Türk devleti yıllardır Kürdistan coğrafyasında barajlar (Hidroelektrik Santralleri) inşa ederek hem ekolojik tahribat hem de büyük rant kapılarının açılmasının önünü açıyor. Mevcut, yapılmakta olan ve yapılması planlanan barajların sayısı 50'i buluyor. Dicle Havzası olarak bilinen sadece Dicle Nehri'nin ana hattını değil, nehre bağlanan tüm kolları da kapsayan alan üzerinde şu anda 32 yeni baraj planlanıyor. İnşası planlanan bu barajların hepsi, Kürdistan coğrafyasında ekolojik tahribatın en vahşi biçimini ortaya çıkaracaktır. Endemik bitkilerden tutalım da nesli tükenmekte olanlar dahil birçok tür hayvanın da sular altında kalmasına neden olacaktır.
Tahribat sadece bu kadarıyla sınırlı kalmıyor; bölgede iklim değişikliği gittikçe güçleniyor. Kış aylarında yağan kar metreküpü geçen 10 yıla oranan neredeyse 4/3 azalırken, yaz aylarında ise kimi bölgelerde kurak kimi bölgelerde de yağış oranının yükseldiği görülüyor. Bu da Kürdistan ikliminin dengesinden şaştığını gözler önüne seriyor. TMMOB Amed İl Koordinasyon Kurulu Sektreteri Doğan Hatun, söz konusu barajların ekolojik tahribat ve iklim değişikliği ile ilgili etkilerini ANF'ye anlattı.
DİCLE'NİN NEHİR STATÜSÜ YOK
Barajların, suyun doğal akışına zarar verdiğini belirten Hatun, dünyanın hiçbir yerinde nehrin kendi öz suyunun kesilmediğini ancak Türkiye'de yapılan barajlarda buna dikkat edilmediğini kaydetti. Nehir kenarlarında yaşayan canlıların, suyun akışına göre koşullarını ayarlayıp bir yaşam yürüttüklerini ifade eden Hatun, barajlarda su oranının yükselmesi durumunda bırakılan sular söz konusu canlılara zarar verdiğini söyledi.
Hatun, konuşmasına şu sözlerle devam etti: "İkinci bir sorun ise, nehir statülerinin olmamasıdır. Örneğin Dicle Nehri'nin 60 kilometrelik bir alanda statüsü yok. Çünkü 1990 yılında çıkarılan kıyı kenar çizgilerini içeren bir yönetmelik nehir statülerini etkiledi. Yani tesadüf müdür bilinçli midir bilemeyiz ama nehir statüleri o yönetmelikte belirlendiği yıl, Dicle Barajı da faaliyete geçti.
Nehir statülerinin olmadığı yerlerde istedikleri her şeyi yapabiliyorlar. Çünkü o alan, tanımsız olmuş oluyor. Tanımsız olma hali de Devlet Su İşleri'nin (DSİ) yaptığı projelerde iştah açmış oluyor. Dicle Vadisi UNESCO listesine alındığı için çok bir şey yapamıyorlar. Ama daha önce bu vadi üzerinde birçok proje yapıldı. Hangi vali veya yetkili geldiyse bu vadide, halka rağmen kendi zevkine göre projeler geliştirdiler."
DİCLE NEHRİ ÜZERİNDE 22 KUM OCAĞI
Kıyı Kenar Kanunu'na göre nehirlerin tanımlı ve statü sahibi olmaları durumunda oralara ilişmenin kolay olmadığına dikkat çeken Hatun, "Bu kanuna göre nehrin 50 metre sağına ve soluna hiçbir şey yapılamaz. Bu da nehrin ana hattını korumak amaçlıdır. Ama Dicle Vadisi'ndeki kimi bölgelerin tanımsız olmalarından kaynaklı başa gelen yetkililer kendilerine göre projeler yapıyorlar ve tahrip ediyorlar. Yine Dicle Nehri üzerinde bulunan 22 kum ocağı, nehri yıllardır tahrip ediyor. Sur dışındaki tüm yapıların kumları buralardan sağlanmış. Ruhsat süreleri biten ocaklar bile, yandaş oldukları için bir şekilde işlerini yürütüyorlar" diye konuştu.
12 BİN YILLIK TARİH HEBA EDİLDİ
Kürdistan'ın tarihi mekanlarından olan ve 12 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf'in sular altında bırakılmasına değinen Hatun, şunları dile getirdi: "Dünyanın üçüncü ülkelerinde bile Hasankeyf gibi bir yapıyı sular altında bırakılmaz. Kendi kültürüne ve tarihine sahip çıkma aklı olan hiçbir halk Ilısu Barajı'na izin vererek Hasankeyf'in sular altında kalmasına seyirci kalmaz. 50 yıllık bir elektrik üretimine, 12 bin yıllık bir tarihi heba ettiler.
Sadece kendilerine uygun gördükleri iki parça tarihi kümbeti söküp götürdüler. Kendilerince tarihi eserlere önem verdiklerini göstermiş oldular. Tarih sadece o kümbet veya camiden ibaret miydi? Halbuki orada binlerce yıllık mağaralar vardı. Resmi tarihi altüst eden bir tarih vardı Hasankeyf'te. Ama buna sahip çıkılmıyor."
DİCLE HAVZASI'NA 32 YENİ BARAJ
Baraj yapılan yerlerin coğrafik olarak konumlarının önemli olduğunu hatırlatan Hatun, "Baraj yapılan yerler insanların yaşam alanları ise, kamulaştırma marifetiyle ile demografik yapı değiştirilmez. Yine tarihi ve kültürel bir alan ise, bu senin üreteceğin elektrikten çok daha kıymetlidir. Çünkü dünya medeniyetler tarihini yok edemezsin. Bunları yeryüzünde hiçbir yerde yapamazsın. Ama Türkiye'de DSİ, bir baraj bitmeden diğerini inşa etmeye başlıyor. Örneğin bugün, Dicle Havzası'nda 32 iki adet barajın yapılması planlanıyor.
Bu kadar fazla barajın yeraltı sularına çok ciddi olumsuz etkisi oluyor. Çünkü bir baraj inşa ederek, devasa bir kütle oluşturmuş oluyorsunuz. Bu da yeraltı sularını baskılamış oluyor. Bu sular ya yer değiştiriyorlar ya da depolama yapamıyorlar. Zamanla tüm canlıların ana besini olan yeraltı sularına ulaşmak çok zorlaşacaktır.
Yine deva barajlar inşa edildiği için doğa sular altında kalıyor. Ormanlık alanlar ve diğer oksijen alanları yok oluyor. Ayrıca da iklim koşullarını etkileniyor. Örneğin yaz aylarında artık Diyarbakır, yaşanmaz bir hale geliyor. Eskiden yine kavurucu sıcaklar vardı ama bir ağacın gölgesi ile serinlemek mümkün idi. Ama şimdi mevcut barajlardan dolayı nem oranı artıyor ve bu da kenti yaşanmaz kılıyor. Baraj inşalarından öncesine nispeten nem oranında 3-4 katlık bir artıştan söz edebiliriz. Ya da kış aylarında kar yağış oranlarını ciddi anlamda düşürmüştür" şeklinde konuştu.
ENERJİNİN DİĞER YÖNTEMLERİ
Türkiye'nin içilebilir yeraltı sularının yüzde 32'sinin Dicle Havzası'nda olduğunu vurgulayan Hatun, şu değerlendirmelerde bulundu: "Buna rağmen de 32 baraj yapılacak bu havzaya. Bu barajların yapılması durumunda yeraltı sularından faydalanmak çok zor olacaktır. Bu barajlardaki sular, ülkenin 100 yıl sonrasında içme sularını karşılayabilecek mi? Ya da 100 yıl sonraki içme suyunu planlamanı neye göre yapacaksın? Biz, bu devasa boyutlardaki barajlara karşıyız. Temel ihtiyaçları giderebilecek hiçbir şeye karşı değiliz biz. Ama bugün elektrik kullanımının birçok yöntemi var.
Rüzgar, güneş ve HES'lerle elektrik üretebiliyorsun. Diyarbakır koşulları bu üç yönetimi de karşılayacak durumdadır. Ortadoğu'nun en çok güneş gören kentlerinden biri olan Diyarbakır'da, güneş enerijisinin neden kullanılmadığını anlamış değiliz. Maliyet olarak da barajlardan katbekat ucuz mal oluyor. Bir barajın maliyeti 100 milyon ise, bunu güneş enerjisine yatırdığında devasa bir ürün elde etmiş olursun."
'HAYATLARI TALAN PROJELERDE YOKUZ'
TMMOB olarak toplum yararına olmayan her şeyin takipçisi olduklarını söyleyen Hatun, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Belki sorunların çözümleyicisi olmak için bir gücümüz olmayabilir ama takip ederek, toplumu bilgilendirmek bizim asli görevimizdir. Teknik raporlar ve fizibilite çalışmalarıyla, toplumu bilgilendirebiliyoruz.
Birilerini zengin eden, birilerinin de hayatlarını talan eden durumlarda biz yokuz. O yüzden bizim mevcut gücümüz teşhir etme, raporlama ve belgelemeye yetiyor. Yine uluslararası kamuoyuna çağrılar yaparak, baraj ve benzeri projelerin dünya halklarına ve yereldeki insanlara verdiği zararları anlatabiliyoruz. Ama ne yazık ki projeleri durdurabilecek gücümüz yok."