İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eş Sözcüsü Yusuf Erdoğan, Türkiye ve Kurdistan’daki cezaevlerinde siyasi tutsakların yaşadıkları sorunların kamuoyu tarafından daha da yakından takip edilmesi gerektiğini söyledi. Erdoğan, insan hakları çerçevesinde çözüm odaklı adımlar atılması gerektiğini ve bu süreçlerin sivil toplum kuruluşları ile birlikte yürütülmesinin önemine dikkat çekerek, son dönemde cezaevlerinde yaşanan çok boyutlu sorunları ANF’ye değerlendirdi.
Yusuf Erdoğan, siyasi tutsaklara yönelik baskıların ve hak ihlallerinin tarihsel bir boyutta olduğunu vurguladı. Son dönemlerde cezaevlerin muhalif tutsaklara karşı ikinci bir baskı aracına dönüştüğünü belirten Erdoğan, “Türkiye’de de siyasi tutsaklara yönelik yaklaşım genellikle ayrımcı ve insan onuruna aykırı bir şekilde devam etmektedir” dedi. Özellikle 19 Aralık 2000 tarihinde başlatılan “Hayata Dönüş Operasyonu” ve sonrasında F Tipi cezaevlerinin inşa edilmesiyle, tecrit ve izolasyon uygulamalarının artığına dikkat çeken Erdoğan, yeni inşa edilen S, Yüksek Güvenlikli ve Y Tipi hapishanelerin de hak ihlalleri açısından çoklu sorunlara yol açtığının altını çizdi.
Erdoğan, siyasi tutsakların aileleri ya da kendileri tarafından İHD’ye başvurularda özellikle şu sorunların öne çıktığına dikkat çekti: “Tecrit ve izolasyon uygulamaları, sosyal ve kültürel hakların engellenmesi, idare ve gözlem kurulları tarafından tahliyelerin keyfi ve gerekçesiz olarak uzatılması veya yakılması, yemek ve su sorunu, gazete ve TV kanallarına erişim kısıtlaması, Kürtçe kitap ve mektuplara erişimde zorluklar. Cezaevine ilk girişte çıplak arama dayatması, hastane sevklerin geç yapılması, sevk sırasında ‘çift kelepçe uygulaması’, muayene esnasında kelepçelerin çıkarılmaması gibi çok çeşitli hak ihlalleri yaşanıyor.”
KÜRTÇE KONUŞMA VE KÜLTÜREL HAKLARIN KISITLANMASI
Cezaevlerinde Kürtçeye yönelik uygulamaları eleştiren Erdoğan, tutsakların Kürtçe kitaplarının veya yazışmalarının tercüman bulunmadığı gerekçesiyle sıkça reddedildiğini vurguladı. Bu durumun sosyal ve kültürel hakların keyfi olarak engellenmesi anlamına geldiğini ifade eden Erdoğan, telefon görüşmelerinde ailelerin Kürtçe konuşmalarından dolayı görüş hakkının kesildiğine ilişkin vakaların kendilerine daha sık iletildiğinin altını çizdi. Erdoğan, bu tür uygulamaların tutsaklar üzerinde kültürel bir baskı yarattığını ve temel insani haklarını ihlal ettiğine dikkat çekti.
Hasta tutsakların durumunun cezaevlerindeki en kritik sorunlardan biri olarak öne çıktığını hatırlatan Erdoğan, şu bilgileri verdi: “İHD olarak, cezaevlerindeki hak ihlalleriyle mücadelemizin önemli bir ayağını da hasta mahpuslar oluşturuyor. Derneğimize, hasta mahpuslar ve yakınlarından gelen başvurular arasında en yaygın şikayetlerden biri, revire çıkma taleplerine geç cevap verilmesi, hastane sevklerinde çift kelepçe dayatılması ve muayene sırasında kelepçeli tedavi gibi hak ihlalleridir. Bu tür uygulamaların önlenmesi için Adalet Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurumlarla yazışmalar yapılmasına rağmen, birçok cezaevinde bu sorunların devam ettiği görülmektedir.
En temel problemlerden birisi ise Adli Tıp Kurumu’nun mevcut rolü ve kanunlardan kaynaklanan tahliye engelleridir. Tam teşekküllü devlet hastanelerinden alınan ‘cezaevinde kalamaz’ raporlarının yeterli sayılmaması, Adli Tıp Kurumu raporlarının tek belirleyici kriter olarak görülmesi hasta tutsakların tahliyelerini ciddi şekilde zorlaştırmaktadır. Özelikle 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfaz Hakkında Kanun’un 16’incı maddesi, hasta tutsakların tahliyesine dair ciddi engeller yaratmaktadır. Bu madde, cezaevinde yaşamını sürdüremeyecek durumda olan bir tutsak için tahliye kararı alınabilmesi adına ‘toplum güvenliği bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturmayacağı’ yönünde ek bir değerlendirme şartı koymaktadır. Yaşam hakkı açısından büyük bir risk teşkil eden bu düzenlemenin derhal kaldırılması gerekmektedir.
Hasta tutsaklarla ilgili topluma 2013-2015 yıllarında olumlu bir beklenti yaratılmasına rağmen, bu konuda bugüne kadar somut bir ilerleme kaydedilmemiştir. Mecliste bazı siyasi partiler tarafından girişimler yapılacağı ifade edilse de, şu an için hasta tutsakların yaşam hakkını önceleyen kapsamlı bir çalışmanın olmadığı görülmektedir. Bu süreçlerin yalnızca belirli kurumlarla sınırlı kalmaması; sivil toplum kuruluşları ve sağlık örgütlerini de içeren kolektif bir yaklaşımla yürütülmesi elzemdir. Hasta tutsaklara yönelik yaklaşımın insani, yaşam hakkını önceleyen ve koşulsuz bir şekilde uygulanması gerektiği açıktır.”
TUTSAKLARA VE AİLELERE YÖNELİK BASKILAR ARTIYOR
İdare ve Gözlem Kurullarının tutsakların tahliyelerini keyfi bir şekilde engellemeye devam ettiğinin altını çizen Erdoğan, bu kurulların içinde hukukçu olmayanların tahliyelere ilişkin kararlar aldığını belirtti. Erdoğan, 2021 yılında uygulanmaya başlanan yeni yönetmelikle bu kurulların tutsakların ‘iyi halli’ olup olmadığını değerlendirdiğini ve bu değerlendirmeler sonucunda tahliye tarihleri yaklaştığında keyfi kararlarla tahliyelerin engellediğini, bunun da ciddi bir hak ihlaline yol açtığını vurguladı.
Erdoğan, “Çoğu tutsak hakkında tahliye tarihlerine kadar ‘iyi halli’ iken tahliye tarihinden hemen önce yapılan değerlendirmede ‘iyi halli değildir’ şeklinde karar verilerek, kişi özgürlüğü ve güvenliğini doğrudan etkileyen ‘iyi hal’ kavramı bu haliyle cezaevi yetkililerinin keyfi kararlarına bırakılmış durumdadır. Tutsaklar ve avukatları tarafından bu kararlara yapılan itirazlar da sonuç vermemekte, tahliyeler uzun zamana yayılmaktadır. İdare ve Gözlem Kurullarının kaldırılması ve hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle İHD olarak iptal davası açtık ancak henüz sonuçlandırılmadı. İnsan hakları savunucuları olarak bir kez daha belirtmek isteriz ki; tutsakların umut hakkını yok sayan idare ve gözlem kurulları kaldırılmalıdır” diye konuştu.
Tutsaklara uygulanan sürgün ve zorunlu sevkler, aileler üzerinde ciddi ekonomik ve psikolojik baskılar yaratmaya devam ediyor. Erdoğan, bu konuda İHD’ye yoğun başvurular olduğunu belirterek, konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: “Tutsaklar ve aileleri ile ilgili temel sorunlardan biri zorunlu sevk veya sürgündür. Özellikle tutsak ailelerin binlerce kilometre uzaktaki cezaevlerinde tutulmaları birçok hak ihlalini gündeme getirmektedir. Sevkler öncesi kısa sürede tutsakların bilgilendirilmesi, kimi durumlarda hiç haber verilmeden başka cezaevlerine götürülmeleri en sık karşılaşılan sorunlardandır. Sevk edildikleri halde eşyaları verilmeyen, eşyalarının bir kısmı eski cezaevinde bırakılan çok sayıda tutsak var. Zorunlu sevkler veya sürgünler sonucu tutsak aileleri birçok hak ihlaline maruz bırakılıyor.
Birçok aile binlerce kilometre yol gitmekte ve kısa görüş saatleri nedeniyle yakınları ile görüşmeleri aksamaktadır. Ekonomik durumu kötü olan aileler yakınlarını yıllarca ziyaret edememektedir. Düşünün siz Diyarbakır’da yaşıyorsunuz ve bir yakınınız İzmir’de bir cezaevinde tutulmaktadır. Bu sorun ile ilgili birçok ihlal kararı olmasına rağmen; tutsak ailelerine yakın illerdeki cezaevlerine sevk talepler gerekçesiz veya kapasite dolu gerekçesiyle reddedilmektedir. Aile hayatına saygı yükümlülüğüne uymak zorunda olan devlet bu yükümlülüğünü yerine getirmemekte ve hem tutsaklar, hem de tutsak yakınları hak ihlaline maruz bırakılmaktadır.”