Fransa Devlet Başkanı Macron, büyük bir felâket düzeyindeki patlama ardından Lübnan’ı ziyaret eden ilk devlet başkanı oldu ve “Lübnan’ın yeniden yapılanmasını destekleyeceğiz” diyerek tüm Lübnanlılara moral vermeye çalıştı. Ardından da derin çelişkilerle dolu olan Irak’ın başkenti Bağdat’a giderek muhataplarıyla görüştü ve “Irak’ın birliği ve egemenliğinden yana oldukları” açıklamasını yaparak burada da Iraklılara moral vermek istedi. Libya ve Doğu Akdeniz’deki aktif tutumu ardından Fransa Devlet Başkanı Macron’un söz konusu Lübnan ve Irak ziyaretleri Fransa’nın Ortadoğu’da yeni bir çıkış yapma ve aktif olma arayışı olarak değerlendirildi.
Kuşkusuz söz konusu bu ziyaretlerin kendi özgünlüklerinde farklı gündemleri olsa da, esas ve ortak olanın Fransa tarafından AKP-MHP Yönetimindeki TC’ye ciddi bir uyarıda bulunmak olduğu açıktı. Zira Fransa Yönetimi, Libya ve Doğu Akdeniz gerginliği ardından TC ile çelişkisini ve mücadelesini Ortadoğu’nun iç kesimlerine bu biçimde taşımak istiyordu. Böylece TC’yi Irak üzerinden de uyararak daha çok baskı altına almaya ve kuşatmaya çalışıyordu.
Mevcut yönetimler altında Fransa ile Türkiye arasındaki çelişkinin ne kadar derin olduğu ve Macron Yönetiminin AKP-MHP faşist diktatörlüğünün bugünkü politikalarına ne kadar karşı çıkacağı kuşkusuz tam olarak bilinemez. Ancak Kürdistan’da soykırımcı ve Ortadoğu’da işgalci olan AKP-MHP faşist yönetimi ile çelişki ve çatışma yaşaması mevcut Fransa Yönetimi açısından önemlidir. Böyle bir durumu tüm Ortadoğu’ya yaymak istemesi ve özellikle Kürdistan’ın Başûr ve Rojava parçalarına yönelik işgal saldırılarıyla bağlantılandırması da elbette oldukça isabetlidir.
Ancak Macron Yönetimi bilmeli ki, Fransa bu biçimde yeni bir çıkış yapmak, Ortadoğu’da daha aktif ve etkin hale gelmek ve Erdoğan-Bahçeli faşizminin işgalci ve yayılmacı politikalarına karşı mücadele etmek istiyorsa, o zaman bu durumun başarısı için öncelikle yerine getirmesi gereken görevleri vardır. Zira Kemalist Hareketle ilk ilişki kuran, onunla ittifak anlaşması imzalayan ve onu tanıyan Fransa Devletidir. Böylece Kürtleri inkâr edip soykırıma uğratmaya çalışan politik sürecin kapılarını esas olarak Fransa açmıştır. Şimdi tutarlı olmak ve sonuç almak istiyorsa, öncelikle açmış olduğu bu kapıyı kapatmayı bilmelidir. Bunun için de 1920 tarihli Ankara Anlaşmasını yürürlükten kaldırarak işe başlamalıdır.
Elbette böyle bir adım Fransa’nın yüz yıllık hatasını düzeltme ve Kürt halk iradesini tanıma yönünde çok önemli bir gelişme olacaktır. Kuşkusuz Fransa’nın yüz yıllık Kürt soykırım suçundan kendini çıkarması ve Ortadoğu’da yeni bir çıkış yapmak isterken politik perspektifinin içerisine Kürt iradesini tanıma ve esas almayı koyması önemli ve isabetlidir. Ancak bu Kürt iradesi kim olacak ve Fransa Yönetimi hangi Kürt’ü esas alacaktır? Elbette bu sorunun cevabı da büyük önem taşımaktadır.
Çünkü ortada kendini “Kürt iradesi” biçiminde tanıtan, ama işgalci-soykırımcı TC Devleti ve AKP-MHP faşist hükümetiyle her düzeyde ilişki ve ittifak içerisinde olan KDP gibi bir güç vardır. Bu güç, Şengal, Maxmûr ve Kerkük’te DAİŞ’e karşı ciddi bir çatışma içerisine girmemiş, tersine hemen her yerde DAİŞ’in önünden kaçmıştır. Cerablus, Bab ve Efrîn’i işgal eden AKP-MHP faşist yönetimiyle birlik içinde olmuştur. Yine AKP-MHP Yönetimindeki TC’nin Güney Kürdistan işgaline adeta kılavuzluk eder konumdadır. Dolayısıyla ‘Kürt iradesi’ diye KDP ile ilişki kurup da AKP-MHP faşist işgalciliğine karşı çıkmak mümkün değildir. Macron Yönetimi her şeyden önce bu gerçeği iyi görmek ve bilmek durumundadır.
Peki bu çerçevede doğru politik tutum ne olmalıdır? Fransa Kürt iradesi olarak gerçekten yurtsever olan, özgür iradeli davranan ve özgürlük için direnen Kürtleri esas almalıdır. Suriye’de, Irak’ta ve Türkiye’de DAİŞ’e karşı binlerce şehit vererek direnen ve insanlığın baş belası DAİŞ çeteciliğini yenilgiye uğratan Kürtlerle ilişki kurmalıdır. Bunun için de işe 9 Ocak 2013 Paris Katliamının soruşturmasını yeniden açarak başlamalıdır. Bu katliamda üç Kürt kadın devrimciyi alçakça katleden Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan kişiliklerini suçlu görüp yargı önüne çıkararak işe başlamalı ve bu biçimde hem AKP-MHP faşizmine doğru ve tutarlı bir tarzda karşı çıkmış ve hem de ilişki kurup ittifak yapacak doğru Kürt iradesini bulmuş olmalıdır.
Yoksa bir insanlık suçu konumunda olan Paris Katliamı gerçeği boynunda bir değirmen taşı gibi asılı duran Fransa’nın TC Devletine ve AKP-MHP faşist-işgalci yönetimine doğru ve sonuç alıcı tarzda karşı çıkışı mümkün olamaz. 1920 Ankara Anlaşmasını yaparak bugünkü faşist-soykırımcı TC Devletinin oluşmasının önünü açan Fransa’nın, tüm bunları koruyarak söz konusu TC zihniyet ve siyasetine karşı çıkma çabası kesinlikle başarılı sonuç vermez. ‘Kürt iradesi’ diyerek KDP ile ilişki ve ittifak içerisinde olan Fransa’nın Ortadoğu’da TC yayılmacılığına karşı çıkma tutumu başarılı olmaz. Tersine böyle bir tutum sonunda dönüp tekrar işgalci ve yayılmacı TC politikalarına ve bu politikaların öncü kolu biçiminde hareket eden KDP işbirlikçiliğine yarar.
Nitekim söz konusu güçlerin böyle bir politik etkinlik geliştirebilmek için bölgede ne tür oyunlar geliştirmeye çalıştıkları ve Kürt özgürlük hareketi PKK’ye karşı birlik halinde nasıl saldırı yürüttükleri ortadadır. Heftanîn’den Xakurkê’ye kadar AKP-MHP-KDP ittifakının PKK’ye karşı Güney Kürdistan’ı işgal saldırılarını nasıl birlikte geliştirdikleri gözler önündedir. Bu saldırıları bir yandan Kandil’e yayarak alandaki PKK üslenmesine son vermeyi hedefledikleri, bir yandan da Şengal’e yayarak DAİŞ’in başaramadığı soykırımı tamamlamayı amaçladıkları gözler önündedir.
Zira Şengal, Musul ve Telafer hattında hummalı işgal hazırlıklarının yapıldığı, bin bir türlü işgal pazarlığı içinde olunduğu ortadadır. Son ABD, Irak, TC ve KDP görüşmelerinin bu temelde bir pazarlık süreci olduğu açıktır. Ancak her gücün farklı politik hesaplarının olduğu ve bu nedenle anlaşmakta zorlandıkları görülmektedir. Bazı ABD’li yöneticilerin basın önünde birlik çağrısı yapmaları ve bunu da “Teröre karşı” diyerek maskelemeye çalışmaları bu amaçladır. Söz konusu güçlere dönük ‘aralarındaki çelişkileri gidermeleri ve ABD politikasında birleşmeleri’ çağrısı olmaktadır.
Açık ki ABD Yönetimi söz konusu alanda bir Sünni koridoru oluşturarak, İran Yönetiminin örgütlemeye çalıştığı “Şii Hilali”ni koparmak istemektedir. Mevcut Irak Yönetimi ise eskiye dönülmesini ve eski Irak sisteminin olduğunu gibi kurulmasını hayal etmektedir. KDP Yönetiminin hayal ve hesapları ise çok daha farklıdır. KDP, Şengal üzerinden Derik ve Qamişlo’ya uzanarak Rojava Kürdistan’ın bir bölümünü kendi egemenliği altına alma hesapları yapmaktadır. TC Devleti ise ABD politikalarına benzer bir biçimde Zaxo’dan Şengal’e ve Musul-Kerkük’e uzanan alanda kendi denetimini gözeten bir yapı oluşturarak, Kürdistan’ın Rojava, Bakur ve Başûr parçalarının bu kavşaktaki her türlü bağlantı ve ilişkisini kesmeyi hedeflemektedir.
Eğer söz konusu güçler hemen harekete geçmiyorlarsa, bu durum aralarındaki bu çıkar ve hesap farklılıkları nedeniyledir. Şimdi ABD çağrısı temelinde bu dörtlü arasında çok yoğun pazarlıklar yapılmakta ve anlaşmaya varılmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz anlaşma sağladıkları andan itibaren de harekete geçeceklerdir. Eğer Fransa Yönetimi bu durumu görmez ve böyle tehlikeli bir plana açıktan karşı çıkmazsa, o zaman Irak ziyareti ile esas olarak böyle bir plana destek vermiş olma durumuna düşer. Macron Yönetiminin bu gerçeklerin ne kadar bilincinde olduğunu ve nasıl davranacağını yakın gelecek ortaya koyacaktır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika