Kürtler esarete asla alışmayacak-MAKALE

Önder Abdullah Öcalan’ın mutlak tecrit altında olma durumu, hem Kürtlerin hem Ortadoğu Halklarının ve insanlığın özgür ve demokratik geleceğini ilgilendiren bu fikir ve düşüncelerin de tecrit altında olmasıdır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yaklaşık yirmi yıldır İmralı Tek Kişilik Kapalı Cezaevinde esir tutuluyor. İmralı’da hiçbir zaman normal tutukluluk koşulları geçerli olmadı. Normal tutuklular için geçerli olan hukuki haklardan hiçbir zaman faydalanamadı. Çok özel bir tecrit rejimi uygulandı. Uygulanan rejim komploda rol üslenmiş uluslararası güçlerin denetiminde geliştirildi. Ama esas sorumlu ve uygulayıcı güç şu anda Türk devleti ve Erdoğan hükümetidir.

Yaklaşık yirmi yıldan beridir Kürtler yaşadıkları her yerde devletlerarası komployu çok çeşitli yöntemlerle protesto eden bir duruş içinde oldular. Esareti ret ettiler, kabul etmediler. Önderliğin esaretini kendi esaretleri olarak gördüler, böyle tanımladılar. Özgürlüğünü de halk olarak, ulus olarak kendi özgürlükleri olarak tanımladılar ve mücadele amaçlarının başına yerleştirdiler. Önderliğin özgürlüğü olmadan ne halk olarak, ne de ulus olarak gerçek bir özgürlüğün mümkün olamayacağını çok iyi anlamış durumdalar. Dolayısıyla geçen süreç içinde Kürt halkı ile Önderliğinin özgürlüğünün birbiriyle sıkı sıkıya bağlı olduğu gerçeği yeterince ortaya çıkmıştır.

Kürtler Önder Abdullah Öcalan’ın esaretine hiçbir zaman alışmadı ve alıştırılamayacaktır. Başta Türk devleti olmak üzere komploda rol üslenmiş güçlerin bir kısmı, Kürtlere bunu sürekli dayatan bir pozisyonda oldular. Bunun özel ve psikolojik savaşını çeşitli yol ve yöntemlerle sürekli yürüttüler ve yürütmeye devam etmektedirler. Ancak Kürtler bunun farkındadırlar. Çünkü Önderliksiz bir halk olmanın ve kimliksiz bir ulus olmanın ne demek olduğunu en çok da Kürtler bilirler. Tarihte bunun acısını en fazla çeken bir halktır. Bu yüzden Kürt halkı yaşadığı her yerde “Bê Serok Jiyan Nabe!” demektedir. Bu yüzden Kürt Kadınları ve gençleri enternasyonal dostlarıyla beraber “Bijî Serok Apo” demekteler. “Azadiya Serok Apo Azadiya meye” demektedirler. Bu kelimeler ağızdan çıkan birer sesten ibaret değildir. Akıl, zihin ve gönülden akan birer ideolojik anlam pınarıdırlar. Birer aşk nağmesidirler. Bir halk ile Önderi arasındaki ruh ve akıl-gönül bağının dile gelmesidir, söze dökülmesidir.

Önderliğin esaretini ilk günden beri, Özgür Kürt iradesini baskılamanın aracı haline getirmek istediler. Ancak buna en başta da Önder Apo’nun kendisi ortaya koyduğu özgürlükçü duruşla cevap vermiştir. İmralı’da bir işkence yöntemi olarak uygulamada olan ağırlaştırılmış tecrit rejimi karşısında, süreklileşen direnişçi bir duruş içinde olmuştur. Düşünsel, duygusal ruhsal ve psikolojik olarak bir insanın asla yirmi yıl dayanamayacağı, her bakımdan felce uğrayacağı bu işkenceli ortama ruhsal ve fiziksel olarak dayanmış olmak, kendi başına büyük bir direniş olmaktadır. Üstelik Önder Abdullah Öcalan, normal bir insanı her bakımdan felce uğratan bu işkenceli koşullara sadece dayanmakla sınırlı kalmamış, hem halkının hem de dünya insanlığının özgür ve demokratik yaşam sistemini yaratmak için muazzam bir düşünsel emek ve çaba içinde olmuştur.

Kürt Halk Önderi’nin geliştirdiği Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus kuramları, insanlığın demokratik ve özgür geleceği için altın değerindedir. Kadınlar için geliştirdiği kapsamlı Özgürlük Tezleri, Kadın Bilimi olarak Jineoloji fikri yeni bir çağın kapılarını aralar niteliktedir. Gerek Türk devleti gerekse kapitalist çağı ayakta tutma gayretinde olan diğer bazı güçler, bu özgürlükçü fikir ve düşüncelerden oldukça korkmaktadırlar. İmralı’daki mutlak izolasyon rejiminin sebebi, Önderliğin esaret koşullarına boyun eğmeyip bu muazzam düşünen ve fikir üreten direnişçi duruşudur. Çünkü bu fikirlerin önü açılırsa, Türkiye’de ve Ortadoğu’da büyük bir demokratikleşmeye yol açacağı gibi tüm dünyayı da gerçek bir demokrasi ve özgürlük iklimine sürükleyeceğini bilmektedirler. Nitekim şu anda bile Önderliğin bu yönlü görüş ve düşünceleriyle çok sınırlı koşullarda tanışan dünyanın çeşitli yerlerindeki halklar, kadınlar, aydın ve Akademisyen çevreleri, yine İşçi-Emekçi, Sol-Sosyalist, Feminist, Ekolojist, Anarşist çevrelerin ilgi ve alakaları gün geçtikçe daha da artmaktadır. İmralı merkezli bu özgürlükçü kuramsal düşünceler, dünya ezilen insanlığı için büyük bir umut dalgasına yol açmaktadır. Ezilenlerin umudu ezenlerin kabusuna dönüşmektedir.

Önder Abdullah Öcalan’ın mutlak tecrit altında olma durumu, hem Kürtlerin hem Ortadoğu Halklarının ve insanlığın özgür ve demokratik geleceğini ilgilendiren bu fikir ve düşüncelerin de tecrit altında olmasıdır. Bu bakımdan İmralı’daki mutlak tecrit sisteminin kaldırılması ve Önderliğin Avukatlarıyla görüşmesinin sağlanması için harekete geçme zamanıdır.

Kürtlerin bu esarete tahammülü kalmamışken ve her yerde Önderliğin özgürlüğünü haykırmaya başlamışken, Erdoğan yönetimindeki Türk devletinin yeni bir disiplin cezası verdiğini açıklaması, yeni bir politikanın ifadesi olmaktadır. Bunun izahını ve hesabını elbette tüm Kürtlerin sorması gerekmektedir. Kürtlerin ortaya koydukları bütünlüklü tavır ve tutum kesinlikle İmralı’daki günlük uygulamaları etkilemektedir. İmralı esaret rejimini yönetenler bunu görmezlikten gelemiyorlar. Yirmi yıllık esaret sürecinin ortaya çıkardığı diyalektik bunu göstermiştir. Ancak en çok da bu cezayı kesme hakkını kendinde gören Erdoğan-Bahçeli faşizmine günlük olarak maruz kalan Bakur’daki Kürtlerin, buna karşı durması ve tepkisini yüksek sesle ortaya koyması gerekir. Çünkü Kürtlerin Önderi Türkiye’de esaret altındadır ve Bakur Kürtleri Türkiye sınırları içinde yaşamaktadır. O yüzden Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin ortaya koyacakları tavır ve tutum, direk faşist Erdoğan-Bahçeli yönetimi üzerinde belirleyici olmaktadır. O yüzden de özellikle Bakur’da yaşayan Kürtlerin, gençler ve kadınlar öncülüğünde mutlak tecride karşı durması, her bakımdan sesini yükseltmesi, 27 Temmuz 2011’den bu yana uygulanan avukatla görüşme hakkı ihlalinin hesabını sorması ve Önder Apo’nun avukatlarıyla görüştürülmesinin sağlanmasına odaklanması, hem ulusal hem de vicdani bir sorumluluk olmaktadır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika