Kıyaslama, yeni bir dil ve paradigmal değişim

Önder Apo, demokratik çözümü sadece Türkiye'deki rejim değişikliği düzleminde değil, Kürt hareketinin kendi dilini ve stratejisini dönüştürmesiyle de ilişkilendirmektedir.

SİNAN CUDİ

Kürt meselesi, yüzyıllık inkâr ve imha siyasetiyle şekillenen tarihsel bir arka plana sahip olmakla birlikte, son dönemde demokratik çözüm perspektifleri üzerinden yeniden tartışılmaya çalışılıyor.

Önder Apo, bu konuda sadece siyasal değil, aynı zamanda sosyolojik ve tarihsel bir dönüşüm modelini de içeren bir paradigma sunuyor. Barış, demokratik toplum ve kimlik garantisi temelinde geliştirilen bu çağrı, Kürtleri yalnızca mağdur bir halk olarak tanımlamanın ötesine geçerek, özneleştirici ve dönüştürücü bir gücün ortaya çıkarılmasını amaçlıyor.

Mağduriyet söyleminin de bir tür kıyaslama olduğunun farkında mıyız? Kendimizi hâkim ulus kimlikleriyle kıyaslayarak bir değişim ve dönüşüm gücü haline gelebilir miyiz?

SOSYAL KARŞILAŞTIRMA TEORİSİ VE KIYASLAMANIN PSİKOLOJİK TEMELLERİ

Kıyaslama, psikolojide hem motive edici hem de yıpratıcı etkileri olabilen temel bir bilişsel süreçtir. Sosyal Karşılaştırma Teorisi, bireylerin benlik algısını, toplumsal kimliğini ve motivasyonlarını anlamada önemli bir çerçeve sunar. Günümüzde sosyal psikoloji, medya çalışmaları ve toplumsal dinamikler üzerine yapılan araştırmalarda sıkça kullanılmaktadır.

Leon Festinger’in 1954’te ortaya koyduğu bu teori, bireylerin ve toplulukların kendi yeteneklerini ve görüşlerini değerlendirmek için başkalarıyla kıyaslama eğiliminde olduğunu öne sürer. Özellikle belirsizlik yaşadığımızda veya kendi durumumuzu objektif bir ölçütle değerlendirme şansımız olmadığında, bu eğilim daha da artar.

Günümüzde sosyal medya ile birlikte sosyal karşılaştırma daha belirgin hale gelmiştir. İnsanlar, sürekli başkalarının yaşamlarını gözlemleyerek kendilerini kıyaslamaktadır. Bu sosyal karşılaştırma, özgüven, mutluluk ve stres seviyeleri üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.

Sürekli kıyaslama yapmak, bireyin benlik saygısını ve mutluluğunu doğrudan etkileyebilir. Aşırı kıyaslamaya dayalı bir benlik algısı, dışsal doğrulamaya bağımlılığı artırabilir. Başkalarının başarıları karşısında kıskançlık veya değersizlik hissi oluşabilir.

Hâkim ulus kimliklerine öykünmemiz, halk gerçekliğimizden ve onun tarihsel-toplumsal hakikatinden uzaklaşma çabamızı, bu değersizlik hissiyatının bir sonucu olarak okumak, oldukça geniş bir perspektif sunabilir.

 

KIYASLAMA, NEFRET SÖYLEMİ VE DÜŞMANLAŞTIMA

Şüphesiz, kıyaslama yalnızca bireysel psikolojide değil, toplumsal dinamiklerde de önemli bir rol oynar. Özellikle nefret söylemi ve milliyetçilik bağlamında, kıyaslama mekanizmaları belirli grupları yüceltmek veya ötekileştirmek için güçlü bir araç haline gelebilir.

İnsanlar, kendi gruplarını (milliyet, etnisite, din, ideoloji) olumlu, dış grupları ise olumsuz olarak görme eğilimindedir. Henri Tajfel ve John Turner tarafından 1970’lerde geliştirilen Sosyal Kimlik Teorisi, bireylerin kendilerini ve başkalarını gruplar üzerinden tanımladığını ve bu grup aidiyetinin sosyal davranışları büyük ölçüde şekillendirdiğini öne süren bir teoridir.

Tajfel’in teorisine göre, insanlar iç gruplarını (biz) daha olumlu görmek için dış grupları (onlar) küçümseyebilir veya ötekileştirebilir. Bu durum, gruplar arası çatışmaları, genellemeciliği ve ayrımcılığı besleyebilir. Bir ulusun kendini üstün görmesi ve diğer ulusları küçümsemesi veya bir grubun diğerini daha düşük görmek için kendini üstün konumlandırması gibi kıyaslamalar, böylesi bir anlayışın sonucu gelişir.

Sosyal Kimlik Teorisi, bireylerin grup aidiyetlerinin nasıl şekillendiğini ve bunun davranışlarını nasıl etkilediğini açıklayan güçlü bir çerçevedir. Grup üyeliği, bireyin benlik algısını derinden etkiler ve gruplar arası ilişkilerde önyargıları, ayrımcılığı ve çatışmayı tetikleyebilir. Bu yüzden teori, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi ve medya çalışmaları gibi pek çok alanda kullanılan bir yaklaşımdır.

Kürt toplumsal mücadelesinin iç dinamikleri arasındaki ilişki ve çelişkileri, bu yaklaşım bağlamında değerlendirmek, sorunların tanımlanması açısından önemli veriler sunacaktır.

KÜRT MESELESİNDE KIYASLAMA VE MAĞDURİYET

Kürtlerin, Türkiye Cumhuriyeti'nin yürüttüğü inkâr ve imha politikaları sonucunda sürekli bir mağduriyet algısı ile tanımlanması, siyasette bir kıyaslama mekanizması olarak da işlev görmektedir. Bu kıyaslama hem devletin resmi söyleminde hem de Kürt hareketinin kendi söyleminde farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır.

Resmî ideoloji, Kürtlerin özel bir mağduriyet yaşamadığını iddia ederek, "Türkiye'de sadece Kürtler değil, herkes baskı gördü" argümanını öne sürmüş; "Kürtler ayrıcalık istiyor" algısı yaratılarak kimlik talepleri sürekli marjinalleştirilmek istenmiştir. “Kürtler bu ülkede başbakan da oldu, cumhurbaşkanı da” söylemiyle, “Benim tanıdığım Kürt arkadaşlarım da var” söylemi, aslında bu kıyaslama ve hakir görme yaklaşımının bir sonucu gelişmiştir.

Karşıt olarak Kürtler de maruz kaldıkları inkâr ve asimilasyon politikalarını, tarihsel olaylar silsilesiyle ortaya koyarak sistematik bir mağduriyet anlatısı geliştirmektedir. Evet, katliamlarla dolu bir tarih, Kürtlerin mağdur olduğu tespitine götürebilir bizi.

Fakat mağduriyet üzerinden gelişen bu dil ve yaklaşım, edilgen ve pasif bir politik/toplumsal duruşu da beraberinde getirmektedir. "Biz hep kaybeden taraf olduk" söylemi, halk içinde kolektif bir hafıza yaratarak ciddi bir hareket sağlasa da sürekli talep eden, bekleyen ancak bunun için harekete geçmeyen kitleler de yaratmaktadır.

Bu iki farklı kıyaslama, Kürtlerin politik özne olarak güçlenmesini zaman zaman gölgeleyebilmektedir. Kürt meselesinin sırf mağduriyet perspektifinden ele alınması, uzun vadede politik dönüşümün önünde bir engel yaratabilir.

YENİ BİR DİL VE PARADİGMA GEREKLİLİĞİ 

Mevcut kıyaslama ve mağduriyet söyleminin ötesine geçerek daha dönüştürücü ve özneleştirici bir dilin oluşturulması gerektiği çok açık.

Kimlik garantisini ve politik gücü öne çıkarmak, Kürtleri yalnızca "hak talep eden" değil, "tarih yapan" bir halk olarak tanımlama ve bu düşünceyi içselleştirmek oldukça önemlidir. Aynı şekilde, savunma pozisyonundan çıkıp kendi tarihsel toplum gerçekliğine uygun bir öz sistemi örgütlemek ve demokratik konfederalizm perspektifiyle alternatif bir sistem inşa etmek, daha aktif bir söylem ve pratiği de kendisiyle getirecektir.

Özcesi, geçmişten çıkarılacak dersleri yeterince almak ve bu dersler üzerinden geleceğe yönelmek oldukça önemli olmaktadır. “Ne yaşadık?” sorusuyla başlayan tarihsel bilinci edindikten sonra, burada çok takılı kalmadan, "Ne inşa edeceğiz?" sorusuna odaklanmak, belki de temel yaklaşım olarak kabul edilmek zorundadır.

Sonuçta, Kürtlerin tarihsel olarak inkâr ve asimilasyon politikalarına maruz kalması, siyasal hafızada bir mağduriyet bilinci yaratmıştır. Ancak Önderliğin yaklaşımı, bu sınırın ötesine geçerek yeni bir tanım ortaya koyuyor: Kürtler, sadece zulme uğramış bir topluluk değil, aynı zamanda yeni bir demokratik modelin öncüleridir.

Önder Apo’nun barış çağrısı, bu anlamıyla öncü partinin feshi veya silahlı mücadelenin terk edilmesiyle sınırlı bir perspektif değildir. Kürtlerin ulus-devlet formuna sıkışmak yerine, kendi kendini yöneten topluluklar temelinde bir sistem inşa etmesini öneriyor. Bu sistem, "demokratik konfederalizm" anlayışının pratik bir yansıması olduğu kadar, Türkiye'deki Kürt sorununun da barışçıl ve çoğulcu bir yaklaşımla çözülebileceğini gösteriyor.

Ayrıca Önder Apo, demokratik çözümü sadece Türkiye'deki rejim değişikliği düzleminde değil, Kürt hareketinin kendi dilini ve stratejisini dönüştürmesiyle de ilişkilendirmektedir. Kürt meselesinde yeni bir paradigmaya geçiş yapmak, sadece tarihsel hak ihlallerini vurgulamakla değil, gelecekte nasıl bir toplum kurulacağını belirlemekle mümkün olacaktır. Bu anlamda, demokratik ulus perspektifi sadece Kürtler için değil, bölgedeki tüm halklar için yeni bir siyasi ufuk yaratabilir.

Tabii ki bu, Kürt hareketinin ulusal ve uluslararası alanda daha etkili bir özne olmasını sağlayarak, politik kazanımların sağlamlaşmasına ve kimlik garantisinin güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Bu söylemsel dönüşüm, kritik bir adımdır.