GÖRÜNTÜLÜ

Aynur Paşa: 26 yıldır süren tecritle temel haklar da ihlal ediliyor

Avukat Aynur Paşa, Önder Apo’ya yönelik 26 yıldır devam eden ağır tecrit koşullarının temel insan haklarını ihlal ettiğini belirterek, uluslararası hukuk normlarıyla çelişen bu uygulamaların temel hakları da engellediğine dikkat çekti.

ÖNDER APO'YA YÖNELİK TECRİT

Önder Apo’nun uluslararası komplo sonucu rehin alınmasının üzerinden 26 yıl geçti. Önder Apo, ağırlaştırılmış tecrit uygulamalarının devam ettiği İmralı Ada Hapishanesi’nde, 23 Ekim 2024’te yeğeni ve Dem Parti Milletvekili Ömer Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşmesinde, “Tecrit devam ediyor” dedi. Tecridin sürdüğü uluslararası komplonun 27’nci yılında ANF’nin sorularını yanıtlayan Avukat Aynur Paşa, gerçekleşen uluslararası komplonun amacını, süregelen ağırlaştırılmış tecridi, aile ve avukat görüşmelerinin engellenmesi değerlendirdi.


Başını uluslararası devletlerin çektiği ve Türkiye’nin de gardiyanlık rolünü üstlendiği 15 Şubat Uluslararası Komplosunun 27’nci yılına giriyoruz. Bu komplonun gerçekleştirilmesindeki amaç neydi? Aynı zamanda komplonun hukuki ve siyasi sonuçlarını nasıl ele almak gerekiyor? O dönemde yaşanan gelişmelere bir hukukçu gözüyle bakarsanız, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uluslararası güçler, insan haklarını çiğnemek, özgürlük ve demokrasi yanlısı insanları susturmak amacıyla bu komployu gerçekleştirmiştir. Uluslararası komplo, Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkışıyla başlamıştır. Suriye’nin güvenliğinin tehditlerle karşı karşıya kalmasını istemeyen Sayın Öcalan, Suriye’den çıkmak zorunda kalmıştır. 1999 yılında, Kenya’dan Türkiye’ye teslim edilen Sayın Öcalan’ın, ‘Türkiye’de aranıyor’ kategorisinde olduğu gerekçesiyle, uluslararası güçlerce başlatılan bir komploydu. Sayın Öcalan’ın, Türkiye’ye teslim edilmesini dönemin başbakanı şaşkınlıkla karşılamış olsa da gardiyanlık rolünü üstlenmekten geri kalmadılar. Sayın Öcalan’ın rehin alınması, Türkiye’nin büyük bir başarısı olarak lanse edilmişti, fakat dönemin başbakanı ise şaşkınlıkla karşılamıştı. Şekli bir mahkemeye çıkarılan Sayın Öcalan’a dönük kararnameler, çoktan hazırlanmıştı. Deyim yerindeyse, ‘usul yerini bulsun’ amacıyla formalite olan bir gövde gösterisiyle mahkemeye çıkarıldı. Sayın Öcalan’a bu mahkeme sonucunda idam cezası verildi.

İdam cezasının kaldırılmasını öngören İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi'nin 6. Protokolü, 15 Ocak 2003 tarihinde onaylanmış, ardından Türkiye 2005 yılında bu protokolü imzalamıştır. Dolayısıyla suç ve ceza kanunlarını değiştirmek zorunda kalarak, idam kararını kaldırmıştır. İdam cezasını kaldıran Türkiye, idamdan aşağı kalır yanı olmayan ağırlaştırılmış müebbet kararıyla İmralı Adası’nda 26 yıldır Sayın Öcalan’ı rehin tutuyor. Bilindiği gibi İmralı Cezaevi, dört tarafı su ile çevrili bir ada olup, Türkiye’nin en kötü cezaevlerinden biri ve hava koşulları, sağlığı oldukça olumsuz etkilemektedir.

Önder Apo, uluslararası komplonun 27’nci yılına girerken, halen İmralı Adası’nda tecrit sistemi içerisinde tutuluyor. En son gerek Ömer Öcalan gerekseDEM Parti heyetiyle yapılan görüşmelerde Önder Apo, tecridin devam ettiğini belirtmişti. Yıllarca İmralı Adası’nda incelemeler yapıp, sessizliğini koruyan CPT’nin de bu tecrit sisteminin devam etmesindeki rolü ortadadır. Devam eden bu tecrit sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özgürlüğe ve demokrasiye sevdalı halkların, Sayın Öcalan’a bağlılığı ve inancı biliniyor. Tecritle Sayın Öcalan’ın sesinin halklara ulaşması engelleniyor. 2011’den bu yana avukatlarıyla görüşemeyen Sayın Öcalan’dan, son gelişen durumların öncesinde 3 yılı aşkındır haber alınamıyordu. Kanunlara göre bir tutuklunun dışarıdan bilgi alma ve dışarıyla irtibata geçme hakkı vardır. Bu, televizyon, radyo, kitap vb. iletişim araçlarıyla ya da kişilerle olabilir. Yine periyodik bir şekilde aile görüşlerine çıkma ve telefonla görüşme hakkı vardır. Ayrıca bir tutuklunun en doğal hakkıdır avukatı ile iletişime geçmek. Sayın Öcalan, bahsettiğimiz hakların hiçbirine sahip değildir. Eğer uluslararası kanunların geçerliliği olmuş olsaydı, uluslararasının bir iradesi olmuş olsaydı, şu an kadar Türkiye’den hesap istenir, Türkiye’ye ilişkin kararlar alınır, var olan tecrit kaldırılır ve Sayın Öcalan, fiziki özgürlüğüne kavuşmuş olurdu.

CPT, yani Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, Avrupa Konseyi'ne bağlı bir organdır. 1989 yılında kurulan CPT'nin ana amacı, Avrupa'daki gözaltı yerlerinde insan hakları ihlallerini ve işkenceyi önlemektir. Üye devletlerdeki cezaevlerini düzenli olarak ziyaret eder. Bu ziyaretler de tutuklu kişilerin insan haklarının nasıl korunduğunu değerlendirmek amacıyla yapılır. Yapılan ziyaretlerin ardından Komite, raporlar hazırlar ve bu raporları ilgili devletlere sunar. Ziyaretler sırasında tespit ettiği sorunlar hakkında üye devletlere önerilerde bulunur. Bu öneriler, koşullarının iyileştirilmesi ve insan hakları ihlallerinin önlenmesi yönündedir. CPT, ziyaretlerinin sonucunu birkaç defa Türkiye’ye sunmuş olsa da Türkiye’ye karşı ciddi bir tavır sahibi olamamıştır. Fakat 2024 yılında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Sayın Öcalan için Türkiye’ye bir yıl mühlet vermesini önemli görüyoruz. Alınan kararın ve verilen mühletin takipçisi olmak da oldukça önemlidir.

Önder Apo, Temmuz 2011'den sonra 14 yıldır avukatlarıyla görüşemiyor? İmralı’dan sesini tüm topluma duyurabilmesi için düzenli olarak avukat görüşmeleri bir tutsak için en doğal hak iken, Türk devleti bu doğal hakkı yıllardır gasp etmeye devam ediyor.  Avukatların her defasında yaptığı resmi başvurular, Türk Adalet Bakanlığı ve AKP yönetimi tarafından çoğu zaman yanıtsız bırakılırken, bazen de gerçeği yansıtmayan gerekçelerle bu görüşmelerin gerçekleştirilmesine onay çıkmıyor? Siz bir hukukçu olarak tutsak-avukat ilişkisinin yasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de hukukun üstünlüğü, temel bir ilke olarak kabul edilse de uygulamalarda tutarsızlıklar gözlemlenmektedir. Özellikle siyasi tutsaklar ve kamuoyunun dikkatini çeken şahıslar, bu durumun en çarpıcı örneklerini teşkil etmektedir. Sayın Öcalan’ın durumu, bu bağlamda sıkça tartışılan bir meseledir. Hukukun üstünlüğü prensibi, yargı süreçlerinin eşit ve adil bir şekilde yürütülmesini öngörürken, bu ilkenin nasıl uygulandığına dair ciddi sorunlar bulunmaktadır. Türkiye’de cezaevlerinde tutuklu bulunan bireyler, uluslararası hukuk standartlarına göre belli haklara sahiptir. Bu haklar arasında avukatlarıyla görüştürülmeleri de bulunmaktadır. Ancak, Sayın Öcalan söz konusu olduğunda, bu hakların uygulanmasında ciddi engellemeler yaşanmaktadır.

Her tutuklunun avukatlarıyla periyodik görüşmeler yapabilmesi, savunma hakkının korunması adına kritik bir unsurdur. Ancak, tutukluların savunmalarını etkin bir şekilde yapabilmeleri için düzenli ve kesintisiz iletişim kurabilmeleri şarttır. Ne yazık ki, hükümlülerin avukatlarıyla iletişimlerinin kesilmesi, hukukun temel ilkelerinin ihlali anlamına gelmektedir.

Ayrıca, uygulanan disiplin cezalarına ilişkin olarak avukatların bilgilendirilme hakkı da vardır. Bu bilgi akışının sağlanamaması, yargı sürecinin adilliğini ve şeffaflığını zedeler. Avukatlar, müvekkillerinin haklarını savunmak ve itirazlarda bulunmak üzere gerekli dosyaları hazırlama yetkisine sahiptir. Ancak mevcut durumda, avukatlar yeterince bilgilendirilmiyor ve görüşme sağlayamıyor. Bu durum, sistematik bir tecrit uygulaması olarak değerlendirilebilir.

Önder Apo’nun yeniden yargılanmaması için, İmralı’da yıllarca keyfi disiplin cezaları veriliyordu. Bu cezaların katlanıp, bir dosya haline getirilmesi, iyi biliniyor ki yargılanmanın önüne geçilmesidir. En son AİHM’nin “umut hakkı” kararına rağmen Önder Apo’nun halen İmralı’da tutuluyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Önder Apo’nun 26 yıl boyunca İmralı Adası’nda tutulmasının hukuksal boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Öcalan, özgürlük ve demokrasi yanlısı olan halkların temsilini yapmaktadır.  Bu bağlamda, Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit, halklara da uygulanan bir tecrittir. Devletlerin değişen kanunlarına göre, müebbet alan bir tutuklunun bir süreden sonra tekrar yargılanma hakkı bulunmaktadır ve umut hakkından faydalanma hakkına sahiptir. Sayın Öcalan’a dönük alınan idam kararından geri adım atılması ve devamında ağırlaştırılmış müebbet cezasına dönüşmesiyle de devam eden ağır tecrit koşullarının hiçbir geçerliliği hukuk hükmünde yoktur. 26 yıldır uygulanan ağır tecrit koşulları, Sayın Öcalan’ın haklarının nasıl çiğnendiğinin apaçık bir göstergesidir. Türkiye hukuk sisteminde, müebbet hapis cezasına çarptırılmış bir tutuklunun belirli bir süreden sonra yeniden yargılanma hakkı bulunmaktadır. Bu durum, uluslararası hukuk standartları ve insan hakları belgeleri tarafından da tanınmaktadır. Sayın Öcalan’ın durumu, bu ilkenin ne ölçüde uygulandığını sorgulatmaktadır. Ceza infazının güncellenmesi, hukukun evrimini pekiştiren dinamik bir süreçtir. Yani, ceza alan bireyler, değişen hukuksal normlar çerçevesinde tekrar yargılanma ve umut hakkını kullanma konusunda hak talep edebilirler.

26 yıl boyunca devam eden ağır tecrit koşulları, Sayın Öcalan’ın temel insan haklarının ve hukukî çıkarlarının nasıl ihlal edildiğinin açık bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu süre zarfında, insan hakları ihlalleri, uluslararası hukuk normları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin temel ilkeleriyle çelişmektedir. Bunlar arasında fiziksel bütünlük, sağlık hizmetine erişim ve avukatlık hizmetlerinden yararlanma gibi haklar bulunmaktadır.

Devlet Bahçeli’nin “Öcalan çıksın Mecliste konuşsun” açıklamasının ardından, ilk olarak yeğeni Ömer Öcalan, daha sonra da 9 yılın ardından DEM Parti heyetinin İmralı’ya 2 defa gidip, görüşmeler gerçekleştirmesini nasıl yorumluyorsunuz? Bu görüşmelerin siyasi sürece etkisi nasıl olur?

Ortadoğu’da yaşanan krizler ve bu krizlerden faydalanarak yeniden çizilmek istenen Ortadoğu haritasında Türkiye’nin durumu kritiktir.  Devlet Bahçeli’nin konuşmasını da bu duruma neden olarak gösterebiliriz. Fakat bu talebi sunanların da şunu iyi bilmesi gerekir; şart koşmak, pazarlık yapmak hukuka aykırıdır. Çünkü Sayın Öcalan’ın hukuka göre umut hakkından yararlanma zamanı gelmiştir. Bu umut hakkını erteleyen ve gündemden çıkarmaya çalışan Türkiye’nin kendisidir. Dolayısıyla şart sunmak ve pazarlık yapmak zaten hukuk dışı olduğu anlamına gelmektedir. Fakat bunların, bu düzeye gelmesinin en önemli nedeni ise “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” şiarıyla başlatılan “Küresel Özgürlük Hamlesi” sonucunda ortaklaşan mücadelenin dünyada yankı bulmasıydı. Kürt halkı ve dostlarının mücadelesi bugünleri doğurdu. Tecridin hala kalkmamasını da göz önünde bulundurursak, gerçekleşen bu görüşmeler, Türkiye’nin baskı altına alınması sonucunda doğmuştur.

Şunu da unutmamak lazım; siyasi, toplumsal ve ekonomik çıkmaza giren Türkiye, tekrar yönünü Kürt halkına çevirmek zorunda kaldı. Türkiye tarihine bakılacak olursa, kazanımlar elde ettiği, başarılar kazandığı dönemler hep Kürt halkı ile ittifak halinde olduğu dönemlerdir. Kürt-Türk halklarının kardeşliği Türkiye’yi çıkmazdan çıkaracaktır. Fakat Türkiye, bu kardeşliğe stratejik değil, taktiksel yaklaşmaktadır. Dolayısıyla, Kürt halkının duygularını sömürme amaçlı da bir politika izlemektedir. “Kürt halkının yanındayız” söylemleriyle, var olan krizden sıyrılmaya çalışmaktalar. Kendi çıkarlarını da koruma amaçlı yürütülen politikaların farkında olunmalıdır.

Süreç, Sayın Öcalan’ın inisiyatifinde ilerlemektedir ve sunulan 7 maddede görüldüğü gibi, Sayın Öcalan çözüme hazırdır. Türkiye’nin demokratikleşmesi, eşit bir yaşamın örülmesi, Sayın Öcalan’ın paradigmasından geçmektedir. Söylentilere göre, 15 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın bir açıklaması olacaktır. Herkes bu açıklamayı beklemektedir. Türkiye, şu ana kadar bu yaşananlara istenildiği gibi yaklaşmadı, yaklaşımlarında netleşmedi ve Kürt sorununu çözmek isteyip istemediğini net bir şekilde ortaya koymadı. Bu açıklamadan sonra da niyetlerinin netleşeceği kesinleşecektir. Var olan tabloya samimi bir yaklaşım gerekmektedir. Sayın Öcalan, tüm gücüyle barıştan, demokrasiden ve eşitlikten yanadır, tüm gücünü seferber etmiştir. Umudumuz, Sayın Öcalan’ın İmralı’dan çıkması ve fiziki özgürlüğünün sağlanmasıdır.