsi yapmıyor? Kürt halkının önderi 24 senedir İmralı işkence sisteminde küresel kapitalist hegemonya tarafından boğulmak isteniyor, bunlar ayağa kalkmıyorlar. Bu kabul edilir durum değildir. Burada zayıf bir yurtsever duruş var. Aslında Kürt egemenlerin, KDP'nin yürüttüğü siyasetten etkilenme, ürkme var. Bu bakımdan eleştirmek lazım. Yetersiz buluyoruz. Daha fazla olmalı. Olanları selamlıyor ve değer biçiyoruz ama eksik buluyoruz, daha geniş olmalı. Topyekûn olmalı, bütün aydınlar, sanatçılar, siyasetçiler, partiler, örgütler; herkes tavır koyabilmeli, Önder Apo ile her gün ilişkide olmalı. İmralı tecrit ve işkence sistemine karşı Önder Apo'nun direnişini sahiplenen, dünyaya yayan konumda olmalı. Kürt yurtseverliği bunu gerektiriyor. Gerçek Kürdistan yurtseverliğinin ölçüsü de bu. Dünyada, Türkiye'de demokrat olmanın ölçüsü İmralı sistemine alınacak tavra bağıdır, turnusol kağıdıdır. Kürt yurtseverliğinin turnusol kağıdı da İmralı sistemine karşı tutumdur.

Partilerin, siyasetçilerin, aydınların, sanatçıların, yazarların ne kadar yurtsever olup olmadıklarını İmralı işkence ve TC sistemine karşı aldıkları tutuma bakarak görebiliriz. Onun dışındaki yaklaşımların, değerlendirmelerin hepsi boştur, kendini kandırmadır, dar milliyetçi, çıkarcı yaklaşımlardır. Yoksa toplumun özgürlüğünü, demokrasiyi öngören bir Kürt yurtseverliğini ifade etmez. Burada bu vesileyle net ifade edelim; evet, İmralı'da tecrit uyguluyorlar, biz önceki şeyde söyledik yani Önder Apo tecridi çoktan parçaladı, düşünceleri bütün dünyaya yayılıyor. Egemen zihniyet ve siyasetin alternatifini ortaya çıkardı, Demokratik Modernite kuramı olarak. Parçalandı komplo. İmralı işkence ve tecrit sistemi de. Elbette gelişmelere göre Önder Apo'nun söyleyecekleri çoktur.

Kürt halkı, kadınları, gençleri Türkiye demokratik güçleri, işçi ve emekçileri, bölgenin, dünyanın ezilen kesimleri Önder Apo'nun düşüncelerini duymak, olaylar karşısında değerlendirmelerini almak istiyorlar, herkesin ihtiyacı var.

Fakat bence son olarak şunu da belirteyim, yani bu durumda hiç Önder Apo'nun durumu anlaşılmıyor, mesajı alınamıyor anlamına gelmez. Bu kadar değişik işkence, baskı, zulüm varsa bu yani faşist sömürgeci soykırım zihniyet ve siyasetin saldırganlığının, saldırı düzeyinin ne olduğunu gösteriyor. Yani düşmanımızı iyi tanıyabiliriz.

Önder Apo bu kadar net ve kesin bir tutum ve direniş için mesajı da açık. Yani en azından böyle bir zihniyet ve siyaset karşısında ve devrimci yurtsever demokratik insani duruş nasıl olmalı, insan olarak bu dünyada nasıl yaşanmalı, bunun gereklerini, neden bunun için nasıl mücadele etmek lazım; bize net gösteriyor, yani bunu alıyoruz anlıyoruz. Bu anlamda, ne yapmamız ile nasıl yapmamız gerektiği konusunda almamız gerekenleri alıyoruz, yapmamız gerekenleri yapmaya çalışıyoruz.

Eğer olmuyorsa bizim zayıflığımızdır. Yoksa durum anlaşılmıyor değil de ondan kaynaklanıyor değil.

Biz de toplum da insanlık da her geçen gün daha fazla daha anlıyor. Bu da mücadeleye yansıyor. Dikkat edilirse 'Dem Dema Azadiye' her gün çok daha fazla gelişiyor. Zaferi getirecek; zaferi yaratacak.

UKRAYNA-RUSYA SAVAŞI

Güncel bir gelişme var, Ukrayna-Rusya gerginliği savaşa dönüştü. Çok da tartışılıyor. Bu neyin savaşıdır, görünmesi gereken gerçeklik nedir?

Saldıran Rusya oldu, etkili olan da Rusya ve Ukrayna'nın birçok askeri, ekonomik gücünün vurulduğu, parçalandığı darbelendiğini görüyoruz. Ukrayna yönetimini düşürme noktasında zorlayıcı hale geldi. Basına yansıyan bilgiler de çıkarttığımız sonuçlar bu. Ne zaman olur, bu nasıl olur, yönetim mi düşer, Rusya başka taktikler mi izler, önümüzdeki saatler, günler neyi gösterir, savaş nasıl seyreder, net bir şey söyleyemeyiz. Fakat daha nedenlerini söylemeden sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; bu savaşta Ukrayna yönetimi kaybedecek. 1. kaybeden olacak. Daha şimdiden zaten ciddi darbeler yedi, daha fazla da yiyecek. Ne düzeyde olur bilemeyiz ama en zararlı çıkan olur. Rusya ne kadar kazanır, Avrupa, İngiltere, ABD, NATO neler kazanır, ne tür pazarlıklar olur, nereye varır, onun için şimdilik bir şey diyemeyiz. Türkiye'yi de derinden etkileyecek. Ukrayna yönetimi şimdiden kaybetmiştir. Neden böyle söylüyorum? Çünkü bu tür yönetimler hep kaybettiler. Soğuk Savaş dönemindeki, ABD-Sovyet bloklaşması dönemindeki siyaset tarzını esas alan, günümüzde de onun var olduğunu sanan yönetimler öyle hareket ediyorlar. İşte iki taraf olsun ve birine yaslanayım diyorlar. Ukrayna yönetimi de o biçimde NATO'ya, bilmem İngiltere'ye, ABD yaslanmaya çalıştı, çalıştı, çalıştı! Şimdi herkes yüzüstü bıraktı. Çünkü öyle bir dünya yok. Ne eski ABD var ortada ne de Sovyetler Birliği'nin kendisi var. Bir türlü Sovyetler Birliği'nin çözülüşünün ardından ortaya çıkan süreci doğru anlayamıyorlar, yeterince tahlil edemiyorlar, yeniden 30 sene öncesinin gelmesini bekliyorlar, böyle olmaz. Ukrayna yönetimi de onu arzu ediyordu ama başına neler açtığı ortada. Demek ki iki kutuplu bir dünya yok, bir tarafa yaslanarak ayakta kalınamaz. Şimdi Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı kuşkusuz haksız, yani fakat onun karşısında ABD'nin, Avrupa Birliği'nin, İngiltere'nin, NATO'nun tutumu, yaptıkları doğru mu? Bu da yanlış. Ukrayna yönetiminin mevcut yönetimin zihniyeti ve siyaseti doğru mu? Külliyen yanlış. Öyle birinden yana olmak zorunluluğu yok.

Aslında soğuk savaş denen süreç Sovyetler çözüldüğünde bitti, yeni dünya süreci başladı. Üçüncü Dünya Savaşı dedik. Otuz yıldır devam ediyor. Ortadoğu'ydu, Afganistan'dı, dünyanın pek çok alanına yayıldı. birinci ve ikinci dünya savaşlarından askeri ve ideolojik olarak farklı sürüyor. Ukrayna Savaşı da 3. Dünya Savaşı'nın son halkası.

Soğuk savaş oluyor demek yerine üçüncü dünya savaşının geldiği bir nokta olarak değerlendirmek gerekli. Böylece o zaman işte bu savaştan çıkışları aranırken, sözde çare aranıyor derken yeni çatışma alanları ortaya çıkıyorsa, Irak’tan, Afganistan’dan, Suriye’den, Orta Doğu‘dan ayrı olarak Ukrayna gibi bir alanda bir merkez oluyorsa, bu neyi gösterir, kapitalist modernite sistemi bugün derin kriz ve kaos içindedir. Kapitalist modernite sistemi bundan çıkış yapamıyor, tam tersine sadece hastalık üretiyor, savaş üretiyor. İşte koronavirüs üretti, şimdi Ukrayna savaşını üretiyor. Zaten dün Suriye savaşıydı, Irak savaşıydı, Orta Doğu‘nun birçok alanında savaştı. Sistemin kriz ve kaosu ancak yeni kanser türü hastalıklar, mikroplar üreterek, yeni savaşlar üreterek, işgal, istilalar ortaya çıkartarak kendi varlığını sürdürebiliyor. Savaştan çıkış, kurtuluş zaten yok, sistem de varlığını ancak bu tür savaşlarla sürdürüyor. Tabii bu savaşlar işgal ve istila savaşları, çıkar savaşları, emperyalist paylaşım savaşları, sömürü savaşları. Bu savaştan yana olunamaz. Halklar, devrimci demokratlar, sosyalistler hepsine karşıdırlar, bütün taraflara karşıdırlar. Bir taraftan olup diğer tarafa karşı çıkmazlar. Her taraf haksızdır yani.

Mevcut savaş durumu biraz böyle değerlendirilebilir, uzun süredir yani Ukrayna Rusya'ya karşı kışkırttılar kışkırttılar, İngiltere başta bunu yaptı, biraz AB de yeşil ışık yakar gibi oldu, NATO böyle yaptı, böyle heveslendirdi, NATO’ya alırız gibi şey yaptılar. Rusya da tehlikeleri görünce saldırıya geçti, şimdi yani yüzüstü bıraktılar, ABD de şey diyor herkese diyor, ABD niye kurtarmıyor? ABD mi bu dünyada insanları kurtaracak? Yani diyorlar ki uluslararası hukuka aykırı Rusya’nın yaptıkları, kim koruyacak bu hukuku? Bu savaş bir kere daha neyi ortaya çıkardı, 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan dünya sistemi, işte hukuku, savunması, hepsi çökmüştür. Çoktan çökmüştü de işte bu savaş gösteriyor bir daha. BM bitmiştir, NATO bitmiştir, Avrupa Birliği’nin mevcut ölçüleri bitmiştir, yani bunları görmemiz lazım, bunlar etkisizdirler. İçleri boşalmıştır, sadece isim olarak varlar, bazıları isimlerine bakıyorlar. Eskiden biraz rol oynamış, onu da görüyorlar, yine eskisini oynasın diye hep arayışta bulunuyorlar, bulamayınca da yakınıyorlar. Yanlış. Bence doğru değerlendirmek lazım bu süreci. Sadece görünüşlerine, isimlerine bakıp sanki içleri dolu ve bir şey yapacaklarmış gibi onlardan bir şey beklememek lazım. Yeni bir dünya savaşı başladı Sovyetler Birliği çöktükten sonra, 1990'dan itibaren, dolayısıyla şimdi savaş sürüyor. Öyle savaş dışı hukuklar, sistemler, kurumlar yok olmuştur. Mevcut savaş yeni kendi yasaları ile yürüyor, askeri kurallar işliyor, orman kanunu hakim, gücü yeten yettiğini yapıyor. Dolayısıyla yenisi olacak mı, bu savaş sonuçlanırsa olacak, o da nasıl sonuçlanırsa ona göre olacak. Tabii bunun üzerinde yoğunlaşmak lazım ve şimdi yani Rusya Ukrayna’yı niye işgal ediyor diye ABD niye önlemiyor, diyorlar. ABD az mı yeni işgal etti ki? Afganistan’dan Irak’a bilmem dünyanın dört bir yanında 30 yıldır durmadan saldırı yürütüyor. Rusya’nın Ukrayna’da yaptığını ABD bütün dünyada yaptı. İşte BM güvenlik konseyi nerede deniliyor. Birleşmiş Milletler hukukunun işlesin, zaten güvenlik konseyi bunu yapıyor, savaş halindedir ABD yapıyor, İngiltere, Avrupa yapıyor, işte Rusya yapıyor, Çin yapıyor. Yani 30 yıl önceki dünyayı hâlâ varmış gibi sananlar hep yanılgı içindeler. Rusya niye işgal etti... Herkes işgal ediyor zaten, gücü yeten güçsüz olanın üzerine saldırıyor. Türkiye Suriye’yi, Irak’ı işgal etmeye çalıştı, Libya’ya, Ermenistan'a askeri saldırılar yaptı. Rusya niye buraya niye saldırmasın, niye başka yere saldırmasın? Bunların birbirlerinden hiçbir farkı yok. Dünyamızın gerçeği bu.

Küresel kapitalist modernite sisteminin içinde bulunduğu durum bu sistem içi çatışma ve yeni bir savaş durumu... Bu gerçeği hepimizin görmesi, anlaması, buna göre tutum geliştirmesi lazım. Tutum nedir? Ezilenlerin, halkların tutumu, bu çelişki ve çatışmayı ortaya çıkartan zihniyet ve siyaseti, onun dayandığı maddi, ekonomik yapıyı yok etmektir, değiştirmek, dönüştürmek. Bu da antikapitalist mücadele, anti faşist mücadele, halkların özgür ve demokratik yaşamları, iktidar ve devlet sisteminin geldiği durum bu. Kapitalist modernite iktidar ve devlet sisteminin son modernitesi. Bu düzen böyle sürdükçe, iktidar ve devlet sisteminden kurtulamadıkça, onun kapitalist modernite sistemi aşılamadıkça, ona karşı örgütlü mücadele yürütülerek daraltılıp zayıflatılamadıkça aşılamadıkça bu tür çelişkiler ve çatışmalar hep olacak. Herkes bunu bilmeli, görmeli. Bu noktada baştaki şeye döneyim; iki kutuplu dünya varmış da birinden yana olayım ötekini tahrik edeyim diyenler hep kaybettiler. Bakın, yani Çavuşesku'dan Kaddafi'ye, Afganistan’dan Irak'a kadar son 30 yılda yaşananları şöyle bir gözden geçirelim. Yani öncesinde bu oluyordu, çatışma iki güç arasındaydı, birine stratejik olarak dayanırsam o seni koruyordu, şimdi dikkat edelim, birçok güç korunamadılar. Niye? Çünkü öyle bir dünya yok ve korunak yok. Bu anlamda en büyük hatayı tabii Ukrayna yönetimi yaptı, yani eskisi varmış gibi şey yaptı kendine göre, dayanak aradı. Tabii şimdi de hatasının cezasını ödüyor. Yani başka bir şey denemez. Kendisi yol açtı. Dolayısıyla Ukrayna yönetimine sahip çıkan politikaların hiçbirisi devrimci demokrat, doğru olamaz. Ukrayna’nın işgalden kurtarılması filan meselesi değildir. O yönetim bir işbirlikçiydi, uşaktı. Yani neyin yönetimiydi ki? Ukrayna toplumunun iradesini temsil mi ediyordu gerçekten? Bağımsız devletlermiş de egemenlik hakları varmış... Ne egemenliği, bağımsız devleti? Bir sömürü ve soygun düzeniydi, çetesiydi, o çete yıkılıyor, şimdi yerine yenisini kurmaya çalışıyorlar, birisi onu kurmaya çalışıyor. Senin çeten kötü benim çetem iyi diyemeyiz. Çete çetedir, hepsi kötüdür, sömürü sömürüdür, hepsi kötüdür. Ne olmak gerekiyor? Toplumcu olmak lazım, halkçı olmak gerekli, demokratik olmak lazım, özgürlükçü ve eşitlikçi olmak lazım. Ukrayna savaşı bir kere daha Önder Apo’nun düşüncelerini doğruladı, dünya eğer devletçi, iktidarcı sistemden kurtulmaya yönelmez, kapitalist modernitenin hastalıklı düzenini aşamazsa, demokratik konfederalizm sistemini, demokratik özerklik sistemini geliştiremezse, bu savaş sürer, bu tür işgaller, istilalar, katliamlar yaşanır yani. Başka türlü buradan çıkış olmaz.

SAVAŞIN TÜRKİYE'YE ETKİSİ

Dikkat çektiğiniz siyasi, askeri durumla birlikte göze çarpan bir durum var. TC'de arayışlar var. Bu arayışla birlikte Ukrayna'daki durumun TC'ye etkileri nedir, ne olur?

Savaş başlayınca en çok telaşa düşenlerden birisi Tayyip Erdoğan oldu. AKP-MHP faşist yönetimi açıklama üzerine açıklama yapıyor. Toplantı üzerine toplantı. Ukrayna yönetimi ile kardeştiler. Zaten Ukrayna yönetiminin en iyi dostu Tayyip Erdoğan, birbiriyle benzer siyaset yürütüyorlardı. Ukrayna yönetiminin siyaseti bu duruma düşünce Tayyip Erdoğan telaşa düştü, benimki de aynı sona mı gidecek diye... Yani bir defa yaklaşıyor zaten, bir süredir çıkmaz ve çöküş içerisinde, daha da derinleşecek. Sıra daha çok Tayyip Erdoğan yönetimine geliyor. Bunu herkes görüyor. İkincisi, birçok ekonomik bağımlılıkları var, kendini o ilişkileri ayakta tutuyordu, şimdi bu savaştan dolayı en çok ekonomik zarar görecek olan Ukrayna‘dan sonra Türkiye’dir diyorlar, herkes AKP-MHP yönetimi en ağır ekonomik zararı görecek diyor. Savaşın sonuçlarından da şimdiden söyleyebiliriz, en zararlı çıkacak Ukrayna olacak, bunu hiç ve başka eğip büyümeye gerek yok, ikinci planda kimler zararlı çıkacak denirse, öyle görünüyor ki AKP-MHP faşist yönetimi, Türkiye’nin mevcut iktidar gücü ikinci planda zarar görenlerden olacak. Her bakımdan olacak. Ekonomik zarar görecek, siyasi olarak zarar görecek, baskılar gelecek, iki taraflar hep idare ediyor, birbirine karşı, imkânlarını pazarlıyor, ticaret yapıyor, ayakta kalıyordu. Şimdi onları yapamayacak, tam tersine ilişkilere dayanarak herkes üzerinde baskı yapacak. NATO yapacak, Rusya yapacak, Ukrayna yapıyor, zaten Boğazlar meselesi gündeme, geldi savaşın hele hele daha da uzayıp derinleşmesi durumunda Türkiye savaşın dışında kalma imkanı bile bulamaz. Giderek oraya bile sürüklenebilir. Şimdi mevcut durumda nasıl pazarlık yaparız da bu durumu aşarız çabasındalar, zararın azından dönelim, kurtulalım arayışında olabilirler.

Hulusi Akar’ın arayışları vardı, acaba bununla mı bağlantılıydı, sırtını sağlama almak istiyordu, Irak'la, görüştü, KDP ile görüştü, NATO'yla, İsrail’le görüşüyorlar. Acaba sırtlarını sağlama mı almak istiyorlardı, kuzey cephesinde, Karadeniz'in cephesinden zorlanır hale geldiler. Onun için miydi, yoksa yeni saldırılar mı yapacaklar benzer, işte Rojava‘ya, Şengal'e, Medya Savunma Alanları'na dönük, yani Kürdistan‘a dönük işgal ve istila soykırım saldırılarına yeni eklemeler mi yapacaklar, bu net değildi. Yani bu savaş başlamadan daha çok eğilim yeni saldırı planları hazırladıkları yönündeydi. Bu yönlü bilgiler de var. Zaten açıklıyorlar da. Fakat şimdi savaş çıkınca işte biraz tartışmalı oldu, kuşkusuz Kuzey’deki savaş zorluyor, daha dikkatli davranacak fakat yani kendisi savaşsız duramaz. Sadece Ukrayna gündemi ile süreci de götüremez, onun için yeni gündemler oluşturma, gündemi değiştirme zorunluluğu var. Bir de çöküş noktasındadır. Yani muhalefet gelişiyor, devrimci direniş büyüyor, yıkımla tehdit ediyor, ayakta kalabilmesi için saldırması gerekli, bu savaşı da vesile etmeyi bilerek yeni saldırılar yapabilir, AKP-MHP faşizmi. Bunu da dikkate almalıyız, uyanık olmalıyız. Her an, alanda uyanık olmalıyız. Her türlü saldırı da yapabilir, her alana da yapabilir, gücü yeterse yapar, yani güç meselesidir. Yani Ukrayna yönetimi de öyle diyordu başına neler geldi, güç meselesidir, gücü yeten diğer tarafa, güçsüze saldırır. Başkalarının dengeleri ile oynayarak yalnız başına ayakta kalmak mümkün değil, tehlikelidir. O halde demek ki yani gücü varsa yapar yani, yapamazsa gücü olmadığı için yapamaz, bunun için yeni saldırılar yapabilir, soykırımcı saldırılarda bulunabilir. Rojava’ya zaten sürekli vuruyor, Medya Savunma Alanlarına saldırılarını artırabilir. Şengal, Maxmûr hattına...  Bu anlamda çok dikkatli, duyarlı olmalıyız.

Ve bütün halkımız, bütün Kürt siyaseti, özellikle gerilla önemli bir hazırlık yaptı. Zaten biz bunu tahmin ediyorduk. Bunun için de gerekli tartışmalarımızı, karar ve plan hazırlama durumumuzu gerçekleştirdik. Pratik hazırlıklarımızı da yaptık, yani saldırıları büyük, daha büyük direnişlerle karşılayacağız. Sadece saldırı olursa karşılayacak değil, zaten her alanda bize saldırı var, başlatılmış, yürütülmüş saldırıların intikamını almak üzere de devrimci mücadeleyi ideolojik, siyasi ve askeri boyutlarda, her alanda geliştireceğiz de. Yani biz devrimci bir hareketiz, devrimci mücadele yürütüyoruz, faşizmi yıkma, tecridi kırma, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde hedefimiz var. Bu hedefi gerçekleştirmek için saldırılar karşısında da direneceğiz her alanda devrimci direnişi de geliştireceğiz.

KDP'NİN İŞBİRLİKÇİ POLİTİKALARI

Şimdi TC’nin saldırıları var. Bunlar biliniyor ama sonuç alınmadı. Bu bağlamda Hulusi Akar Almanya’ya gitti, orada Neçirvan ve Mesut Barzani ile ayrı ayrı oturup konuşuldu. Sonrasında çıkıp 'Biz PKK'ye karşı mücadelede mutabıkız' dedi...

Yani söyleyeceklerinizi söyledik. Kürt kamuoyu gerçekleri gördü, görüyor. Dünya da görüyor aslında. Yani karşı çıkmıyorlarsa KDP siyasetine çıkarları gereği oluyor, yoksa görmedikleri, anlamadıkları için değil. O nedenle çok birilerini aydınlatacak durumumuz yok, maske düşmüş, kel görünmüştür yani KDP'nin kim olduğu, ne olduğu açığa çıktı, çıkıyor. Bu son görüşmeler tabii yani ciddi bir duruma, tehdide işaret ediyor. Diğer yandan zaten Güney Kürdistan’da da yani baskı, sömürü çok fazla, toplum rahatsız, gençlik rahatsız. İşte saldırılardan halk zarar görüyor, köyler vuruluyor, boşaltılıyor, toplum rahatsız, seçimlerde de bunu ortaya koydular. Duhok'ta 300 bin oyu azaldı, toplum savaşın en çok olduğu alandaki toplum savaş yapan güce destek vermedi. KDP'nin AKP-MHP faşizm ile birlikte gerillaya karşı yürüttüğü savaşa destek vermedi, tam tersine karşı çıktı, tutum koydu. Şimdi KDP susuyor açıktan ama el altından bir sürü propaganda yürütüyor, bunları güya işte PKK'ye bağlıyor, şu hataya bağırıyor, şu eksikliğe bağlıyor, yani fakat TCnin tutumu açıktır, Hulusi Akar açıkça söyledi, biz PKK'ye karşı ortak mücadele etmek üzere karar aldık, memnunuz tam bir görüş birliğindeyiz, dedi. Şimdiki bir yani KDP PKK'ye karşı başka güçlerle ittifak yapıyor mu, PKK'yi imha etme kararı var mı, AKP-MHP faşist iktidarıyla peki imha etmek için kararı anlaşması, ortak planı var mıdır? TC yönetiminin resmi bakanı var olduğunu söylüyor. Kürt kamuoyu KDP'den açıklama bekliyor tabii. Çünkü bu durumlar ciddi KDP töhmet altındadır. Yani biz bir şey demiyoruz ama toplum açıklama bekliyor. Dostum dediği müttefik kim? AKP-MHP ile, Akar’la, Hakan Fidan’la ilgili açıklasın. Barzani KDP yönetimi ile görüşüyorlar, hep gizli kapaklı. Kürt halkının, PKK'nin zararına şeyler görüşmüyorlar, faydasına görüşüyor, desinler. Açıklamazlarsa o zaman Hulusi Akar’ın belirttikleri geçerli olur. Bu da kendileri için en büyük tehlike olur. Şunu söyleyeyim; bu noktada çok fazla TC'nin baskısından, işte ekonomik imkansızlıklardan, mecburiyetten söz ediyor KDP yönetimi. Güney Kürdistan için propaganda yapıyor. Bu doğru değildir. Ekonomik olarak da o kadar mecbur değiller. Güney Kürdistan toplumu, partileri iyi görmeliler. Yani bazı kişiler kasalarını doldurmak için TC ilişkilerinden faydalanıyorlar.

SİYASETTEKİ İTTİFAKLAR

Şimdi böyle bir durumda Türkiye’de de hareketlilik var. En son altı sistem içi muhalif parti toplandı. Türkiye’deki siyasi, mevcut sorunları çözebilecek bir siyasi yapıya, zihniyete sahipler mi?

Evet, ilginç toplantılar yapıyorlar bir süredir. Millet İttifakı etrafında diğer sistem için muhalefet partileri de birleşiyorlar, yani alternatif bir program oluşturmaya, AKP-MHP yönetiminin alternatifini ortaya çıkartmaya çalışıyorlar. Yeni bir sistem diyorlar, güçlendirilmiş parlamenter sistem. 28 Şubat‘ta açıklama kararı aldılar. Niye 28 Şubat‘ı seçtiler, tam anlayamadık ama bazı basın organları CHP’nin öz eleştirisi olarak da ifade ediyor. Gerçekten CHP yönetiminin bir tür öz eleştirisi mi olacak? Yani geçmişte darbeler karşısındaki tutumunu bu sefer değiştirdiğini, darbelere karşı biraz demokrasiyi açık hale geldiğini mi ilan edecek, bilemiyoruz. Böyle diyenler var. Olursa iyidir, kötü diyemeyiz de ama gerçek durum ne olur, onu bilemiyoruz. 28 Şubat biliniyor, yani belirgin bir gün işte Necmettin Erbakan yönetimine karşı tankların Sincan'dan siyasete karşı postmodern darbesi dediler. Necmettin Erbakan’ın yönetiminin düşmesinde önemli bir etken oldu. Baskı uyguladılar. Bunu işte İslami hareketler Tayyip Erdoğan yönetimi de çok fazlasıyla kullandı, kullanmaya çalışıyor.

Yani bir darbe günü olarak biliniyor, bir de tabii ki 2015’in 28 Şubat'ında Dolmabahçe‘de açıklama olmuştu. Bir Dolmabahçe Mutabakatı denildi. İmralı‘da yapılan görüşmelerin sonuçları açıklandı. Bu temelde müzakere süreci başlıyor diye kamuoyuna ilan edildi, müzakere edilecek madde maddeleri içeren program mutabakat olarak sunuldu kamuoyuna, müzakereler olacak, tartışma görülecek, Kürt sorununun çözümü temelinde demokratikleşme gelişecek, Türkiye’nin demokratikleşmesi olacak diye çok önemli bir durumdu. İşte onun yedinci yıl dönümü fakat sadece öyle açıklama olarak kaldı, umut olarak kaldı. Birçok çevre umutlandı. Tayyip Erdoğan’ın kendisi önce destekliyoruz dedi, ardından ise haberim yok dedi. HDP‘den bu çalışmaya katılanları tutuklayıp hapse koydular AKP’den bu çalışmaya katılanları da görevden attılar, Davut Davutoğlu'ydu birisi, başbakanlıktan düştü. Şimdi parti kurmuş, yeniden siyaset yapmak istiyor. Diğerleri yok oldular. En önde AKP siyasetçileriyken görünmez hale geldiler. Bu düzeyde bir darbe oldu aslında. Darbe mekaniği işledi. Önder Apo dedi ya. Aslında 2015 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı açıklamasına karşı bir darbe oldu. Yani Tayyip Erdoğan darbesi oldu. AKP içinde de yaptı, dışında da yaptı, sürdürdü, her tarafta hâlâ sürdürüyor. Yani o giderek işte Çöktürme Eylem Planının pratiğe geçirilmesi biçiminde oldu, ABD ile anlaşıldı, MHP ile birleşildi, bir faşist soykırımcı saldırganlık olarak sürdürüyor.

Bu altı parti bugün ne yapacaklar, hangisinden yana olacaklar, yani darbeye mi sahip çıkacaklar, yoksa demokratikleşmeden yana mı olacaklar, nasıl bir tutum alacaklar, doğrusu merak konusu. Umarız demokrasiden yana, özgürlüklerden yana olurlar. Özellikle CHP’nin tutumu da İyi Parti'nin tutumu da umut verici değil, diğer partiler de çok ürkek ve çekingen. Niye AKP’den ayrıldılar? AKP'den ayrı ne siyaset geliştiriyorlar? Demokratikleşme ve Kürt sorununda gerçekten ne tavır alacaklar, göremedik, bir şey anlayamadık. Aslında bir çıkışları olsaydı Kürt siyaseti bunu değerlendirirdi ama herhangi inandırıcı, açık bir çıkışları olmadı. Dolayısıyla bu altı parti nasıl bir çıkışı yapacaklar, böyle bir ittifak kurabilirler tabi, yani bazıları işte HDP niye olmamış dediler, olmayabilir. Yani AKP-MHP iktidarının alternatifi olarak... Ama gerçekten alternatif mi olacaklar yoksa yerini mi dolduracaklar? 28 Şubat açıklamasında onu göreceğiz. Yani AKP-MHP siyasetini biraz suçlayarak benzer biçimde sürdürecekler mi, yoksa gerçekten Türkiye’yi yani asgari düzeyde bir demokratikleştirecekler mi, devleti demokrasiye duyarlı ve açık hale getirecekler mi, demokratik toplumun örgütlenmesine, kendi işlerini yapmasına imkan fırsat tanıyacaklar mı, demokratik kurumlaşmaya, ifadeye özgürlük tanıyacaklar mı, bunu açıklamalarında göreceğiz. Yani biz isteriz ki ikincisi olsun, olursa değerlendiririz, takip ediyoruz yani görüşmeleri. Öyle niye bir araya geliyorlar da demiyoruz. Gerçekten de demokrasiye duyarlı muhalefet olurlarsa yani başka demokratik devrimci güçlerle de çeşitli daha alt düzeylerde ittifaklar yaparak AKP-MHP faşist yönetimini daha erken ve hızlı düşürebilirler. İleride böyle seçimlerde ittifaklar da gündeme gelebilir. Ama böyle olmaz da AKP-MHP zihniyet ve siyasetini biraz maskeleyerek sürdürmek isterlerse, AKP hepsini kullanıyor, kendine gerek kalmaz. Dolayısıyla iktidara gelemezler, gelseler de uzun ömürlü olamazlar. Duyarlı olmalıyız, yani özellikle radikal demokratik güçler, devrimci sosyalistler böyle bir maskelemeye karşı duyarlı olmalıyız. Gelişmelere bakacağız.

Daha dikkat çekici bir gelişme var. Demokratik bir ittifak çalışıyor. Bu yönlü 26’sında sol sosyalist partiler toplanıyor. Bunların böylesi bir dönemde farkı ne önemdedir? Türkiye'yi ve bölgeyi nasıl etkiler?

Kuşkusuz biz şimdiden ne kararlaştıracaklar bilemiyoruz ama bizim ancak bilmeden görüş belirtebiliriz. Söylediklerimiz duyulduğunda toplantı sonuçlanmış olacak. Elbette tümünü yani biz öngöremeyiz şimdiden, neler olur... Fakat çok önem veriyoruz yani anlamlı buluyoruz, işte aslında şunu söyleyebilirim; HDP diğer partilerin bir kısmı, öyle bir sürece girdikleri için üçüncü ittifak konusu tartışma gündemine geldiği için üçüncü yol siyaseti tartışıldığı için Millet İttifakı üç parti olmaktan çıkıp altı parti olmak zorunda kaldı. Bu altı partili toplantılar da demokrasi ittifakı çalışmalarına paralel gelişiyor, onu teşvik ediyor. Yani muhalefeti biraz hareketlendirdi, canlandırdı, daha şimdiden etkisi var. Ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Demek ki gerçekten örgütlense, hem düşüncede hem eylemde bütün demokratik güçleri birleştirerek aktif bir siyasete yönelse diğer bütün muhalif partileri de etkileyecek. Demokratikleşmeye de yöneltecek, zorlayacak yani. Geri, eski, anti demokratik düşünceleri kıracak, gelişme yaratacak, yani şimdiden etkisi görüldü. Önemi ortada. HDP'nin kapatma tartışması varken bu tür çalışmalar içine giriyor olması da önemli yani bir cevap oluyor bu kapatmaya. Zaten o çabaların hepsi boştur. Devrimci ittifaklar var, Kürtlerin devrimci hareketleri var, Türkiye’nin devrimci örgütleri var, PKK var. Öyle filan parti kapatarak bir yere gidemezler. Demokratik Toplum Partisi'ni de 2009'da kapattılar. AKP parti kapatan bir iktidardır.

HDP de zaten kendisini demokrasi ittifakını geliştirirse yani güçlendirmiş oluyor. Aslında bu tür araçlara en iyi cevabı vermiş oluyor. Şimdiye kadar gerçekleştirmemiş olması eksiklik, eleştirmek lazım, sol sosyalist güçleri, devrimci güçleri, gerçek demokratik güçleri, radikal demokratik güçleri eleştirmek lazım çünkü yani demokrasi ittifakının çekirdeği onlar olmak durumunda, öncülük etmeleri lazım, kendileri bile daha bir araya gelemiyorlar. Faşizm var, anti faşist savaş yürütülmesi gerekiyor.

Devrimci, demokrat, sosyalist-sol örgütlerin ittifakı diyorlar. Öncü olabilir ama bunu aşması lazım. Antifaşist, antikapitalist bütün unsurları içermelidir demokrasi ittifakı. Sol-sosyalist olmayabilir. İslami çevre olabilir, liberal çevre olabilir.

Demokratik güçlerin kendi aralarında görüşmeleri ittifak yapmaları yanlış değil, daha geniş bir ittifak gelebilmeli. AKP-MHP’yi çökertmek lazım, çökecek, onun için altı parti birleşiyorlar, boşalan yeri kendileri doldurmak için demokrat ittifakı esas olarak doldurmalı.

Gelişmeler gösteriyor ki AKP-MHP çökecek, dış gelişmeler de bastırıyor.

TUTSAKLARIN VE AİLELERİN DİRENİŞİ

Bu sisteme karşı en çok direniş alanlarından biri de zindanlar. Saldırılar oluyor tutsaklara. Hem bu direniş hem de dışarıdan zindanlara yapılan destek düzeyinde durum nedir?

Baskı ve işkence artıyor, tecrit bütün zindanlara yayılmış, çok ağır bir baskı ve zülüm durumu var, yaşam, direniş, mücadele orada. Bu bakımdan önemli, anlamlı. Öncelikle bu direnişi bir kere daha selamlamak isterim. Buna destek veren, dışarıdaki direnişleri, Amed'deki, Van’daki tutsak ailelerinin annelerinin direnişlerini de de saygıyla selamlıyorum. Direnişlerin daha çok gelişeceği bir zaman dilimine de giriyoruz, önümüz bahardır. Mart'a giriyoruz, 8 Mart olacak, Newroz olacak. Şimdiden Aysel Tuğluk şahsında zindanlardaki tüm tutsak kadınların 8 Mart'ını kutluyorum. Direnişleri yansıyor, takip ediyoruz, zindanlarla sınırlı kalmıyor, bütün topluma, dört parça Kürdistan'a yayılıyor, bunu bilmeleri lazım. Dolayısıyla yani bu baskı ve zulme karşı direnmeleri, acı çekmeleri kesinlikle boşa gitmiyor, gelişmeler yaratıyor. Hem de çok değerli gelişmeler. Yine bütün devrimci tutsakların, yoldaşların Newroz'unu kutluyorum. Mazlum Doğan direnişçileri olarak günümüze kadar yayıldı.

Cezaevinde kalmış, baskı, işkence görmüş, hasta tutsaklar var, zorlananlar var, bunları biliyoruz. Yani her anı zordur, zindanda yaşamın her anı büyük bir devrimci direniştir. Bunu bilerek direnişlerini sürdürüyorlar, sürdürecekler, bundan hiçbir kuşkumuz yok. Dıştan destek zayıftı, yani duyarlılık azdı, özellikle tutsak ailelerinin nöbet tutmalarıyla bu biraz aşıldı. Hukuki çevreler biraz daha çok ilgilendiler, belli bir duyarlılık gelişti. Dışarıda duyarlılık gelişti yani. Daha fazla gelişebilir. Dışarıdan zindan direnişlerini desteklemeye, onlara moral, güç olmaya ihtiyaç var. Özgürlük ve demokrasiden yana olan herkes, aydınlar, sanatçılar daha fazla rol almalıdır.

DİRENİŞ AYI

Mart ayı mücadele açısından nasıl değerlendirilebilir?

Etkili bir Şubat yaşadık, onu söyleyebilirim. Biz Şubat ayına yönetimlerimizin toplantılarını yapmış, ideolojik, siyasi, askeri olarak 2021 yılı pratiğini değerlendirmiş, derslerini çıkarmış, 2022 yılının mücadelesini planlayıp programlamış, kendimizi ona göre örgütlemiş ve hazırlamış olarak girdik. Şubat başında bunu kamuoyuna ilan ettik. Önemli bir etki de yarattı, umut yarattı, coşku yarattı. Bu 15 Şubat komplosuna karşı mücadeleye ivme kazandırdı, komploya karşı daha etkili bir duruş oldu. Dört parça Kürdistan’da da yurt dışında da böyle. En zor kış koşullarına rağmen gerillanın eylemleri oldu. Hem de etkili darbe vuran eylemler oldu, yine büyük mitingler, yürüyüşler oldu, bir de tutum net konuldu. Yani İmralı işkence ve tecrit sistemi parçalanacak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanacak, faşizm yıkılacak, Türkiye demokratikleşecek, Kürdistan özgür olacak. Talepler çok net bir biçimde ortaya kondu. Dem Dema Azadiye hamlesiyle yeni bir aşama, yeni bir adım ortaya çıktı.

Mart tabii büyük direniş ayı. Demirci Kawa'dan Mazlum Doğan’a, Zeki Alkan'a kadar gelen bir Newoz direniş geleneği var.

8 Mart var, Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Özgürlük için kadın dayanışması ve mücadelesi günü. Öyle de diyebiliriz, kadın özgürlük devriminin en çok bilince çıkartıldığı ve bu temelde eyleme geçirilen gün. Yani şimdiden zaten start verildi dört parça Kürdistan ve Türkiye’de, yurtdışında programlar açıklanıyor. Dünya kadınları coşkuyla, heyecanla hazırlık yapıyorlar.

2022 8 Mart’ı kadın direnişinde yeni bir zirve olacak Newroz'u Kürt özgürlük direnişinde yeni bir zirve olacak.

Savaş cephesinde gerilla geliştirecek, saldırılar oluyor gördük, bu tür gelişmeler karşısında yani böyle çılgına dönüyor faşizm, sağa sola saldırıyor, kamplara saldırdı, dış alanlara saldırıyor, aslında Maxmûr, Şengal, Rojava saldırılarını böyle değerlendirmek lazım. Bütün medya savunma alanlarına durmadan saldırı yapıyor, gerilla açıkladı, hepsi boştur, başarısız kalıyor.

Diğer yandan gerillanın eylemleri gelişecek. YJA STAR gerillaları, HPG gerillaları öncülük yapacak.

Şimdiden bütün kadınların 8 Mart'ını kutluyoruz. Sara ve Delal yoldaşlar şahsında da şehitlerimizi saygı ve sevgiyle, minnetle anıyoruz. Anılarına daha güçlü sahip çıkacağız.