Salınımların azaltılması taşıtların azaltılmasıyla mümkün

Avrupa'nın birçok ülkesinde haftalardır süren ‘Arabasız Pazar Günü’ eylemleri bugün de devam ederken, toplu taşıma araçlarından ziyade bireysel taşıtların saldığı emisyonlar oldukça ileri boyutlarda.

Paris, Brüksel, Londra, Berlin başta olmak üzere Avrupa’nın onlarca kentinde yapılacak ‘Arabasız Pazar Günü’ eylemleriyle, hem bir günlüğüne de olsa hava kirliliğinin etkilerinin azaltılması hem de toplumun bu konuda duyarlı hale getirilmesi amaçlanıyor. Fransa’nın başkenti Paris’in yanı sıra birçok şehirde gün içinde birçok semte araçla girilmesi halinde para cezaları öngörülüyor. Bu eylemin tarihi ise 1950’lere kadar dayanıyor.

İLK KEZ PETROL KRİZİYLE ORTAYA ÇIKTI

Özellikle gelişmiş ülkelerde yaygın olan Arabasız Pazar Günü eylemlerinin tarihi 46 yıl öncesine gitse de esin kaynağı 1956 yılına dayanıyor. İsrail, Britanya, Fransa ve Mısır’ın dahil olduğu Süveyş Krizi sırasında petrol ithalatının aksaması üzerine İsviçre’de hükümet 1956 yılı sonundaki dört pazar gününde motorlu araç kullanmayı yasaklamıştı.

Araçsız Pazar günlerinin Avrupa’da yayılması ise, tüm dünyayı etkisi altına alan ve Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ciddi ekonomik büyümenin olduğu ‘Otuz Şanlı Yıl (1945-1975)’ adlı döneme son veren Üçüncü Arap-İsrail Savaşı’na dayanıyor. İsrail’e destek veren batılı ülkelere tepki amacıyla Arap ülkelerinin petrol ambargosunu devreye koyması ve fiyatları katlaması, taşıt kullanımının sınırlandırılmasının önemini beraberinde getirdi.

Büyük oranda dışarıdan enerji ithalatına bağımlı olan Avrupa ülkelerinde ilk kez 1973 yılında başlayan Arabasız Pazar Günü eylemleri, başlangıçta enerji kıtlığının sonucuydu. Ancak ilerleyen yıllarda artan hava kirliliği, salınan karbondioksitin (CO2) küresel ısınmaya yol açan temel etkenlerden olduğunun daha iyi anlaşılmasıyla birlikte, ekolojiyi ve çevreyi koruma eylemine dönüştü. Zira sadece Londra’da yılda 9 bin kişinin hava kirliliğine bağlı hastalıklar nedeniyle normalinden daha erken yaşamını yitirdiği biliniyor. Avrupa kıtasında bu rakam, yüzbinlerle ifade ediliyor.

DİĞER DÜNYA ÜLKLEERİNE DE YAYILDI

Arabasız Pazar Günü eylemleri Avrupa ile sınırlı değil. Japonya, Kanada, Brezilya ve Arjantin gibi ülkelerin katıldığı bugüne, birçok ülkede de kentler düzeyinde katılım gösteriliyor. Örneğin Meksika’nın başkenti Mexico City’de 2007 yılında büyük şehirlerdeki önemli cadde ve sokaklarda pazar günleri motorlu taşıt kullanmak yasak.

ARAÇLARIN EMİSYONLARDAKİ PAYI NE KADAR?

Avrupa Birliği (AB) ülkeleri temel alındığında, ister bireysel olsun isterse de toplu taşımada kullanılanlar olsun, motorlu taşıtların yarattığı çevre kirliliği ve küresel ısınmaya etkisi oldukça yüksek düzeyde.

AB ülkelerinde salınan CO2’nin yüzde 30’u toplu taşıma ve ulaşım kaynaklı. Bu yüzde 30’luk salınımların dörtte üçüne yakını ise karayolu ulaşımından kaynaklanıyor. Yani neredeyse karbondioksitin beşte birinden fazlası doğrudan motorlu taşıtlardan salınıyor.

BİREYSEL BİNEK OTOMOBİLLERİNİN PAYI YÜKSEK

Bireysel araçlar ile kamyonetler ise tek başına AB’den salınan karbondioksitin yüzde 15’inden sorumlu tutuluyor. Her ne kadar toplu taşıma araçlarında elektrik veya daha az emisyon değerine sahip enerjiler kullanılsa da bireysel araç kullanımında artış devam ediyor.   

Bu gerçeği dikkate alan AB ülkeleri, ulaşım kaynaklı CO2 salınımlarını 2050’ye kadar 1990 seviyesinden yüzde 60 aşağı çekme hedefi koymuşlardı. Ancak hemen hemen tüm sektörlerdeki salınımlarda azalma başlarken, ulaşım sektöründe ise halen artış söz konusu. 2016 ve öncesindeki yıllarda yeni üretilen araçların salınımlarında belirli bir düşüş yaşanırken, 2017’de kilometre başına her bir aracın 0,4 gram daha fazla CO2 saldığı ortaya çıkmıştı.

Bu yıl içinde Avrupa Parlamentosu (AP) ve AB Konseyi tarafından varılan uzlaşıya göre, 2030 yılına kadar yeni bireysel taşıtların saldığı CO2 miktarı yüzde 37,5; kamyonetlerin ise yüzde 31 oranında azaltılması gerekiyor. Fakat başta Almanya olmak üzere birçok otomobil üreticisinin olduğu ülkelerin bu konudaki çabaları frenlemeye çalıştıkları ortaya çıkmıştı.

ELEKTRİKLİ TAŞITLAR YAVAŞ DA OLSA ARTIYOR

Dizel veya benzinli motorların atmosfere verdiği zararı aza indirmek için toplu taşıma araçlarının ve bu araçların kullandığı enerjilerin daha az zararlı olması gerektiği üzerinde yıllardır uzlaşılan bir gerçek. Ancak toplu taşımadan çok, şahsi binek otomobillerinin verdiği zararın en aza indirilmesi gerekiyor.

Birçok Avrupa ülkesinde bunun için ‘çaba’ gösterildiği imajı yaratılsa da en etkili artışın Çin, Hollanda, Norveç ve ABD’de yaşandığı görülüyor. 2019’un ilk yarısında Hollanda’da yeni taşıt satışlarında elektrikli motorlu taşıtların payı yüzde 8’e kadar yükselirken, Çin’de bu oran yüzde 5. Hollanda’da geçen yılın ilk yarısında 9 bin yeni elektrik motorlu taşıt satılırken, bu yılın aynı döneminde bu sayı 20 bine yükseldi. Artış oranı ise bir yılda yüzde 122 oldu.

Üstelik Çin’de geçtiğimiz yıla oranla yüzde 50’lik bir artış yaşandı. 2018’in ilk yarısında Çin’de 412 bin elektrik motorlu yeni araç satılırken, bu yılın ilk yarısında bu sayı 628 bine ulaştı. ABD’de ise bu sayı 124 binden 149 bine yükseldi.

ŞAMPİYON NORVEÇ

Diğer ülkelerdeki artışa rağmen elektrik motorlu taşıtlarda petrol ihracatçısı Norveç’in başı çektiği biliniyor. Bu yılın ilk yarısında 44 bin yeni elektrikli araç satılırken, yeni taşıt piyasasında elektrikli araçların payı yüzde 56’ya yükseldi. Norveç, bu anlamıyla şampiyon konumda.

Küresel ısınmaya karşı ‘öncü’ rolü oynama iddiasındaki Almanya ve Fransa’da ise, oldukça yavaş bir gelişme görülüyor. Almanya’da satılan yeni elektrikli taşıt sayısı 2018’in ilk yarısında 34 bin iken, bu yılın aynı döneminde 48 bine yükseldi. Fransa’da ise bu sayı 21 binden 29 bine çıktı. Her ne kadar artış oranları yüzde 40’ları bulsa da bu ülkelerin nüfuslarına oranla oldukça yavaş bir ilerleme söz konusu.

Elektrik motorlu taşıtların en önemli eksiği olarak da halen uzun mesafeli yolculuk yapmaya yetecek güçte baterilerin üretilememiş olması. Bunun yanı sıra kullanılacak elektriğin ne kadar temiz enerji kaynaklı olabileceği sorusu duruyor. Yani bir yandan petrol ürünlerini terk ederken, diğer yandan petrol veya kömür gibi klasik fosil enerjilerden elektrik üretiminin de terk edilmesi gerekiyor.