Türkiye’deki faşist rejim Suriye’ye işgal saldırıları yürüttü. Bu saldırı ve savaş suçları, etnik temizlik gibi soykırım uygulamaları dünyanın gözü önünde oldu. ABD ve Rusya gibi güçler bu saldırıların gizli veya açık ortaklığını yaptılar. Çünkü Suriye hava sahası bu iki devlet arasında paylaşılmıştı. Bu devletler Türkiye’yle anlaşıp onay vermeselerdi onların Suriye’yi işgali mümkün olmazdı.
Türkiye savaş ve işgalle yetinmedi. Suriye’de bütün insanlık ve savaş suçu olacak ne varsa hepsinin altına imzasını attı. DAİŞ’in yapamadığını, yarım bıraktığını Türkiye tamamladı. Onların dağılmış, yenilmiş elemanlarını ve diğer artıkları toplayıp silahlandırdı. Bu çetelere ÖSO veya SMO gibi şaşalı isimler takarak emrine aldı. Çeteleri meşrulaştırmak için onları allayıp pulladı. Sayılarını artırmak için mülteci ve yoksul, çaresiz bir kısım insanı da birkaç dolar karşılığında paralı askeri haline getirdi. Bu güçleri motive edecek bir amaç ve ideoloji yoktu. İşgal alanlarını talan ve yağma vaatleri vardı.
Şimdi BM’nin insan hakları kuruluşları ve diğer insan hakları örgütleri Türkiye’nin savaş suçu işlediğine dair raporlar hazırlıyorlar. Bu çetelerin yaptıklarından da Türkiye’nin sorumlu olduğunu belirtiyorlar. Tabi ki, bu çetelerin yaptığı her şey direkt Türk ordusunun emri ve yönetimi altında oluyor. Türk devleti olmadan bu çeteler o topraklara giremezlerdi. Onları savaşa süren ve görevlendiren Türk ordusudur. Kimlerin hangi bölgede hangi işi yapacaklarını, nereye üsleneceklerine Türk ordusu karar veriyor. Ve günlük emir komuta sistemi içindeler.
Fidye, tecavüz, cinayet, işkence, yağma, hırsızlık ve halkın mal varlığına el koyma gibi suçlar günlük, olağanlaştırılmış uygulamalardır. Halk yeni bir kölelik sistemine alınmış. Bütün insanlık değerleri ayaklar altında. Bu suçlar kendi başına, işgal ve savaştan ayrı meydana gelmiyor. Hazırlanan raporların bu anlamda ciddi yetersizlik içerdiğini de belirtmek gerek. Sanki işgal suç değilmiş, yüzbinlerce insanın topraklarından sürülmesi ve mallarına, yaşam alanlarına el konulması normalmiş gibi gösteriliyor. Sözü edilen suçlar işgal ortamında yaşanıyor.
İşgal olmazsa Türkiye bu suçları nasıl işleyecek? Bu çeteler nasıl gelip Efrîn veya Serêkaniyê’yi yaşanmaz kılacak? Açık ki bu suçların ortamının yaratılması tümüyle işgalin gerçekleşmesiyle ilgilidir. Ayrıca raporda eksik olan ve tümüyle insanlık suçları kapsamına giren etnik temizlik boyutudur. Türk devletinin ve onların emrindeki çetelerin girdiği yerlerden Kürtler temizleniyor. Türk devletinin planı açıktır. Kürtleri topraklarından sürerek dağıtmak ve Kürt sorunundan kurtulmak! Suriye’de bu açık işgal saldırılarıyla uygulanıyor. Sorun planlamadan çıkmış, etkili biçimde uygulanıyor.
Raporlardaki bu temel eksiklere rağmen kanıtlanan ve yazılanlar olanların binde birini bile yansıtmamaktadır. Binlerce suç kanıtlanamamakta, kayıtlara geçmemektedir. İşgal bölgeleri basına ve bağımsız grupların araştırmasına kapatılmıştır. İşkence merkezlerinde yaşananlar ve binlerce mahalle ve köyde olanları kim kayıt altına alıyor? Türk devleti talan, işkence ve soykırımda dünyada en deneyimli devletlerden biridir. Gizleme ve psikolojik savaşla gerçekleri ters yüz etmede ustalaşmıştır. Devlet çeteleriyle suç işlemeye devam etmekte ve düzenli olarak delilleri karatmaktadır.
ABD, Avrupa ve Rusya, Türk devletinin DAİŞ ve El Nusra ile olan ilişkilerini, iş birliğini çok iyi bilmektedirler. Bu güçlerin tümü Suriye’de çalışmaktadırlar. Hepsinin geniş haber alma kaynakları var. Teknik takip yanında istihbaratları aktif olarak sahadalar. Türkiye’nin ne yaptığını çok hakimler. Ancak çıkarları gereği ya sessiz kalmakta ya da iş birliği yapmaktadırlar.
Bütün bunların dışında yine de BM ve diğer kurumların çabalarına ve hazırladıkları raporlara değer vermek gerekir. Ancak sorun rapor hazırlamakla bitmiyor. Bu raporlara kim sahip çıkacak, bu raporların bir hükmü olacak mı? Asıl sorun burada. En son CPT, İmralı tecridi hakkında bir açıklama yaptı. Nihayet yıllar sonra Türkiye’nin yasalara uymadığını, hal ihlali içinde olduğunu kamuoyuna duyurdu. Ancak arkası gelmiyor. Bu raporların Avrupa Konseyi tarafından sahiplenmesi ve gerekli yaptırımların devreye girmesi gerekiyor. Bu olmayınca herkesin bildiği bir şeyin tekrar edilmesi dışında bir işlevi kalmıyor. BM raporları da aynı sorunla karşı karşıya.
Suriye’deki devletlerin tümü BM üyesi. Bu kurum Türk devletinin Suriye’de işgal bölgelerinde ağır savaş suçları işlediğini belirliyor. Doğal olarak Türk işgalcilerine karşı bir tutumun belirlenmesi ve yaptırımların gündeme gelmesi gerekiyor. Bu olmayınca BM gibi kurumlara ne güven ne de dünyada işleyen bir sistem kalıyor. Gücü olan her şeyi yapma hakkını kendinde görüyor. Zorbaların ve işgalcilerin yasaları, insanlık değerlerinin yerini alıyor.
Kaynak: Yeni Özgür Politika