Sur’un kayıp çocukları!

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “çocukları ana kucağından almak da Davutoğlu’nun açıkladığı Master Planı’nın bir parçasıdır'' dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Azadiya Welat ve Yeni Özgür Politika gazetesine yazdığı Kürtçe makalesinde şunları belirtti:

“Türk devleti tüm uygulamalarıyla Kürdistan'da kültürel soykırımcı sömürgeci olduğunu ortaya koymaktadır. Özgür Gündem gazetesi “Sur’un kayıp çocukları” sürmanşetini atarak Dersim’in kayıp çocuklarına gönderme yapmıştır. Çünkü şu anda Dersim’de olduğu gibi çocuklar analarının kucağından alınıp devletin soykırım değirmeni dişlerinin arasına atılmaktadır. Sur’un destansı direnişi sırasında Sur’da kaldıkları için aileler çocukları ellerinden alınarak cezalandırılmaktadır. Açıkça özgür ve demokratik yaşamdan yana olan, bu mücadele içinde yer alan aileler ve tüm Kürtler tehdit edilmektedir. Kürtler üzerindeki inkar, imha ve soykırımcı politikayı çocuktan ve aileden başlatma uygulamalarını yaygınlaştırmak istemektedirler.

Kürdistan'da yatılı bölge okullarının yaygın olması da çocukları eğitmek için değil, asimile edip kendi gerçeğine ihanet ettirmek içindir. Yatılı bölge okulları Kürdistan'da ihanet hançeri rolü oynamışlardır. Şimdi Kürt çocuklarını alıp çocuk esirgeme kurumlarına yerleştirmek de bu amaçlıdır. Çocuk esirgeme kurumlarına verilenler artık Kürt çocukları değildir. Bunların kendi toplumlarıyla bağı koparılmaktadır. Artık devlet toplumunun materyalidirler. Bilindiği gibi insanlar toplumlarıyla vardır. Dolayısıyla bu çocuklar da yeniçeriler gibi kendi halkına karşı savaştırılan kurgulanmış robotlar haline getirileceklerdir.

Çocukları ana kucağından almak; Kürt anaları çocukları için hayırlı iş yapmaz, çocuklara iyi şeyler vermez, yanlış yönlendirirler anlamına gelmektedir. Yani çocukları yurtsever yetiştirirler, çocuklar bu devletin soykırımcı sömürgeciliğini kabul etmez, bu da devlete karşı gelmektir deyip çocuklara el koymaktadırlar. Kürt’e bunun kadar ağır bir hakaret ve saldırı olamaz. Kürt’e bundan daha büyük bir düşmanlık olamaz. Bunu ancak soykırımcı sömürgeciler yapabilir.

Aslında çocukları ana kucağından almak da Davutoğlu’nun açıkladığı Master Planı’nın bir parçasıdır. Bu Master Planı’nın bazı maddeleri kamuoyuna açıklansa da bazıları ise hiç açıklanmadan bizzat uygulanmaktadır. Çocukların alınıp esirgeme kurumuna verilmesi de bunlardandır. Kürdistan'da her aileye sosyal danışman vereceğiz demeleri de bu soykırımcı sömürgeci politikanın sonucudur. Zaten şehirlerde nasıl üs karakolları kuracaklarını, sokakları nasıl kontrol edeceklerini söylüyorlar. Her bakımdan tam bir işgalci ve sömürgeci politika yürütüyorlar. Bunu yaygınlaştırıp derinleştirmek için her yol ve yöntemi deniyorlar. Bu uygulamaları görüp hala AKP'nin soykırımcı politikaları konusunda ikna olmayanlar varsa, onlar ya kafayı kuma gömenlerdir ya da hain! Aslında şu anda AKP'ye işbirlikçilik yapan herkes hain konumundadır. Kürtler içinde kültürel soykırımcı sömürgeciliğin beşinci kolu gibi çalışmaktadırlar. Çünkü AKP hükümeti soykırım uygulamalarını artık hiç gizlemeye gerek görmeden yapmaktadır.

Özyönetim direnişleri, AKP iktidarının tüm maskesini düşürmüştür. Kürtlere karşı 13 yıldır özel savaş yürüttüğü açığa çıkmıştır. Şu anda kurduğu ittifaklar bile AKP'nin nasıl Kürt düşmanı bir siyasi güç olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu ittifaktan daha açık Kürt düşmanlığı olabilir mi?

Kürt çocuklarını neden çocuk esirgeme kurumlarına götürüyorlar? Bu sorunun cevabı açıktır: vatanına, milletine hayırlı nesiller yetiştirmek için! Bunun da Türkiye'deki anlamı, tercümesi, Kürtlüğü inkar edip Türkleşmektir. Yani tüm farklılıkları ortadan kaldırılmış tek millet olmaktır. Zaten Kürdistan demek milletvekilleri için bile suçtur. Mecliste açıkça böyle bir yer yok denilerek nasıl bir inkarcı ve sömürgeci zihniyete sahip olduklarını ortaya koymaktadırlar. Kürdistan, bir halkın yaşadığı yer, yani vatanıdır. Vatanı olmayan farklı bir halk da kimlik de olamaz. Devlet ayrı, vatan ayrıdır. Kürdistan kavramı devlet demek değildir. Kürdistan esas olarak siyasi değil, sosyolojik bir kavramdır. Osmanlı da, İran da, başka devletler de, başka halklar da Kürtlerin yaşadığı yere Kürdistan demişlerdir. Hatta ilk Kürdistan kavramını kullanan kişinin Büyük Selçuklu Devleti Şahı Melikşah olduğu bilinmektedir. Ama Türkiye'de o kadar inkarcılık var ki, Mecliste her Kürdistan sözcüğü kullanıldığında bir milletvekili ya da bakan ayağa kalkarak böyle bir şey yoktur cevabını vermektedir.

Savaşta katledilen Kürt gençlerinin cenaze törenlerine katılmanın suç görülmesi, gerilla mezarlıklarının yıkılması, katledilen Kürt gençlerinin ve yurtseverlerinin cesetlerinin yakılması, Van milletvekili Tuğba Hezer üzerinde bir linç kampanyası yürütülmesi tamamen soykırımcı politikaların sonucudur. Kürtlere ait her şey ya yok sayılmakta ya da suç unsuru olarak görülmektedir. Bu durum, Kürtlerin bir var olma yok olma mücadelesi içinde olduğunu göstermektedir.

Kendi kimliğini inkar etmeyen bir Kürt’ten halkın oyuyla Türkiye meclisine seçilmiş bir Kürt’e kadar herkes üzerinde tam bir kültürel soykırımcı baskı yürütmektedirler. Mahallelerin yakılıp yıkılması, bu yıkıntılardan çıkan çocuklara el konulması tamamen bir soykırım saldırısıdır.

Bu açıdan çocukların çocuk esirgeme kurumuna verilmesine de, Tuğba Hezer’in linç edilmesi ve meclisten atılmak istenmesine de karşı çıkılmalıdır. Bu tür politikalar ve uygulamalar kesinlikle kabul edilmemelidir. AKP iktidarı adım adım Kürt halkını bu uygulamalara karşı çıkamaz hale getirip tümden teslim almayı hedeflemektedir. Bu nedenle gösterilecek tepkiler de bu çerçevede olmalıdır.