Sömürgeciliğin gölgesinde bir Kürt şehri: Musul

Lozan Konferansı’nın gerçekleşmesinin üzerinden 93 yıl geçti. Antlaşma 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde ve bir anlamda savaş sonucunda gerçekleşen dünya siyasi coğrafyası bu konferansta karara bağlanmıştı.

Masa başında çizilen dünya siyasi haritası bu konferansla devletler hukukunda meşruiyet zeminine oturtulmuş ve denilebilir ki, en kazançlı çıkan da Konferansın hakimi İngiltere olmuştur.

Konferans kararları kapsamında o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları sayılan Musul Eyaleti, Osmanlı’nın bakiyesi üzerinde kurulan Cumhuriyet’in elinden alınıp İngiltere’nin toprakları haline getirilmiştir. Bu karar kısa bir süre için her iki devlet arasında tartışmalara konu olmuş, sonrasında Türkiye bu eyaleti sahiplenme yaklaşımından vazgeçmiş, konferansın en keskin savunucusu olmuştur. Bunun da nedeni Kürt sorunudur.

Birinci Dünya Savaşı’nın parçalanma ve paylaşılma konusu olan Osmanlı toprakları nedeniyle, parçalanma ve paylaşılmaya konu olan aynı zamanda Kürdistan coğrafyası ve halkıydı da. Kürdistan coğrafyası ve halkı Birinci Dünya Savaşı’na kadar ikiye parçalanmış durumdaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını parçalanıp paylaşılması neticesinde Kürdistan toprakları da parçalanıp paylaşılmıştı. İngiltere Musul Eyaleti’nin de içinde olduğu Osmanlı topraklarının bir kısmını işgal etmiş, sömürgeleştirmişti. Ancak kendisini Osmanlı topraklarının sahibi olarak gören Türkiye Cumhuriyeti Kürdistan’ın bir parçasını içerisine alan Musul Eyaleti’ni İngiltere’ye bırakmak istemez, konferans kararlarına rağmen buradaki ‘egemenlik’ haklarından vazgeçmek istemez.

KONFERANSTA ÇÖZÜLEMEYEN SORUN

Türkiye ile Fransa arasındaki sorunlar daha erkenden çözülmüştü, ancak İngiltere ile olan sorunlar çözülmemişti. Konferansın en uzun süren ve toplantı içinde çözülmeyen denilebilir ki tek sorunu Musul sorunu olmuştur. O dönemler Kerkük de dahil Güney Kürdistan toprakları Musul Eyaleti olarak tanımlanıyordu. Musul Eyaleti, petrol kaynakları son derece zengin olan bir alandı ve dolayısıyla da diğer egemen-emperyalist devletlerin en fazla sahip olmak istedikleri alanların başında geliyordu. I. Dünya Savaşı sıralarında Ortadoğu’nun paylaşımını esas alan gizli Sykes-Picot anlaşmasıyla Musul Fransa’ya bırakılmıştı. 30 Ekim 1918’deki savaşı bitiren Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman bu alan Türk devletinin elinde bulunuyordu. Mütarekeye konulan “Müttefikler, güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik yeri işgal hakkına sahip olacaktır” maddesine dayanarak bu alanı işgal eder ve 1920 San Remo Antlaşması ile de kendisine bırakılır. Türk devleti, ‘etnik ve coğrafi’ nedenlerle bu alanın kendisine bırakılmasını ister, ancak İngiltere bunu kabul etmez.

İşte Lozan’da üzerinde en çok tartışılan bu konu olur. Konferans sürecinde bu konu sonuca bağlanamaz ve alınan karar, dokuz ay içerisinde bir sonuca varılması yönünde olur. Şayet bu süre içerisinde herhangi bir karara varılamazsa, sorun Milletler Cemiyeti’ne götürülecek, soruna orada kalıcı çözüm bulunacaktır. Milletler Cemiyeti de San Remo Antlaşması’nın kararlarını onaylayarak Musul’u İngiltere’ye bırakırken, İngiltere’nin hak iddia ettiği Hakkari’yi de Türk devletine bırakır. Türkiye her ne kadar Musul’da karara gidilmesini Milletler Cemiyeti’nden istese de, İngiltere bunu kabul etmez. Bu arada yaşanan Şeyh Said İsyanı ve Türk Devleti’nin çözmediği Kürt sorunundan dolayı olası başka isyanların gelişmesini engellemek için Musul üzerindeki hak iddiasından vazgeçer ve Lozan’da çözülmemiş olan bu sorunu, 5 Haziran 1926’da İngiltere ile imzaladığı ikili anlaşmayla sonuca bağlarlar.

Lozan Konferansı’nda alınan kararlar Meclis’te de onaya sunulur. Konferans kararları 23 Ağustos 1923 günkü oturumda 340, 341, 342 ve 343 sayılı kanunlarla kabul edilir ve yasalaşırlar. Musul’un İngiltere’ye bırakılması Lozan Konferansı sonrasında da gerçekleşse de, uygulanacak prosedür bu kanunlarla kararlaştırılmış olduğundan, sonuç onaylanmış olur. 5 Haziran 1926’daki anlaşma yine Meclis’te onaylanarak yürürlüğe girer. Mustafa Kemal daha Ocak 1923'de Musul sorununa gerçek yaklaşımını şu sözlerle açıklar: "Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul'da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır. İkincisi, onun kadar önemli olan Kürt sorunudur.”

ÖCALAN’IN DEĞERLENDİRMELERİ...

“İngiltere petrol nedeniyle Musul ve Kerkük bölgesini Misak-ı Milli dışında tutmak istemektedir. M. Kemal önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti ise, Misak-ı Milliye bağlılığın gereği olarak bölge üzerinde hak taleplerinden vazgeçmemektedir. Kürtler ve Türkler Misak-ı Millinin gereğinin yapılmasını istemektedirler. Bu koşullarda bildik İngiliz sömürge oyunu yine devreye girer. Bir taşla birkaç kuş vurmak için tertipler hazırdır. Kendisine yakın bulduğu Kürtleri yardım edeceğine dair heveslendirir. Olası bir isyanda kendisine güvenebileceklerine dair sahte umutlar yaydırır. İsyan patlak verdiğinde, Kemalist hükümetle anlaşır. Kürtlerin ve Kürdistan’ın kaderindeki en derin bölünmeyi gerçekleştirir. Irak, kendi payına düşmüştür. Kemalist Türkiye’yi en zor döneminde kendine yakınlaştırmıştır. Cumhuriyeti Kürtlerin üzerine sürerek en tehlikeli bir açmazın içine düşürmüştür. Yani bir kez daha ‘böl-yönet’ veya ‘iti ite kırdırma’ politikasıyla, ‘tavşana kaç tazıya tut’ oyunu başarıyla oynanmış, bir taşla birkaç vurulmuştur. Cumhuriyet daha dün en zor dönemlerinde stratejik müttefikleri olan Kürtleri unutmuş, önde gelenlerini idam etmiş, böylece tarihsel bir sorunu çözdüğünü sanmıştır. Bastırma ve inkar yöntemlerine başvurarak, bu oyun gereğince aslında Osmanlı’dan daha geri bir politikanın ve kendisini en çok uğraştıracak bir sorunun içine düşecektir. Sadece Kürtler değil, Türkler ve Cumhuriyet de böylelikle oyuna gelmiş olacaktır. Emperyalizm ve sömürgecilik yalnız bir tarafa oynamaz. Kuralı; her zaman iki tarafa oynayıp, çıkarı en çok olanda karar kılmak biçimindedir.”

BÖLGE KOZMOPOLİT BİR YAPIYA SAHİPTİR

Bölgede Kürtler, Araplar, Türkmenler dışında Êzidî Kürtler, Keldaniler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler ve az sayıda Latin ve Protestan'ın yaşıyor olması, bölgenin kozmopolit yapısını açıklıkla ortaya koyuyor. Kuşkusuz bu noktada nüfus oranları önem kazanıyor. Hemen belirtelim ki, Osmanlı istatistikleri genellikle rakamları milliyet esasına göre değil, din esasına göre veriyorlar. Ancak konu uluslararası organlara yansıyınca milliyet esasına dayalı rakamlar öne çıkıyor. 1306/1890 tarihli Musul Vilayeti Salnamesi'nde; Musul vilayeti ahalisi 3 kümeye ayrılır. Büyük bölümü Kürtler'den oluşan birinci kümenin Musul, şehrizor, Süleymaniye, Akra, Duhok, Zaho, Sincar, Hewler, Selahiye (Kifri), Revanduz, Gülanber, Köysancak, Ziybar gibi köy ve kasabalarda yaşadıkları belirtilir. İkinci kümede değerlendirilen Kürtlerin diğer bölümününse aşiret ve kabile halinde yarı-göçer olarak yaşadıkları ve daha çok hayvancılıkla geçindikleri bildirilir.
Üçüncü kümeninse tamamen bedevi olan aşiretlerden oluştuğu; ilk iki kümeye girenlerin yazımının yapıldığı, ancak bu son kümenin genelde yazım dışı kaldığı vurgulanır.

HALKIN DÖRTTE ÜÇÜ KÜRT

Tarihteki ilk Türkçe ansiklopedi kabul edilen Şemseddin Sami'nin Kamusü'l-Alam adlı eserinde; Musul, "Cezire'nin kuzeydoğu bölümü ile Kürdistan'ın güneydoğu bölümünden oluşan ve Dicle'nin iki yanında yer alan bir il" olarak nitelendirilir ve nüfusu 300.280 olarak verilir. Bu nüfusun 159.680'i Musul'da, 89.000'i Şehrizor'da, 51.600'ü Süleymaniye'de yaşamaktadır. O tarih itibarıyla henüz idari yapı değişmeden, Musul'da yaşayan Kürtler'in nüfusu 59.380'i Müslüman, 14.900'ü Êzidî olmak üzere toplam 74.280 olarak verilmektedir. Geriye kalan nüfus ise, Arap, Türkmen, Keldani, Süryani, Yakubi, İsrailliler'den ve diğer mezheplerden oluşmaktadır. (age,s.186-187)
Aynı eserde, Kerkük, "Kürdistanın Musul ilinde Şehrizor sancağının merkezi" olarak nitelendirilir ve halkının yapısı şöyle yansıtılır: "Halkının dörtte üçü Kürd, geriye kalanları da Türk, Arap vs. 760 İsrailli ve 460 Keldani de vardır." (age.s.151)

Bu tarihte Musul Vilayetinin İdari Bölünmesi Şöyledir:

I- Musul Sancağı
1-İmadiye, Zaho, Duhok, Akra, Sincar, Rewandiz, Köysancak, Ranya, Hewler, Selahiye (Kifri), Mamuretül-hamid, Bazyan, Şehr-i Bazar Kazaları, Kerkük ve Süleymaniye Sancakları. Aynı esere göre, toplam olarak Musul Vilayetine bağlı 3 Sancak, 14 Kaza, 28 Nahiye ve 3394 Köy bulunmaktadır. 

Bu sayılar esas alındığında şu tablo ortaya çıkıyordu:

Türklere göre: %52 Kürt, %28 Türk, %8 Arap, %12 diğerleri
İngilizlere göre: %55 Kürt, %8 Türk, %23 Arap, %14 diğerleri

Görüldüğü gibi; her iki istatistikte de Kürtler büyük bir çoğunluğu oluşturuyordu. Ve tüm hesaplaşmalar Kürtler üzerinde yapılıyordu. Bu hesaplaşmada; Türk tarafı daha çok petrol kaynaklarını ve kendilerini de gelecekte kuşatacak olan Kürt sorunu dolayısıyla Musul-Kerkûk bölgesinin Misak-ı Milli içerisinde kalmasını istiyor; İngiltere ise yeraltı zenginlikleriyle birlikte jeopolitik konumu açısından bölgeye sahip olmak istiyordu.

SADDAM ELİYLE KÜRTLERE VAHŞET UYGULANDI

Yukarıda sıraladığımız veriler, Musul ve Kerkûk'le çevresinin gerçekte kimin yurdu olduğunu ve Musul-Kerkûk sorunu olarak sunulan sorunun, gerçekte bir Kürt sorunu olduğunu göstermeye yetmektedir. Kürtler, Batılı devletlerin insafına terk ettiği Arap yönetimlerinin eliyle büyük acılara ve katliamlara maruz kaldılar. Irkçı ve faşist Saddam yönetiminde, bu acılar dayanılmaz boyutlara ulaştı. 1988 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası en büyük kimyasal katliama ve toplu bir göçe maruz kalırken; yine Saddam yönetimi eliyle uygulanan ve kaynağını sözde Kuran'dan alan Askeri Enfal Hareketi'nde de 200.000'e yakın Kürt katlediliyordu. Keza güneydeki şii Araplara da benzeri bir katliam uygulanmıştı.

Irak Anayasanın 140. maddesi Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşamış olduğu fakat Kürdistan Federal sistemine dahil olmayan tüm yerleşik alanların zamanla referandumla netleşmesini ön görmektedir. Bu yasa, Musul (Maxmur, Şengal, Şexan, Gower v.b), Selahaddin (Tikrit, Duz xurmatu, Xaneqin vb.) ve El Teemim (Kerkük, Keler, Kifri v.b) vilayetlerini kapsamaktadır. Bu durum Arapları ve Türkleri oldukça korkutmaktaydı. Bundan dolayı bir Asurî ve Kürt kenti olan Musul’un demografik yapısı tümden değiştiriliyordu.

‘BÖLGE ARAPLAŞTIRILIYORDU’

Geçmiş Arap yönetimleriyle Saddam yönetimi döneminde Kürtler'in yerlerinden koparılarak sürülmesi ve bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi sıradan olaylardı. Nüfus bakımında en kalabalık etnik grup olan Kürtler, BAAS rejimi tarafında birincil tehlike olarak görüldüğü için, Musul’un dağlık kesimlerinde bulunan, Kürt kültürünün en katı biçimde korunduğu ve sürekli rejim muhalifliği ile ön kazanmış olan Êzidî Kürtlerin yerleşim alanları olan Şêxan, Şengal bölgelerinin tüm köyleri boşaltılıp merkezi köylere taşıtılarak toplama kampları oluşturmuşlar. Yine Musul’daki Asuri kalıntılarını silmek ve unutturmak için de şehrin ortasındaki surları toprağa gömülmüş adeta topraktan kale oluşturulmuştur. Şehirdeki her kilisenin karşısına çok büyük camiler yapılarak, Asurîler ibadetlerini ezan sesi altında tamamlamak zorunda bırakılmıştır. Asuriler giyim-kuşam ve kültürleri ise sürekli sorun olarak görülmüş ve ciddi bir biçimde baskı altına alınmışlardır. Saddam döneminde binlerce Asuri ailesi kendi yaşam tarzı ve kültürlerini kıskaca alan toplumsal baskılara karşı, Avrupa’ya göçmek zorunda bırakılmıştır. Saddam bu şehrin tarihini BAAS iktidarı ile başlatmak istemiştir. Onun için Kürtler ve Asuri halkına ait olan ne varsa silmek istemiştir. Bu şehri Arap milliyetçiliğinin merkezi haline getirmeye çalışmıştır. Bu dönemde Kürtler herhangi bir biçimde mülkiyet sahibi olamazlardı. Araba, ev, iş yeri vb. bunlara sahip olmak isteyen kimseler mülkiyeti bir Arap üzerine alıp kullanma hakkını alabilirdi. Buna benzer yüzlerce uygulama söz konusudur. Ortaçağda bile rastlanılması zor olan uygulamalara gitmişlerdi. Arap olmayan diğer halklar her yönü ile baskı altına alınmışlardı. Tüm bu uygulamalara rağmen Musul’a Kürtlüğü unutturamadılar.

MUSUL’UN DAİŞ ÇETELERİ TARAFINDAN İŞGALİ

Saddam’ın 2004 yılında düşürülmesinden sonra bir Kürt şehri olan Musul Irak merkezi hükümetinin denetimindeydi. Musul’un güvenliği ise hem merkezi hükümetin hem de peşmergenin denetimindeydi. 9 Haziran 2014’te ise DAİŞ çeteleri, Irak devletinin himayesinde bulunan Musul’a girdi. DAİŞ Musul’a çatışmasız bir şekilde girdi. Musul’da o dönemde 130 bin Irak askeri ve 30 bin Güney Kürdistan hükümetine bağlı peşmerge gücü bulunmaktaydı. Musul ele geçirilirken 1700 Irak askeri DAİŞ çetelerine teslim edildi ve bu askerler çeteler tarafından katledildi. Irak ordusuna ait tüm cephane ise ele çetelerin eline geçti. Tabi DAİŞ çetelerinin Musul işgalinde Türk devletinin de rolü büyüktü. Öncesinde Amman’da yapılan toplantı birçok şeyi ortaya koyuyordu. Toplantıya Amerika, Britanya, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye, KDP ve o zamanlar ismi Ebubekir İbrahim olan Ebubekir Bağdadi de katılmıştı. Bu toplantıda hem Suriye, hem de Irak devletlerini Sunni, Şii ve Kürtler olmak üzere üçe ayırma planları yapıldı. Bu paylaşım içerisinde de Rojava Kürdistan’ını da KDP Hükümetine bağlamak istediler. 8 Haziran günü ise Katar ve Ürdün’ün dâhil olduğu bu devletler, Irak’ta da bir toplantı gerçekleştirdiler. Bu toplantıda da Musul’un DAİŞ’e verilme planları hazırlandı ve sonuca bağlandı.

DAİŞ çetelerinin rahat bir şekilde Musul’u işgal etmesi ardından, DAİŞ silah ve savaşçı yönünden güçlendi. DAİŞ çeteleri Musul’u işgal ettikten sonra farklı planlamalara gitti. Bu planlamalar ile birlikte çoğunluğu Türkmenlerden oluşan Musul’a bağlı olan Tel Efar ve Êzidi halkının yaşadığı şehir olan Şengal kasabalarına yönelik saldırı planlarını gerçekleştirdi.

Üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen Musul’un özgürleştirilmesi için Irak ordusu geçen yıldan itibaren Musul’u Özgürleştirme Operasyonu’nu gündeme koydu. Bu çerçevede bu yılbaşından itibaren Irak ordusu Maxmur cephesine askeri yığınağa başlamıştı. Bu operasyon kapsamında ABD-Rusya ile bir takım görüşmeler gerçekleştirmiş, bunun yanında bölgedeki güçlerle de ilişkiye geçildi. ‘Ninova-Musul Operasyonları Komutanlığı’ oluşturulmuş ve Irak ordusunun kara kuvvetlerine bağlı 15. ve 16. Tugay’a bağlı tabur ve birlikler, Musul’u kurtarma operasyonu çerçevesinde Hewler’den geçerek Maxmur’a yerleşmeye başlamıştı. 24 Mart 2016 tarihinde Irak ordu yetkilileri tarafından Musul operasyonunun startı verilmişti. Irak yönetimi 17 Ekim 2016 tarihinde Musul’a fiili olarak operasyon başlatıldığını duyurdu. Bu kapsamda Irak revleti ve Güney Kürdistan’daki peşmergelerin katılımlarıyla 5 gündür Musul’a yönelik karadan operasyon yapılıyor. Ayrıca ABD, İngiltere, Fransa gibi devletlerin oluşturduğu koalisyon tarafından da hava saldırıları düzenleniyor. Musul operasyonuna baştan beri girmek isteyen fakat Irak devleti ve uluslararası güçlerce girmesine izin verilmeyen Türk devleti de farklı planlar peşinde. Özgürlük Hareketi’nin Şengal’de statü sahibi olmasını istemeyen özelde Türk devleti ve KDP genelde de sömürgeci güçler bu durumu engellemek için farklı planlamalara gidiyor. Bunlardan biri de YBŞ’nin operasyona katılmasının önüne geçilmesidir.

Sonuç olarak içerisinde birçok farklı halkı barındıran ve bir Kürt şehri olan Musul hem Kürt sorununda hem de Ortadoğu kaosunda önemli bir yerde durmaktadır. Gelişmeler ne olursa olsun Kürtler açısından tarihi günlerin yaşandığı yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Musul’un bir Kürt şehri olarak yeniden tanımlanması, Kürtlerin statüsünün de tanımlanması olacaktır. Yeni denge ve planlarda Kürtlerin dışarıda tutulması durumunda ise hem bölge hem de Kürtler için sorunların daha da büyümesi olacaktır. Kürt halkı açısından tarihin tekerrür etmemesi için tek çözüm yolu demokratik bir model çerçevesinde ulusal birliğin sağlanması olmalıdır. Kürt birlikteliği, Musul’un yeniden bir Kürt şehri olarak tanımlanmasını sağlayacak ve özgür Kürdistan’a giden yolda önemli bir dönemecin aşılmasını sağlayacaktır.

Kaynak: Mehmet Bayrak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan-Kürdistan Tarihi, Bahoz Amed (ANF’de yayınlanan Musul Özgürleştirilmeyi Bekliyor başlıklı haber)