Kavramları yeniden anlamlandırmak

Demokrasi ve özgürlükten yoksun bir kardeşlik, iktidar olgusunu daha da perçinleyerek efendi-köle gibi kavramlarını daha derinleştirir. Bu nedenle, son dönemde sıkça dillendirilen bu kavramları, gerçek anlamlarına kavuşturup toplumsallaştırmalıyız.

KAVRAMLAR VE TOPLUMSAL MÜCADELE

Kavramların oluşumu, zihniyetle doğrudan bağlantılıdır. Zihniyet, bir insanın toplumsal kimliğinin bilinçli ifadesidir ve toplumsal doğa ile evrensel hakikatin anlamını ifade eder. Bugün, zihniyetin kavramlaştırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Mezopotamya’nın şafak vaktinde, özgürlük ve demokrasinin yeniden anlam kazandığı bir dönemin heyecanını yaşıyoruz. Bu heyecanla, toplumsal kimliğin bilinçli ifadesinin kavramlarını yeniden ele alıyoruz. Hem de gerçek hakikatine anlam katarak, hak ettiği yeri veriyoruz. Bunun için demokrasi, özgürlük ve kardeşlik kavramlarını yeniden ele alıp, hak ettikleri şekilde gerçek anlamlarına kavuşturuyoruz. Çünkü bu kavramlar binlerce yıldır içi boşaltılarak kullanıldı ve toplumsal krizlerin derinleşmesinde başat rol oynadı.

Bu kavramları yeniden tanımlarken, bu kavramların zihniyetle olan bağlantısına da bakmak gerekiyor. Çünkü bu kavramlar, hakikatlerinden uzaklaştırıldı ve artık toplumsal sorunlara cevap olamadıkları görülmektedir. Anlamını yitirmiş kavramlar, toplumsal krizleri çözmek bir yana, daha da derinleştirir. Bunun için, toplumsal doğanın varoluş sürecinde ortaya çıkan zihniyetlere bakmak gerekiyor.

Doğal toplum döneminden sonra bu coğrafyada ortaya çıkan iktidar zinniyeti, bu kavramları gerçek anlamından uzaklaştırdı. Devlet oluşumuna giden süreçte, ortaya çıkan devlet paradigması bu kavramların içini boşaltarak, toplumsallıktan uzaklaştırıp kendi tekeline aldı. Bu da bu kavramların gerçek ifadesine kavuşmasının önünü aldı. Çünkü özgürlük, demokrasi ve kardeşlik gibi kavramlar, iktidarın tekeline girdikten sonra faklı anlamlar yüklenerek toplumsal gerçekliğinden uzaklaştırıldı. 

Bu kavramların yanlış kullanılması ve anlamlandırılması karşısında ortaya çıkan sosyalizm, komünizm arayışları da bu kavramları gerçek anlamına kavuşturamadı. Çünkü 5 bin yıllık devlet zihniyetini yıkamadıklarından dolayı kendilerini devlet zihniyetine eklemlediler. Bu da bu kavramların gerçek anlamına kavuşmasına engel oldu. Ve bu çerçevede ortaya çıkan düşünceler, devlet zihniyetine alternatif oluşturamadıklarından dolayı bu kavramlar da kendi hakikatlerine kavuşamadı. Çünkü devrim ve yeniliği, eskiyi yıkarak yeniyi inşa etme üzerinden sadece maddi zeminde ele aldılar. Bir bütün olarak zihni, manevi ve toplumsal boyutunu yadsıyarak bunu gerçekleştirdiler. Bu kavramların toplumsal bir karşılığı olmadığı için zamanla yıktıkları sistemin, yani devlet zihniyetinin eklemi haline geldiler. İçi doldurulmamış, zihniyet ve duygu yüklenmemiş bir şekilde yaşanan devrimsel ifade, sadece şekli kaldı.

Bunun için bu kavramları gerçek ifadesine kavuşturmanın ve toplumsallaştırmanın zamanı geldi. Ancak bu şekilde gerçek ifadedelerini bulur. Bunun için de Önder Apo, kendi sistemini ve dünya görüşünü ortaya koymadan önce kavramları yeniden ele alıyor ve gerçek anlamını tekrardan bu kavramlara yüklüyor. Son savunmasının girişini de kavramlar üzerinden başlatıyor. Bundan dolayı bu kavramları yapısal ve anlamsal olarak toplumsal, yani sosyolojik ve felsefik bir şekilde ele alıp, inşasını da bu çerçevede gerçekleştirmek gerekir. Anlamsız ve yapısallığına kavuşamayan kavramlar, sistemin(iktidar-devlet) içerisinde erir. Bunun için toplumsal değeri olan, toplumsallığın inşasını gerçekleştiren bu kavramlar, gerçek anlamına kavuştuğunda hakikatine ulaşır.

Bu nedenle, son zamanlarda hep dile getirilen özgürlük, demokrasi ve kardeşlik kavramlarını yeniden ele almak gerekir.

Oysa özgürlük; sadece somut bir anlam veya bir kavram mıdır? Şu ana kadar özgürlüğün, zaman ve mekân içerisinde soyut tanımlamaları yapıldı. Ancak bir türlü sosyolojisi yapılmadı. Elbette yapılan soyut tanımlamalar değerli ve önemlidir. Ancak toplumsallaşmadığından, sosyolojisi yapılmadığından dolayı hep eksik kaldı ve sisteme hizmet etti. Tarihte de buna benzer durumlar yaşandı. Bir Sovyet deneyimi, Paris Komünü vb. birçok deneyimler yaşandı. Ancak toplumsallaşmayan, bedenselleşmeyen ve soyut ele alınmasından dolayı, dönemin en vahşi sistemi olan kapitalist modernitenin maalesef gazabına uğrayarak, sisteme hizmet etti. Çünkü özgürlüğü zaman ve mekân içerisinde soyut ifadeye kavuşturanlar, eskiyi yıkıp yeniyi kurmak ile anlama kavuşturmak istediler. Bundan dolayı da bu tanımlama, toplumu ve kavram olarak bizzat özgürlüğü tam anlamıyla özgürleştiremedi.

Yani iktidar olgusunu aşamayan özgürlük , rejim değişikliğinden, yapısal değişiklikten öteye gidemedi. Yani tüm toplumsal yapıları içine almadığından dolayı, belli bir süreden sonra sistemin çarkına dahil oldu. Bunun için özgürlük kavramını yeniden doğru bir temelde ele almak ve sosyolojisini ortaya koymak gerekir. Soyut kavramdan çıkarıp, somutlaştırmak ve toplumsal bedende vücut bulmasını sağlamak gerekir.

Demokrasi kavramını da doğru ele alıp hakkını vermek, sistemden koparıp toplumsallaştırmak gerekir. Zaten demokrasi, halkın, halk için, halk tarafından öz yönetimce yönetilmesidir. Geniş anlamda demokrasi, devlet ve iktidarı tanımayan toplulukların kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanır. Ancak devlet ve iktidar altında demokrasi kavramı, anayasalarla sınırlandırılarak temsili demokrasiye indirgenir. Bu durum, devlet ile toplum arasındaki sert çatışmaları yumuşatarak bir arada yaşamalarına imkân tanır. Yani kapitalist modernite, geliştirdiği bu model ile birlikte özünde sınıfsal, inançsal, etnik çelişkileri yumuşatarak yönetmeyi amaçlar. Bunun adı da gerçek demokrasi değil, liberal demokrasidir.

Kardeşlik kavramını da özgürlük ve demokrasi kavramlarından koparmadan anlamına kavuşturmak gerekir. Demokrasi ve özgürlükten yoksun bir kardeşlik, iktidar olgusunu daha da perçinler ve efendi-köle, serf-işçi kavramlarını daha da derinleştirir. Bu nedenle, özellikle son dönemlerde daha çok dillendirilen bu kavramları, bu çerçevede ele alıp hakikatlerini ortaya koymamız gerekiyor. Özgürlük ve demokrasiyi sosyolojik bir temele oturttuğumuzda, kardeşlik ölçülerimiz de o zaman pekişecektir. Bu yüzden, kavramları doğru anlamlarına kavuşturup toplumsallaştırmalıyız.