Sever: Trump'ın Ortadoğu ve Suriye için net bir planı yok

Gazeteci Aykan Sever, Amerikan kapitalizminin yeni sembolü olan Trump’ın, dünyanın birçok yerine tehditler savursa da Orta Doğu ve Suriye özelinde henüz net bir planının olmadığını ifade ediyor.

BEYAZ SARAY'DA YENİ DÖNEM

ABD seçimleri sonucunda ikinci kez başkan seçilen Donald Trump, göreve gelir gelmez bir dizi tartışmalı karara imza attı. ABD’yi Dünya Sağlık Örgütü’nden ve Paris İklim Anlaşması’ndan çıkardı. Bunların yanı sıra, ABD’ye gelen göçmenleri askeri uçaklarla Kolombiya’ya yollayan Trump, Meksika’da da uyuşturucu kartelleriyle savaş başlatabileceğinin sinyalini verdi. Ayrıca Grönland, Panama Kanalı, Meksika Körfezi ve hatta Kanada’ya dair sözleri de kriz yarattı.

Trump, özellikle Latin Amerika ile ilişkilerde farklı bir boyuta geçileceğinin sinyallerini veriyor. Öte yandan, Beyaz Saray’a ilk olarak İsrail Devlet Başkanı Netanyahu’yu çağırarak Orta Doğu rotasını da belirleyecek gibi duruyor. Trump’ın ikinci döneminin ilk etkilerini ve Suriye politikası özelinde Türkiye ve Kürtler üzerindeki etkilerini Gazeteci Aykan Sever ile konuştuk.

Trump gelir gelmez birçok tartışmalı karara ve açıklamaya imza attı. Trump’ın ikinci dönemini nasıl yorumluyorsunuz?

Trump’un dünyadaki kapitalizmin, bir anlamda yeni sembolü olduğunu söylememiz lazım. Trump bir birey değil, mevcut kapitalizmin billurlaşmış bir sembolü. Bu sadece Trump'tan ibaret değil. Aynı zamanda Trump’un yönetim ekibi ve onun etrafındaki sermayedarları da kastediyorum. Yemin töreninde bakanlardan ziyade, sermayedarların Trump'ın yanında yer aldığını, hatta dizildiğini tüm dünya gördü. Bu, Amerikan kapitalizminin bir anlamda geldiği durumu sembolize ediyor. Sadece Amerikan kapitalizmi de değil, aynı zamanda dünyadaki süreci de bir biçimde bize gösteriyor. Trump geleli iki hafta kadar oldu. İlk icraatları şantaj ve tehdit. Yine bütün şiddet faktörlerinin devrede olduğu bir süreç işledi.

Bana göre başından beri Trump'ın birinci gündemi, Amerika’nın içerisiydi. O yüzden ilk olarak göçmenler meselesini ele aldı. Bunun tabii ki dışarıya da etkileri oluyor. İklim krizi ya da diyelim ki Paris Antlaşması'ndan çıkması. Örneğin, hemen Paris Antlaşması'ndan çıkmasının akabinde, bütün yeraltı kaynaklarıyla ilgili petrol, gaz ve benzeriyle ilgili mümkün olduğu kadar fazla arama yapılması açısından kararlar aldı. Tabii bunlar sadece kararname düzeyinde; şu ana kadar parlamentoya başvurmuş değil. Ama yine de demokratik herhangi bir yöntemle ülkeyi yöneteceğe benzemiyor. Sürekli kararnameler çıkaracak bu anlamda. Bu kararnamelerin bazıları yargıdan falan dönüyor ama genel olarak yürürlüğe de giriyor. Örneğin, bunlar arasında okul müfredatı da var, evrimle ilgili. Genel olarak denilebilir ki, Amerika'daki toplumu faşistleştirmeye çalışıyor. Göçmenleri ülkeden dışarıya atarken yapmaya çalıştığı şeylerden birisi de bu; Amerikan nüfusunu bir anlamda kendine benzetmeye çalışmak. Aynı zamanda müesses nizam dediğimiz, Amerika'yı bugüne kadar getiren kurumları da değiştirmek istiyor artık ve kadrolaşmak da istiyorlar.

Üçüncü defa seçilmek için yasa çıkarmaya çalışması da buna dahil herhalde değil mi?

Her şey mümkün çünkü önünde Erdoğan gibi bir örnek var. Latin Amerika'da da yani, El Salvador'daki diktatör Nayib Bukele kendisine örnek. Bukele, en önemli ittifakları arasında sayılıyor, özellikle Güney Amerika'da. Bu arada Trump, yeni bir açıklamayla 30 bin civarında göçmeni Guantanamo bölgesine hapsetmeyi önüne koyan bir plan açıklamış. Zaten onları suçlu olarak gördü. Suçlu olarak gördüğü için, kendi mantığına uygun.

 

Trump’ın dışarıya da tehditleri oldu Panama, Grönland hatta Kanada…

Panama'dakiler kendilerine göre karşı koyuyorlar, ama ne derece karşı koyabilecekler bilmiyoruz. Panama'da Trump'ın asıl hedeflediği Çin. Ancak Çin, öyle Latin Amerika’daki ülkeler gibi küçük hamlelerle silinebilecek bir güç değil. Panama Kanalı’nı ele geçirmekle çözülebilecek bir şey de değil. Çin'in ayrıca alternatif stratejileri var buna karşı.

Nitekim Çin’in yapay zekâsı DeepSeek bile Amerikan borsalarını alt üst etmeye yetti.

Kesinlikle öyle. Amerikalıların bir buçuk trilyon dolar civarında borsada kayıpları oldu. Bu, büyük bir miktar tabii ki. Örneğin, Trump Çin'e karşı başkanlık için yemin etmeden önce çok fazla tehdit savuruyordu, fakat birtakım şeyleri gördü anlaşılan. Bu yapay zekâ meselesi gündeme gelmeden önce de vardı. Söylediği gümrük vergilerini getirmedi. Tabii burada Elon Musk'ın rolü olduğu da söyleniyor, ama muhtemelen daha büyük bir tehlike hissettiği için öyle bir rekabete girmek istemedi. Ama Grönland tehdidi sürüyor. İlk başta Avrupalılar ve Danimarka biraz şaşkınlık yaşadı, ama Avrupa Birliği'nden gelen son açıklamalar, en azından Danimarka'yı koruma konusunda toparladıkları yönünde. Ancak bunu Kanada için söyleyemeyiz. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, tehdidin arkasından istifa etmeyi seçti. Dolayısıyla, belli yerlerde sonuç da alabiliyor. Örneğin, Kolombiya'yla ilgili de benzer bir durum yaşandı. Ancak gözüken şu, tehditle belli bir yere kadar sonuç alabiliyor. Örneğin, Güney Amerika ülkelerinin çoğundan ses çıkmadı. Aksine, zaten destekleyen politikalar da var. Güçlü bir direnç maalesef gelişmiyor.

Şu an Trump, Latinler açısından konuşursak, kısa vadede göçmenleri topladı. Uzun vadede ne olur bilemeyiz, ama birincisi Venezuela'nın hedefte olduğunu görüyorum. Orada iktidar değişikliğiyle ilgili hazırlıklar var. Yine Biden döneminde başlayan ve Trump döneminde de muhtemelen artması büyük bir olasılık, Küba'nın hedefe konulması var. Küba'nın genel olarak durumu iyi değil son dönemde. Özellikle ekonomik kriz ve enerji krizi onları sarsıyor. Üçüncü hedef de Nikaragua muhtemelen. Orayı da kendine göre çözülmesi gereken bir problem olarak görüyor, özellikle Çin'in ve Rusya'nın müttefikleri olması nedeniyle bu ülkeler hedefte zaten.

Öte yandan, iklim kriziyle birlikte açıklanan bir rapora göre, 25 milyon civarı insanın yakın zamanda göç etmesi bekleniyor. Nereye gidecekler? Kuzey Amerika'ya. Ancak onun da yolları tıkalı artık. Trump bunun önlemini almış oldu önceden.

Amerika kıtasındaki etkilerini anlattınız. ABD’nin tüm dünyaya bir etkisi var, haliyle Trump’ın da. Orta Doğu’daki gelişmelere bakıldığında, örneğin Filistin meselesinde nasıl bir tablo çıkacak?

Trump, ABD Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’u bölgeye gönderdi. İsrail ve Suudi Arabistan'da görüşmeler yapmışlar. Bu görüşmelerden ve basına yansıyan bilgilerden gördüğüm kadarıyla, Trump, Ürdün ve Mısır gibi ülkelere Filistinlileri, daha doğrusu Gazze halkını gönderme planında ısrarlıymış ve bu konuda ciddiymiş. Aslında, Amerika yönetimi içinde dahi bu konu çok ciddiye alınmıyor, fakat Witkoff'un İsrail yönetimine aktardığı bu planın ciddi olduğu görülüyor. İsrail yönetimi içerisinden de bu plana taraftar olan kesimler var. Ama Netanyahu'nun kendisi, en azından açıktan şu ana kadar bu meseleye taraftar değil. Önümüzdeki hafta Netanyahu Amerika'ya gidiyor ve Trump'la görüşecek. O politikası, muhtemelen burada şekillenecek.

Suriye’de tablo iki ay içerisinde çok değişti. Trump’ın buraya nasıl bir etkisi olacak? Trump'ın gelişi bu açıdan Erdoğan için gerçekten fırsat mı?

Bence Amerika'nın politikası şu anda belli değil, belirsizlik var. Suriye'de bir NATO operasyonuyla HTŞ'nin iktidara gelmesi sonrası dengeler değişti. Bunu, Fethullah Gülen organizasyonuyla Erdoğan'ın ilişkisine benzetebiliriz. Sonuçta bir şeyler paylaşılmaya geldiği noktada mesafe olur. Onların da başından beri, bence planları sonuçta İran'ın bölgedeki uzantılarını ve İran'ı zayıflatmaktı. Rusya da ekstra olarak zayıflayan ülkeler arasına girdi ve bölgedeki iddiasını kaybetti. Bunda başarılı oldular. Ancak diyelim ki Türkiye, muhtemelen o plan dahilinde ya da kafalarında Türkiye'nin, Suriye'nin bir biçimde kuzeyini işgal etmesi ve buraya yerleşmesi vardı. İsrail’in de artık kendi ihtiyacına göre Güney'den ilerlemesi öngörülüyordu. Bu plan İsrail açısından işledi diyebilirim. Gazze'yi yakıp yıkmasının yanı sıra, Lübnan’ın güneyini de belli bir bölgeye kadar işgal etti. Hala bu işgal sürüyor ve bu muhtemelen bu işgali kalıcılaştırmanın yollarını arıyorlar. Suriye'de de belli bir bölgeyi işgal ettiler. Orada da gözüken kalıcı olacaklar.

Türkiye, Suriye yönetimine sonuçta tek başına hâkim olamadı. Tişrin Barajı’ndaki direniş gerçekleşmeseydi, muhtemelen ilerleyip Suriye yönetimini de tam anlamıyla yönlendirebilir hale gelirlerdi. Ancak bunu beceremediler. Mecburen Suriye'deki yönetimi başkalarıyla paylaşmak zorundalar. Yani tek başına değiller. Bunun başında da batılı ülkeler zaten var. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de özellikle İsrail'in yanında devreye giriyor, hem de finans kaynağı olarak. Suriye'deki HTŞ yönetimi de tabii ki tek başına sadece Türkiye'nin desteğiyle ayakta kalamayacağının farkında. Onlar da kendi şanslarını büyütmek için oynuyor.

Trump’ın Suriye'den asker çekeceği söylendi, “Benim böyle bir açıklamam olmadı ama buna ileride karar vereceğiz” de dedi.

Hiç çekmez diyemeyiz. Normal koşullarda çekmesi için bir neden yok. “Neden yok” derken, özellikle İran'la sonuçta ne İsrail'in ne Amerika'nın hesabı kapanmadı. Türkiye de dahil edilebilir buna. Dolayısıyla bu, Orta Doğu'da ekstra güç bulundurmaları için çeşitli nedenler var. Ancak tabii bu, Türkiye ile anlaşırlarsa başka türlü olabilir. Örneğin, aslında Amerika bu dönemde Orta Doğu'dan kesinlikle çekilmiş olmuyor. Özellikle Orta Doğu'daki ağırlığını da artırdı. Biden yönetimi ayrılmadan önce, Güney Kıbrıs yönetimiyle kapsamlı anlaşmalar yaptı. Orayı bir askeri üsse dönüştürmeye çalışıyorlar bir defa. NATO operasyonları ve bütün Kuzey Afrika ve Orta Doğu için bu.

Ayrıca Amerika, Ermenistan'la bir anlaşma yaptı. Bunu “stratejik iş birliğini ilerletme anlaşması” diye tanımladılar. En azından zamanla ayaklarını basabilecekleri bir yer orada da yaratabilirler. Bu olasılık var. Tabii savaş olasılığı da var aynı zamanda o bölgede. Şimdi bir de şu gelişti: IMEC diye, Biden döneminde gündeme gelen, Hindistan'dan Yunanistan'a kadar uzaması gereken bir ekonomik hat. Bu hat tamamlanmadı ancak Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri arasında enerji iş birliği üzerinden ve savunmayı da kapsayan çeşitli anlaşmalar imzalandı. Bu, Trump'ın yaklaşımına uygun. Yani İbrahim Antlaşmaları, daha önceden Trump döneminde gündeme gelen mesele, pekâlâ IMEC’e paralel olarak, İbrahim Antlaşmalarını ilerleterek yine Trump döneminde bir biçimde gündeme gelen Orta Doğu NATO'su meselesi uygulanabilir. Örneğin, Uzak Doğu'da aslında bir Uzak Doğu NATO'su var, oluşturuldu. Hem Trump döneminde hem Biden döneminde birbirini destekleyen politikalarla oluşturuldu. Benzer bir şey burada da oluşturulabilir.

Peki burada Türkiye nerede duracak? Ayrıca Kürtler açısından nasıl bir tablo ortaya çıkacak?

Türkiye pekâlâ, Trump’ın herhangi bir konudaki pazarlığına açık. Tabii ki tehditler, şantajlar vs. onun politikasının parçası olabilir, ama kafasına yattığı takdirde pekâlâ pazarlığa da evet diyebilirler. Amerika, Suriye savaşının başlangıcından bu yana ne bir stratejik plan önerdi Orta Doğu için, ne de özellikle Kürtlerin statüsüne dönük bir plan önerdi. Böyle bir şey telaffuz edilmiş değil. Zaten ısrarla bütün süreçte vurguladıkları şey, “IŞİD’e karşı mücadelede Kürtlerle birlikteyiz” oldu. Bu elbette, bunun ötesinde politika yapmıyorlar anlamına gelmez. Fransa, İngiltere ve Amerika, özellikle Colani yönetimini biraz kendilerine göre terbiye etmek için Kürtlerin pozisyonunu tabii ki kullanmaya çalışıyorlar.

Ancak burada tabii ki Kürtler, bu süreci seyreden bir pozisyonda değiller. Kendi direniş ve politikalarını geliştiriyorlar. Kalıcı bir statü elde etmeleri ve Suriye'nin bütününü demokratikleştirebilecek bir perspektif var onlarda. Fakat bunu nereye kadar yapabilirler, bu ayrı mesele. Bu hala sahada yenilmemeyle bağlantılı. Sahada zaten yenildiği takdirde, diplomatik düzeyde de herhangi bir güç kalmaz. Ancak şu an öyle bir şey yok. En azından mevcut Suriye yönetimi, yani Colani yönetimi de savaşı tercih edecek durumda değil. Onlar da Suriye'nin bütününü kontrol edemiyorlar.

Bu atmosferde, Türkiye'nin biraz dengeleri gözetmek zorunda kaldığını söyleyebiliriz. Türkiye kendi içerisinde çok esip savursa da uluslararası basına yansıdığı kadarıyla pazarlıktan yanalar. Çünkü Türkiye'deki siyasal yapı, baskı kullanmasına rağmen o kadar güçlü değil. Onlar muhtemelen bunu bizden daha iyi biliyor. En azından tabanlarını ciddi anlamda kaybetmiş durumdalar. Ekonominin durumu herkesin malumu. Sanıyorum Arjantin'den sonra ekonomisi en kötü ülke Türkiye. Tabii ki kendilerine göre başlangıçta bu işlerin içinden çıkabileceklerine dair planlar yapmışlardır, ama çıkamıyorlar. “Evdeki hesap çarşıya uymadı” denilebilir Suriye açısından.