KDP çizgisinin, iktidar sistemlerinin ilki ve en eskisi olan hanedanlığı veya kraliyeti esas aldığı, hatta bunların ilkel bir biçimini oluşturduğu açıktır. Buna geç kalmış hanedanlık veya meliklik de denebilir. Zira tarihin genel seyri içerisinde Kürt egemenleri genellikle ancak bey olabilmişler, ama kraliyet oluşturma düzeyine gelememişlerdir. Kısa dönemli krallık denemeleri bu asıl akışı değiştirmemektedir. Bu durumu kuşkusuz tarihi gelişimin temel bir özelliği olarak görmek ve Kürdistan’ın iç toplumsal yapısı ve coğrafyasıyla, yine dış siyasi ve askeri koşullarıyla izah ve ifade etmek gerekir.
19. yüzyılda Osmanlı saldırısına uğrayan Kürt Beylikleri kendilerini bir Kürdistan krallığı haline getirebilmek için epeyce çaba harcamış ve önemli direnişlere yönelmişlerdir. Ancak bunların hiçbiri de başarılı olamamış ve sonuçta yenilip ezilmekten kurtulamamıştır. Benzer arayış, Birinci Dünya Savaşı ardından Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi sürecinde hemen her parçada da gelişmiştir. Bakur’da Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim direnişlerinin içerisinde farklı düzeylerde de olsa böyle bir arayışın izleri vardır. Rojhilat’ta İsmail Ağa’dan Qazi Muhammed’e kadar uzanan direnişlerin önemli bir amacının bu olduğu kesindir. Yine Başûr’da da Şeyh Mahmut Berzenci’den Molla Mustafa Barzani’ye kadar uzanan direnişin içeriğinde de bu amaç gizlidir. Ancak değişik parçalarda ve farklı zamanlarda gelişen bu direnişler de 19. yüzyıldakiler gibi yenilgiyle ve ezilmekle sonuçlanmışlardır. Bugünün KDP’si işte bu arayış ve çizginin günümüzdeki en cılız temsilcisi konumundadır.
1980 Eylül’ünde başlayan Irak-İran Savaşı, yenilmiş KDP için zayıf da olsa yeni bir çıkış yapma ve yeniden toparlanma imkânı vermiştir. Böyle bir yeni çıkış ve toparlanma için özellikle Bakurê Kurdistan’da PKK’nin geliştirdiği ulusal kurtuluş mücadelesi ve gerilla direnişi büyük imkânlar sunmuştur. Mevcut KDP Yönetimi, bu durumu 1980’lerin ilk yarısında PKK ile ittifak yaparak, ikinci yarısında ise PKK’ye karşı TC Devleti ile ittifak yaparak değerlendirmiştir. Özellikle PKK’ye karşı NATO düzeyinde geliştirilen 1987-88 planlı saldırısının boşa çıkartılması, KDP için 1990’dan itibaren yaşanan gelişmelerin önünü açmıştır. Körfez Savaşı ile Irak’ın bölünmesinin ortaya çıkardığı imkânları da değerlendiren KDP Yönetimi, ABD-TC ittifakının oluşturduğu ‘Çekiç Güç Operasyonu’na dayanarak YNK ile ittifak yapıp bugünkü “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi” gerçeğini ortaya çıkartmıştır. Böyle bir bölge yönetiminin var olmasında ve dış destek görmesinde de en temel etken “PKK’ye karşı mücadele” olmuştur.
Neredeyse otuz yılını tamamlamakta olan bu yapılanmanın, bugün çok ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz içerisinde olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir. Son günlerde KDP’ye karşı Güney Kürdistan kentlerinde gelişen kitle yürüyüşleri bunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu durumu “PKK varlığına” veya başka bir etkene bağlamak kesinlikle doğru değildir. Her şeyden önce, “Kuzey Irak” denen bu yapılanmanın ne olduğu bile otuz yıl geçmiş olmasına rağmen netleşmemiştir. Adına devlet denebilecek ciddiyette bir ekonomik, siyasi ve askeri sistem ortaya çıkartılamamıştır. Eski Kürt beylikleri gibi, hatta onlardan çok daha geri ve despotik bir yönetim tarzı vardır. Esas olarak da Üçüncü Dünya Savaşı denen sürecin ortaya çıkardığı imkân ve fırsatlara dayalı olarak ve de PKK öncülüğündeki Kürdistan özgürlük mücadelesinin yarattığı değerleri dolaylı yönden kendi egemenliğine geçirerek yaşamaktadır.
KDP Yönetimi, bu koşullarda esas olarak ABD-İsrail-İngiltere üçlüsüne dayanarak ve TC, İran ve Irak arasında gidip gelerek ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bu durum KDP’li yöneticilerde siyaset cambazlığını önemli ölçüde geliştirmiş olsa da söz konusu derinleşmenin işbirlikçilik ve teslimiyet temelinde olduğu açıktır. Özellikle DAİŞ’e karşı Reqa’da kazanılan zaferin sonuçlarını kendi hanesine yazabilmek için KDP’nin geliştirdiği 2017 referandum süreci, kendini var eden güçlerin ortak karşı çıkmasıyla mevcut KDP Yönetimi için tam bir kâbusa dönüşmüştür. Buradan da dersini iyi almış olacak ki, mevcut KDP Yönetimi ondan sonra her şeyini TC’ye bağlayan, TC’nin işgalci ve soykırımcı saldırılarına destek veren, TC’ye dayanarak yapabildiği kadar Kürdistan zenginliklerini yağmalayan bir tutum içine girmiştir. Bütün bunlar, zaten çok ilkel bir meliklik olan KDP çizgisini çok daha tutucu ve işbirlikçi bir konuma getirmiştir.
Bugün Kürdistan’da yaşanan derin karşıtlığın bir tarafında işte böyle bir KDP gerçeği vardır. Diğer tarafında ise, her şeyiyle bu gerçekliğe zıt olan bir PKK duruşu ve varlığı söz konusudur. Öyle ki, bu iki güç arasındaki karşıtlık adeta tarihin en zor uzlaştırılabilecek bir olayı durumundadır. KDP çizgisi ne kadar tutucu ve işbirlikçiyse ve dolayısıyla gericiyse, PKK çizgisi de o denli özgürlükçü ve toplumcu ve dolayısıyla ilericidir. Bugün bu karşıtlık adeta herkesi etkilemekte ve bir bulmaca gibi herkesin önünde çözüm beklemektedir. Dikkat edilirse, ABD’den Kürt aydın ve sanatçılarına kadar dünyadaki herkes bu bulmacaya çözüm aramaktadır.
PKK Önderliğinin, sonunda KDP olarak somutlaşan bu egemen işbirlikçi çizginin eleştirisi temelinde doğup geliştiği bilinmektedir. Öyle ki, tutarlı bir milliyetçilik ve devletçilik bile olamayan bu çizgiye karşı PKK, Kürdistan’da devrimci milliyetçiliğin ve modern ulusal kurtuluşçuluğun ideolojik, siyasi ve askeri temsilciliği olarak doğup gelişmiştir. Kürt egemen siyasetinin hep yenilmesinin ve devlet olamamasının temel nedenini burada görerek kendini modern ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlamış ve bu temelde Kürt sorununu çözebilmek için her türlü mücadeleyi yürütmüştür. Fakat karşılaştığı uluslararası komplo saldırısı, modern ulus-devletçi sistemin aynı çizgide Kürt sorununun çözümüne kapalı olduğunu ona göstermiştir. Bu durumda PKK daha çok toplumcu, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik olmaya yönelmiş, Kürt sorununu devlet olmayan demokratik toplum varlığı ve yönetimiyle çözmeyi öngören yeni bir çizgi geliştirmiştir.
Paradigma değişimi temelinde PKK’nin yaşadığı değişim ve dönüşüm işte bunu içermekte ve ifade etmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı Savunmalarında geliştirdiği teorik görüşler, yeni ideolojik ve politik çizgi işte böyle bir yeni çözüm çizgisi olmaktadır. PKK, bu temelde KDP çizgisinin Kürdistan’daki çözümsüzlüğünü aşmaya çalıştığı gibi, 2003 yılına kadar kendisinin esas aldığı ulus-devlet çizgisinin içerdiği çözümsüzlüğü de aşmaya çalışmaktadır. Böylece başta Kürt sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunların çözümünü getirecek yeni bir zihniyet ve çizgi ortaya çıkartmaktadır. Bu da PKK’yi iktidar ve devletten kopartarak topluma bağlamakta ve tarihin en toplumcu hareketi haline getirmektedir. Ulusal özgürlük arayışı temelinde yola çıkan PKK, bugün tarihin en ağır özgürlük sorunu olan kadın özgürlük sorununu çözmeye çalışan ve tüm insanlığın özgürlük davasını yürüten bir hareket haline gelmiştir. Tutarlı bir ulusal özgürlükçülük PKK’yi işte bu noktaya ulaştırmıştır.
Şimdi tarihin en tutucu ve işbirlikçi çizgisi ile en özgürlükçü ve toplumcu çizgisi Kürdistan’da karşı karşıya gelip mücadele etmektedir. Aslında TC’nin işgalci ve soykırımcı saldırıları olarak ortaya çıkan, küresel sermaye sisteminin düzenbazlıkları biçiminde yaşanan, İran’ın gizli oyunlarına dayalı yürüyen tüm siyasi ve askeri çatışmaların arkasında böyle bir zihniyet ve çizgi karşıtlığı ve mücadelesi vardır. Dolayısıyla TC’nin artan işgalci saldırılarına karşı Efrîn, Heftanîn ve Xakurkê’de gerilla direnişleri geliştirilirken gündeme hep KDP-PKK karşıtlığının gelmesi bu nedenledir. Belli ki bu karşıtlığı kalıcı ve yeterli düzeyde uzlaştırmak zordur. O halde kurallı ve ölçülü bir demokratik mücadele yaklaşımı, yol ve yöntemi geliştirmeye çalışmak en doğrusudur. KDP-PKK karşıtlığına bu temelde yaklaşanlar ancak çözüm bulabilirler.
Kaynak: Yeni Özgür Politika